● Fâsıka hürmet harâmdır. 3/118.
● Fâtıma’ya betül derler. Zîrâ zühd ve dünyâdan kesilmekde öndedir. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]
● Peygamberlerin gelmediği zemânlardaki müşrikler, Peygamberlerin da’vetini almamışdır. Bunlar, âhıretde hesâbdan sonra hayvanlar gibi tekrâr yok olacaklardır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● (Fitne uykudadır. Allahü teâlâ, fitneyi uyandırana la’net etsin.) Hadîs-i şerîf. 1/288. [Mektûbât Tercemesi: 440.]
● Fitne zemânıdır. Yakında âlemi fitneler kaplıyacakdır. 2/68. [Se’âdet-i Ebediyye: 398.]
● Fahreddîn-i Râzî. 3/44. [Se’âdet-i Ebediyye: 756.]
● Firâset. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]
● Bir farzı yapmak, bin sene nâfile ibâdet yapmakdan efdaldir. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Dalâlet fırkalarının hepsi, Cehenneme girip, bozuk i’tikâdları ile, geçici olarak azâb olunurlar. 3/38. [Se’âdet-i Ebediyye: 68.]
● Fesâdların başı [asıl maddesi] islâmiyyete uymamakdır. 1/114. [Mektûbât Tercemesi: 164.]
● Fısk, büyük günâh işlemekdir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
●
Füsûl-i sitte, Muhammed Pârisânın kitâbıdır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Mutlak fazîlet [üstünlük], hem zâhirî teblîgi, hem bâtınî teblîgi berâber bulundurana mahsûsdur. 2/57.
● Fazîlet ve üstünlük, kerâmetin çokluğuna bağlı değildir. 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]
● Allahü teâlânın fi’lleri sonradan olma değildir. Herşey
bir fi’l-i ezelî ile yaratılmakdadır. Her şey bu fi’lin eserleridir, Hak teâlânın fi’lleri değildirler. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● Fıkhın kurucusu Ebû Hanîfedir. Ve fıkhın dörtde üçünü o ictihâd etmişdir. 2/55. [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]
● Felsefeciler, tıb ve astronomi ilmini Peygamberlerin kitâblarından çaldılar. 3/23. [Fâideli Bilgiler: 454.]
● Yunan felsefecileri, dünyâdaki insanların en câhilidir. 3/23. [Fâideli Bilgiler: 454.]
● Felsefecilerin kısa [hatâlı] görüşleri, yalnız madde âlemini görmekdedir. Ve nefsi, aklı, ma’nevî âlemden saymışlardır. 1/34. [Mektûbât Tercemesi: 60.]
● Yunan felsefecilerinin önce gelenleri, akl ile hareket edenlerden iken, Allahü teâlânın varlığını anlıyamadılar. Kâinâtın varlığını, kendi kendine var dediler. Felsefecilerin sonra gelenleri, Peygamberlerin nûrlarının bereketi ile Allahü teâlânın varlığına inandılar. Allahü teâlânın birliğini isbât eylediler. 3/23. [Fâideli Bilgiler: 454.]
● Felsefeciler, göklerin ve yıldızların sonradan yok olmasını kabûl etmezler, ebedîdir, derler. Ba’zı müslimânlar, onları müslimân sanır. Hâlbuki islâm ahkâmından ba’zısını yapsalar dahî, bunlar kâfirdir. 3/23. [Fâideli Bilgiler: 454.]
● Felsefecilerin ilmini kabûl eylemek, Enbiyâyı inkâr eylemekdir. 3/23. [Fâideli Bilgiler: 454.]
● Fenâ, sâlikin yetişdiricisi olan isme kavuşup, orada yok olmasıdır ki, vilâyetin ilk basamağıdır. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Kalbin fenâsı, kalbin mâsivâdan tam kesilmesi ve mâsivâyı unutmasıdır ki, zor ile hâtırına soksalar, hâtırlayamaz. Bu fenâ, kalbin zikrinin netîcesidir. 2/83.
● Fenâ, mâ-sivânın [Allahü teâlânın gayrisinin] unutulmasından ibâretdir. Ve mâsivâ iki kısmdır: Biri âfâk ve biri enfüsdür. Âfâkın unutulması, ilm-i husûlînin yok olmasıdır.
Enfüsün unutulması, ilm-i huzûrînin yok olmasıdır. Birincisi, Evliyânın nasîbidir. İkincisi, Evliyânın büyüklerinin nasîbidir. 3/60.
● Fenâ, mâsivânın unutulmasıdır ki, dâimî bilmemekdir. Ba’zan bilmek, ba’zan bilmemek şeklinde değildir. 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]
● Fenâ ve bekâ, yaratılmış olanın, yaratılmışlıkdan kurtulması değildir. Vücûb hâsıl olmak değil. Bu küfrdür. Belki ma’nâsı, Allahü teâlâ tarafından yok edilmekdir ve var edilmekdir. 3/53.
● Fenâ, zılle [mahlûkâta] bağlılıkdan kurtulmakdır. Meselâ, ödünc elbiseler giyen bir şahıs, elbiselerin, başkasına âid olduğunu iyice görüp, elbiseyi giyinmiş olduğu hâlde, elbiseyi sâhibine verip, kendini bir derecede çıplak bula ki, hayâsı [utanması] sebebi ile, kendisini bir köşeye çekmek gibidir. 3/109.
● Fenâ-i husûlî, sâlik, hayrete ve cehle kavuşmadıkca nasîb olmaz. 1/240. [Mektûbât Tercemesi: 299.]
● Fenâ ıtlâkı [fenâ ta’bîr olunması], seyr-i ilallahı temâm eyledikde nasîb olur. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]
● Fenâ, mâsivânın unutulmasıdır. Mâsivânın yok edilmesi değildir. Bu unutmak, dünyâ ve âhırete şâmildir. 3/123. [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]
● Fenâ, ecel-i müsemmâ gelmeden evvel, ölmekden ibâretdir. 1/159. [Mektûbât Tercemesi: 194.]
● Tam fânî olmak, (ene=ben) ta’bîrinin doğuş noktası olan, yokluk hakîkatinin anlaşılmasına bağlıdır. 3/79.
● Nefsin fenâsı, nefsin temâmen nefy edilmesidir. [Fe’âliyyetlerinin te’sîrsiz hâle getirilmesidir.] 3/60.
● Fenânın hakîkati, ismlerin çokluğunu, sıfat, şu’ûn ve i’tibârâtı görüşden gizlemek, Allahü teâlânın zâtının birliğinden başkası düşünülmez. 2/35. [Se’âdet-i Ebediyye: 940.]
● Fenâ hâsıl olmadıkca, Allahü teâlânın zâtı bilinemez. 1/311. [Mektûbât Tercemesi: 497.]
● Fenâ hâsıl olmadıkca, cenâb-ı Kudse kavuşmak müyesser değildir. 1/31. [Mektûbât Tercemesi: 52.]
● Fenâ, vilâyet yolunda lâzımdır. Çâre yokdur ve nübüvvet yolunun yaklaşma derecelerinde, eşyâya bağlılığın ortadan kalkması için, fenâ hiç lâzım değildir. 1/313. [Mektûbât Tercemesi: 502.]
● Fenâ ve bekâ, rûh vasflarındandır. Zâhirin olgunluğu, bâtının hâllerinden ma’lûmât verir. 3/53.
● Fenâ ve bekâ, sâlikin mebde-i te’ayyünü olan ism iledir. Zât-i teâlâ ile değildir. 3/79.
● Kalbin fenâsına kavuşmasına aldanmamalıdır, geri dönmek mümkindir. 1/116. [Mektûbât Tercemesi: 165.]
● Fenânın hâsıl olmasında, varlığın yok olması lâzım değildir. Çünki, fenâ için, varolmak [vücûdîlik] yokdur ki, yokluğu tasavvur edilsin. Yokluk ile ilgili birşey idi. Vehm ile kendini var saydı. Görülenin yok olması ile, sırf yokluk olur. 3/62. [Se’âdet-i Ebediyye: 754.]
● Fenânın mukaddemeleri [Fenânın başlangıcları] makâmât-i aşere [on makam]dir ki, tevbe, zühd, tevekkül, kanâ’at, uzlet, zikr, teveccüh, sabr, murâkabe ve rızâdır. Bunları ele geçirmek gerekdir. Her ne kadar fenâ, Cenâb-ı Hakkın ihsânı ise de, bunlar çalışmakla kazanılır, [kesb edilir]. 1/38. [Mektûbât Tercemesi: 65.]
● Fenâ ve bekâ ta’bîrleri, sonradan ihdâs edilmiş olup, ilk def’a kullanan Ebû Sa’îd-i Harrâzdır. 1/313. [Mektûbât Tercemesi: 502.]