● Şâkir [şükr eden] ve mü’min olanlara Allahü teâlâ azâb etmez. 1/70. [Mektûbât Tercemesi: 108.]
● Şân-ül-hayât, cemî’ şü’ûnâtın akdemi [en evveli]dir. Ondan sonra şânül-ilmdir ki, ona tâbi’dir. 3/88.
● Şân-ül-ilm, bütün şü’ûnları topluca ve etrâflıca içinde bulundurur. [Hayât şânından sonra]. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Şân-ül-ilmin, sıfat-i zâideden olan ilm ile hiç münâsebeti yokdur. 3/73.
● Şâh-ı Nakşibend, Ya’kûb-ı Çerhîye ta’lîme izn verdiği hâlde, benden sonra Alâüddînin hizmetinde ol demişdir. 1/119. [Mektûbât Tercemesi: 167.]
● Şâh-ı Nakşibend “kuddise sirrûh” buyurmuşlardır ki, Minâ pazarında bir tâcir, elli bin altınlık eşyâ satıyordu. Bir an Hakkı unutmuyordu. 1/33. [Mektûbât Tercemesi: 58.]
● Şü’ûnât ile sıfat arasında kâbiliyyetler vardır ki, bunlar hem şü’ûnlara, hem sıfatlara benzerler. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Şü’ûnât-i ilâhî zât-i ilâhîye bağlıdır. [Onunla alâkalıdır.] Mâsivâ ile alâkalı olmakdan uzakdır. Sıfât-i ilâhînin te’alluku mâsivâya maksûrdur. [İlâhî sıfatlar mâsivâya tealluk eder.] 3/73.
● Şü’ûnlar ile sıfatlar arasında fark çok incedir. Bu farkı kimse bildirmemişdir. (Bu farkdan bir kulun konuşması ma’lûm değildir.) 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Şecere-i Mûsâdan mesmû’ olan kelâm, kelâmullahdır. [Mûsâ aleyhisselâmın Tûr dağında ağaç tarafından işitdiği kelâm, kelâmullahdır]. İnkâr eden kâfirdir. 3/20.
● Şürûb-ı züyûti tayyibe [halâl olan nebâtlardan çıkan suları] ya’nî karanfil, tarçın, çay ve sâireden elde edilen, her dürlü şerbeti içmek yasak edilmemişdir. 1/191. [Mektûbât Tercemesi: 227.]
● Şerh-i sadr, zâtın tecellîsi zemânında, nefsin itmînânında hâsıl olur ki, adı geçen bu kemâlât, ism-i zâhire te’alluk eder [bağlıdır]. İsm-i bâtına uygun olan kemâlât, örtülmesi lâzım olan kemâlâtdır. Bu iki ismin kemâlâtı temâmen hâsıl oldukda, kudsî âleme uçmak ve nihâyetsiz yükselmeler olur. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● (Şerh-i lemeât) kitâbı Mevlânâ Câmi’nin olup, burada tecellî-i zâtînin nihâyetsiz olduğu açıkca yazılıdır. 1/277. [Mektûbât Tercemesi: 407.]
● Şirkin ma’nâsı. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]
● Şirk, Allahü teâlâdan başka şeye ibâdet etmeğe tutulmakdır. Eğer, Allahü teâlânın varlığını kabûl etse de. 3/3. [Se’âdet-i Ebediyye: 906.]
● Şirk öyle bir küfrdür ki, mutlak küfrün aslıdır. İslâmiyyet hükmlerini inkâr küfrdür. 3/3. [Se’âdet-i Ebediyye: 906.]
● Şirk, ibâdetde ortaklıkdır. Eğer bir maksûdun ele geçmesinde, islâmiyyetin bağından boynunu kurtarıp [islâmiyyetin sınırını aşıp], onun hâsıl olmasında, islâmiyyetin hudûduna tecâvüz olunursa, o şey ma’bûd ve ilâh olur. Ve eğer o maksûd böyle olmayıp, onun ele geçmesinde, islâmiyyetin yasakladığı şeyler işlenmezse, o maksûd, dînî bir yasak olmaz. O şeye tabî’î meylden ziyâde maksûd olmamışdır. Tabî’î ve yaratılışa uygun bir meyldir ki, insanlık ve beşerî özelliklerdendir, ammâ, hırs, arzû ve acele istek ve taleb gibi rezîl hâller meydâna gelmemişdir. 3/3. [Se’âdet-i Ebediyye: 906.]
● İslâmiyyet lâzımdır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Dîn-i Muhammediyyeye “sallallahü aleyhi ve sellem” [Muhammed aleyhisselâmın dînine] ihtiyâc yok zan etmek küfrdür. 3/118.
● Hiçbir kimse, hiçbir vaktde ahkâm-ı islâmiyyeye uymakdan kurtulamaz. 1/276. [Mektûbât Tercemesi: 403.]
● İslâmiyyete kıl ucu kadar muhâlefet mevcûd ise, ahvâl ve mevâcid dahî zuhûr eylese [hâller, kerâmetler meydâna gelse] istidrâcdır. 2/87. [Se’âdet-i Ebediyye: 288.]
● İslâmiyyete inanmıyan kimse, şekerin tadına inanmıyan, safrası bozuk hastaya benzer. Kalb hastalığı var iken olan îmân, îmânın sûretidir. Nefs-i emmâre küfrünü bildirmekdedir. Şekerin tadlı olmasına inanması için, şeker hastasının tedâvîsi îcâb eder. Nefsin tedâvîsinden, ya’nî tezkiye ve itmînânından sonra, hakîkî îmân hâsıl olur. 1/46. [Mektûbât Tercemesi: 79.]
● Muhammed aleyhisselâmın dînini tasdîk, geçmiş bütün dinleri tasdîk demekdir. 2/55. [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]
● Ahkâm-ı islâmiyyenin aksine sözler ve işler insanı felâkete sürükler. 1/240. [Mektûbât Tercemesi: 299.]
● İslâmiyyetin bir mes’elesini [bilgisini] yaymak, Allah yolunda hazîneler harc ederek fakîrleri doyurmakdan dahâ sevâbdır. 1/48. [Mektûbât Tercemesi: 84.]
● Muhammed aleyhisselâmın dîni kıyâmete kadar bâkîdir. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]
● İslâmiyyete uymak, nefsin isteklerini bırakmak ve kalbi karartanları [zulmetleri] def’ etmek demekdir. 1/42. [Mektûbât Tercemesi: 71.]
● İslâmiyyete uygun olarak, dünyâ ni’metlerinden fâidelenilebilir [yinebilir], halâldir. Yoksa üzeri şeker kaplanmış zehr hükmündedir ki, aklsızı onun ile aldatırlar. Dünyânın aldatıcı lezzetleri, islâmiyyetin emrlerinin ve nehylerinin acılığı [ilâcı] ile telâfî eylemelidir [giderilmelidir]. 3/54. [Se’âdet-i Ebediyye: 425.]
● İslâmiyyet olmasa, herkes kendi istediğini yapsa, ortalık karışır, düzen bozulur, netîcesi fesâd olan hâl zuhûr eder. Güçlü olanlar, başkasının cânına ve malına saldırıp, hem kendini, hem de onları felâkete sürükler. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● Ahkâm-ı islâmiyye ile mükellef olan, dil, bütün organlar ve kalbdir. Diğer latîfeler mükellef değildir. 1/172. [Mektûbât Tercemesi: 213.]
● İslâmiyyete uygun olan riyâzet ve mücâhede, nefs-i emmâreyi tahrîb eder. 1/221. [Mektûbât Tercemesi: 269.]
● İslâmiyyete uygun olmıyan riyâzetler ve mücâhedeler hor ve hakîrdirler [fâidesi yokdur]. Eğer birkaçının fâidesi olur ise de, yalnız dünyâda fâide hâsıl eder [az bir fâidesi vardır]. 1/206. [Mektûbât Tercemesi: 243.]
● İslâmiyyetin emriyle olan, bayramın birinci günü yiyipiçmek, islâmiyyete uymaksızın, senelerce oruc tutmakdan dahâ fâidelidir. 1/114. [Mektûbât Tercemesi: 164.]
● Ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olan ameli, Allahü teâlâ sever. Uygun olmıyanı sevmez. 1/114. [Mektûbât Tercemesi: 164.]
● Ahkâm-ı islâmiyyeye uymanın kemâli, ilm, amel ve ihlâsa bağlıdır. 2/42. [Se’âdet-i Ebediyye: 933.]
● İslâmiyyetin hakîkati ve sûreti vardır. İslâmiyyetin sûretinde, îmân ve hükmleri yerine getirmek ile berâber, nefs isyân hâlindedir. Nefs itmînân makâmına vâsıl olunca, islâmiyyetin hakîkati müyesser olur. 2/54.
● İslâmiyyete uygun olan her amel, zikr demekdir. 2/30.
● İslâmiyyetin, gerek red ve gerek kabûl ile hükm eylemediği bilgiler lüzûmsuzdur. İnsanlara lüzûmsuz şeyleri yapmak emr olunmadı. 1/107. [Mektûbât Tercemesi: 157.]
● İslâmiyyet, zâhir ve hakîkat-i islâm [islâmiyyetin hakîkati] olarak iki kısmdır. Ulemâ-ı râsihîn her kısma vâkıfdır. 1/276. [Mektûbât Tercemesi: 403.]
● İslâmiyyet, tarîkat ve hakîkatden maksad, nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesidir. 1/91. [Mektûbât Tercemesi: 139.]
● İslâmiyyetin iki cüz’i vardır. [İki kısmdır.] İ’tikâdî olan üsûl-i dindir. Amelî olan fürû-i dindir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Ahkâm-ı islâmiyye, Allahü teâlânın emrleri ve yasakları demekdir. Kötülüklerin yapılmasını yasak eder. 1/41. [Mektûbât Tercemesi: 69.]
● İslâmiyyet, mâsivânın ubûdiyyete hiç hakkı olmadığını bildirir ki, bu tahakkuk etmedikçe [Allahü teâlâdan başkasının ibâdete hakkı olmadığına inanmadıkça], şirkden kurtulunmaz. 3/3. [Se’âdet-i Ebediyye: 906.]
● İslâmiyyet, bozuk âdetleri [ve çirkin modaları] ve nefs-i emmârenin benlik ve izzet-i nefs çılgınlıklarını önlemek için gönderilmişdir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● İslâmiyyet, nefs-i emmârenin islâh edilmesi için gönderilmişdir. 3/118.
● İslâmiyyetin da’veti tenzîh-i sırf iledir. [Allahü teâlâyı tam tenzîh içindir]. 3/32.
● İslâm dîninin revâc bulması, sultânların alâka göstermelerine bağlıdır. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]
● Şi’r okumak ve hikâye anlatmak, [ve spor maçlarını seyr etmek] boşuna vakt geçirmekdir. Kalbin temizliğine çalışmak ve susmak lâzımdır. 1/176. [Mektûbât Tercemesi: 217.]
● Şefâ’at-i Kur’ân [Kur’ân-ı kerîmin şefâ’ati] bütün şefâ’atlerin üstündedir. 3/100.
● Şükr-ü mün’im [ni’metleri gönderene şükr] aklen vâcibdir. 3/23. [Fâideli Bilgiler: 454.]
● Şükr, ni’metin artmasına sebebdir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Şemsin [güneşin] batıdan doğması, kıyâmet alâmetidir. Hakdır. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]
● Şevâhik-ı cibâl [Dağda yaşayıp, dîni işitmiyenler] ki putlara taparlar. Cennet ve Cehennemde ebedî kalmayıp, âhıretde diriltilip, hakları alınıp-verildikden sonra, mükellef olmıyan hayvanlar gibi, yok edilirler. 1/259. [Mektûbât Tercemesi: 323.]
● Şühedânın [şehîdlerin] kefenleri kendi elbiseleridir. 2/16. [Se’âdet-i Ebediyye: 1034.]
● Şühedânın [şehîdlerin] yıkanmağa [gasl edilmeğe] ihtiyâcları yokdur. Ve şehîdlere cenâze nemâzı kılınması emr edilmemişdir. Kur’ân-ı kerîmde buyurulmuşdur ki: “Şühedâyı siz ölü zan etmeyiniz. Diridirler.” 3/123. [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]
● Şehîdlik niyyete bağlıdır. 2/69. [Se’âdet-i Ebediyye: 289.]
● Şöhret âfetdir. 1/313. [Mektûbât Tercemesi: 502.]
●
Şühûd ve müşâhede kelimeleri zât-i ilâhîye kavuşanlar için söylenir. Sıfatların
mertebesinde hâsıl olan hâllere mükâşefe, keşf denir. Bunlar erbâb-ı kulûbdur.
1/118. [Mektûbât
Tercemesi: 166.]
● Şühûd ve müşâhede zıllerde olur. 1/118. [Mektûbât Tercemesi: 166.]
● Şühûd-ı hak. 1/290. [Mektûbât Tercemesi: 447.]
● Şühûd-ı hak, sülûkun nihâyetinde hâsıl olan mutlak fenâdan önce olamaz. Buna şühûd denilmesi, kelime bulunmadığı içindir. Ve yoksa, bilinenden bilinmiyene yol yokdur. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Şühûd, ma’rifet ve hayret, sâlikin kendisindedir. Dışarıdan değildir. 1/30. [Mektûbât Tercemesi: 49.]
● Şühûd vilâyetde olur. Rü’yet nübüvvetde olur. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Şühûd, Allahü teâlâya kavuşmak [görmek] ma’nâsına kullanılmışdır ki, bu devlet [ni’met] dünyâda bâtına [kalbe] mahsûsdur. Kâmil kimsenin kalbi [bâtını] Allahü teâlâya teveccüh etmiş olup, zâhiri, ehl-ü i’yâlin [çoluk-çocuğun] işlerinde olur. 2/77.
● Şühûd-i tenzîhî matlûbdur. [Tenzîh edilen şühûd istenilir.] Kesretin şühûdü lezzet verirse de, i’tibârı yokdur. [Şühûdün mahlûklar ile alâkası olmamalıdır.]. 1/174. [Mektûbât Tercemesi: 216.]
● Şehvet mâni’aları ve nefsin gadabının istilâsı mevcûd iken, islâmiyyetin emri üzere amel etmek, bu vaktin gayrisinde yapılan amelden kat-kat üstün ve kıymetlidir. Zîrâ, zahmet sebebi ve mihnet sebebi ile olan mâni’ler, onun şânını göklere çıkarır. 3/35. [Se’âdet-i Ebediyye: 116.]
● Şey, zıddiyle anlaşılır. Hayra şer, kemâle naks aynadır. 3/58.
● Şey’in kendisi ile ilmdeki sûreti arasında fark vardır. İlmdeki sûret, şey’in benzeri ve misâlinden gayri değildir. [Televizyondaki şekller ve ho-parlördeki sesler de, bunların kendileri değildir.] 3/100.
● Şeyhlik ve halkı Hak celle ve a’lâya da’vet makâmı için, hâlleri, makâmları, müşâhedeleri ve tecellîleri ve keşfleri ve ilhâmları ve rü’yâ ta’bîrlerini bilmek lâzımdır. [Sahte tarîkatcılar, böyle anlaşılır] 1/224. [Mektûbât Tercemesi: 276.]
● Şeyh-ül-islâm lakâbıyla meşhûr olan Abdüllah-il-Ensârînin, “Menâzilis-sâyirîn” kitâbında buyuruyor ki: Ma’rifet ehlinin firâseti, tâliblerin isti’dâdını anlamak, riyâzet ehlinin firâseti ise, mahlûkâta âid gizli şeyleri bilmekdir. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]
● Şeyh İbni Hacer buyuruyor ki: Alî ile Mu’âviye “radıyallahü anhümâ”nın ayrılıkları ictihâd ile idi. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]
● Şeyh ibni Sekînenin bir mürîdi gusl için Bağdâdda Dicleye girip, Mısrda Nilden çıkdı. Ve Mısrda evlenip, evlâdları olup, yedi sene sonra Nil’e girip, Dicleden çıkdı. Ve elbisesini terk eylediği yerde buldu. Elbisesini giyip, evine geldi. Hanımı, (müsâfirler için hâzırlanmasını tenbîh eylediğin yemek hâzırdır) dedi. Birkaç senelik işin bir ânda hâsıl olması, şeklen mümkin değildir ki, zemân uzaması kabîlindendir. Bu hikâyenin rü’yâ kabîlinden olması muhtemeldir. [Bu hikâyenin güc gelen yeri, yıllarca yapılacak şeylerin bir anda yapılması değildir. Güc olan yeri, Bağdâdda bir an olan kısa zemân, Mısrda yedi sene uzamakdadır. Onun için bir rü’yâ olabilir.] 1/210. [Mektûbât Tercemesi: 251.]
● Şeyh Abdülkebîr-i Yemenînin ilm-i ilâhî hakkındaki kelâmının afv olunacak tarafı yokdur. 1/100. [Mektûbât Tercemesi: 151.]
● Şeyhaynın [Ebû Bekr ve Ömer “radıyallahü anhümâ”nın] üstünlükleri, sahâbe ve tâbi’înin icmâ’ları ile sâbit olmuşdur. 3/24. [Hak Sözün Vesîkaları: 265.]
● Şeytân, insanı, farzları yapmakdan alakoyup, [sonraya bırakdırıp], nâfileler ile meşgûl eder. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Şeytân, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
sûretine giremez. Fekat, hakîkî olmıyan bir sûretde Peygamberim diyebilir. 1/273. [Mektûbât Tercemesi: 398.]
● Şeytân, insanın vücûdunda ve damarlarında kan gibi dolaşır. 2/32. [Se’âdet-i Ebediyye: 427.]
● Şeytân, kötülükleri, iyilik şeklinde gösterip, insanları aldatır. 1/224. [Mektûbât Tercemesi: 276.]
● Şeytân, “Allahü teâlâ rahîmdir, afv eder” diyerek ve Allahü teâlânın afvını behâne edip, günâha sürükler. Hâlbuki, kıyâmet gününde, düşmanları rahmetden mahrûm ederler. Rahmet, âhıretde, ehl-i islâmın ebrârına [iyilik yapanlarına] mahsûsdur. 1/96. [Mektûbât Tercemesi: 143.]
● Şî’îler, hâricîler ve mu’tezile, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbını kötüledikleri için, kurtuluşları mümkin değildir. 1/80. [Mektûbât Tercemesi: 127, Eshâb-ı Kirâm: 263.]