● Râbıtanın hâsıl olması, se’âdete kavuşmuş olanlara nasîbdir ki, bütün hâllerde, râbıta sâhibini arada [vâsıta] bilirler. 2/29 [Se’âdet-i Ebediyye: 426.]
● Râbıta-i muhabbet. 2/30
● Râfizîler oniki fırka olup, cümlesi, eshâb-ı Resûli [Resûlullahın eshâbını] tekfîr ederek, dalâlet fırkalarının en kötüsü olmuşlardır. 2/36 [Eshâb-ı Kirâm: 222.]
● Râfizîlik, Emîr “radıyallahü anh”ın muhabbeti değildir. Eshâb-ı kirâmdan uzaklaşmakdır ki, kötülenmişdir. 2/36 [Eshâb-ı Kirâm: 222.]
● Ram ve kerşen, hindûların putlarıdır. Anne ve babadan tevellüd eylemişlerdir. 1/167 [Mektûbât Tercemesi: 207.]
● Râh-ı ictibâ [ictibâ yolu, çekip, götürülmek yolu] Peygamberlere mahsûsdur. 1/117 [Mektûbât Tercemesi: 166.]
● Râh-ı mürîdîn [mürîdân yolu], râh-ı inâbetdir [inâbet yoludur] ve râh-ı murâdân [murâdlar yolu], râh-ı ictibâ’dır [ictibâ yoludur]. 1/117 [Mektûbât Tercemesi: 166.]
● Râh-ı inâbetin, kavuşmaları az, râh-ı ictibânın, kavuşmaları pekçokdur. 1/302 [Mektûbât Tercemesi: 482.]
● Rü’yâda vâki’ olan şeyler, âlem-i misâlde görülmüşdür. Rü’yâda görülen elemin, eğer farazâ hakîkati varsa, dünyevî elemler kısmındandır. Kabr azâbı âhıret azâblarındandır. 3/31 [Se’âdet-i Ebediyye: 87.]
● Rü’yet [görmek], dünyâda; hissiz ve hareketsiz olan iki parça içi boş sinirden ibâret (gözün), karşısına gelip, hizâlanma şartiyle görmekdir. Bu fânî ve za’îf dünyâ hayâtında eşyâyı hissetme ve görme olduğu hâlde, niçin mümkin değildir ki, devâmlı ve kavî olan âhıret hayâtında o iki parça sinire bir kuvvet ihsân ede ki, karşısına ve hizâsına gelmeden, her cihetde ve cihetsiz olarak, kişiyi görücü eyleye. Her şeyi yaratan Allahü teâlâ mertebelerin en yücesindedir. Ba’zı mekân ve zemânda, ba’zı hikmet ve fâideler vâsıtasıyla, hizâya gelme şartı ve cihet ta’yînine riâyet edilmişdir. Diğer ba’zı mekân ve zemânlarda dahî bu şarta i’tibâr olunmayıp, bu şart hâsıl olmadan, rü’yet hâsıl olmuşdur. Bunun gibi rü’yetde, karşı karşıya gelmek şart olsa, gerekdir ki, gören tarafda dahî şart ola. Netîce i’tibâriyle, Hak teâlâ eşyâyı görmez. Bu sûretde, Kur’ândaki naslara muhâlefet vardır. Ve bu i’tirâz, Allahü teâlâ için dahî vardır. Allahü teâlânın varlığını [vücûdunu] inkâr etmek olur. 3/44 [Se’âdet-i Ebediyye: 756.]
● Rü’yet-i uhrevîde [âhıretdeki rü’yetde] mü’minlerin kendileri temâmen basar olurlar. 3/68 [Se’âdet-i Ebediyye: 926.]
● Rü’yet-i uhrevî [âhıret rü’yeti], ismler ve sıfatlar perde-
si olmadandır. Her şahsın rü’yeti, o şahsın mebde’i te’ayyünü olan ism-i ilâhî mikdârıncadır. Mebde-i te’ayyünü ism-i câmi’ olan devlet sâhibinin rü’yeti, ilâhî i’tibârâtın hepsi ile alâkalıdır. 3/100
● (Rü’yet-i uhrevî [âhıret rü’yeti], ayın [bedr hâlinde görülmesi gibi] görülmesine benzer;) Hadîs-i şerîfi. 3/79
● Rü’yet, âhiretde mevcûddur. Ve rü’yete yakîn-i vicdânî hâsıl olur. Fekat mer’î [görünen] hiç müdrek olmaz. 3/44 [Se’âdet-i Ebediyye: 756.]
● Rü’yet dünyâda câiz ve vâki’ olmamış ve âhiretde vâki’ olacakdır. 3/123 [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]
● Rü’yet ne kalb ile, ne basar ile dünyâda vâki’ değildir. 3/119
● Rü’yet, Cennet ehlinin cümlesi içindir. Ba’zısının görmesi, ba’zısının görmemesi bildirilmedi. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Rü’yet, Hak teâlânın mahlûkudur ki, îcâd ve temsil tarîkiyle [yolu ile] izhâr eyledi [açığa çıkardı]. 3/74
● Rubbe tâlin yel’anühül-Kur’ân hadîsi. [Kur’ân-ı kerîm okuyan çok kimse vardır ki, Kur’ân-ı kerîm bunlara la’net eder.] 2/53 [Se’âdet-i Ebediyye: 429.]
● Rıbâda [fâizde] malın hepsi harâmdır. Yalnız fâizi harâm sanmamalıdır. 1/102 [Mektûbât Tercemesi: 153.]
● Rıbânın harâm olması, Kur’ân-ı kerîmde bildirilmişdir. Muhtâca ve muhtâc olmıyana harâmdır. 1/102 [Mektûbât Tercemesi: 153.]
● (Rubâiyyât) kitâbını Muhammed Bâkî “rahimehullah” yazmışdır. 1/290 [Mektûbât Tercemesi: 447.]
● Ricâlin libâsı [erkeklerin elbisesi], zenânın libâsına [kadınların elbisesine] müşâbih olmamalı. Ya’nî, kadınlar ne giyerse, erkekler aksini giymeli. 1/313 [Mektûbât Tercemesi: 502.]
● Ricâl nisvâna [erkekler kadınlara], nisvân ricâle teşeb-
büh
[kadınlardan erkeklere benzeyenler] mel’ûndur. 1/313 [Mektûbât Tercemesi: 502.]
● Rücû’ sâhibi kendi isteği ile inmez. Hak celle ve âlânın murâdıyla yüksek makâmdan aşağıya inmişdir. 1/272 [Mektûbât Tercemesi: 387.]
● Rücû’dan evvel ârifin îmânı bedîhi iken, geriye indikden sonra, müntehîlere o yakîn örtülür. 1/181 [Mektûbât Tercemesi: 220.]
● Rahmet-i ilâhîden ümmîdi kesmek küfrdür. 3/13
● Ruhsat ile amel etmiyeler ki, hem tarîka-i aliyyeye zıd ve hem sünnet-i seniyyeye uymak da’vâsına tersdir. 1/227 [Mektûbât Tercemesi: 279.]
● Razzâk-ı âlem olan Allahü teâlâ, kereminden kulunun rızkına kefîl olmuşdur. Bizleri bu tereddüdden [sıkıntıdan] kurtarmışdır. 1/224 [Mektûbât Tercemesi: 276.]
● Risâlet, nübüvvet ve Peygamber lafzları, bizim Peygamberimizin da’veti vâsıtasıyla arab ve fâris lügatlarından gelmişdir ki, bu elfâz-ı lügat [bu kelimeler] hind lisanında yokdur. 1/259 [Mektûbât Tercemesi: 323.]
● Risâle-i kudsiyye kitâbı, Muhammed Pârisânındır. 2/92 [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]
● Rusûm ve âdât [merâsim ve âdetler], ar [utanma] ve nâmus, nefs-i emmâre hevâsındandır. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, sarığının ucunu, beynelketfeyn irsâl buyururlardı [arkaya sarkıtırdı]. (İki kürek arasına sarkıtmak sünnetdir.) 1/186 [Mektûbât Tercemesi: 223.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir yehûdî evinden yemek yidi. Ve bir müşrikin kabı ile tahâretlenmişdir. 3/22 [Se’âdet-i Ebediyye: 70.]
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Ahmed ismi, semâ ehli yanında meşhûrdur. 3/96
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hüsni ve cemâli, hüsn ve cemâl-i Hak teâlâya müsteniddir [seneddir]. 3/100
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” uykusu abdestini bozmazdı. Çünki, Nebî çoban gibidir. Kendi ümmetini muhâfazada gaflet, Onun, Peygamberlik makâmına uygun değildir. 1/99 [Mektûbât Tercemesi: 148.]
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” riyâzet çekmesi, ni’metlere şükr için idi. Vâsıl olmak için değildi. 1/302 [Mektûbât Tercemesi: 482.]
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, her sözü vahy ile değil idi. 2/96 [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” maraz-ı mevtinde [ölüm hastalığında] kâğıd talebi hakkında..... 2/96 [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sehv ve nisyan etmesi [unutma ve yanılması] câiz ve vâki’dir. Lâkin, hatâ üzere kararda olmak [devâm etmek] câiz değildir. 2/96 [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mebde-i te’ayyünü, ilm şânıdır. 1/294 [Mektûbât Tercemesi: 468.]
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mebde-i te’ayyünü, te’ayyün-i vücûdînin merkezi ki, eşref-i a’zâsıdır. 3/114
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hakîkati, sıfât-i izâfiyedendir. Ve menşe-i zuhûr-i Kur’ânî, sıfât-i hakîkıyedendir. Bu sebebden Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”e hâdisdir derler, Kur’âna kadîmdir denir. 3/100
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” nûru, sıfât-i ilmden [ilm sıfatından] olup, eslâbdan erhâma intikâl ile [insana intikâli ile, ana rahmine intikâl ile] insan sûreti ile zuhûr eyledi [açığa çıkdı]. 3/100
●
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sâyesi [göl-
gesi] yok idi. Âlemde Ondan eltaf [dahâ latîf] olmayınca, sâyesi [gölgesi] nasıl olur. 3/100
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” urûcunda [yükselmesinde] cümleden bâlâter [yükseklere] gidip, nüzûlde dahî [inişde dahî] cümleden ziyâde tenezzül buyurdu [inmişdir]. 1/216 [Mektûbât Tercemesi: 259.]
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtında eshâbdan otuzüçbin kimse hâzır idi. 1/80 [Mektûbât Tercemesi: 127.]
● Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” olan muhabbet-i ilâhî, muhabbet-i zâti olup, bütün nisbet ve i’tibârâtdan muarrâ [soyulmuş]dur. 2/33 [Se’âdet-i Ebediyye: 716.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Leyle-i mi’râcda [mi’râc gecesinde] Mûsâ aleyhisselâmın kabri yanından geçerken, kabrinde nemâz kılar gördü. 2/16 [Se’âdet-i Ebediyye: 1034.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Leyle-i mi’râcda [mi’râc gecesinde] zemân ve mekân dâiresinden çıkdı. Ezelî ve ebedî, bir an olarak buldu. Başlangıçı ve sonu [bidâyet ve nihâyeti] bir noktada müttehid [birleşmiş] gördü. Cennete gidecekleri Cennetde gördü. 1/283 [Mektûbât Tercemesi: 413.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, mi’râcda rü’yet ile müşerref oldu. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, mi’râcdan avdet buyurdukda [gelince], henüz mahall-i hâb’ın harareti zâil olmayıp [yatağı soğumayıp], ibrik-i tehâretden hareket-i âb teskîn yâb olmadı. [Abdest aldığı suyun hareketi durmamış idi.] 1/210 [Mektûbât Tercemesi: 251.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, serin ve lezîz şeyleri içmeği severlerdi. 3/27 [Se’âdet-i Ebediyye: 428.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” sıfatların ve ismlerin bütün kemâllerine mâlik idi. 1/79 [Mektûbât Tercemesi: 125.]
● Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, mahbûb-i rabbilâlemîn, bihterîn-i mevcûdât-i evvelîn ve âhırîndir. [Mevcûdâtın öncesinin ve sonrasının en iyisidir]. Beden ile mi’râca çıkdı. Arşı ve kürsîyi geçdi. Mekân ve zemândan, bâlâya revân oldu [yükseklere çıkdı]. 1/272 [Mektûbât Tercemesi: 387.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, reîs-i murâdân ve reîs-i mahbûbândır. [Murâd ve mahbûbların reîsidir.] Onun mahbûbiyyeti, muhibb-i vâcib celle sultânuhûya bî mülâhaza-i şuûn ve i’tibârâtdan te’alluk eylemişdir. 3/118.
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” himmet-i âliyyesi [yüce himmetleri] bülend vâki’ olmuşdur [yüksekdir]. Ol kemâlat ile iktifâ’ eylemeyip, hel min mezîdin güyân [dahâ artdıran yok mu] dahî bâlâya şevkı i’lân buyururlar [yücelikleri şevk ile isterler]. Ve çün kemâlât fevk imkân-ı beşerîden hâriç olmakla devâm-ı hüzn olur. 3/123 [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]
● Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” uymak lâzım değildir sanmak, küfrdür, zındıklıkdır. 1/117 [Mektûbât Tercemesi: 166.]
● Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” itâ’at, Hak sübhânehuya itâ’atdir. 1/152 [Mektûbât Tercemesi: 188.]
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yolu, Eshâbın yoludur. 1/152 [Mektûbât Tercemesi: 188.]
● Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” uymak, ahkâm-ı islâmiyyenin yapılması ve küfr âdetlerinden sakınmakla olur. 1/165 [Mektûbât Tercemesi: 205.]
● Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” uymak niyyeti ile gün ortası uyumak, Onun yolunda olmıyan sıkı riyâzetlerden, çetin mücâhedelerden dahâ iyidir. 1/191 [Mektûbât Tercemesi: 227.]
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” tevassutu olmadıkça, hiçbir ferd matlûba vâsıl olamaz. 3/122
● Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” mütâbe’at olmadıkça, [tâbi’ olunmadıkça], yapılan her iş fâidesizdir. 1/165 [Mektûbât Tercemesi: 205.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” için salât, eğer riyâ ve süm’a [gösteriş] dahî olsa makbûldür. 3/28
● Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” Âişe-i Sıddîka yoluyla hâsıl olan ezâ [eziyyet vermek], Emîr [Alî “radıyallahü anh”] yoluyla hâsıl olandan ziyâdedir [fazladır.] 2/36 [Eshâb-ı Kirâm: 222.]
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ameli [yapdığı işler], ibâdet veyâ örf ve âdet olmak üzere ikidir. İbâdet yolu ile olanların hilâfı bid’atler münkerdir. [İbâdetlerine uymıyan şeyler zararlıdır, kötüdür.] Men’ ediliyor ki merdûddur. Örf ve âdete bağlı olan işlerin hilâfına olanlar kötü değildir. Bunlar dîne âid değildir. Onları yapmak âdete bağlıdır. Ma’mâfih, âdetlerde de, sünnete uymak iyidir ve se’âdetlere yol açar. 1/231 [Mektûbât Tercemesi: 283.]
● Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” vâris olan âlim, ahkâm ve esrâr ilmlerinin ikisine de vâkıf olması lâzımdır. Yoksa, birinden nasîbi olup, diğerinden nasîbi olmamak vâris olmağa mâni’dir. 1/265 [Mektûbât Tercemesi: 349.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” İbrâhîm aleyhisselâmı übûvvetle [babalık ile] yâd edip ve diğer Enbiyâyı “aleyhimüsselâm” ühuvvetle [kardeşlik ile] zikr etdiler. 3/88
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” düşmanlarına ve Hak teâlânın düşmanlarına şiddet gösterip, bunlara ihânet edip ve bâtıl ilâhlarını [putlarını] hor tutmak [aşağılamak] en makbûl ibâdetdir. 1/268 [Mektûbât Tercemesi: 383.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâb-ı kirâma buyurdular ki, “sizler bir zemânda vücûda geldiniz ki, emrlerin ve yasakların onda birini terk eyleseniz helâk olursunuz. Sizlerden sonra dahî bir gürûh [zümre] gelse gerekdir ki, emrlerin ve yasakların onda birini yapınca, felâketden kurtulurlar.” İşte şimdi, o vaktdir. 1/193 [Mektûbât Tercemesi: 229.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Benden mukaddem [evvel] ba’s olunan [gönderilen] Peygamberlerin ümmetinde elbette havâriyyûn ve eshâb vardı ki, sünnetlerine yapışıp, emrlerine uyarlardı. Dahâ sonra onların halefleri [onlardan sonra gelenler], Onların işlemedikleri ve yapmadıkları amelleri ve emr olunmadıkları işi yaparlar. Onlarla eliyle mücâdele eden kimse mü’mindir. Ve lisânı ile mücâhid olan zât dahî mü’min ve kalbi ile cihâd eden şahıs dahî mü’mindir. Onun ötesinde îmândan hardal dânesi mikdârı nesne yokdur.) Hadîs-i şerîf. 1/129. [Mektûbât Tercemesi: 174.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hakk-ı cıvâra [komşuların haklarına] o kadar mübâlağa buyururlar idi ki, Eshâb-ı kirâm, komşuların mîrâs almasında şübhe etdiler. [Komşulara mîrâs düşecek zan etdiler.] 1/178. [Mektûbât Tercemesi: 218.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” muhâcirînin fakîrleri ile tevessül edip, feth ve nusret taleb buyurdu. 3/94.
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Mu’âviye “radıyallahü anh”a buyurdu ki, “İnsanlara hâkim olduğun zemân [Melik olduğun zemân] yumuşak davran.” Mu’âviye “radıyallahü anh” bunun için, halîfe olmak istedi. Fekat ictihâdda hatâ etdi. Zîrâ hilâfet sırası, Emîrden sonra idi. Fekat ictihâdda hatâya bir derece, haklı olana iki ve belki on derece [sevâb] vardır. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, imâmeyni [hazreti Haseni ve Hüseyni] kucağına alıp, öperdi. Birgün bir şahıs, Yâ Resûlallah! Ben onbir evlâd sâhibiyim. Hiçbirini takbîl eylemedim [öpmedim] dedikde, buyurdu ki, (Bu rahmetdir, Allahü teâlâ, dilediğine ihsân eder). [Kendi bendelerine ihsân eder.] 1/272. [Mektûbât Tercemesi: 387.]
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” rü’yâda görünmesi, Server-i enâmın latîfelerinin sûret şeklinde görünmesidir. 2/58. [Se’âdet-i Ebediyye: 79.]
● Resûllerin mikdârı yüzyirmidörtbin [den ziyâde] dir.
1/167. [Mektûbât Tercemesi: 207.]
● Resûller, herhangi bir dinde harâm olan fi’li irtikâb etmez. [İşi işlemezler.] 3/22. [Se’âdet-i Ebediyye: 70.]
● Rüsûm-ı küfre mübtelâ olan mü’minler [küfr âdetlerine mübtelâ olan mü’minler], ümmiddir ki, kelime-i tevhîdin şefâ’ati ile kıyâmet gününün dehşetinden kurtulalar. 2/37. [Se’âdet-i Ebediyye: 910.]
● Reşehâtda ba’zı nakller, sıdkdan dûrdur. [Doğrulukdan uzakdır.] 2/28. [Se’âdet-i Ebediyye: 745.]
● Rızâ makâmında mahbûbun îlâmının kerâheti ref’olur. [Rızâ makâmında olan, sevgilinin yapdığı elemi çirkin görmez.] Muhabbet devleti ile müşerref olanlara elemden lezzet alma vardır ki, rızâ makâmının fevkı’dir [üstüdür]. 2/33. [Se’âdet-i Ebediyye: 716.]
● Rızâ makâmı muhabbet ve hub [sevgi] makâmının fevki’dir [üstüdür]. 2/7.
● Rızâ makâmı. 3/108.
● Rıfk ve mülâyemet lâzımdır. 1/98. [Mektûbât Tercemesi: 146.]
● Rükû’da parmakları açmak ve sücûdda [secdede] birbirine zam eylemek [yapışdırmak] sünnetdir. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● Rükû’ ve sücûdda [secdede] tumânînet elbette lâzımdır. Çâre yokdur ki, farz ve vâcibdir. 2/87. [Se’âdet-i Ebediyye: 288.]
● Rükû’da ve celsede her uzvu kendi mahallinde karar eylemedikçe [her uzv yerine yerleşmedikçe], nemâz temâm olmaz, hadîsi. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]
● Ramezân ayındaki nâfile ibâdet, sâir zemândaki farz gibidir. Ramezândaki farz, sâir zemândaki yetmiş farz gibidir. 1/45. [Se’âdet-i Ebediyye: 314.]
● Ramezân ayının her gecesinde bir kaç bin Cehennem-
lik kişi, Cehennemden azâd olur. 1/45. [Se’âdet-i Ebediyye: 314.]
● Ramezân ayında terâvîh ve hatm-i Kur’ân, sünnet-i müekkededir. 1/45. [Se’âdet-i Ebediyye: 314.]
● Ramezân ayında, hayrların ve bereketlerin hepsi toplanmışdır. 1/162 [Mektûbât Tercemesi: 198.]
● Ramezân ayının cem’iyyeti, bütün senenin cem’iyyetine sebeb [bu ayı iyi ve bereketli geçirenin, bütün senesi iyi ve bereketli olur], onu iyi geçiremiyenin bütün senesi iyi geçmez. 1/162. [Mektûbât Tercemesi: 198.]
● Rûh nefse âşık oldu, tutuldu. Ve bu sebeble önceden Hak teâlâya olan bilgisini unutdu. 1/99. [Mektûbât Tercemesi: 148.]
● Rûh-ı insânînin [insan rûhunun] bu bedene tutulmadan evvel, yükselecek yolu yokdur. Bedene gelince, yolu açıldı. 1/99. [Mektûbât Tercemesi: 148.]
● Rûha lezzet veren şeyden, cism acı duyar. Cisme lezzet veren herşeyde rûha elem vardır. Dünyâda rûh, cism makâmına iner ve cisme tutulursa, cismin lezzeti ile lezzetlenir, kendi elemini lezzet zan eder. Safra hastasının tatlıyı acı sanmasına benzer. 1/159. [Mektûbât Tercemesi: 194.]
● Rûh bedene bağlanmadan önce, maksada doğru idi. Bedene bağlanınca, teveccühü zâil oldu; [maksadı unutdu]. 1/287 [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Rûh bedene bağlanmadan önce, hâricde âlem-i ervâhda idi. Sevgi sebebi ile cesed âlemine [âlem-i ecsâda] gelmişdir. 3/31. [Se’âdet-i Ebediyye: 87.]
● Rûh mekânsızdır. Nasıl olduğu anlaşılamaz. Fekat, Allahü teâlânın mekânsızlığına göre, mekânlı gibidir, madde gibidir. İki tarafın rengi onda vardır. 1/285. [Mektûbât Tercemesi: 415.]
● Rûhâniyyât-i evliyâdan [Evliyânın rûhundan] istifâde birkaç şarta bağlıdır ki, bunları herkes yapamaz. 1/45. [Mektûbât Tercemesi: 77.]
● Ravda-i mutahhera, harem-i Mekkeden efdaldir. 1/312. [Mektûbât Tercemesi: 498.]
● Riyâzet çekmek, i’tidâl üzere olmakdan kolaydır. 1/313. [Mektûbât Tercemesi: 502.]
● Riyâzât ve mücâhedât [Nefsin arzûlarını yapmamak, arzû etmediklerini yapmak], füzûliyyâtdan [fuzûlî şeylerden] ictinâb [kaçınmak], zarûriyyât-i mubâha [mubâh olan zarûrî şeyleri] kullanmakdan ibâretdir. 3/86. [Se’âdet-i Ebediyye: 748.]
● Riyâ ve süm’adan [gösterişden] pak olmayıp [kurtulmayıp], Hak teâlâdan başkasından ve lev bil-kavl [söz ile olsa bile] ve zikr-i cemil ile taleb-i ecr [ecr taleb etme] fitnesinden müberra olmıyan [kurtulmayan] amel sâhibi, şirk dâiresinden bîrûn olmaz [kurtulmaz] ve muvahhid ve muhlis değildir. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]