● Zâtdan murâd mâhiyyet ve hakîkatdir. 2/45 [Se’âdet-i Ebediyye: 966.]
● Zât-i şey oldur ki [birşeyin aslı oldur ki], şey’in cemî’i vücûh ve i’tibârâtından her ne ki i’tibâr oluna, zât-ı şey, onların cemî’inin mâverâsıdır. Her ne ki onda isbât oluna, vücûh ve i’tibârâtda dâhildir. 3/80
● Zât-i teâlâya hiç adem mukâbil değildir. 3/64
● Zât-i teâlâ, nefs-i vücûdda ve vücûdün tevâbi’ı olan [Zât-ı teâlâ, vücûdün kendisinde ve vücûdun tâbi’leri olan] diğer kemâlâtda [Hayât, ilm, kudret, sem’, basar ve irâdet ve kelâm ve tekvîn gibi] kendi kâfîdir. Ve bu kemâlâtın husûlinde [meydâna gelmesinde] sıfât-i zâideye muhtâc değil-
dir. Böyle olmakla berâber, sıfât-ı kâmile-i zâide dahî Hak teâlâ için kâindir [diğer sıfat-ı kâmile dahî Hak teâlâ için vardır]. 3/26
● Zât-i teâlâ muvâtât ile söylenir, iştikâk ile söylenmez. Ya’nî Zât-i ilâhî ilmdir denir, âlimdir, denemez. 1/234 [Mektûbât Tercemesi: 286.]
● Zât-i ilâhînin arada ismler olmadan, mahlûklar ile hiç ilişiği yokdur. 1/208 [Mektûbât Tercemesi: 245.]
● Zât-i ilâhîde mertebeler düşünmek, felsefecilerin sözlerine benzer. Keşfleri doğru olan Evliyâ, Zât-i ilâhîyi tam basît bilirler. Ayrılık, gayrılık ismlerde olur, derler. 1/125 [Mektûbât Tercemesi: 170.]
● Zât-i Hak teâlâ, bir emri bir i’tibârı mülâhazasız câmi’i cemî’i kemâlâtdır [zâtında bütün kemâlâtlar vardır]. Belki aynı kemâldir. Zât-i ilâhî, sıfât-ı kemâlden herbiri renginde zuhûr buyurursa, zâtın ba’zısı bir sıfatla ve ba’zı diğeri sıfatı uhra ile muttasıf demek değildir. Zât-i teâlâ hep ilm, hep kudret, hep irâde.... ilâhirdir. 3/100
● Zât ve sıfat-ı ilâhî mertebesinde sıfat ve ittisâf mülâhazası kâin değildir. Ne zâtda mevsûfiyyet ve ne sıfatda sıfâtıyyet mevsûfdur. Vücûdün ve vücûb-i vücûdün bulunmadığı vaktde, sıfat için mecâl muhâl olur ki vücûdun nev’leridir. Ol mertebede hayât, ilm.... ve ilâhire hep nûrdur. 3/113
● Zât-i teâlâ ve tekaddes, husûl-ı kemâlâtda kâfî ise de eşyâyı tekvîn ve tahlîkde sıfât-ı zâide lâzımdır. Çâre yokdur. Zîrâ, Zât-i teâlâ nihâyet-i tenzîh ve takdisdedir ve gâyet azamet ve kibriyâîdedir. Ve onunçün kemâl ve gınâ ve eşyâya kemâl-i adem münâsebeti sâbitdir. Eğer tevassut-ı sıfât olmasa, bir şeyin husûli mutasavver olmaz idi. Zîrâ ki, Zât-i teâlânın satevât-i eşi’a-i envârında eşyânın helâk ve fenâ ve inhirak ve inhidâmından gayri nasîbi yokdur. Âlemin vücûd-ı hâriciyesine vesîle olmağa sıfat-ı hakîkî gerekdir ki, kemâlât-i zâtiyeyi kendi vesâili ile merâyây-ı âlemde cilvesâz edeler. 3/26
● Zât-i sübhânehu için âlemden gınâ-yı zâtî vardır. Ba’zı merâtib-i esmâ ve sıfatda bu nisbet mutasavver değildir. 3/110
● Zât-i teâlâya vusûl-i bîçûnî ile vusûlda, bir şeyin tavassut ve haylûleti yokdur. 3/118
● (Zâkirleri [zikr edenleri] ve onlarla birlikde olanları Hak teâlâ magfiret buyurdu.) Hadîs-i şerîf. 1/203 [Mektûbât Tercemesi: 241.]
● Zikr, gafleti tart etmekden ibâretdir. Zâhir [beden] başlangıcda ve nihâyetde zikre muhtacdır. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Zikrin ta’rîfi. 3/84
● Zikrin fadlı. 3/13
● Zikr, salevâtdan efdaldir. 2/57
● Zikr lâzımdır, çâre yokdur. 2/50 [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]
● Zikr-i lisânî [dil ile yapılan zikr] de fâidelidir. 3/13
● Zikr ile evkâti [vaktleri zikr ile] ma’mur edeler. [Vaktleri zikr ile geçireler]. Ammâ, zikri aldığı şekl üzere amel eyleye. Ve onun zıddı olan her ne olursa, düşman bilip, sakına. 3/34 [Se’âdet-i Ebediyye: 115.]
● Zikrde tad, lezzet, islâmiyyetin emrlerine dikkat nisbetindedir. 3/34 [Se’âdet-i Ebediyye: 115.]
● Zikrin fâidesi, islâmiyyetin emrini yapmağa bağlıdır. 1/190 [Mektûbât Tercemesi: 226.]
● Zikre ol mertebe devâm edeler ki, kalbinde mâsivâdan [mahlûklardan] nâm ve nişân kalmıya ve kalbine birşey gelirse, getiremiye. 3/84
● Zikr-i nef-yü ve isbâtı [Lâ ilâhe illallah] o kadar tekrâr edeler ki, isteklerden kurtulup, Hak teâlâyı istemek ile kâim olalar. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Zikr-i nef-yü ve isbâtı ol kadar devâm edeler ki, fenâ hâsıl ola. 2/92 [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]
● Zikr, Allahü teâlânın ismi ile yapılırken, ismler ve sıfatlar düşünülürse, ahvâl ve mevâcid hâsıl olur. 1/264 [Mektûbât Tercemesi: 348.]
● Ba’zı zemânda zikr-i zât [ALLAH], ba’zı vaktlerde zikr-i nef-yü isbât [LÂ İLÂHE İLLALLAH] münâsibdir. 1/241 [Mektûbât Tercemesi: 299.]
● Zikr-i nef-yü ve isbât [lâ ilâhe illallah zikri] nemâzın şartı olan abdest makâmındadır. Mu’âmele-i nefy [Allahdan gayri her şeyi yok bilmek] netîceye ulaşmadıkça, farzlar, vâcibler ve sünnetden gayri nâfileler, vebâl dâhilindedir. Hastalığı [kalb hastalığını] kaldırmak lâzımdır ki, zikre bağlıdır. 3/12
● Zikr-i nef-yü isbâtda [lâ ilâhe illallah zikrinde] lâ derken istekleri ve maksadları kaldırıp, vücûdü ve ona tâbi’ olan şeyleri yok bilmek lâzımdır. 2/23 [Se’âdet-i Ebediyye: 775.]
● Zikr-i nef-yü isbâtın [lâ ilâhe illallah zikrinin], isbât tarafında, Allahü teâlâdan başka, ki bunlar [mahlûkâtın ötesinde] ve hayâl edilen şeylerdir ki, bunlar hiç olmıya. 3/2
● Zikr netîcesinde sâlik [tesavvuf yolcusu], nefsânî ilâhlara [putlara] tutulmakdan kurtulup, emmâre mutmainne olur. Ondan sonra, zikr eylemekle, terakkî hâsıl olmaz. Zikr o mahalde ebrârın virdleri gibi olur. O makâmda terakkî, kurb dereceleri, Kur’ân-ı kerîm okumak ve kırâ’eti uzun okuyarak nemâz kılmağa bağlıdır. Bu vaktde zikr, Kur’ân-ı kerîm okumak ile tekrar olunursa, Kur’ân-ı kerîm okumakdan ele geçen fâide hâsıl olur. 3/25
● Zikr-i kalbî [kalb ile zikr] ahkâm-ı islâmiyyenin yapılmasını kolaylaşdırır ve nefs-i emmârenin azgınlığını kaldırır. 1/275 [Mektûbât Tercemesi: 402.]
● Zikr, Hakkullahın [Hak teâlânın hakkının] edâsıdır. Halkı irşâd, hem Allahü teâlânın, hem de kulların hakkının edâsıdır ki, efdaldir. 2/46 [Se’âdet-i Ebediyye: 902.]
● Zikr-i zât [Allahü teâlânın zikrinde] sıfat ve ismleri düşünmemelidir. Hayrete, ya’nî anlıyamıyacağını anlayıncaya kadar zikre devâm etmelidir. 1/264 [Mektûbât Tercemesi: 348.]
● Zikrde ahfâ latîfesi de zikre başlarsa, zikri bırakmalı, mücerred vukûf-ı kalbi ile, kalbe teveccüh etmelidir. [Nasıl olduğu bilinmiyen bir teveccüh ile râhat bulalar]. 1/129 [Mektûbât Tercemesi: 174.]
● Zikr telkîni, çocuğa elif ve bâ ta’lîmi gibidir. 2/26
● Zikr, yalnız nef-yü isbât [lâ ilâhe illallah] veyâ ism-i zâtın [ALLAH] tekrarına münhasır [sâdece bu] değildir. [Her işinde] ahkâm-i islâmiyyenin hudûdunu gözetmek zikrdir. 2/46 [Se’âdet-i Ebediyye: 902.]
● Zemâyım-ı ahlâk [kötü ahlâk], kadınlarda erkeklerden dahâ çokdur. 3/41 [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]
● Zevk-i vüsûl [kavuşma zevki] başlangıçda mevcûd, yolda [ortada] ve nihâyetde yokdur. 1/274 [Mektûbât Tercemesi: 401.]
● Zevk-i bâtınî [bâtınî zevkı] âlem-i bîçûnîden hissedârdır. [Bilinmiyen âlemden nasîb alır]. Zâhir [beden] onu bilmez [anlamaz]. 2/43
● Zevk ve vecde cesedin ilgisi vardır [pek azdır]. Adem-i zevkin [zevk yokluğunun] rûha tealluku [bağlılığı] ziyâdedir [çokdur]. 1/250 [Mektûbât Tercemesi: 307.]
● Zeheb [altın] ve fıdda [gümüş] kadına süs için câizdir. Kullanılmaları harâmdır. 1/163 [Mektûbât Tercemesi: 200.]