DAL -  D

– D –

● Dâire-i selâsenin (üçüncü dâirenin) üstü, dördüncü dâire olup, vilâyet-i kübrâdır. 1/260 [Mektûbât Tercemesi: 326.]

● Dank, bir dirhemin altıda biri [veyâ takrîben ikibuçuk kırat-ı şer’î, yarım gram] gümüş para. [İslâm Ahlâkı: 533.]

● Deccalın çıkması, kıyâmet alâmeti olup, hakdır. 2/67 [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]

● Derd dahî maksada kavuşmanın başlangıcıdır. 1/61 [Mektûbât Tercemesi: 98.]

● Derd-i âhıret [âhıret derdi], nübüvvet kemâlâtında medh edilmiş olup, vilâyetde mevcûd değildir. Eshâb-ı kirâm âhıret derdine tutulmuşlar idi. Dâvüd-i Tâî, âhıret derdine (Kerâmetdir) dedi. 1/302 [Mektûbât Tercemesi: 482.]

-68-

● Derd-i dünyâdan [dünyâ derdinden] ve bedene gelen sıkıntılardan dolayı, kalbler sıkılmaya ki, bu hâller temâmen geçicidir. Ve bu zorluğun altında [karşılığında] kolaylık vardır. 1/150 [Mektûbât Tercemesi: 187.]

● Derd-i dünyâ [dünyâ derdi] hatâlara keffâretdir. Yalvarma ve sığınma ile Cenâb-ı kudsîden afv taleb eylemelidir. 2/75.

● Derd ve belâ, günâhların çok afv edildiğini gösterir. Günâhların çok olduğunu göstermez. 2/99 [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]

● Düâ kazâyı red eder [engeller] ki, Lâ yerüddül kazâ illed-düâ [Kazâ, ancak düâ ile geri çevrilir,] Hadîs-i şerîfdir. 3/47 [Se’âdet-i Ebediyye: 400.]

● Düâ ile me’mûruz. Hak sübhânehu ve teâlâya düâ ve iltica, tadarru’ [boyun bükerek yalvarmak] ve zârî [ağlamak] hoş gelir. 3/15

● Düâları ve istigfârı abdestli okumak müstehabdır. [Se’âdet-i Ebediyye: 64.]

● Da’vet-i sâliha [sâlih kimsenin da’vetine] îcâbet lâzımdır, sünnetdir. 1/265 [Mektûbât Tercemesi: 349.]

● Delîl, medlûlden ezhârdır. [Delîl, delîl getirilmiş şeyden açıkdır]. Hak sübhânehudan dahâ açık birşey yokdur. 1/247. [Mektûbât Tercemesi: 305.]

● Defâtir-i a’mâl [amel defterlerinin] uçarak, sağdan ve soldan verilmesi hakdır. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]

● Defn olmıyan mevtâ dahî, kabr hayâtı ile, azâb ve elemi his ederler. Fekat, hareket ve titreme olmaz. 3/36 [Se’âdet-i Ebediyye: 481.]

● Dünyâ [harâmlar] semm-i kâtil [öldürücü zehr] ve helâk edici bir hastalık ve büyük bir belâ ve bulaşıcı bir hastalıkdır. 1/171 [Mektûbât Tercemesi: 211.]

● Dünyâ [islâmiyyete uymıyan şeyler] vefâsızdır. Vefâlı olmasına imkân yokdur. Cümleyi Hak teâlâ irâdesinin zu-

-69-

hûru bileler. 2/64

● Dünyâ [hayâtındaki harâm] malının, eğer kıl ucu kadar i’tibârı olsaydı, düşmânı olan kâfirlere verilmezdi. [Kâfirlere kıl ucu kadar vermezdi.] 1/89 [Mektûbât Tercemesi: 138.]

● Dünyâ [harâmlar], Allahü teâlânın buğz etdiği şeylerdir. [Allahü teâlâ dünyâyı sevmez]. 1/233 [Mektûbât Tercemesi: 285.]

● Dünyâ-yı deniyye [alçak dünyâ] mu’teber değildir. Mal ve mevki’in ele geçmesini asl maksâd zan etmemelidir. 1/75 [Mektûbât Tercemesi: 120.]

● Dünyâ, nefsin isteklerinin meydâna gelmesine yardımcı olan şeylerdir. Bunun için, la’netlenmişdir. 1/52 [Mektûbât Tercemesi: 87.]

Ed-dünyâ mel’ûnetün (Dünyâ mel’ûndur). Hadîs-i şerîf. 3/100

● Dünyâda her nev’i zarûrî, ihtiyâc olan [mubâh] şeyler dünyâdan değildir. Fudûl olanlar dünyâdandır. 3/86 [Se’âdet-i Ebediyye: 748.]

● Dünyânın ta’rîfi. 1/287 [Mektûbât Tercemesi: 426.]

● Dünyâ-yı denînin [alçak dünyânın, ya’nî harâmların] tadına ve güzelliğine sakın aldanma. Onun yalancı gösterişine kapılma. Çünki hepsi geçici ve kıymetsizdir. Bugün böyle olduğuna belki inanmazsın. Fekat yarın ölünce, doğru olduğu anlaşılacakdır. O zemân inanmanın fâidesi olmıyacakdır. 1/189 [Mektûbât Tercemesi: 226.]

● Dünyânın lezzeti ve elemi ikidir. Cisme [nefse] lezzet verenden rûha elem vardır. Ve aksi de vâki’dir. 1/64 [Mektûbât Tercemesi: 101.]

● Dünyânın [harâmların] muhabbeti, günâhların başıdır. 1/232 [Mektûbât Tercemesi: 284.]

● Dünyânın [harâmların] kötülüğü ortaya çıkmadıkca, ona tutulmakdan kurtulmak muhaldir. Ve ondan kurtulmadıkca, felâh ve uhrevî kurtulma zordur. 1/232 [Mektûbât Ter-

-70-

cemesi: 284.]

● Dünyâ hayâtının, Cenâb-ı Hak beş şey olduğunu bildirdi. [Hadîd sûresinin yirminci âyetinde meâlen, (Dünyâ hayâtı, elbette la’b, ya’nî oyun ve lehv, ya’nî eğlence ve zînet, ya’nî süslenmek ve tefâhur ya’nî öğünme ve malı, parayı, evlâdı [harâm yollardan] çoğaltmakdır) buyurdu.] İslâmiyyete yapışınca, bunlardan kurtulmak nasîb olur. 1/232 [Mektûbât Tercemesi: 284.]

● Dünyâ, ni’met ve lezzet için değildir. Âhıret, ni’met ve lezzet için hâzırlanmışdır. 2/99 [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]

● Dünyâyı [harâmları] terk mümkin olmazsa, hükmen terk etmelidir ki, bu da sözlerde ve işlerde ahkâm-ı islâmiyyeye uymakdır. [Ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla olur]. 2/82 [Se’âdet-i Ebediyye: 100.]

● Dünyâda, zarûrî işleri yapmakda ve zarûret mikdârı meşgûl oluna. Bütün gayreti ona sarf etmek, aklsızlıkdır. 2/31. [Se’âdet-i Ebediyye: 77.]

● Dünyâ [hayâtında], doğru ile yalancı ve hak ile bâtıl birbirine karışdırılmışdır. 2/92 [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]

● Dünyâda, avâmın hâlini havâsa [seçilmişlere] benzetmek, hikmet ve maslahatdır [bir fâide ve hikmeti vardır.] 1/272 [Mektûbât Tercemesi: 387.]

● Dünyâda zuhûrlar sûretdedir. Âhıretde hakîkîdir. 1/263 [Mektûbât Tercemesi: 346.]

● Dünyâyı [harâmları] ihtiyâr edenler, münâfık hükmündedir. Sûretde olan îmân âhıretde fâide vermez. 1/215 [Mektûbât Tercemesi: 258.]

● Dünyâda hiçbir mahal yokdur ki, oraya bir Peygamber gönderilmemiş ola. 1/259 [Mektûbât Tercemesi: 323.]

● Dünyânın [harâmların] muhabbetinin izâlesi için ilâc, ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmakdır. 1/232 [Mektûbât Tercemesi: 284.]

(Dünyânın [memleketlerin] temâmına dört kimse mâlik

-71-

oldular. İkisi mü’min, ikisi kâfir. Zülkarneyn ve Süleymân “aleyhimesselâm”, Nemrûd ve Buhtunnasar. Beşincisi Mehdîdir “aleyhirrahme.) Hadîs-i şerîf. 2/67 [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]

● Dostluğa yakışmaz ki, üzmemek için sükût oluna. 1/233 [Mektûbât Tercemesi: 285.]

● Duman, sıcak sıvı ve katı zerrelerden mürekkebdir. 1/208. [Mektûbât Tercemesi: 245.]

● Dinde harac [zor şey] yokdur. 3/22 [Se’âdet-i Ebediyye: 70.]

● Deynden bir dankı sâhibine vermedikçe, sâlih mü’min Cennete giremez. 2/87 [Se’âdet-i Ebediyye: 288.]

● Deynden [borcundan] bir dankı sâhibine vermek, pekçok dirhem sadaka vermekden dahâ iyidir. 2/87 [Se’âdet-i Ebediyye: 288.]

● Deynden [borcundan] bir dank gümüşü sâhibine vermek, altıyüz kabûl olunmuş ve makbûl [nâfile] hacdan efdaldir. 2/66 [Se’âdet-i Ebediyye: 97.]

● Dünyâ hayâtı çok azdır. Ve ebedî azâb buna [buradaki küfre] karşılıkdır. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]