TE - T

– T–

● Ettâibü minezzenbi kemen lâ zenbe lehü. (Günâhlardan tevbe eden, günâhsız kimse gibidir). Bu Hadîs-i şerîf,

-41-

günâhkârlara müjdedir. 2/19. [Se’âdet-i Ebediyye: 69.]

● Tâbi’ olanlar ve hizmet edenler için, büyüklere gelen ni’metlerden pay vardır. 1/301. [Mektûbât Tercemesi: 480.]

● Tâbi’ her neye kavuşursa, uymuş olduğu kimseden kavuşur. 1/294 [Mektûbât Tercemesi: 468.]

● Teblîg-i zâhirî ve teblîg-i bâtınîyi birlikde yapan çok kıymetlidir. Böyle kimse az bulunur. 1/48. [Mektûbât Tercemesi: 84.]

● Tecellî, ikinci mertebede ve üçüncüde veyâhud dördüncüde, Allahü teâlânın dilediği mertebeye kadar şey’in zuhûrundan ibâretdir. 3/79

● Tecellîler ve zuhûrlar, zıllerden haber verir. Zıllere tutulmakdan kurtulan, tecellîlerden ârîdir [kurtulmuşdur]. 2/42. [Se’âdet-i Ebediyye: 933.]

● Tecellîler ve zuhûrlar, matlûba perdedirler. 3/79

● Tecelliyât-i selâse (tecellî-i esmâ ve sıfat ve zât) [Tesavvuf yolcularından onbinlerde birini], ma’rifete dayanan müşâhedelerden kurtarıp, ihlâs ni’metine ve rızâ makâmına ulaşdırırlar. 1/36 [Mektûbât Tercemesi: 63.]

● Tecellî-i sûrî kendini Hak bulmakdır. Ya’nî hakkı kendi ile görür. Lâkin bu şühûd mecâzîdir. 1/277 [Mektûbât Tercemesi: 407.]

● Tecellî-i ef’âl sâhibi, arada olan vâsıtaların (sebeblerin) var olmasının behâne olduğunu bilir. [Asl yapan Allahü teâlâdır.] 3/75

● Tecellî-i ef’âl, kulların işlerini, Allahü teâlânın fi’linin zılleri olduğunu görmekdir ki, bu ef’âlin kıyâmı [bu işlerin varlığının] o fi’l ile olduğunu bilmekdir. 3/75

● Tecellî-i ef’âl ve sıfat, zâtın tecellîsi olmadan düşünülemez. Zîrâ, ef’âl ve sıfat için, Zât-ı teâlâ ve tekaddesden ayrılmak yokdur. Bu tecellîler sıfatların ve fi’llerin zılleridir. 2/11

-42-

● Tecellî-i sıfat, nefsin fânî olması mu’âmelesini hâsıl eder. 3/75

● Tecellî-i sıfat, sâlik kulların sıfâtını, Allahü teâlânın sıfatlarının zılleri bulmakdır. 3/75

● Tecellîlerde, eğer başka ma’nâlar düşünülürse, tecellî-i sıfât denir. Eğer başka olmıyan ma’nâlar düşünülürse, tecellî-i zât denir. 1/221 [Mektûbât Tercemesi: 269.]

● Tecellî-i zât dâimî olup, anlatılamaz. Zevk ile ve vicdân ile anlaşılır. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]

● Tecellî-i zâtîler, ismlerin ve sıfatların perdesi arkasındadırlar. 3/100

● Tecellî-i zâtî perdesizdir. Ve bî şu’ûri ve hislerin yokluğu [kaybolması] vâki olmaz. 1/287 [Mektûbât Tercemesi: 426.]

● Tecellî-i zâtda nefs, bütün latîfelerden dahâ ileri gider ve bütün latîfelerden ilerlemekde seçilmişdir. 1/234 [Mektûbât Tercemesi: 286.]

● Tecellî-i zâtî zemânında, nefs mutmainne olup, Rabbinden râzı olur. Bu makâmda (Şerh-ı sadr) hâsıl olur. 1/253 [Mektûbât Tercemesi: 316.]

● Tecellî-i zât, Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” sonuncusuna mahsûsdur. Ve tufeyl olmak i’tibâriyle [onun yanısıra] başka Peygamberlere ve Ona tâbi’ olmak i’tibâriyle de bu ümmetin Evliyâsına da hâsıl olur. Celîs-i tufeyli ile [meclisinde bulunan ile], hâdim-i tâbi’ [tâbi’ olup, hizmet eden] arasında fark çokdur. Bu vilâyet-i hâssa, diğer Peygamberlerin ümmetlerine nasîb olmamışdır. Bu sebeble bu ümmet, ümmetlerin hayrlısı olup, ve ülemâsı da, Benî İsrâilin Peygamberleri gibi olmuşdur. 1/248 [Mektûbât Tercemesi: 305.]

● Tecessüs (birinin işlerini araşdırmak) harâmdır. 1/123

● Tahsîl-i nücûm [nücûm ilmini tahsîl], mantık, hendese, ve hesâb ve emsâli, âhiret için fâideli olsaydı, felsefeciler necât bulurdu [kurtulurdu]. 1/73 [Mektûbât Tercemesi: 111.]

-43-

● (Tergîbüs-salât ve teysir-ül ahkâm) fârisî fıkh kitâbıdır. Ahkâm-ı islâmiyyeyi ondan öğreneler. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]

● Terk-i dünyâ bu zemânda çok zordur. Hükmen terk etmek de, büyük ni’metdir. Bu da, yimekde, içmekde ve giyinmekde ve meskende islâmiyyetin hudûduna riâyetle [islâmiyyetden dışarı taşmamakla] olur. 1/72 [Mektûbât Tercemesi: 110.]

● Terk-i hükmîyi de başaramıyan kimse, münâfık sayılır. Îmânım var demesi âhıretde ona fâide vermez. (Sûret-i îmân âhıretde fâideli olmaz). 1/72 [Mektûbât Tercemesi: 110.]

● Terk-i dünyâ iki nev’dir: Biri mubâhları zarûret mikdârı kullanmak. Bu kısm, terk-i dünyânın en iyisidir. İkincisi, harâmlardan ve şübhelilerden sakınarak, mubâhlar ile ni’metlenmekdir ki, bu zemânda makbûldür. 1/163 [Mektûbât Tercemesi: 200.]

(Tesbîh, tehlîl ve tahmîd ile Cennetde ağaç dikiniz.) Hadîs-i şerîf. 3/100

● Tesbîh, tevbenin anahtarı, belki tevbenin özü ve hülâsasıdır. 1/308 [Mektûbât Tercemesi: 493.]

● Tasnîfatdan ziyâde [Lüzûmsuz kitâblar yazmakdan ziyâde] dahâ mühim işler vardır. Onun ile meşgûl olmak, en münâsib ve en evlâdır. 1/184. [Mektûbât Tercemesi: 222.]

● Tasdîkden murâd, yakîn ve kalbin iz’ânıdır. İlme şâmil olan [içine alan] umumî ma’nâ değildir. 3/91

● Tasdîk bir hükmdür ki, iz’ândan ibâretdir. İnanmak ile ta’bîr olunur. 3/91

● Te’âmül ve âdât [öteden beri gelen örf ve âdetler] islâmî delîl olamaz. 2/54

● Te’ayyün-i hubbî, mümkin olan hakîkatlerin nihâyetidir. Ve mümkinâtın hakîkatlerinden bir hakîkat onun üstünde değildir. 3/122

● Te’ayyünler temâmen mahlûkdur ve hâdisdir. 3/122

-44-

● Te’ayyünât-ı selâse [üç te’ayyünât], ilmî, vücûdî ve hissîdir. 2/73.

● Te’ayyünât beşdir ki, ona tenezzülât-i hams ve hadarât-i hams derler. İki te’ayyün, mertebe-i vücûbda olup, te’ayyün-i vahdet ve te’ayyün-i vâhidiyyetdir derler. Mütebâki [diğer] üç te’ayyün, mertebe-i imkânda olup, te’ayyün-i rûhî, te’ayyün-i misâlî, te’ayyün-i cesedîdir derler. Bu tenezzülât-i hams, mücerred i’tibârâtdır. Ve şühûda te’alluk eder. Te’vîli lâzımdır. 3/33

● Te’ayyün-i evvel, te’ayyün-i hubbîdir. Te’ayyün-i vücûdî ve te’ayyün-i ilmîler, te’ayyün-i hubbînin zılâli (zılleri) olduğundan, bunlar te’ayyün-i evvel zan olunur. 3/122.

● Te’ayyün-i evvel, te’ayyün-i hubbîyi ve hılleti müştemildir ki, merkezi hub olan bir dâire şeklinde temessül ediyor. 3/122.

● Te’ayyün-i evvel, hadarât-i vücûd olup, zılliyyet tarîki ile, bütün kemâlât-ı zâtiyye ve sıfâtıyyeyi kendinde toplar. (Her şeyi) içinde toplıyan bu mertebenin tafsîlâtı, ikinci te’ayyündir ki, hayât sıfâtıdır ki, bu da bu sıfatları içine alır. Sonra ilm sıfatı, zılliyyet yoluyla vardır. 3/114

● Te’ayyün-i evvel vücûdîdir. Rabbi [sâhibi] halîlürrahmândır. 3/114.

● Te’ayyün-i vücûd, te’ayyün-i ilmînin fevkidir [üstüdür]. İkisi arasında şân-ül-hayât ve şân-ül-ilm vardır. 3/88

● Te’ayyün-i evvel, zuhûr-ı vahdet olup, Zât-ı teâlâ onda zâid değildir. Ona tecellî-i zât demişler ise de, tecellî-i şüûnîdir. 3/122.

● Tefrika-i zâhir, çok zemân iyi olur. Bâtının tefrikası ya’nî kalbi mahlûklara bağlamak hiç câiz değildir. 1/221 [Mektûbât Tercemesi: 269.]

● Takvâ, nehy edilen şeylerin hepsinden sakınmakdan ibâretdir ki, vera’dır. 3/9.

● Tegannî harâmdır. 1/266, 3/73. [Mektûbât Tercemesi: 350.]

-45-

● Tekellüf ve te’ammül mertebe-i tarîkatdedir. [Kendini zorlamak tarîkat mertebesinde olur]. O iş devâmlı olmaz. 1/60 [Mektûbât Tercemesi: 97.]

● Tekmîl-i sınâ’ât telâhuk-ı efkâr iledir. [San’atın, fennin, tekniğin ilerlemesi, fikrlerin, deneylerin, birbirine eklenmesi ile olur.] 1/196 [Mektûbât Tercemesi: 234.]

● Tekvîn, sıfât-ı hakîkıyyedendir. Eğer böyle denilmezse, îcâd gayra müstenid kalır [başkasına bağlı kalır]. 3/27

● Telezzüzü dünyâ ve telezzüzü âhıret [Dünyâ ve âhıret lezzeti]. 2/99, [Se’âdet-i Ebediyye: 515.] 1/302. [Mektûbât Tercemesi: 482.]

● Tekâlîf-i islâmiyye [islâmiyyetdeki teklîfler] külfet değil, rahmetdir. Şükr-i ni’met [ni’metin şükrü] aklen vâcibdir. 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]

● Teklîfât-ı islâmiyyeyi kolay bulmamak, nefsin kötülüğünden ve tabî’atin bozukluğundandır. 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]

● Bir tenzîh ki bizim ilmimiz ona te’alluk ede, aynı teşbîhdir. 2/8. [Se’âdet-i Ebediyye: 753.]

● Tevbeye muvaffak olmak, Hak sübhânehûnun inâyetindendir. 1/78. [Mektûbât Tercemesi: 124.]

● Tevbe, farz-ı ayndır. Hiçbir ferdin ondan müstagnî olması düşünülemez. 2/66 [Se’âdet-i Ebediyye: 97.]

● Tevbe etmek üsûli, îzâhı. 2/66 [Günâh kelimesine mürâce’at.] [Se’âdet-i Ebediyye: 97.]

● Teveccüh-i pîr [pîrin teveccühü] muktedî olan mürîdin ihlâsı ve muhabbeti mikdârıncadır. 1/128 [Mektûbât Tercemesi: 173.]

● Tevhîd. 3/3. [Se’âdet-i Ebediyye: 906.]

● Tevhîd-i vücûdîyi evvelâ tasrîh eden [açıklıyan] Muhyiddîn-i arabîdir. 1/272. [Mektûbât Tercemesi: 387.]

● Tevhîd-i vücûdî ve tevhîd-i şühûdî, tesavvuf yolunda

-46-

hâsıl olur. Nihâyete varanlar bunlardan kurtulur. 1/291. [Mektûbât Tercemesi: 458.]

● Tevhîd-i vücûdî ki, Allahü teâlâdan gayri herşeyi yok bilmekdir. Akle ve islâmiyyete uygun değildir. 1/272. [Mektûbât Tercemesi: 387.]

● Tevhîd-i şühûdî sâliklerinin bu görüşleri, zâhirlerine münhasırdır. Onların bâtını, bir varlığa karşıdır [dönmüşlerdir]. 1/272. [Mektûbât Tercemesi: 387.]

● Türpüştî risâlesi. 1/193 [Mektûbât Tercemesi: 229.]

● Teheccüd nemâzını cemâ’at ile kılmak, tahrîmen mekrûhdur. 1/168. [Mektûbât Tercemesi: 208.]

● Tîmûr hânın Buhârada, Şâh-ı Nakşibende olan tevâzu’ ve tezellülü sebebi ile, hüsn-i hâtime ile müşerref olması [son nefesde îmân ile gitdiği] umulur. Zîrâ Hâce Nakşibend, Emîrin vefâtından sonra buyurdular ki, (Tîmûr mürd ve îmân bürd). [Tîmûr öldü, îmânı da götürdü.] 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]

● Sevâb-ı a’mâl [amellerin sevâbları] niyyetin düzeltilmesine bağlıdır. 3/28. [Hâfızların okuduğu ve hocaların va’zının hiç sevâbı yokdur. Allahın emri olduğu için yapmak lâzımdır.]