Bu
mektûb, molla Abdülkâdir-i Enbâlîye yazılmışdır. Hâller, vecdler,Âlem-i emre
bağlı şeylerdir. Bunları bilmek Âlem-i halk ile olur. Bu mektûbda
bildirilenler, eski ma’rifetlerdir. Bunların yenisi büyük oğluna yazdığı
mektûbda bildirilmişdir:
İnsanın bir görünen zâhiri vardır. Bir de görünmiyen bâtını vardır. İnsanın zâhiri Âlem-i halkdan yapılmışdır. Bâtını Âlem-i emrdendir. Tesavvuf yolunun başında ve ortasında hâller, vecdler, müşâhedeler ve tecellîler hâsıl olur. Bunlar insanın bâtını olan Âlem-i emre bağlı şeylerdir. Bu yolun sonunda hâsıl olan şaşkınlık, cehâlet, acz ve ümmîdsizlik gibi şeyler de, Âlem-i emre bağlıdır. İnsanın zâhiri kuvvet bulunca, bu da bu şeylerden pay alır. Her ne kadar devâmlı olmaz ise de, birşeyler hâsıl olur. (Kerîmlerin sofrasından toprağa da bir pay düşer) sözünde olduğu gibi, Âlem-i emrde olanlardan Âlem-i halka da biraz serpilir. Zâhirin asl işi, bütün bunları bilmekdir. Çünki, bâtında bunlar hâsıl olur. Fekat bunları bilmez. Zâhir olmasaydı, birşey bilinmez, hâsıl olan şeyler birbirinden ayırd edilemezdi. Tesavvuf yolunda ilerlemenin ve makâmların Âlem-i misâlde işâretlerle gösterilmesi, zâhirin anlaması içindir. Görülüyor ki, hâller bâtın içindir. Bu hâlleri bilmek zâhir içindir. Bundan anlaşılıyor ki, hâllerini bilen Evliyâ ile hâllerini bilmiyen Evliyâda hâllerin bulunması bakımından ayrılık yokdur. Bu hâlleri bilmek bakımından fark olabilir. Bunun gibi, bir adam çok acıkır, açlık dayanamıyacak kadar artar. Adam kıvranır durur. Bu sıkıntılara açlık dendiğini de bilir. Başka birisi de, böyle açlıkdan kıvranır. Fekat, bu sıkıntılara açlık denildiğini bilmez. Bunların ikisinde de açlık hâli vardır. Aralarında ayrılık yokdur. Ayrılıkları, yalnız açlık denildiğini bilmekde ve bilmemekdedir.
Hâllerini bilmeyenler de ikiye ayrılır: Birincileri, hâllerin hâsıl olduğunu bilmez. Değişik değişik hâller olduğunu anlamaz. İkincileri, bu değişiklikleri bilir. Fekat, her bir hâlin ne olduğunu bilmez. Bu ikincilere de ilm sâhibi denir ve irşâd etmeğe elverişli olurlar. Hâlleri birbirinden ayırmak, her rehberin yapacağı iş değildir. Belki, yüzlerce sene geçdikden sonra, bu ni’mete kavuşan biri bulunabilir. Başkaları kendi hâllerini, bu ni’met sâhibinden öğrenirler. Ülül’azm olan Peygamberler “salevâtüllahi teâlâ ve
teslîmâtühü aleyhim” birbirinden yüzlerce sene sonra gönderilirdi. Ayrı hükmler, başka başka dinler, bunlar ile gönderilirdi. Başka Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vettehıyyât” onların dinlerine uyarlardı. Yalnız onların hükmlerini bildirirlerdi. Fârisî mısra’ tercemesi:
Herkesin işi için, yaratır bir kulunu.
Vesselâm.