Bu
mektûb, mirzâ Hüsâmeddîn Ahmede “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazılmışdır. Sâlik
kendine yol gösterene bağlı olup, başkalarına bakmaması lâzım olduğu ve
rü’yâlara kıymet verilmemesi bildirilmekdedir:
Bizlere doğru yolu gösteren Allahü teâlâya hamd olsun! Allahü teâlâ bizlere doğru yolu göstermeseydi, kendimiz bulamazdık. Rabbimizin Peygamberlerinin her sözü doğrudur. Lutf ederek bu fakîre gönderdiğiniz kıymetli mektûb geldi. Bizleri çok sevindirdi. Allahü teâlâ, bunun için size iyi karşılıklar versin! Buyuruyorsunuz ki:
Süâl: Tegannî ile okumayı ve dinlemeyi sıkı yasak etdiğimiz gibi, Mev-
lidi de yasak edecek miyiz? Hâlbuki mevlid Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” anlatan ve öven kasîdelerle çeşidli din ve ahlâk bilgisi veren şi’rlerdir. Kıymetli kardeşimiz Muhammed Nu’mân “rahmetullahi teâlâ aleyh” ve buradaki sevdiklerimizden birkaçı, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin bu mevlid cem’iyyetlerini çok beğendiklerini rü’yâda görmüşlerdir. Mevlid dinlemekden vaz geçmek, bunlara çok güç gelmekdedir.
Cevâb: Kıymetli efendim! Rü’yâların kıymeti olsaydı, rü’yâda görülenlere güvenilseydi, mürîdlerin rehberlere hiç ihtiyâçları olmazdı. Allahü teâlânın ma’rifetlerine kavuşmak için, tarîkatlerden birine bağlanmak lâzım olmazdı. Çünki her mürîd, rü’yâda gördüğüne göre, işini yoluna kordu. Yaşayışını, rü’yâlarına göre düzenlerdi. Rü’yâları, rehberin yoluna uygun olsun, olmasın, rehberi beğensin beğenmesin, onlara uyardı. Böyle olunca, rehberlik mürîdlik zinciri kopar, her câhil, her ahmak, kendi görüşüne göre hareket ederdi. Sâdık olan bir mürîd, rehberi varken, binlerce rü’yâya on paralık değer vermez. Akllı, uyanık olan bir tâlib, pîr ni’metine kavuşmuş iken, rü’yâları hayâl sayar, hiçbirini hâtırına bile getirmez. Mel’ûn şeytân, güçlü bir düşmandır. Sona varanlar bile, onun aldatmasından korkusuz değildirler. Onun yalanlarından korkmakda, titremekdedirler. Sondakiler böyle olunca, yolun başlangıcında ve ortasında olanları artık anlamalı. Hâlbuki, Allahü teâlâ, sondakileri korumakdadır. Şeytân bunları aldatamaz. Başlangıcdakiler ve yoldakiler ise böyle değildir. İşte bunun için, onların rü’yâlarına güvenilmez. Düşmanın aldatmasından korunmuş değildirler.
Süâl: Rü’yâda, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” görülürse, o rü’yâ doğrudur. Şeytânın aldatmasından korunmuşdur. Çünki şeytân, onun şekline giremez. Böyle bildirildi. Onun için, kardeşlerimizin rü’yâlarının doğru olması lâzımdır. Şeytânın aldatması olmaz değil mi?
Cevâb: (Fütûhât-i Mekkiyye) kitâbının sâhibi, [ya’nî Muhyiddîn-i Arabî hazretleri], şeytân, Medîne-i münevverede medfûn bulunan Muhammed aleyhisselâmın kendi şekline giremez diyor. Başka sûretlerde de, Resûlullah olarak görünemez diyenleri kabûl etmiyor. Resûlullahın “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vesselâm” kendi şeklini ve hele rü’yâda tanıyabilmek çok güç olacağı meydândadır. Bunun için, rü’yâlara nasıl güvenilebilir? Âlimlerin çoğunun dediğine uyarak ve Resûlullahın “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vesselâm” yüksek şânına yakışacak üzere, şeytânın hiçbir şeklde o Serverin ismi ile görünemiyeceğini söylersek, o şeklden emrler almak ve onun beğenip beğenmediğini anlamak kolay değildir. Mel’ûn şeytân düşmânlığını burada da gösterebilir. Araya karışarak, olmıyan şeyi olmuş gibi gösterebilir. Rü’yâ göreni şaşırtır. Kendi sözlerini ve işâretlerini, o şeklin “alâ sâhibihessalâtü vesselâm” sözleri ve işâretleri imiş gibi gösterir. Çoğumuzun bildiği gibi, birgün Seyyid-ül-beşer “aleyhi ve alâ âlihi ve eshâbissalâtü vesselâm” Eshâbı ile oturuyordu. Kureyşin ileri gelenleri ve kâfirlerin şefleri orada idiler. Seyyid-ül-beşer “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” onlara (Vennecmi) sûresini okudu. Onların putlarını anlatan âyet-i kerîmeye gelince, mel’ûn şeytân putları öven birkaç sözü, o Serverin “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” sözüne ekledi. Dinleyenler, bunları da o Serverin sö-
zü sandılar. Şeytânın sözlerini âyet-i kerîmeden ayıramadılar. Orada bulunan kâfirler bağırmaya başlıyarak, Muhammed “aleyhissalâtü vesselâm” bizimle sulh yapdı, putlarımızı övdü dediler. Orada bulunan müslimânlar da, okunan sözlere şaşakaldılar. O Server “aleyhissalâtü vesselâm” şeytânın sözlerini anlamadı. (Ne oluyorsunuz?) diye sordu. Eshâb-ı kirâm, siz okurken bu sözler de araya karışdı dediler. O Server “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” düşünceye daldı ve çok üzüldü. Hemen Cebrâîl-i emîn “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” vahy getirdi. O sözleri şeytânın karışdırdığı, bütün Peygamberlerin sözlerine de karışdırmış olduğunu bildirdi. Allahü teâlâ, o sözleri âyet-i kerîme arasından çıkardı. Kendi kelâmını sapsağlam yapdı. Görülüyor ki, o Server “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” hayâtda iken ve uyanık iken ve Eshâb-ı kirâm arasında, şeytân-ı la’în
o Serverin “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” sözüne kendi bozuk şeylerini karışdırıyor ve hiç kimse bunu ayıramıyor. O Server “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” vefât etdikden sonra bir kimse uykuda hisleri çalışmaz iken ve yalnız iken, nasıl olur da, rü’yânın şeytânın karışmasından korunduğunu ve onun değişdirmediğini anlıyabilir? Şunu da söyliyelim ki, mevlid okuyanların ve dinleyenlerin zihnlerinde Resûlullahın bu işden râzı olduğu yerleşmiş bulunmakdadır. Çünki övülen kimseler, övenleri beğenir. Bu düşünce, hayâllerinde yerleşerek, hayâllerindeki şekli, sûreti rü’yâda görebilirler. Bu rü’yâ doğru olmadığı gibi, şeytân da karışmış değildir. Şunu da bildirelim ki, rü’yâlar doğru olsa bile, arasıra göründüğü gibi çıkar. Meselâ, rü’yâda birisi görülürse, o kimsenin kendisi anlaşılır. Doğru olan rü’yâlar, çok olur ki, görüldüğü gibi çıkmaz. Bundan başka birşey anlamak, ya’nî ta’bîr etmek lâzım gelir. Meselâ, rü’yâda Ahmed görülür. Ahmed ile Mehmed arasında sıkı bağlantı olduğundan, bu rü’yâdan Mehmed anlaşılır. Bu bildirdiklerimiz gösteriyor ki, oradaki sevdiklerimizin gördükleri rü’yâlara şeytân karışmamış olsa bile, bu rü’yâların, görüldüğü gibi olduğu nereden anlaşılır? Bunları ta’bîr etmek lâzım olmadığı ve başka şeyleri göstermedikleri nasıl söylenebilir? Demek ki, rü’yâlara kıymet vermemelidir. Herşey, insan uyanık iken vardır. Bunları uyanık iken görmeğe çalışmalıdır. Uyanık iken görülen, bulunan şeylere güvenilir. Bunlar, ta’bîr etmek istemez. Rü’yâda ve hayâlde görülen şeyler de, rü’yâ ve hayâldir. Oradaki sevdiklerimiz, çok zemândan beri kendi kendilerine yaşıyorlar. Dilediklerini yapıyorlar. Fekat, mîr Muhammed Nu’mânın, büyüklerin yoluna uyması elbette lâzımdır. Yasak edildikden sonra, bir an bile duraklamakdan Allahü teâlâ korusun. Eğer duraklarsa, kime zararı olur? Yolumuza uygun olmadığı için, yasak etmekde sıkı davranıyorum. Yolumuza uymıyan şey şarkı, raks, dans olsun veyâ mevlid, kasîde, gazel okumak olsun birdir. Her yolun maksûda kavuşduran özel şartları vardır. Bu tarîkde maksada kavuşabilmek, bu işleri yapmamağa bağlıdır. Bu yolda ilerlemek istiyenlerin bu yola uygun olmıyan şeylerden sakınması lâzımdır. Başka yollarda yapıldığına bakmaması lâzımdır. Behâüddîn-i Buhârî “kuddise sirruh” buyurdu ki, (Biz bu işi yapmayız ve kötü de bilmeyiz). Ya’nî bu iş, bizim yolumuza uygun olmadığı için yapmayız. Fekat başka tarîkatlerin büyükleri yapdıkları için, inkâr da etmeyiz. Firûz-âbâd ya’nî Delhi şehri, biz fakîrlerin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sığınağıdır. Bize bağlı olanların en kıymetlileri oradadır. Bu yüksek yola uygun olmayan birşeyin orada görül-
mesi, biz fakîrleri ne kadar üzse yeridir. Bâkî-billah “kuddise sirruh” hazretlerinin kıymetli oğulları oradadır. Onlara, yüce babalarının yolunu korumak dahâ çok yakışır. Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr “kuddise sirruh” hazretleri vefât edince, onun mubârek yolu her tarafda bozulmağa başlarken, oğulları sımsıkı sarılıp, bu yolu korudular. Değişiklik yapanlara karşı durdular. Böyle olduğunu siz de biliyorsunuz.
Hocamız Bâkî-billah “kuddise sirruh” hazretlerinin selîm, yumuşak huylu olduğunu yazıyorsunuz. Evet, başlangıcda, ba’zı işlerde melâmîlik yolunu tutarak, kolaylık gösterirlerdi. Melâmet yolunu benimsiyerek ba’zı şeylerde azîmeti bırakırdı. [Azîmet, her şeyin en iyisini yapmağa çalışmak, izn verilen şeylerden sakınmak demekdir.] Son zemânlarında bu işlerin hiçbirini yapmadılar. Melâmet kelimesini ağızlarına almadılar. İnsâf ederek söyleyiniz! Eğer kendileri şimdi hayâtda olsa idi, o cem’iyyetinize, toplantınıza râzı olurlar mı idi? Beğenirler mi, yoksa beğenmezler mi idi? Bu fakîr iyi biliyorum ki, hiç izn vermezlerdi. Elbette inkâr ederlerdi. Bunları yazmakdan maksadım, işin doğrusunu bildirmekdir. Dinleseniz de, dinlemeseniz de, hiç sıkılmam ve birşey söylemem. Eğer, kıymetli oğulları ve oradaki sevdiklerimiz, o işlerden vazgeçmezlerse, onlarla görüşmemiz sona erecekdir. Başınızı çok ağrıtmıyayım. Sonunuz selâmet olsun.