Bu
mektûb, molla Muhammed Tâhir-i Lâhorîye yazılmışdır. Sünnet-i seniyyeyi her
yere yaymağı ve bid’atleri yok etmek lâzım olduğunu bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdiği sevdiği iyi insanlara selâm olsun! Hâfız Behâeddîn ile göndermiş olduğunuz kıymetli mektûb geldi. Bizleri çok sevindirdi. Ne büyük ni’metdir ki, yanınızda olanlar ve sevdikleriniz, bütün gücleri ile, Resûlullahın sünnetlerinden bir sünneti diriltmeğe çalışmakdadırlar ve bütün varlıkları ile, kötü ve beğenilmeyen bid’atlerden bir bid’ati yok etmeğe uğraşmakdadırlar. Sünnet ile bid’at, birbirlerinin zıddıdır, tersidir. Birinin bulunduğu yerde, ikincisi bulunamaz, gider. Birini diriltmek, ötekini yok etmekdir. Sünneti diriltmek, bid’ati yok eder. Bid’ati diriltmek de, sünneti yok eder. İster hasene, ya’nî güzel desinler, ister seyyie, çirkin desinler, her bid’at, sünneti yok eder. Belki, bir bakımdan güzel denilmiş olabilir. Hiçbir bid’atin kendisi güzel olamaz. Çünki Allahü teâlâ, sünnetlerin hepsini beğenir. Sünnetlerin zıddı ise, şeytânın beğendiği şeylerdir. Bugün, bid’atler, her yere yayılmış olduğundan, bu sözümüz çok kimseye ağır gelir. Fekat, âhıretde, hangimizin doğru olduğunu anlıyacaklardır. İşitdiğimize göre, hazret-i Mehdî, hükûmet sürdüğü zemân, dîni yayarken ve sünneti diriltirken, bid’at işlemeğe alışmış olan Medînedeki âlim, bid’ati güzel sandığı ve ibâdet olarak yapdığı için, hazret-i Mehdînin emrlerine şaşarak, (Bu adam, bizim dînimizi yok etdi ve milletimizi öldürdü) diyecekdir. Hazret-i Mehdî “rahmetullahi aleyh” bu âlimi öldürecekdir. Onun güzel sandığı bid’atin, kötü olduğunu bildirecekdir. Bu, Allahü teâlânın ni’metidir. Dilediğine verir. Onun ihsânı çokdur. Size ve yanınızda olanlara selâm ederim. Çok unutkan oldum. Mektûbunuzu kime verdiğimi hâtırlıyamıyorum. Süâllerinize cevâb veremediğim için afvınızı dilerim. Meyân şeyh Ahmed-i Garmelî, sevdiklerimizdendir. Size yakındır. Kendisine teveccüh buyurunuz!
Bu
mektûb, meyân şeyh Bedî’uddîne yazılmışdır. Kutb ve Kutb-ül-aktâb ve Gavs ne
demek olduğu bildirilmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği, sevdiği insanlara selâm olsun. Bir dervîşle gönderdiğiniz kıymetli mektûb geldi. Bizleri çok sevindirdi.
Süâl: Kutb, kutb-ül-aktâb, Gavs ve Halîfe ne demekdir? Herbirinin vazîfesi nedir? Vazîfelerinin neler olduğunu bilirler mi, bilmezler mi? Bir kimsenin Kutb-ül-aktâb olduğu gaybdan müjdelenirmiş. Bu doğru mudur, yoksa hayâl midir?
Cevâb: Resûlullahın “aleyhissalâtü vesselâm” izinde ilerliyenlerin büyükleri, Ona uyarak Nübüvvet makâmının derecelerini geçdikden sonra, içlerinden bir kaçına (İmâmet) makâmını verirler. Başkalarını, o dereceleri ge-
çirmekle bırakıp, bu makâmı vermezler. Bu büyükler de, onlar gibi bu dereceleri geçmişlerdir. İmâmet makâmını almadıkları için, onlardan ayrılırlar. Bu makâma bağlı olan şeylerden mahrûmdurlar. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olanların büyükleri, Peygamberliğin vilâyet derecelerini temâmlayınca, bunlardan birkaçına (Hilâfet) makâmını verirler. Geri kalanlara bu makâmı vermeyip, yalnız o dereceleri geçirirler. İmâmet ve hilâfet makâmları, o derecelerin kendilerini geçerek elde edilir. Bu derecelerin zıllerinde, görüntülerinde, imâmet makâmının karşılığı (Kutb-i irşâd) makâmıdır. Hilâfet makâmının karşılığı ise (Kutb-i medâr) makâmıdır. Aşağıda bulunan bu iki makâm, yukardaki o iki makâmın sanki zılli, gölgesi gibidir. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerine göre, (Gavs), Kutb-i medâr demekdir. Kutb-i medârdan başka bir Gavslik makâmı olmadığını söylemekdedir. Bu fakîre göre, Gavs başkadır. Kutb-i medâr başkadır. Gavs [dahâ üstün olup] Kutb-i medârın yardımcısıdır. Kutb-i medâr, birçok işlerinde, ondan yardım bekler. (Ebdâl) denilen makâmlara getirilecek Evliyâyı seçmekde bunun rolü vardır. Kutbun yardımcıları, hizmet edenleri çok olduğundan kutba, (Kutb-ül-aktâb) da denir. Çünki, Kutb-ül-aktâbın yardımcıları, hizmet edenleri, Onun vekîlleri demekdir. Bunun içindir ki, Muhyiddîn-i Arabî “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki, (Müslimânların olsun, kâfirlerin olsun, her şehrde bir kutb bulunur).
Makâm sâhibi olan, bilgi sâhibi olur. Makâm derecesi verilen, fekat makâm verilmiyen Velînin ilm sâhibi olması lâzım değildir. Yapdığı hizmetleri bilse de olur, bilmese de olur. Gaybden gelen müjde, o makâmın derecesine yükseldiğini bildirir. O makâmın verildiğini göstermez.
Süâl: (Ebû Bekrin “radıyallahü anh” îmânı ile, bütün ümmetimin îmânı dartılsa, Ebû Bekrin îmânı dahâ ağır gelir) Hadîs-i şerîfindeki îmân nedir? Onun îmânı niçin dahâ yüksekdir?
Cevâb: Îmânın üstün olması, îmân edilecek şeyler üstün olduğu içindir. Ebû Bekrin îmân etdiği şeyler, ümmetin îmân etdiği şeylerin üstünde olduğu için, hepsinden ağır olmakdadır.
Yavrum! Tesavvuf yolunda yükselirken, öyle bir yere çıkılır ki, bir nokta dahâ çıkılsa, o noktaya çıkmakla geçilen dereceler, oraya kadar olan bütün derecelerden dahâ yüksekdir. Çünki o nokta, aşağısında olanların hepsinden dahâ çokdur. Bu noktanın üstündeki nokta da, bu noktadan öylece dahâ yüksekdir. Çünki altdaki nokta, kendi altındakilerin hepsi ile birlikde, üstündeki noktadan çok küçükdürler. Dahâ yukardaki bütün noktalar da, hep böyledirler. İşte, bir kimsenin îmân etdiği şeylerin derecesi yukarda ise, altındaki derecelerde olanların hepsinden ağır gelir. Bunun içindir ki, Ârif ilerlerken bir yere gelir ki, bir ânda, o âna kadar kazandıklarının hepsini kazanır. Bu fakîrin “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” ölçüsüne göre, bir ânda, önceki derecelerin hepsinden dahâ çok dereceleri geçmekdedir. Bu, Allahü teâlânın ihsânıdır. Allahü teâlâ bunu, dilediğine ihsân eder. Allahü teâlâ, çok büyük ihsân sâhibidir.
Süâl: Şeyh Muhyiddîn-i Arabî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazretleri ve Ona tâbi’ olanlar diyorlar ki, (Hazret-i Mûsâ “aleyhisselâm” için öldürülen çocukların isti’dâdlarının hepsi, hazret-i Mûsâ aleyhisselâma ve-
rildi). Bu söz ne demekdir?
Cevâb: Bu söz doğrudur. Çünki iyi belli olmuşdur ki, çok kimselerin yükselmelerine bir kimseyi sebeb eyledikleri gibi, bir kimsenin yüksek derecelere varması için, çok kimseleri sebeb kılarlar. Rehber, mürîdlerin yükselmesi için sebeb olduğu gibi, mürîdler de, rehberin yükselmesi için sebebdirler. Bu fakîr, bu sözün doğru olduğunu, yinilen, içilen, bedenden birer parça olan şeylerde de his ediyorum. Yinilen, içilen, herşey, isti’dâdı da artdırmakdadır. Başka kâbiliyyetler de kazandırmakdadır. Tatlı şeyler yimek istemediğim zemânlar, isdi’dâdın artması için yimek emr olunmakdadır. Yimemeğe izn verilmemekdedir. Bir kimsenin isti’dâdının başkasına geçdiği çok görülmüşdür. Biri boş kalmış, ötekinin cem’ıyyeti artmışdır.
Süâl: Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ “rahmetullahi aleyh”, bir mürîdini, bir Velînin yanına gönderdi ki, kendisinin hangi Peygamberin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” terbiyesi altında bulunduğunu anlamış olsun. O zât, mürîde (Cühûdün ne yapıyor?) dedi. Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ, bu sözden, kendisinin Mûsâ aleyhisselâmın terbiyesi altında olduğunu anladı. O sözden bunu nasıl anladı?
Cevâb: (Cühûd), yehûdî demekdir. Mûsâ aleyhisselâmın ümmetine verilen ismdir. Buradan anladı.
Süâl: (Nefehât) kitâbında diyor ki, bütün Velîler ölünce, vilâyetleri ellerinden alınır. Yalnız dört kişinin alınmaz. Bu ne demekdir?
Cevâb: Burada vilâyet demek, Velînin “kuddise sirruh” tesarrufları, kerâmetleri demekdir. Vilâyetin kendisi alınır demek değildir. Vilâyet, Allahü teâlâya yakınlık demekdir. Kerâmetleri alınır demek de, çok kerâmet göstermez demekdir. Kerâmet gösteremez demek değildir. Şunu da bildirelim ki, bu söz keşf yolu ile anlaşılan birşeyi anlatmakdadır. Keşfde hatâ, çok olur. Ne görmüş, nasıl anlamışdır? Birkaç kerâmetin zuhûrunu istiyorsunuz. Bekleyiniz! Allahü teâlâ, her güçlüğün sonunu kolaylaşdırır.
Süâl: (Nişâpûrî tefsîri)nde diyor ki, (İnne şâniyeke hüvel-ebter), yâ harfi ile yazıyor. Bunun doğrusu nasıldır. Yâ ile midir, Hemze ile midir?
Cevâb: Doğrusu hemze iledir. Yâ ile yazılı olanlar, Kur’ân-ı kerîmin meşhûr olmıyan okunmasıdır.
Süâl: Birkaç kadın vazîfe istiyor. Nasıl yapalım?
Cevâb: Mahrem iseler, zararı yokdur. Yabancı iseler, perde arkasında oturarak tarîkati alırlar.
Süâl: Hadîs âlimleri, her ayda, yasak günler bildirmişlerdir. Bunun için, Hadîs-i şerîf de söyliyorlar. Ne yapalım?
Cevâb: Bu fakîrin babası, Abdül-ehad “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, şeyh Abdüllah ve şeyh Rahmetullah hadîs âlimi idiler. Haremeynde, [ya’nî Mekke ve Medînede] bu ikisine şeyhayn denirdi. Bir iş için, Hindistâna gelmişlerdi. Bu hadîsi, (Buhârî) şârihlerinden Kermânî “rahmetullahi aleyh” yazıyor. Fekat, za’îfdir. Bu işde doğru hadîs, (Günler, Allahın günleridir. Kullar da Allahın kullarıdır) dediler. Yine buyurdular ki, (Günlerin uğursuzluğu, âlemlere rahmet olan Muhammed aleyhisselâmın gelmesi ile bit-
mişdir. Uğursuz günler, eski ümmetlerde vardı). Bu fakîrin anladığı da böyledir. Hiçbir günü başka günlerden üstün tutmam. Cum’a ve Ramezân ve benzerleri günleri, islâmiyyet üstün tutmuş olduğu için üstün biliriz.
Peygamberlik yükünü taşımak üzerinde yazılan bilgileri, hâce Muhammed Eşrefdeki mektûblarda bulamadığınızı yazıyorsunuz. Nasıl bulabilirsiniz? O mektûb, bugünlerde yazıldı. Henüz size varmamışdır. Çok uzun bir mektûbdur. Bir cüz’den çokdur. Bir kopyasını size göndermelerini söylemişdim.