42 - Müslimânların halîfesi, sultân ikinci Mahmûd-i adlî hânın “rahmetullahi aleyh” emri ile Mısr vâlîsi Muhammed Alî pâşâ, mubârek Hicâz topraklarını temizledikden sonra, Eshâb-ı kirâmın ve Resûlullahın zevcelerinin ve şehîdlerin “radıyallahü teâlâ anhüm” türbeleri yeniden yapıldı. (Mescid-i se’âdet) ve (Hucre-i Nebevî) ta’mîr edildi. Sultân Abdülmecîd hân, bunların yapılması ve işlenmesi ve bakımı için torbalar doluları yüzbinlerle altın harc eyledi. Sultân Abdülmecîd hânın bu yolda çalışması ve uğraşması, şaşılacak kadar çokdur. Bunu 15. ci maddenin sonunda bildirmişdik. [1285] senesinde, sultân Abdül’azîz hân “rahmetullahi aleyh” da, Medîne çevresindeki sûr dıvârlarını sağlam yapdırdı. Ayrıca büyük bir tophâne, hükûmet konağı, bir habshâne, bir de cebhâne, ya’nî silâh deposu yapdırdı. Sultân ikinci Abdülhamîd hân “rahmetullahi aleyh” şâmdan Medîne-i münevvereye demiryolu yapdı. 1326 [m. 1908] senesinin ondokuz Ağustosunda ilk tren, Medîne-i münevvereye girdi. Mekke-i mükerremede onaltıncı fırka bulunmakda idi.

Sultân ikinci Abdülhamîd hân “rahmetullahi aleyh” zemânında Mekke şehrinde, minâreli altı câmi’, altmışyedi mescid, altı medrese, iki kütübhâne, bir orta, kırküç ilkokul, iki bedestân, dokuz hân, ondokuz tekke, iki hamâm, yirmibeş mağaza, üçbin dük-

-371-

kân, bir hastahâne ve kırk çeşme vardı. Ayrıca hâcılar için büyük ve konforlu müsâfirhâneler yapılmışdı. Hârûn-ür-reşîd zemânında, Mekkeye üç günlük uzakdan Arafâta kadar bol su getirilmişdi. Sultân Süleymân hânın kızı Mihr-i-mâh sultân, bu suyu Mekke şehrine getirdi. O zemân seksenbin nüfûsu vardı.

Medîne şehri otuz metre yüksek bir dıvarla çevrilidir. Bunun kırk kulesi, dört kapısı vardır. Harem-i şerîfin boyu yüzaltmışbeş, eni yüzotuz adımdır. Harem-i şerîfin cenûb batı köşesinde mermerler ve altın yazılar ile süslü (Bâbüsselâm) kapısı vardır. Harem-i şerîfin içinde cenûb doğu köşesinde (Hucre-i Nebevî) bulunur. Kıble duvarı önünde, kıbleye karşı duran kimsenin sağ tarafında Bâb-üsselâm, sol tarafında da Hucre-i se’âdet bulunur. Bunun her yeri çok kıymetli zînetlerle süslüdür. Medîne evleri, Mekkedeki evler gibi kârgir [taşdan yapılmış] olup, çoğu dört, beş katlıdır. Sultân Süleymân hân “rahmetullahi aleyh”, (Kubâ)dan, şehre su yolu yapmışdır. şehrin iki sâatlik şimâlinde Uhud dağı vardır. On mescid, onyedi medrese, bir orta, onbir ilk mekteb, oniki kütübhâne, sekiz tekke, dokuzyüzotuziki dükkân ve mağaza, dört hân, iki hamâm, yüzsekiz müsâfirhâne vardı. Nüfûsu yirmibin idi.

1398 [m. 1978] de İngilterede basılan (Memleket-ül-arabiyyetüs-sü’ûdiyye) atlasının bildirdiğine göre, son yapılan caddelerin uzunlukları, Medîne ile Riyâd arası 1011, Tâif arası 535, Cidde arası 424, Mekke arası 442, Tebük arası 686 kilometredir. Mekke ile Riyâd arası 989, Tâif arası 88, Cidde arası 72, Tebük arası 1133, Necran arası 898, Kuwait arası 1879 kilometredir. Mekkeden Tâife giderken, Minâ, Müzdelife ve Arafât meydânından geçilmekdedir.

Mekke ve Medîne şehrlerindeki kıymetli târîh ve san’at eserlerini vehhâbîler yıkmakda, yok etmekdedir.

(Mir’ât-i Medîne)de diyor ki, Medîne şehrindeki (Mescid-i şerîf)i, hicretin birinci senesinde Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Eshâb-ı kirâm) ile birlikde yapdılar. Hicretin ikinci senesi, Receb ayında, kıblenin Kudüsden Kâ’beye dönmesi emr olununca, mescidin Mekkeye karşı olan kapısı kapatılıp karşı tarafa, ya’nî Şâm tarafına yeni bir kapııldı. Şimdi bu kapıya (Bâb-üttevessül) denmekdedir. Medînede Kudüse karşı onaltı ay kadar nemâz kılındı. Mekkede iken, önce Kâ’beye karşı nemâz kılınırdı. Hicretden az bir zemân önce, Kudüse karşı kılınması emr olundu. Mescid-i şerîfin kıblesi değişdirilirken, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Kâ’beyi mubârek gözleri ile görerek, kıblenin cihetini ta’yîn eyledi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” nemâz kıldığı yer, minber ile (Hucre-i se’âdet) arasında olup, minbe-

-372-

re dahâ yakındır. Haccâcın Medîne-i münevvereye gönderdiği mıshaf, büyük bir sandık içinde olduğundan, bu sandık, bu yerin önündeki direğin sağ tarafına konulmuşdu. Buraya ilk mihrâbı Ömer bin Abdül’azîz koymuşdur. Mescid-i se’âdetin ikinci def’a yandıkdan sonra ta’mîrinde, 888 [m. 1483] senesinde, mermerden şimdiki mihrâb yapılmışdır. Fekat mermer mihrâb Hücre-i se’âdet tarafına biraz dahâ yakın konmuşdur. (Mescid-ün Nebî)de minber yapılmamışdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hutbeyi ayakda okurdu. Sonradan buraya bir hurma çubuğu dikildi. Dahâ sonra dört basamaklı bir minber yapıldı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” üçüncü basamakda ayakda dururdu. Hazret-i Mu’âviye zemânında minberin kapısına perde asıldı. Zemân-ı se’âdetde Mescid-i Nebînin sekiz direği var idi. Mescidin genişletilmesine dînen lüzûm görüldüğü zemânlarda direkler artdırılarak 327 olmuşdur. (Ravda-i Mutahhera)da üç sıra direk vardır. Her sırada dört direk mevcûddur. Bu direklerin bir kısmı duvarlar içindedir. Meydânda olan direk sayısı 229 dur. Mescidin cenûb dıvarı kıbleye karşıdır. (Eshâb-ı soffa)nın kaldıkları çardak, şimâl dıvarının dışındadır. Bu mubarek yerin zemîni, sonradan gayb olmaması için, döşemeden yarım metre kadar yükseltilmiş, etrâfına da, yarım metre yükseklikde ağaçdan parmaklık yapılmışdır.

Mescid-i şerîf yapılırken, yanına iki (Zevce-i tâhire) için de birer oda yapılmışdı. Odaların sayısı zemânla dokuz oldu. Tavanları birbuçuk metre kadar yüksek idi. Odalar, Mescidin şark, şimâl ve cenûb taraflarında idi. Her odanın ve ba’zı Sahâbî odalarının, biri mescide, diğeri sokağa olmak üzere iki kapısı var idi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” en çok bulunduğu Âişe “radıyallahü anhâ”nın odasının mescide açılmış kapısı saç ağacından idi. Dört halîfe zemânında, Eshâb-ı kirâm, Cum’a nemâzı kılmak için, sekiz odada yer kapışırlardı. Hazret-i Fâtımanın odası, hazret-i Âişenin “radıyallahü anhümâ” odası yanında ve şimâl tarafında idi. Bu oda sonradan şebeke-i se’âdet içine alınmışdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, vefâtından beş gün önce, mescide açılan kapılardan yalnız Ebû Bekrin kapısını bırakıp, diğerlerini kapatdırdı.

Birinci halîfe Ebû Bekr “radıyallahü anh”, ilk iş olarak Arabistân yarımadasındaki mürtedlerle uğraşdığı için, Mescid-i se’âdetin genişletilmesine vakt bulamadı.

Hicretin onyedinci senesinde hazret-i Ömer “radıyallahü anh”, Eshâb-ı kirâmı toplayıp, (Mescid-i şerîfi tevsî’ etmelidir!) hadîs-i şerîfini okudu. Eshâb-ı kirâm sözbirliği ile kabûl edip, şâm ve garb dıvarlarını yıkarak mescidi onbeş metre genişletdi. Birçok ev

-373-

satın alınarak arsaları mescide katıldı. Otuzbeş senesinde hazreti Osmân “radıyallahü anh”, (Eshâb-ı şûrâ) ile istişâre ederek ve sonra Eshâb-ı kirâmın sözbirliğini alarak, kıble, garb, şimâl dıvarlarını yıkıp, mescidin genişliğini on metre, uzunluğunu yirmi metre kadar genişletdi. Bu arada, hazret-i Hafsanın ve Talha bin Abdüllahın ve Abbâsın odaları mescide katıldı. Halîfe Velîd, Medîne vâlîsi olan amcasının oğlu Ömer bin Abdül’azîze emr yazıp, seksenyedi senesinde, zevcât-i tâhirâtın ve Fâtımat-üz-Zehrânın şark tarafdaki evlerini yıkdırıp yerlerini mescide katdırdı. Böylece, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, mubârek türbesi mescid içine alınmış oldu. Eshâb-ı kirâm ve dört mezheb imâmı ve bindörtyüz seneden beri, hiçbir islâm âlimi buna karşı birşey söylememişdir. Sü’ûdî Arabistândaki Riyâd şehrinde bulunan (Câmi’a-ı islâmiyye) ismindeki medresenin hâzırladığı haftalık (Ed-da’ve) mecellesinin 1397 [m. 1977] şâ’ban nüshasında, (Yakında Mescid-i Nebevî büyütülürken, yalnız garb tarafı genişletilmeli, büyük bid’ate son verilmelidir. Büyük bid’at, üç kabrin mescid içine sokulmasıdır. Şark dıvarı eski hâline çekilmeli, kabrleri mescid dışında bırakmalı) diyor. Mecmû’anın bu yazısı, icmâ’ı ümmete karşı gelmek, islâm cemâ’atinden ayrılmakdır. Bunun küfr olduğunu, dört mezhebin âlimleri “rahime hümullahü teâlâ” sözbirliği ile bildirmişlerdir.

Sü’ûdî Arabistân hükûmetinin bu çirkin işe bulaşmamasını, dünyâdaki bütün müslimânların kalblerini yaralamamasını dileriz. Hucre-i se’âdete karşı edebsizlik yapıldığı çok olmuş, fekat Allahü teâlâ, yapanları dünyâda da cezâlandırmışdır. Bunların misâlleri çokdur. (Mir’ât-ı Medîne) sonunda diyor ki, 1296 [m. 1879] senesinde Hicâz vâlîsi Hâlet pâşa, Medîneye uğradığında, Hucre-i se’âdet hizmetcilerinin başı olan Tahsin ağa, pâşanın gözüne girmek için, (Ev hanımlarınıza Hucre-i se’âdeti ziyâret etdirelim. Bu fırsat bir dahâ ele geçmez) der. Pâşa, bundan çekinmiş ise de, ağanın ısrârı üzerine, bir gece yarısı, pâşaya uzak, yakın bağlılığı olan kadınları Şebeke-i se’âdete sokar. Abdestsiz, kirli kadınlar da bulunduğundan, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” karşı bu saygısızlıkdan dolayı, ertesi sabâh Medînede üç def’a şiddetli zelzele olur. Ehâlî korkudan kaçışırlar. Sebebi anlaşılınca, pâşa rezîl olur. Medîneden dışarı çıkarılır. Az zemân sonra vefât edip, evi barkı dağılmışdır. Bunun gibi, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” türbesine karşı edebsizlik yapanlar, her zemân mahv ve perîşan olmuşlardır.

Hucre-i se’âdet hizmetcilerinin başı Şemseddîn efendi zemâ-

-374-

nında Halebden gelen Îrânlı birkaç serseri, hazret-i Ebû Bekr ilehazret-i Ömerin “radıyallahü anhümâ” mubârek cesedlerini çıkarıp kaçırmak için, bir gece mescid-i Nebîye girdiler. Fekat, hepsi yere batıp, yok oldular. Bu olay, (Mir’ât-i Medîne) sonunda ve (Riyâd-ün-nadara)da uzun yazılıdır.

Şâm yakınlarında bulunan (Nablüs) şehrine yakın (Kerek) kal’a ve köylerinin hâkimi Ertat ismindeki şakî de, 578 [m. 1183] senesinde cesed-i Nebevîyi çalarak memleketine nakl için, küçük gemileryapdırır. Bunları Kızıl denize çekdirir. Üçyüzelli şakî ile, Medînenin iskelesi olan (Yenbû’) şehrine gönderir. Medîne şerîfleri bunu işiterek, Harrânda bulunan Salâhaddîn-i Eyyûbîye “rahmetullahi aleyh” bildirirler. Salâhaddîn çok üzülüp, Mısr vâlîsi Hüsâmeddîn Seyf-üddevleye “rahime-hümullahü teâlâ” emr gönderir. Hüsâmeddîn, Lülü’ kumandasında asker gönderip, şakîler Medîneye yakın bir yerde katl ve esîr ve Mısra sevk edilirler. Bu olay (Ravda-tül-ebrâr)da uzun yazılıdır. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” karşı, diri iken de, vefâtından sonra da, edebsizlik etmek istiyenler, Allahü teâlâ tarafından çok acı şeklde cezâlandırılmışlardır. Sü’ûdîler, bozuk inançlarına, kötü düşüncelerine uyarak, böyle alçak bir işe yeltenirlerse, iyi bilsinler ki, o gün, devletlerinin de, mezheblerinin de sonu olacak, kıyâmete kadar la’net ile anılacaklardır.

[Vehhâbîler, Âdem aleyhisselâmın peygamber olduğuna inanmadıkları için ve bütün müslimânlara müşrik dedikleri için, kâfir oluyorlar. 92, 93 ve 108.ci sahîfelere bakınız!]

Ey yârenler, ey kardeşler!

Ecel gele, ölem birgün.

İşlerime pişmân olup,

ah neyledim, diyem birgün.

 

Yanlarıma kona elim,

söz söylemez ola dilim.

Karşıma gele amelim,

netdim ise, görem o gün.

 

Üç parça bezdir kefenim,

yılan, çıyan yerler tenim.

Yıllar geçer, bilinmez yerim,

unutulup kalam birgün.

 

Kabre konurum yalnızca,

ne gün tanırım, ne gece.

Son ümmîd sendedir hoca.

sana teslîm olam birgün.

-375-