39 - Tâifde müslimân kanı akıtan alçaklar, sonra Mekkeye saldırdılar ise de, hac zemânı olduğu için, şehre girmeğe korkdular. Mekke ehâlîsi, Tâifdeki müslimânların öldürülmesini işitince, Şerîf Gâlib efendi, vehhâbîlere karşı koymak için Ciddeye asker toplamağa gitdi. Fekat Mekke ehâlîsi, Tâif fâci’asından çok korkdukları için, bir hey’et göndererek yalvardılar. 1218 [m. 1803] senesi Muharrem ayında Mekkeye girip, inançlarını şehrde yaydılar. Kabr ziyâret edenleri, Resûlullahın türbesine gidip yalvaranları öldüreceklerini bildirdiler. Ondört gün sonra, şerîf Gâlib efendiyi yakalamak için Ciddeye gitdiler. Şerîf Gâlib efendi, Cidde kal’asından merdce saldırarak, vehhâbî eşkıyâsından çoğunu öldürdü. Geri kalanları, Mekkeye kaçdı. Halkın yalvarması üzerine, şerîf Gâlib efendinin kardeşi olan şerîf Abdülmu’în efendiyi Mekkede emîr bırakıp, Der’ıyyeye gitdiler. Şerîf Abdülmu’în efendi, vehhâbîlerin işkencesinden Mekkelileri koruyabilmek için bu emîrliği kabûl etdi.
Şerîf Gâlib efendi, eşkiyânın bozguna uğramasından otuzsekiz gün sonra, Cidde vâlîsi Şerîf pâşa ile, Ciddedeki askerleri alarak Mekkeye geldi. Burada bırakılmış olan eşkiyâyı çıkardı. Emîrliği tekrâr ele geçirdi. Eşkiyâ, Mekkelilerden intikam almak için, Tâif etrâfındaki köylere saldırıp çok cana kıydılar. (Osmân-ül-mudâyıkî) adındaki şakîyi Tâife vâlî yapdılar. Osmân, Mekke etrâfındaki eşkiyâyı da toplıyarak, büyük bir gürûh ile 1220 [m. 1805] senesinde Mekke şehrini kuşatdı. Mekkedeki müslimânlar aylarca sıkıntı çekdi. Aç kaldılar. Son günlerde, yimek için köpek eti dahî bulamadılar. Şerîf Gâlib efendi, milletin canlarını kurtarmak için, düşmanla anlaşmakdan başka çâre olmadığını anladı. Mekke emîrliği kendinde kalmak ve müslimânların canına, malına dokunmamak şartı ile, şehri teslîm etdi.
Mekkeyi aldıkdan sonra, Medîneye de saldırdılar. Şehre girdiler. (Hazîne-i nebeviyye)de bin seneden beri toplanmış olan dünyânın en kıymetli târihî eşyâlarını yağma etdiler. Müslimânlara buraya yazamıyacağımız kadar çirkin işler yapdılar. Mubârek bin Magyan adında birini vâlî bırakıp, Der’ıyyeye gitdiler. Mekkede ve Medînede yedi sene kaldılar. Yedi sene Ehl-i sünnet hâcılarını Mekkeye sokmadılar. Kâ’beyi (Kaylan) denilen siyâh kumaşdan iki örtü ile sardılar. Nargile içmeği yasak etdiler. İçenleri çok dövdüler. Mekke ve Medîne ehâlîsi, bunlara hiç sokulmazlar, bunları beğenmezlerdi.
Mekkedeki müslimânlara yapılan işkenceleri, Eyyûb Sabri pâşanın “rahime-hullahü teâlâ” binüçyüzbir 1301 [m. 1883] senesinde basılan (Mir’ât-ül-Haremeyn) kitâbının birinci cildi şöyle anlatmakdadır:
Mekke-i mükerreme şehrindeki müslimânlara ve her sene hâcılara yapılan işkenceler sayılamayacak kadar çokdur.
Sü’ûd, Mekke ehâlîsine ve bunların emîri şerîf Gâlib efendiye sık sık korkutucu mektûblar gönderirdi. Birkaç kerre asker göndererek, Mekkenin etrâfını sardı ise de, binikiyüzonsekiz 1218 [m. 1802] senesine kadar bu şehri alamadı. Şerîf Gâlib efendi, binikiyüzonyedi (1217) senesinde Cidde vâlîsi ile Şâm ve Mısr hâcı kâfilelerinin reîslerini toplayıp, (Eşkıyâ Mekke-i mükerreme şehrine saldırmak istiyor. Bana yardım ederseniz, onların reîsleri olan Sü’ûdü ele geçirebiliriz) dedi. Bunu kabûl etmediler. Şerîf Gâlib efendi, kardeşi şerîf Abdülmu’îni yerine vekîl bırakıp Ciddeye gitdi. Şerîf Abdülmu’în Mekke emîri olunca, Ehl-i sünnet âlimlerinden Muhammed Tâhir, seyyid Muhammed Ebû Bekr, Mîr Ganî, seyyid Muhammed Akkâs, Abdülhafîz Acemîyi Sü’ûd bin Abdül’azîze gönderip, afv ve iyilik istediler. Binikiyüzonsekiz (1218) senesi idi. Sü’ûd, kabûl edip, askeri ile Mekkeye geldi. Abdülmu’îni kaymakam yapdı. Türbelerin, mezârların hepsini yıkdırdı. Vehhâbîlerin inancına göre, Mekke ve Medîne ehâlîsi, Allahü teâlâya ibâdet etmiyorlarmış. Türbelere tapınıyorlarmış. Türbeler ve mezârlar yıkılırsa, herkes Allaha tapınmağa başlarmış. Abdülvehhâb oğlu Muhammede göre, 500 [m. 1106] senesinden sonra ölen müslimânların hepsi küfr ve şirk üzere ölmüş. İslâmiyyetin doğrusu, ona bildirilmiş. Vehhâbî oldukdan sonra ölenlerin, önce ölmüş olan müşriklerin yanına gömülmeleri câiz değilmiş.
Sü’ûd, şerîf Gâlib efendiyi “rahmetullahi aleyh” yakalamak ve Ciddeyi ele geçirmek için, Cidde üzerine yürüdü. Fekat Cidde ehâlîsi, oradaki Osmânlı askeri ile elele vererek kahramanca çarpışdılar. Sü’ûdün askeri fenâ hâlde bozuldu. Sü’ûd, kaçanları toplıyarak Mekkeye döndü.
Şerîf Abdülmu’în efendi “rahime-hullahü teâlâ”, Mekkedeki müslimânları ölümden ve işkenceden kurtarmak için vehhâbîlere dost göründü ise de, azgın vehhâbîler, hergün işkenceyi ve soygunculuğu artdırdılar. Şerîf Adülmu’în efendi, tatlılıkla geçinmeğe imkân olmadığını anladı. Şerîf Gâlib efendiye “rahime-hullahü teâlâ” haber gönderip, (Sü’ûdün Mekkede ve askerlerinin [Mu’allâ] denilen meydândaki çadırlarda olduğunu, bir mikdâr askerle gelirse, Sü’ûdün ele geçirilebileceğini) bildirdi.
Şerîf Gâlib efendi “rahime-hullahü teâlâ”, bunu duyunca, Cidde vâlîsi Şerîf pâşa ile birlikde ve seçme askerleri alarak, bir gece Mekkede vehhâbîlere baskın yapdı. Çadırları sardı ise de, Süûd kaçıp kurtuldu. Askerleri de silâhlarını teslîm etmek üzere afv dilediler. Dilekleri kabûl olundu. Mekke-i mükerreme şehri zâlimlerden kurtarıldı. Bu başarı, Tâifdeki vehhâbîleri korkutdu. Onlar da, kan dökmeden teslîm oldu. Osmân-ı Mudâyıkî zâlimi, adamları ile birlikde, Yemen dağlarına kaçdı. Mekkeden çıkanları, köylerde ve kabîlelerde vurgunculuk yapdıklarından şerîf Gâlib efendi “rahmetullahi aleyh”, (beni Sakîf) kabîlesine hemen adamlar gönderdi. Tâife gidip, vehhâbîleri vurun! Ele geçirdikleriniz sizin olsun dedi. Benî Sakîf kabîlesi, eşkiyâdan intikam almak için, Tâife saldırdılar. Tâif de böylece kurtarıldı.
Osmân-ı Mudâyıkî, Yemen dağlarındaki câhil, vahşî köylüleri toplayıp ve yolda karşılaşdığı vehhâbîleri de alıp Mekkeyi kuşatdı. Ehâlî üç ay kadar şehrde çok sıkıntı çekdi. Şerîf Gâlib efendi, on kerre çemberi yarmak istedi ise de, başaramadı. Mekkede yiyecek kalmadı. Ekmeğin okkası beş riyâle, sâde yağın bir okkası altı riyâle çıkmakla berâber, satıcılar bulunamaz oldu. Halk, kedi, köpek yidi. Sonra bunlar da bulunamadı. Ot, ağaç yaprağı yidiler. Bunlar kalmayınca, eziyyet etmemek ve kan dökmemek şartı ile Mekke şehri Sü’ûda teslîm edildi. Şerîf Gâlib efendi, bunda suçlu değildi. Fekat önceden, kendini dinleyen kabîlelerden yardımcı getirmiş olsaydı, bu duruma düşmiyecekdi. Hattâ, Mekkeliler, şerîf Gâlib efendiye yalvarıp, bizi seven kabîlelerden yardımcı getirirseniz, hac zemânına kadar dayanabiliriz. Mısr ve Şâm hâcıları gelince, kurtuluruz demişlerdi. O da, bunu önceden yapabilirdim; şimdi yapılamaz diyerek, önceki yanlışlığını söylemişdir. Teslîm olmak da istemiyordu. Fekat ehâlî, (Efendim, mubârek ceddiniz olan Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” düşmanla anlaşma yapmışdı. Siz de anlaşarak bizi bu sıkıntıdan kurtarınız. Resûlullah efendimizin sünnetine uymuş olursunuz. Çünki Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, anlaşmak ve sözleşme yapmak için hazret-i Osmânı [Hudeybiyeden] Mekkedeki Kureyşlilere göndermişdi) dediler. Şerîf Gâlib efendi, halkın bu isteğini oyalıyarak son ana kadar anlaşma yapmadı. Halk dayanamıyacak hâle gelince, Mekkede bulunan Abdürrahmân adındaki bir din adamının baskısı ile, sözleşmeğe râzı oldu. Şerîf Gâlib efendinin “rahmetullahi aleyh” böyle davranması, pek kurnazca olmuşdu. Abdürrahmânın aracılığı ile, Sü’ûdün işkence yapmasını önlemiş oldu. Müslimânlara da, (Anlaşmayı istemiyerek yapdım. Hac zemâ-
nına kadar bekliyecekdim) diyerek, halkı ve askeri kendine bağlamış oldu.
Bu anlaşma üzerine, Abdül’azîzin oğlu Sü’ûd, Mekkeye girdi. Kâ’be-i muazzamayı kaba bir keçe ile örtdü. Şerîf Gâlib efendiyi “rahmetullahi aleyh” işbaşından ayırdı. Fir’avn gibi, öteye beriye saldırmağa, akla gelmiyecek işkenceler yapmağa başladı. Şerîf Gâlib efendi, Osmânlılardan yardım gelmediğine gücenip, Sü’ûdün Mekkeye yerleşmesindeki sebeb, Osmânlı devletinin gevşekliğidir sözünü halk arasına yaydı. Osmânlı devletini harekete geçirmek için de, Mısr ve Şâm hâcılarının Mekkeye sokulmamasını Sü’ûda aşıladı.
Şerîf Gâlib efendinin “rahmetullahi aleyh” bu sözleri, Sü’ûdün azmasına ve işkencelerini artdırmasına yol açdı. Ehl-i sünnet âlimlerinden çoğunu ve Mekkenin ileri gelenlerini ve zenginlerini yakalatıp işkence ile öldürtdü. Vehhâbî olduğunu açıklamıyanları korkutdu. Çarşılarda, pazarlarda, sokaklarda, adamlar bağırtıp, (Sü’ûdün dînine giriniz! Onun geniş olan gölgesine sığınınız!) dedirtdi. Müslimânları Abdülvehhâb oğlu Muhammedin dînine sokmağa zorladı. Çöllerde olduğu gibi, hak dînini ve doğru mezhebini koruyabilecek sağlam kimseler çok azaldı.
Şerîf Gâlib efendi, bu acı hâlleri görüp, Arabistân çöllerinde olduğu gibi, Hicâzda ve mubârek şehrlerde de islâmiyyetin yok olacağını anlıyarak, Sü’ûda haber gönderdi: (Hacdan sonra, Mekkede kalırsan, Osmânlı hükûmetinin İstanbuldan göndereceği askere dayanamazsın. Yakalanır öldürülürsün. Hacdan sonra Mekkede kalma, çık, git!) dedi ise de, bu sözler Sü’ûdün azgınlığının ve işkencelerinin artmasına yol açdı.
Sü’ûd bin Abdül’azîz, her tarafa zulm, işkence ateşlerini yağdırdığı sırada, Ehl-i sünnet âlimlerinden birini çağırıp, (Hazret-i Muhammed “aleyhisselâm” mezârında diri midir? Yoksa bizim inancımıza uygun olarak, herkes gibi ölü müdür) deyince, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bizim bilmediğimiz bir hayâtla diridir) cevâbını aldı. Sü’ûdün bu süâli sorması, onun cevâb verebileceğini düşünerek, işkence ile öldürmek içindi.(Hazret-i Peygamberin, kabrinde diri olduğunu, bize göster de sana inanalım. Saçmasapan sözlerle cevâb verirsen, benim hak dînimi kabûl etmemekde inâdcı olduğun anlaşılacağından, seni öldürürüm) dedi. Ehl-i sünnet âlimi, (Dışarıdan birşey gösterip de seni inandırmağa çalışmıyacağım. Geliniz, birlikde Medîne-i münevvereye gidelim! (Muvâcehe-i se’âdet) penceresi önünde duralım. Ben selâm vereyim. Selâmıma cevâb verirse, inanırsın. Resûlullah efendimizin,
Kabr-i se’âdetinde diri olduğunu, selâm verenleri işitdiğini ve cevâb verdiğini anlamış olursun. Selâmıma cevâb verilmezse, benim yalancı olduğum anlaşılır. Bana istediğin cezâyı verebilirsin) dedi. Sü’ûd, bu sözleri işitince, Ehl-i sünnet âlimini salıverdi. Sü’ûd bu cevâba çok kızmışdı. Çünki, bu işi yapsaydı, kendi inancına göre, kendisi de kâfir, müşrik olurdu. Şaşırıp kaldı. Çünki, buna karşılık verebilecek bir bilgisi yokdu. Rezîl olmamak için, âlimi serbest bırakdı. Sonra, kendi adamlarından birine, bu hocayı bulup öldüreceksin ve ölüm haberini bana hemen bildireceksin dedi. Allahü teâlânın takdîri ile, bu vehhâbî bir yoluna getirip de, o zâtı öldüremedi. Bu korkunç haber, ağızdan ağıza, o zâta kadar ulaşdı. Bu mücâhid zât, artık Mekkede bulunmanın doğru olmıyacağını düşünerek, başka yere hicret etdi.
Sü’ûd, mücâhid zâtın Mekkeden çıkdığını haber aldı. Arkasından kirâlık kâtil gönderdi. Bu kâtil, (Bir Ehl-i sünneti öldüreceğim, çok sevâb kazanacağım) diyerek, gece gündüz durmadan gitdi. Mücâhid zâta yetişdi ise de, o zât, biraz önce kendi eceli ile vefât etmiş idi. O zâtın devesini bir ağaca bağlayıp, su aramak için, bir kuyu başına gitdi. Gelince, yalnız deveyi gördü. O zâtı bulamadı. Sü’ûda gidip olanları söyledi. Sü’ûd, (Evet, evet! Ben o zâtın zikr ve tesbîh ile göklere çıkarıldığını rü’yâda gördüm. Nûr yüzlü kimseler, bu cenâze filân zâtdır. Âhır zemân Peygamberine “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dürüst inandığı için, cenâzesi semâya kaldırıldı dediğini işitdim) cevâbını verince, (Beni böyle mubârek bir zâtı öldürmek için, gönderirsin. Allahü teâlânın ona olan ihsânını gördüğün hâlde, bozuk inancını düzeltmezsin) diyerek sövüp saydı. Kendi tevbe etdi. Sü’ûd, adamının bu sözlerine kulak bile vermedi. Osmân-ı Mudâyıkîyi Mekkede vâlî bırakıp, Der’ıyyeye gitdi.
Sü’ûd bin Abdül’azîz, Der’ıyyede kaldı. Medîne-i münevvereyi de ele geçirdi. Hac etmek istiyenleri ve doğru dürüst konuşabilenleri, yanına alarak Mekkeye doğru yola çıkdı. Vehhâbîliği övecek ve yayacak olan din adamları, önde gidiyordu. Bunlar Mekkeye girince, 1221 [m. 1806] Muharrem ayının yedinci Cum’a günü, Abdülvehhâb oğlunun yazdığı vehhâbî kitâbını (Mescid-i harâm) içinde okuyup anlatmağa başladılar. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” bunlara cevâb verdi. Bu cevâbları (Seyf-ül-Cebbâr) kitâbında yazılıdır. On gün kadar sonra, Sü’ûd bin Abdül’azîz de geldi. Şerîf Gâlib efendinin (Mu’allâ) denilen yerdeki konağına yerleşdi. Şerîf Gâlib efendiye dostluk gösterisi olarak, üzerindeki örtünün bir parçasını ona örtdü. Şerîf Gâlib efendi de,
buna dostluk gösterisinde bulundu. Şerîf Gâlib efendi, Sü’ûd ile birlikde Mescid-i Harâma gidip, Kâ’be-i muazzamayı tavâf etdiler.
1221 [m. 1806] senesinde, Şâm kâfilesinin Mekkeye yaklaşdığı işitildi. Sü’ûd, bu hâcıları Mekkeye sokmıyacağını bildirmek için, Mes’ûd bin Mudâyıkî adında birini kâfileye gönderdi. Mes’ûd, kâfileye gidip, (Siz evvelce bildirilen şartlara uymadınız. Sü’ûd bin Abdül’azîz size Sâlih bin Sâlih ile emr göndermişdi. Askersiz geliniz demişdi. Yanınızdaki bu askerler nedir? Emre uymadığınız için, Mekkeye giremezsiniz) dedi. Hac kâfilesinin emîri Abdüllah Pâşa, hac için geldiklerini bildirmek ve izn almak için Yûsüf pâşayı Sü’ûda gönderdi. Sü’ûd, Yûsüf pâşayı görünce: (Pâşa! Allahdan korkmasaydım, hepinizi öldürürdüm. Haremeyn ehâlîsi için ve Arab köylüleri için getirmekde olduğunuz altın torbalarını buraya getirip, hemen geri dönünüz! Bu sene hac yapmanızı yasak etdim) dedi. Yûsüf Pâşa, altın torbalarını teslîm edip geri döndü.
Şâm kâfilesinin hac yapması yasak edildiği haberi her tarafa yayıldı. İşiten müslimânlar şaşkına döndü. Mekkedeki müslimânlar, kendilerinin de Arafâta çıkmaları yasak edildi sanarak ağladılar, sızladılar. Ertesi gün, Mekkelilerin Arafâta gitmelerine izn verildi ise de, mahfe ve taht-ı revân içinde gitmeleri yasak edildi. Hâkimler, âlimler ve herkes merkeb veyâ deve ile Arafâta gitdiler. Arafât meydânında hutbeyi Mekke kâdîsı yerine vehhâbîlerden birisi okudu. Hacdan sonra Mekkeye döndüler.
Sü’ûd, Arafât dönüşünde, Mekke kâdîsı Hatîb-zâde Muhammed efendiyi işinden ayırıp, yerine vehhâbîlerden Abdürrahmânı getirdi. Abdürrahmân da, Muhammed efendiyi ve Medîne mollası Sü’âdâ beği ve Mekke-i mükerreme nakîbi Atâyî efendiyi getirip yerdeki keçe üzerine oturtdu. Sü’ûda bî’at ediniz dedi. Bu âlimler, vehhâbî inancına göre, (Lâ ilâhe illallah vahdehu lâ şerîke leh) diyerek müsâfeha etdiler ve yine yerlerine oturdular. Sü’ûd güldü, (Ben sizi ve şâm kâfilesi hâcılarını Sâlih bin Sâlihe bırakdım. Sâlih, iyi bir adamımdır. Ona güvenirim. Mahfe devesi ve yük devesi için üçer yüz ve merkeb için yüzelli kuruş vermek üzere Şâma gitmenize izn verdim. Bu kadar ucuz para ile Şâma gitmek, sizin için büyük bir ni’metdir. Sâyemde râhat ve sevinerek gidiniz. Bütün hâcılar, böylece gidip geleceklerdir. Bu da, benim bir adâletimdir. Pâdişâh-ı âl-i Osmân sultân üçüncü Selîm hân hazretlerine “rahmetullahi aleyh” mektûb yazdım. Kabrler üzerine türbe yapılmasının ve ölülere kurban kesilmesinin ve onları vesîle ederek düâ okunmasının yasak edilmesini istedim) dedi.
Sü’ûdun Mekkede yerleşmesi, dört sene devâm etdi. 1227 [m.
1812] senesinde, Mısr vâlîsi Muhammed Alî Pâşa, sultân Mahmûd-ı Adlîden “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” gelen emr üzerine Ciddeye geldi. Ciddeden ve Medîneden gönderdiği Mısr askerleri ile birleşerek kanlı bir muhârebeden sonra, Sü’ûdu Mekkeden çıkardılar.