20 - Kitâbın üçyüzellidördüncü sahîfesinde, (Enfâl sûresinin altmışdördüncü âyetinde, Allah sana ve sana tâbi’ olanlara yetişir. Ondan başkasına ihtiyâcımız yokdur buyurdu. İbni Kayyım ve İbni Teymiyye böyle olduğunu bildirdiler. Bu âyete, sana, Allah ve
sana tâbi’ olanlar yetişir demek yanlışdır dediler. Allahdan başka kimse kâfî olamaz. İki âyet önce, seni aldatmak isterlerse, Allah sana elbet kâfîdir. Seni, kendi yardımı ile ve mü’minlerin yardımları ile kuvvetlendirdi denildi. Kâfî olmak ile kuvvetlendirmek kelimelerini birbirinden ayırdı. Kâfî olmağı yalnız kendisi için, kuvvetlendirmeği ise, hem kendisi için, hem de kulları için kullandı. Mü’minler de, Allah bize kâfîdir, yetişir derler. Allah ve Peygamber bize kâfîdirler diyen olmamışdır. Yalnız Allah kâfî olur ve yalnız Ona tevekkül olunur) diyor.
İmâm-ı Beydâvî “rahime-hullahü teâlâ”, tefsîr âlimlerinin baş tâcı olup, 685 [m. 1285] de Tebrîzde vefât etmişdir. Bu büyük âlim, (Bu âyet-i kerîme Bedr gazâsında Bîdâ denilen yerde nâzil oldu. Yâhud, Mekkede otuzüç erkek ve altı kadın îmân etmişdi. Sonra hazret-i Ömer de îmân edince, bu âyet-i kerîme geldiğini Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” haber verdi) diyerek, âyet-i kerîmenin (Allahü teâlâ ve mü’minler sana kâfîdir) demek olduğunu bildirdi. Hüseynî tefsîri de böyle yazıyor. Celâleyn tefsîri, mü’minlerin kâfî olduğunu açıkça bildiriyor. İmâm-ı Rabbânî “rahime-hullahü teâlâ” ikinci cildin doksandokuzuncu mektûbunda buyuruyor ki, (Peygamberimiz “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât”, islâmiyyetin, hazret-i Ömerin yardımı ile kuvvetlenmesini ve yayılmasını, Allahü teâlâdan istedi. Hak sübhânehu ve teâlâ, sevgili Peygamberine, hazret-i Ömerle yardım eyledi ve Enfâl sûresinde meâlen, (Ey Peygamberim! Sana Allah ve senin izinde olanlar, yardımcı olarak yetişirler) buyurdu. Abdüllah ibni Abbâs hazretleri, bu âyet-i kerîmenin, hazret-i Ömer îmâna gelince indiğini haber verdi “radıyallahü anhüm”.)
Muhammed Hâdimî,[1] (Berîka) kitâbının binelliüçüncü sahîfesinde diyor ki, (İmâm-ı Muhammed “rahime-hullahü teâlâ” (Câmi’-us-sagîr) kitâbında, Peygamber hakkı için veyâ bir Velînin ismi hakkı için diyerek, düâ etmek, tahrîmen mekrûhdur buyurdu. (Hidâye) kitâbı bunu açıklarken, çünki, mahlûkların Allahü teâlâ üzerinde hakları yokdur dedi. Fekat, Allahü teâlânın sevdiği bir kuluna verdiği hakkı düşünerek böyle düâ etmek mekrûh değildir denildi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, (Yâ Rabbî! Sana düâ edenlerin hakkı için ve Muhammed aleyhisselâmın hakkı için) diyerek düâ etdi. Bezzâziyye fetvâsında da câiz denildi). İşte bunun gibi herkese, her yerde, her zemân, her işlerinde, yalnız Allahü teâlâ kâfîdir. Ondan başka yardımcı yokdur. Ondan
---------------------------------
[1] Hâdimî 1176 [m. 1762] de Konyada vefât etdi.
başkasından yardım istemek şirkdir. Fekat, Allahü teâlânın verdiği hakkı düşünerek, düâ etmek câiz olduğu bildirilmişdir. Allahü teâlâ, Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, sâlih kulları ve fen adamlarını ve çeşidli madde ve kuvvetleri, iş, para ve makâm sâhiblerini, kendi yaratmasına sebeb kılmışdır. Bu sebeblere yapışmak ve Allahü teâlânın yaratmasını, bu sebeblere sarılmakdan beklemek câiz olur. Bunlar, Allahü teâlânın yaratmasına sebeb olarak bize kâfîdir, yetişirler demek iyi olur. Bunun içindir ki, derin tefsîr âlimleri, yukarıdaki âyet-i kerîmeyi (Allahü teâlâ ve yanındaki mü’minler, sana kâfîdirler) olarak açıklamışlardır.
Vehhâbî kitâbının da, üçyüzseksenbirinci sahîfesinde yazılı, imâm-ı Ahmedin ve Müslimin “rahime-hümallahü teâlâ”[1] Ebû Hüreyreden “radıyallahü teâlâ anh” bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Rubbe eş’asin medfû’un bil-ebvâbi lev akseme alellahi le ebirrehu) buyuruldu. Ya’nî sözlerine kulak asılmıyan nice kimseler görürsünüz ki, bunlar, birşey için yemîn etseler, Allahü teâlâ bu sevgili kullarının hâtırı için, o şeyi hemen yaratır. Bu hadîs-i şerîf, tesavvuf ilminin ve Rehber arayıp onun gönlünü kazanmağa çalışmanın doğru olduğunu gösteren vesîkalardan biridir. Bu hadîs-i şerîfe dayanarak, (Berîka) ve (Hadîka) kitâblarında, söylenilmesi yasak olan altmış sözün yirmiüçüncüsünde diyor ki, (Yâ Rabbî! Şu Peygamberin veyâ ölü yâhud diri sâlih, Velî, âlim kulunun hürmeti, senin ona ihsân etdiğin kıymeti hürmetine senden istiyorum) demek câiz, ya’nî halâl olduğu, (Bezzâziyye) fetvâsında yazılıdır. (Münye) kitâbından ve başka eserlerden anlaşıldığına göre, böyle düâ etmek müstehabdır. Birçok âriflerin talebesine, (Allahü teâlâdan birşey istiyeceğiniz zemân, benden isteyiniz! Allahü teâlâ ile aranızda, şimdi ben vâsıtayım) dedikleri kıymetli kitâblarında yazılıdır. Ebül-Abbâs-ı Mürsî “rahime-hullahü teâlâ”[2] talebesine, (Allahü teâlâdan birşey isteyeceğiniz zemân, imâm-ı Muhammed Gazâlînin “rahime-hullahü teâlâ” hurmeti için isteyiniz!) buyururdu. Bunlar, birçok kitâblarda ve meselâ (Hadîka) ve (Hısn-ül-hasîn)de yazılıdır.