16 - İkiyüzelliyedinci sahîfesinde, (Ebû Dâvüdün rivâyet etdiği hadîsde bana salevât okuyunuz! Her nerede okursanız okuyunuz, bana bildirilir denildi. Demek ki, uzakda yakında okumak arasında ayrılık yokdur. Kabri bayram yeri gibi yapmağa hâcet yokdur) diyor.
Hucre-i se’âdeti ziyârete ihtiyâc olmadığını göstermek için, Resûlullahın, salât ve selâmdan haber aldığını yazmış, farkında olmıyarak, kendi kendisini yalanlamışdır. Ölü his etmez, duymaz diyordu. Şimdi de, haber aldığını yazıyor.
Dörtyüzonaltıncı sahîfesinde, (Ölüler kendilerine söylenileniduymazlar. Ölüden düâ, şefâ’at istemek, ona tapınmak olur) diyor.
Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kendisine okunulan salevâtdan haberdar olduğunu yazması ve yukarıdaki yazısı, birbirlerine uymamakdadır. Bundan başka, Ebû Dâvüddeki hadîs-i şerîflerden birini yazıyor. İkincisini yazmak işine gelmiyor. Hadîs âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevî “rahime-hullahü teâlâ”, (Medâric-ün-nübüvve) kitâbının üçyüzyetmişsekizinci sahîfesinde diyor ki, Ebû Dâvüdün Ebû Hüreyreden “radıyallahü teâlâ anhümâ” haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Bir kimse bana selâm verince, Allahü teâlâ, rûhumu bana geri verir. Onun selâmını işitir, cevâb veririm) buyuruldu. İbni Asâkirin “rahime-hullahü teâlâ” haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Kabrim yanında, bana salevât okununca, o salevâtı işitirim) buyuruldu.
17 - İkiyüzyetmişbir ve sonraki sahîfelerinde, (Ümmetimin üzerine sapık imâmlar gelmesinden korkuyorum buyuruldu. Ya’nî, müslimânları sapıtdıran âmirler, âlimler gelecek, kitâba uymıyan fetvâlar vereceklerdir. Bunlardan birçoğu derdleri, dileği olan, mezârıma gelsin, dileğini ona veririm derler. Ben Allaha çok yaklaşdım. İbâdet yapmak, benden afv edildi der. Evliyâ, dilediğine yardım eder. Dilekler, onlardan istenilir. Sıkışanlar, onların dirilerine ve ölülerine sarılınca se’âdete kavuşurlar. Onlar dilediklerini
yapar. Kerâmet gösterirler. Levhilmahfûzu bilirler. İnsanların gizli düşüncelerini anlarlar. Peygamberlerin ve Evliyânın mezârlarına türbe yapdırırlar. Bunlar, Allahdan başka şeylere tapınmakdır. Hadîsde, münâfıklar hak sözleri söyliyerek aldatırlar denildi. Hadîsde, ümmetimden çokları putlara tapınmadıkça kıyâmet kopmaz denildi. Kabrlere tapınan, Allaha şirk edinenler, buna ne diyecekler? Son senelerde putlara tapınmak fitnesi o kadar artdı ki, kimse görmez oldu. Muhammed bin Abdülvehhâb ortaya çıkıp, bunu önledi. Hükûmetler buna karşı durmak istediler ise de, adı her yere yayıldı. Buna inanan da, inanmıyan da çok oldu. Ebû Tâhir diyor ki, Sü’ûd oğulları, Abdülvehhâb oğlunun tevhîd bayrağını Arabistânın her yerine ulaşdırdı. Şirkin yayılmasını önlemek, şirki yok etmek lâzımdır. Kabrler üzerine yapılan türbeler de böyledir. Her türbe puthâne olmuşdur. Yeryüzünde bunları hiç bırakmamalıdır. Bunların çoğu Lât ve Uzzâ putları gibidir. Müslimânların çoğumüşrik oldu. Ümmetimden otuz deccâl çıkacakdır hadîsi meşhûrdur. Seyyid Muhammed Sıddîk bin Hasen hân[1] (Kitâb-ül-izâga)sında, bu deccâllardan birinin firenk habîsi gulâm Ahmed Kadıyânî olduğunu yazmakdadır. Bu hindli kâfir, önce Mehdî olduğunu söyledi. Sonra, hıristiyan devletin yardımı ile, Peygamber olduğunu bildirdi. Abdüllah ibni Zübeyrin hilâfeti zemânında ortaya çıkan Muhtâr Sekafî de, bu deccâllardan biri idi. Ehl-i beyti sevdiğini, hazret-i Hüseynin kâtillerinden intikam alacağını söyledi. Çok müslimân öldürdü. Sonra, Peygamber olduğunu, kendisine Cebrâîl geldiğini söyledi) diyor.
Kitâbın müellifi, müslimânların üzerine sapık, dinsiz hükûmetlerin ve din adamlarının geleceğini haber veriyor. İslâm âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” bu sapık din adamlarının müslimânları doğru yoldan çıkardıklarını bildirmekdedir. Mezhebsizler islâm memleketlerinde câsûslar ele geçirip, bu satılmış mezhebsiz ajanlar ile müslimânları aldatıyorlar. Bozuk kitâblar basdırarak, Ehl-i sünneti yıkmağa, Ehl-i sünnetin büyük âlimlerine, Velîlerine “rahime-hümullahü teâlâ” leke sürmeğe çalışıyorlar.
İmâm-ı Rabbânî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” ikiyüzellibeşinci mektûbda buyuruyor ki, (Hazret-i Mehdî “rahime-hullahü teâlâ” islâmiyyeti yayacak. Resûlullahın sünnetlerini ortaya çıkaracak. Bid’at işlemeğe ve bid’atleri müslimânlık olarak yaymağa alışmış olan Medînedeki din adamı, Mehdînin sözlerine şaşıp, bu adam bizim dînimizi yok etmek istiyor diyecek. Hazret-i Mehdî,
---------------------------------
[1] Sıddık Hasen hân vehhâbî 1307 [m. 1891] de
Hindistânda öldü.
bu din adamının öldürülmesini emr edecekdir). Bu haberden mezhebsizlerin Medînede zuhûr edeceği ve uzun zemân kalacağı ve hazret-i Mehdî tarafından büsbütün yok edileceği anlaşılmakdadır.
Kitâbın müellifi, burada da, kâfirleri, müşrikleri ve münâfıkları bildiren âyet-i kerîmeleri ve hadîs-i şerîfleri yazıyor. Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” bunlara yapdıkları açıklamaları uzun bildirerek, doğru yolu savunucu görünüyor. Sonra, Ehl-i sünnet olan temiz müslimânlara saldırıyor. Türbelere puthâne, Evliyâya put diyebilmek için, âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere yanlış ma’nâ vermekden sıkılmıyor. Te’vîlli olan âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere yanlış ma’nâ veren kimse, te’vîlini biliyorsa, (Bid’at sâhibi), ya’nî sapık olur. Te’vîle lüzûm olmayan açık nasslara yanlış ma’nâ vererek, islâmiyyete saldıran, müslimânlara müşrik diyen ise kâfir olur. Nassları yanlış te’vîl eden, kâfir olmıyor ise de, müslimânlar arasında bölücülük yapıyor. Yalnız kendisi müslimân imiş. Asrlar boyunca gelmiş geçmiş milyonlarca müslimân müşrik imiş. Şimdi yeryüzündeki müslimânların çoğu da ölülere tapınıyorlarmış.
Hadîs-i şerîfde bildirilen câhil, sapık imâmların, kimler olduğu meydândadır. Bin seneden beri gelmiş mü’minlerin doğru yollarından ayrılarak sapıtmışlardır. Müslimânları doğru yoldan sapıtdıran zâlim devlet adamlarının da kimler olduğunu her mü’min bilmekdedir. Bunlar, müslimân ve (tevhîd ehli) adı ile müslimânlara zulm eden, Ehl-i sünneti, doğru yoldaki mü’minleri öldüren vehhâbîlerdir. Vehhâbî yazar, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden yanlış ma’nâlar çıkararak, Ehl-i sünnet kitâblarına uymıyan fetvâlar veriyor. Müslimânlara müşrik diyor. Hiçbir islâm âlimi “rahime-hümullahü teâlâ”, (Dileği olan mezârıma gelsin, istediğini yaparım) dememişdir. Bunu, kitâbın yazarı uydurmakda, müslimânlara iftirâ etmekdedir. İslâm âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, Allaha çok yaklaşdım dememişdir. Allahü teâlânın kendilerine ihsân etdiği kerâmetlerin duyulmasını bile istememişlerdir. En büyük kerâmet, islâm dîninin ahkâmına, ya’nî emr ve yasaklarına uymak, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” izinde bulunmak olduğunu bildirmişlerdir. Abdülkâdir-i Geylânî “rahime-hullahü teâlâ” talebesi ile çölde giderken, hava karardı. Şimşekler, gök gürültüleri arasında, bulutlardan bir ses gelerek, (Kulum Abdülkâdir! Seni çok seviyorum. Bugünden sonra ibâdet yapmağı, senden afv eyledim!) sesi işitildi. O büyük Velî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hemen, (Kezzebte yâ Kezzâb!) dedi.
(Yalan söyledin! Ey yalancı şeytân! Beni aldatamazsın. Allahın sevgilisi olan Muhammed aleyhisselâmdan, ibâdet afv edilmedi. Ölüm hastalığında bile, birisine dayanarak cemâ’ate geldi. Hiçbir kuldan ibâdet afv olunamaz!) buyurdu. Kitâbın müellifi böyle mubârek Velîlere “rahime-hümullahü teâlâ” iftirâ etmekden hayâ etmiyor. Türbelerdeki Evliyâya tevessül etmek, yalvarmak şirkdir diyor. Hâlbuki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, (İşlerinizde şaşırdığınız [bunaldığınız] zemân, kabrde olanlardan yardım isteyiniz!) buyurdu. Müslimânların, Evliyânın kabrlerini ziyâret etmeleri, onlardan yardım beklemeleri, bu hadîs-i şerîfe uydukları içindir.
İslâm âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, bu hadîs-i şerîfe uyarak Evliyânın “rahime-hümullahü teâlâ”, kabrlerini ziyâret etmişler, feyz aldıklarını bildirmişlerdir. İmâm-ı Rabbânî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” ikiyüzdoksanbirinci mektûbunda buyuruyor ki, (Dehli şehrinde, bayram günü, hocam Muhammed Bâkî billâhın mezâr-ı şerîfini ziyârete gitmişdim. Mubârek mezârına teveccüh etdiğim zemân, mukaddes rûhâniyyeti ile iltifât buyurdu. Bu garîbi öyle okşadı ki, Hâce Ubeydüllah-i Ahrârdan “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” kendisine gelmiş olan feyzleri ihsân eyledi. Bu nisbete kavuşunca, Tevhîd ma’rifetlerinin hakîkati hâsıl oldu).
Yukarıdaki hadîs-i şerîf, birçok kitâbda yazılıdır. Müslimânlar arasında meşhûr olmuşdur. Osmânlı devletinin şeyh-ul-islâmlarından dokuzuncusu, büyük âlim, müftî-üs-sekaleyn, ya’nî insanlara ve cinne fetvâlar vermiş olan Ahmed Şemseddîn ibni Kemâl efendinin “rahime-hullahü teâlâ”[1] (Kırk hadîs) kitâbının türkçe tercemesi, hicretin (1316) senesinde İstanbulda basılmışdır. Bu kitâbında diyor ki:
İzâ
tehayyertüm fil-umûr,
feste’înû
min ehlil-kubûr!
Ya’nî, işlerinizde şaşırdığınız zemân, kabrdekilerden yardım isteyiniz! İnsanın rûhu, bedenine âşıkdır. Ölüp, rûh bedenden ayrılınca bu sevgisi yok olmaz. Rûhun bedene olan bağlılığı ve çekmesi, öldükden sonra yok olmaz. Ölünün kemiğini kırmak ve kabr üzerine basmak, hadîs-i şerîfle, bunun için yasak edilmişdir. Bir kimse, bir Velînin “rahime-hullahü teâlâ” kabrini ziyâret edince, ikisinin rûhu buluşurlar. Çok fâide hâsıl olur. Kabr ziyâretine izn verilmiş olması, bu fâidenin hâsıl olması içindir. Bundan baş-
---------------------------------
[1] Ahmed ibni Kemâl 940 [m. 1534] de İstanbulda vefât etdi.
ka, gizli fâideleri de yok değildir. [İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ”, (Redd-ül-muhtâr) kitâbının önsözünde diyor ki, imâm-ı Muhammed Şâfi’î, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeye “rahime-hümullahü teâlâ” karşı çok edebli, saygılı idi. (Ebû Hanîfe ile bereketleniyorum. Kabri yanına gidiyorum. Güç bir süâl karşısında kaldığım zemân, kabri yanında iki rek’at nemâz kılıp, Allahü teâlâya düâ ediyorum. Cevâbı hemen hâtırıma geliyor) buyurmuşdur.] Kabrdekinin rûhu ile ziyâretcinin rûhu, birer ayna gibidir. Işıkları birbirlerine aks eder. Ziyâret eden, kabre bakıp, Allahü teâlânın kazâsına râzı olup, rûhu bunu duyunca, ilmi ve ahlâkı feyzlenir. Bu feyz, kabrdekinin rûhuna aks eder. Meyyitin rûhuna, cenâb-ı Hakdan gelmiş olan ilm ve feyzler de, ziyâret edenin rûhuna aks eder. Şâfi’î âlimlerinden Alâüddîn Alî bin İsmâ’îl Konevî “rahime-hullahü teâlâ,[1] (El-a’lâm fî-Hayât-il-enbiyâ aleyhimüssalâtü vesselâm) kitâbında diyor ki, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve bütün müslimânların rûhları, kabrlerine ve anıldıkları yerlere inerler. Rûhların, kabrleri ile bağlılıkları vardır. Bunun için, kabr ziyâreti müstehabdır. Kendilerine verilen selâmı işitirler ve cevâb verirler. Hâfız, ya’nî hadîs âlimi Abdülhak Eşbilî “rahime-hullahü teâlâ” (Akîbet) kitâbında diyor ki, hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, tanıdığı bir mü’min kardeşinin kabrine gelip, ona selâm verince, meyyit onu tanır ve selâmına cevâb verir) buyuruldu. Fahreddîn Gazanfer Tebrîzî diyor ki, birşeyi çok düşünür, hiç anlıyamazdım. Hoca Tâceddîn-i Tebrîzînin “rahime-hullahü teâlâ” kabri başında oturup düşündüm. Anladım. Ba’zı âlimler, (İşlerinizde şaşırdığınız zemân, kabrdekilerden yardım isteyiniz) hadîs-i şerîfindeki (kabrde olanlar), (Ölmeden önce ölünüz!) emrine uyarak, tesavvuf yolunda yükselmiş olan Evliyâdır dediler. Ahmed ibni Kemâl efendinin yazısı temâm oldu. [İbni Âbidîn, 1252 [m. 1836] de Şâmda, Abdülhak Eşbîlî Mâlikî, 582 [m. 1187] de vefât etmişlerdir.]
Bu hadîs-i şerîfin açıklanması, (El-Besâir li-münkir-it-tevessül-i bi-ehl-il-mekâbir) kitâbında yazılıdır. Bu kitâb arabî olup, İstanbulda 1395 [m. 1975] de, ofset baskısı yapılmışdır.
(Münâfıklar, hak söyliyerek, müslimânları aldatırlar!) hadîs-i şerîfi de, bu kitâbın müellifini haber veriyor. Kitâba, âyet-i kerîmeleri ve hadîs-i şerîfleri ve Ehl-i sünnet âlimlerinin hak sözlerini doldurup, aralarına sapık inançları serpişdirmiş. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kabrdekilerden yardım isteyiniz buyuruyor. Bu ise, böyle yapanlara müşrik diyor. Bu hadîs-i şerîfi yasak ediyor. Resûlullahın emrine şirk diyor.
---------------------------------
[1] Alî Konevî 729 [m. 1328] de vefât etdi.