15 - İkiyüzellidokuzuncu
sahîfesinde, (Mescid-i nebevîye nemâz kılmak için girenin, selâm vermek için, kabre gitmesi
yasakdır.
Mescide her girişde, kabr-i Nebîye gitmeğe, imâm-ı Mâlik mekrûhdur dedi. Sahâbe ve Tâbi’în mescide gelir.
Nemâz kılar ve çıkarlardı. Selâm vermek
için kabre gelmezlerdi. Çünki, islâmiyyetde böyle birşey emr edilmemişdir.
Meyyitin rûhunun, kendi şeklinde görünmesi yalandır. Böyle görünmek, yalnız Mi’râc gecesi
olmuşdur. Eshâbın yapmadıklarını, sonra gelenler
yapdılar.
Eshâbdan birkaçı, yalnız uzakdan
gelince, yalnız selâm
vermek için kabre uğrardı. Abdüllah ibni
Ömer yoldan gelince, kabre uğrar
selâm verirdi. Başkasının böyle yapdığı görülmedi.
Ahmed Rıfâ’înin
Peygamberin elini öpdüğü yalandır, uydurmadır. Hucre-i
se’âdet önünde düâ ederken, kabre dönmeyip kıbleye dönmek lâzım olduğu sözbirliği ile
bildirilmişdir. Hucre-i se’âdeti ziyâret için, uzak yerlerden gelmek hadîs ile
yasak edilmişdir) diyor.
(Mir’ât-i Medîne) kitâbında diyor ki:
Hadîs-i şerîfde, (Kabrimi ziyâret edene şefâ’atim vâcib oldu) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfi ibni Huzeyme ve Bezzâr ve Alî DâreKutnî[1] ve Süleymân Taberânî[2] “rahime-humullah” haber vermekdedir. Bezzâr hazretlerinin bildirdiği başka bir hadîs-i şerîfde, (Kabrimi ziyâret edene şefâ’atim halâl oldu) buyuruldu. Müslim-i şerîfdeki ve Ebû Bekr bin Mekkârînin “rahime-hullahü teâlâ” (Mu’ceme) kitâbında bildirilen hadîs-i şerîfde, (Bir kimse beni ziyâret etmek için gelse ve başka birşey için niyyeti olmasa, kıyâmet günü, ona şefâ’at etmemi hak etmiş olur) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” ziyâret etmek için Medîne-i münevvereye gelenlere, şefâ’at edeceğini haber vermekdedir.
İmâm-ı Taberânînin ve Dâre-Kutnînin ve diğer hadîs imâmlarının “rahime-hümullahü teâlâ” bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Hac edip kabrimi ziyâret eden kimse, beni diri iken ziyâret etmiş gibi olur) buyuruldu. İbni Cevzî “rahime-hullahü teâlâ” de, bu hadîs-i şerîfi haber vermekdedir. Dâre-Kutnînin haber verdiği başka bir hadîs-i şerîfde, (Hac edip de, beni ziyâret etmiyen kimse, beni incitmiş olur) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfi imâm-ı Mâlik “rahime
---------------------------------
[1] Dâre-Kutnî 385 [m. 995] de vefât etdi.
[2] Taberânî 360 [m. 971] de vefât etdi.
hullahü teâlâ” de bildirmişdir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ziyâret olunmak istemeleri, ümmetinin, bu yoldan da sevâb kazanmaları içindir. İmâm-ı Beyhekînin haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Bir kimse bana selâm verince, Allahü teâlâ, rûhumu geri verir. Onun selâmına cevâb veririm) buyuruldu. İmâm-ı Beyhekî, bu hadîs-i şerîfe dayanarak, Peygamberler mezârlarında diridirler buyurdu. Mubârek rûhunun geri verilmesi demek, yüksek makâmında iken, selâm verene cevâb verir demekdir.
Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” mezârlarında diri olduğunu bildiren hadîs-i şerîfler o kadar çokdur ki, birbirlerini kuvvetlendirmekdedirler. Meselâ, (Kabrimin yanında, benim için okunan salevâtı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir) buyurulmuşdur. Bu hadîs-i şerîfi Ebû Bekr bin Ebî Şeybe “rahmetullahi aleyhimâ” bildirmişdir ve altı büyük hadîs imâmının kitâblarında vardır.
Abdüllah bin Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ”dan ibni Ebiddünyânın haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, bir tanıdığının kabrine uğrayıp selâm verse, meyyit onu tanır ve cevâb verir. Tanımadığı meyyite selâm verirse, meyyit sevinir ve cevâb verir) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, dünyânın her yerinde, aynı zemânda salât ve selâm edenlerin herbirine ayrı ayrı nasıl cevâb verir denilirse, güneşin bir anda binlerce şehre ışık salması gibidir cevâbı verilir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretlerine selâm verince, onu tanıdığı ve cevâb verdiği anlaşılınca, bir müslimân için bundan büyük bir şeref ve se’âdet olabilir mi? İbrâhîm bin Bişâr “rahmetullahi aleyh”, (Hac etdikden sonra, kabr-i se’âdeti ziyâret için Medîneye gitdim. Hücre-i se’âdet önünde selâm verdim. Vealeykesselâm cevâbını işitdim) buyurmuşdur. Şi’r:
Sakın terk-i edebden,
kûy-i mahbûb-i Hudâdır bu,
Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâdır bu!
Murâ’ât-i
edeb şartiyle gir Nâbî bu dergâhe,
Metâf-i
kudsiyândır,
bûsegâh-i Enbiyâdır bu!
Hadîs-i şerîfde, (Ben öldükden sonra, diri iken olduğu gibi anlarım) buyuruldu. Başka bir hadîs-i şerîfde, (Peygamberler kabrlerinde diri olup nemâz kılarlar) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfler, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” kabrde, bilmediğimiz bir hayât ile diri olduğunu göstermekdedir. Evliyânın büyüklerinden Seyyid Ahmed Rıfâ’înin ve birçok Velîlerin “rahime-hümullahü teâlâ”, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
verdikleri selâmın cevâbını işitdikleri ve Ahmed Rıfâ’înin, Resûlullahın mubârek elini öpmekle şereflenmiş olduğu, çok sağlam kitâblarda yazılıdır. Bunlara yalandır demek güneşi balçıkla sıvamağa benzer. Seyyid Ahmed Rıfâ’î, [512] de Basrada tevellüd, 578 [m. 1183] de Mısrda vefât etdi. İkinci Abdülhamîd hân “rahime-hullahü teâlâ” bunun türbesini ve mescidini ta’mîr ve fevkal’âde tezyîn etdi. İslâm âlimlerinin büyüklerinden Celâleddîn Abdürrahmân Süyûtî “rahime-hullahü teâlâ” (Şeref-ül Muhkem) adındaki kitâbında muhâliflere vesîkalarla cevâb vermekde, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kabrinde diri olup, selâm verenleri işitdiğini isbât eylemekdedir. Bu kitâbında bildirdiği hadîs-i şerîflerden biri (Mi’râc gecesinde, Mûsâ Peygamberi kabrinde nemâz kılarken gördüm)dür. Bu hadîs-i şerîfi, (Hilye) kitâbının sâhibi Ebû Nu’aym “rahime-hullahü teâlâ” da bildirmekdedir. Abdürrahmân Süyûtî, 911 [m. 1505] de Mısrda vefât etmişdir.
Ebû Ya’lânın “rahime-hullahü teâlâ”[1] (Müsned)inde bulunan bir hadîs-i şerîfde, (Peygamberler, kabrlerinde diri olup nemâz kılarlar) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” son hastalığında, (Hayberde yimiş olduğum yemeğin acısını her zemân duyardım. O gün yidiğim zehr, şimdi ebherimi, ya’nî avort damarımı koparmakdadır) buyurdu. Bu hadîs-i şerîf, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” şehîd olarak vefât etdiğini bildiriyor. Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresinin yüzaltmışdokuzuncu âyetinde meâlen, (Allah yolunda şehîd olanları, ölü sanmayınız! Onlar diridirler) buyurdu. Resûlullah efendimizin de “sallallahü aleyhi ve sellem” bütün şehîdler gibi kabrinde diri olduğu buradan da anlaşılmakdadır.
İmâm-ı Süyûtî “rahmetullahi aleyh” kitâbında, (Yüksek derecedeki Velîler “rahime-hümullahü teâlâ” Peygamberleri ölmemiş gibi görürler. Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Mûsâ aleyhisselâmı mezârında diri olarak görmesi bir [Mu’cize] idi. Evliyânın da böyle görmeleri [Kerâmet]dir. Kerâmete inanmamak, câhillikden ileri gelir) buyurmakdadır.
İbni Habbân ve İbni Mâce ve Ebû Dâvüdün “rahime-hümullahü teâlâ” bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Cum’a günleri bana çok salevât okuyunuz! Bunlar, bana bildirilir) buyuruldu. Öldükden sonra da bildirilir mi denildikde, (Toprak, Peygamberlerin vücûdünü çürütmez. Bir mü’min bana salevât okuyunca, bir melek ba-
---------------------------------
[1] Ahmed Ebû Ya’lâ 307 [m. 920] de Mûsulda vefât etdi.
na haber vererek, ümmetinden falan oğlu filân, sana selâm söyledi ve düâ etdi der) buyurdu. Bu hadîs-i şerîfler, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” mezârında, dünyâdakilerin bilemediği bir hayât ile diri olduğunu göstermekdedir. Zeyd bin Sehl “radıyallahü anh” buyurdu ki, bir gün Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrunda oturuyordum. Mubârek yüzü gülüyordu. Niçin tebessüm buyurduklarını sordum. (Nasıl sevinmiyeyim? Biraz önce Cebrâîl aleyhisselâm müjde getirdi: Allahü teâlâ buyurdu ki, ümmetinden biri sana bir salevât söyleyince, Allahü teâlâ, ona karşılık on salevât eder dedi) buyurdu.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” diri iken, Eshâbına Allahü teâlânın bir rahmeti olduğu gibi, öldükden sonra da bütün ümmeti için, büyük ni’metdir. İyiliklere sebebdir.
Mehâl bin Amr diyor ki, bir gün Sa’îd bin Müseyyib ile birlikde “rahime-hümullahü teâlâ” Ümm-i Seleme “radıyallahü anhâ” vâlidemizin odasının yanında oturuyordum. Birçok kimse ziyâret için Hucre-i se’âdet önüne geldiler. Sa’îd, bunlara şaşıp, ne kadar ahmak adamlar! Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” kabrde sanıyorlar. Peygamberler kabrlerinde kırk günden ziyâde kalırlar mı? dedi. Hâlbuki Sa’îd Medînedeki Harre denilen felâket gününde, Kabr-i se’âdetden ezân sesi işitdiğini haber vermişdir. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” evi sarıldığı zemân, (Ben Medîneden ve Resûlullahın yanından ayrılıp başka yere gitmem) buyurmuşdur. Mehâl bin Amrın Sa’îdden işitdim dediği söz doğru olsaydı, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kabrini ziyâret için çağırmazdı. Şöyle ki: Bilâl-i Habeşî “radıyallahü teâlâ anh” Kudüsün fethinden sonra, rü’yâsında Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” aldığı emr üzerine Medîneye gelip, Kabr-i se’âdeti ziyâret etdi. Müslimânların halîfesi olan Ömer bin Abdül’azîz “radıyallahü teâlâ anh” Şâmdan Medîneye husûsî me’mûrla salât ve selâm gönderirdi. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” Kudüsü aldıkdan sonra, Medîne-i münevvereye dönünce, önce Hucre-i se’âdete girip, Resûlullahı ziyâret etdi ve salât ve selâm söyledi. [Sa’îd bin Müseyyib, Medînedeki yedi meşhûr âlimden biri olup, 91 [m. 710] de Medînede vefât etmişdir.]
Yezîd bin Mehrî diyor ki, Şâmdan Medîneye gidiyordum. Mısr vâlîsi olan Ömer bin Abdül’azîze “radıyallahü teâlâ anh”[1] uğradım. Bana dedi ki, ey Yezîd! Resûlullahı ziyâret se’âdetine kavuş-
---------------------------------
[1] Ömer bin Abdül’azîz 101 [m. 720] de şehîd edildi.
duğun zemân benden salât ve selâm söylemeni ricâ ederim!
Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anhümâ”, her seferden dönüşde, Hucre-i se’âdete girer, önce Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem”, sonra hazret-i Ebû Bekri, ondan sonra babası hazret-i Ömeri “radıyallahü teâlâ anhümâ” ziyâret edip, her birine selâm verirdi. Bunu, imâm-ı Nâfi’ “rahime-hullahü teâlâ” haber vermekdedir. Doğru olduğunu (Feth-ul Mecîd) vehhâbî kitâbı da yazmakdadır. Hem, Peygamberin kabrini ziyâret etmek, islâmiyyetde bildirilmemişdir diyor. Hem de, yalnız Abdüllah bin Ömer ziyâret ederdi diyor. Başkaları ziyâret etmedi diyor. Hâlbuki, Eshâb-ı kirâmın çoğunun “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ziyâret etdikleri, kıymetli kitâblarda bildirilmişdir. [Nâfi’, Abdüllah bin Ömerin “radıyallahü teâlâ anhümâ” âzâdlısı idi. 120 [m. 737] de, Medînede vefât etdi.] Abdüllah ibni Ömerin islâmiyyetde izn verilmemiş bir şeyi yapdığını söylemek çirkin bir iftirâdır. Kitâbın yazarı, işine geldiği zemân, Eshâb-ı kirâmı çok övmekde, işine gelmediği zemân da, böyle çok çirkin iftirâ yapmakdan sıkılmamakdadır. Kabr-i se’âdeti ziyâret edip, salât ve selâm okumak câiz olmasaydı, Abdüllah bin Ömer “radıyallahü anhümâ” böyle yapmazdı ve onu gören Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” yasak olduğunu ona söylerlerdi. Onun yapması ve görenlerin ses çıkarmamaları, câiz ve sevâb olduğunu göstermekdedir. İmâm-ı Nâfi’ “rahmetullahi aleyh” diyor ki, Abdüllah ibni Ömerin Resûlullahın kabri başına gelip, (Esselâmü aleyke yâ Resûlallah!) dedikden sonra, (Esselâmü aleyke yâ Ebâ Bekr!) dediğini ve sonra (Esselâmü aleyke yâ ebî) dediğini, belki yüzden fazla gördüm.
Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, birgün mescid-i şerîfe girip, Fâtımanın “radıyallahü anhâ” odası önünde çok ağladı. Sonra Hucre-i se’âdete girip, (Esselâmü aleyke yâ Resûlallah) dedi. Yine ağladı. Sonra, (Aleykümesselâm ya ehaveyye ve rahmetullah) diyerek, hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömere “radıyallahü anhümâ” selâm verdi. Sonra çekilip gitdi.
Bunun için, fıkh âlimlerimiz “rahime-hümullahü teâlâ” hac vazîfesini yapdıkdan sonra, Medîne-i münevvereye gelerek, Mescid-i şerîfde nemâz kıldılar. Sonra (Ravda-i mutahhera) ile minber-i münîri ve Arş-ı a’lâdan efdal olan Kabr-i şerîfi, sonra oturdukları, yürüdükleri, dayandıkları yerleri, vahy geldiği zemân dayandıkları direği ve mescid yapılırken ve ta’mîr edilirken çalışan ve para vermekle şereflenen Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” geçdikleri yerleri ziyâret ederler, görmekle bereketlenirlerdi. Onlardan sonra gelen âlimler, sâlihler de, hacdan
sonra Medîneye gelirler, fıkh âlimlerimiz gibi yaparlardı. Bugüne kadar hâcılar da, bunun için Medîne-i münevverede ziyâretler yapmakdadırlar.
Âlimler, önce Medîneye mi gitmeli, yoksa Kabr-i se’âdeti hacdan sonra mı ziyâret etmeli süâline başka başka cevâb verdiler. Tâbi’înin büyüklerinden Alkama ve Esved ve Amr bin Meymûn “rahime-hümullahü teâlâ” önce Medîneye gitmeli dediler. İslâm âlimlerinin güneşi olan imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahime-hullahü teâlâ” önce Hac yapmak, sonra Mekkeden Medîneye gitmek dahâ iyi olur buyurdu. Ebülleys-i Semerkandînin “rahime-hullahü teâlâ” fetvâsında da böyle yazılıdır. [Ebülleys Nasr Semerkandî, 373 [m. 983] de vefât etmişdir.] Sultân ikinci Abdülhamîd hân “rahmetullahi aleyh”[1] zemânında bundan dolayı Osmânlı hâcılarının iki bayram arasında Medîne-i münevvereye gidip, hac zemânı gelince, Medîneden Mekkeye gitmeleri âdet olmuşdur. Hâcıların bir kısmı da, önce Mekkeye gidiyor. Arafâtdan sonra Medîneye gelip ziyâretleri yapıyorlar. Buradan Yenbû’ iskelesine gelip vapurlara biniyorlar. Süveyş kanalı yolu ile memleketlerine dönüyorlardı. (Şifâ-i şerîf) kitâbının yazarı kâdî İyâd ve Şâfi’î âlimlerinden imâm-ı Nevevî ve Hanefî âlimlerinden ibni Hümâm “rahime-hümullahü teâlâ” buyurdular ki, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mubârek türbesini ziyâretin çok sevâb olduğu, icmâ’i ümmet ile belli olmuşdur. Vâcib diyen âlimler de vardır. Kabr ziyâreti sünnetdir. Kabrlerin en kıymetlisi olan (Hucre-i se’âdet)i ziyâret, sünnetlerin en kıymetlisi olur. [Kâdî İyâd 544 [m. 1150] de Merrâkişde, Yahyâ Nevevî 676 [m. 1277] de Şâmda, İbni Hümâm Muhammed Sivâsî de 861 [m. 1456] de vefât etdiler.] Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Bakî kabristânını ve Uhud şehîdlerini ziyâret ederdi. Hindistânın büyük âlimlerinden, Abdülhak-ı Dehlevî “rahime-hullahü teâlâ” 1052 [m. 1642] de vefât etdi. Fârisî (Medâric-ün-nübüvve) kitâbında Uhud gazvesini anlatırken buyuruyor ki, Ebû Ferde “radıyallahü anh” buyurdu ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, birgün Uhud şehîdlerini ziyâret etdi. (Ey ibâdete lâyık olan Rabbim! Senin bu kulun ve Resûlün şâhidim ki, bunlar senin rızânı kazanmak için şehîd oldular!) dedikden sonra, bize dönerek, (Bir kimse bunları ziyâret ederse ve selâm verirse, bunlar o selâm sâhibine cevâb verirler.
---------------------------------
[1] Abdülhamîd hân 1336 [m. 1918] de vefât etdi.
Kıyâmete kadar, böyle cevâb verirler) buyurdu. Peygamberimiz, Uhud şehîdlerini ziyârete gider, (Sabr etdiniz. Size selâm olsun!)buyururdu. Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” de, halîfe iken, Uhud şehîdlerini ziyâret ederek, böyle söylerlerdi. Fâtıma-ı Huzâiyye “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki, Uhud meydânından geçiyordum. (Ey Resûlün amcası Hamza “radıyallahü teâlâ anh”, sana selâm olsun!) dedim. (Allahın selâmı ve rahmeti ve bereketi sana olsun!) cevâbını işitdim. Utâf bin Hâlid Mahzûmî “rahime-hullahü teâlâ” teyzesinden haber verdi ki, Uhud şehîdlerini ziyârete gitmişdi. Şehîdlere selâm verdi. Selâmına cevâb verdiler ve (Biz sizi tanıyoruz) dediler.
Nisâ sûresinin altmışüçüncü âyetinde meâlen, (Onlar nefslerine zulm etdikden sonra, gelirler. Allahü teâlâdan afv dilerler. Resûlüm de, onlar için istiğfâr ederse, Allahü teâlâyı elbette tevbeleri kabûl edici ve merhamet edici olarak bulurlar) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, Kabr-i se’âdeti ziyâret etmeği emr etmekdedir. Bu âyet-i kerîme, hem erkekler içindir, hem de kadınlar içindir. Kabr-i se’âdeti ziyâret ederken, bu âyet-i kerîmeyi okumanın müstehab olduğu bildirilmişdir.
İmâm-ı Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki, Muhammed bin Harb Hilâlîden “radıyallahü teâlâ anh” işitdim. Dedi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” defn olundukdan üç gün sonra, Hucre-i se’âdeti ziyâret edip, bir köşeye oturmuşdum. Bir köylü gelip, kendini Kabr-i se’âdet üzerine atdı. Kabr-i şerîf üstünden toprak alıp, yüzüne gözüne saçdı. Yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”! Hak teâlâ senin için buyuruyor, diyerek yukarıdaki âyet-i kerîmeyi okudu. Ben, nefsime zulm etdim. İstiğfâr için seni vesîle ediyorum, dedi. Kabr-i se’âdetden bir ses gelerek, sana müjde olsun! Günâhların afv edildi dediği işitildi.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Uhud şehîdlerini ziyâret için, Medîneden Uhuda teşrîf etmişdir. Bundan dolayı, Kabr-i se’âdeti ziyâret için, Medîne-i münevvereye gitmek de elbette ibâdet olur. Bunun çok sevâb olduğunu, islâm âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” sözbirliği ile bildirmişlerdir.
(Yalnız üç mescide ziyâret için gidilir) hadîs-i şerîfi, Kabr-i se’âdeti ziyâret için Medîne-i münevvereye gitmenin çok sevâb olduğunu göstermekdedir. Bu ziyâreti yapmıyanlar, bu çok sevâbdan mahrûm kalırlar. Belki de, vâcibi terk etmiş olacaklardır. Bu üç mescidden başkasını ziyâret için, uzak yola çıkmak, Allah rızâsı için olursa câizdir. Başka niyyetlerle olursa harâmdır. [Bu üç mescid: Mescid-i harâm ve mescid-i Nebevî ve mescid-i Aksâdır.]
Süâl: İmâm-ı Hasen bin Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Kabr-i se’âdet yanında ziyâretcilerin kabre yaklaşmalarına izn vermezdi. İmâm-ı Zeynel’âbidîn “radıyallahü anh”[1] de, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kabrimi bayram yeri yapmayınız! Evlerinizi mezârlık yapmayınız! Bulunduğunuz yerde bana salât ve selâm söyleyin! Söyledikleriniz bana bildirilir) buyurduğunu söyliyerek, Kabr-i se’âdete yaklaşmağa izn vermezdi. Buna ne dersiniz?
Cevâb: Bu sözler, (yalnız üç mescide ziyâret için gidilir) hadîs-i şerîfine uygun değildir. Fekat, bu iki imâmın sözü, ziyâretde saygısızlık yapanlar için olsa gerekdir. Hattâ imâm-ı Mâlik “rahmetullahi aleyh”, Kabr-i se’âdet yanında çokca oturmağa izn vermemişdir. İmâm-ı Zeynel’âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” Hucre-i se’âdeti ziyâret ederdi. (Ravda-i mutahhera) tarafındaki direk yanında durup, selâm verirdi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek başının, hucrenin bu tarafında olduğu, bundan anlaşılırdı. Resûlullahın mubârek zevcelerinin “radıyallahü teâlâ anhünne” odaları (Mescid-i se’âdet) içine katılmazdan önce, burası, ziyâret yeri idi. Hucre-i se’âdetin kapısı önünde durup selâm verirlerdi.
Hârun bin Mûsâ Hirevî, ceddi Alkamaya sordu ki, Peygamberimizin mubârek zevcelerinin “radıyallahü teâlâ anhünne” odaları Mescid-i se’âdete katılmazden önce Kabr-i se’âdet hangi tarafından ziyâret olunurdu? Alkama, hazret-i Âişenin vefâtından önce, Hucre-i se’âdet kapısı kapatılmamış olduğundan, bu kapı önünden ziyâret olunurdu cevâbını verdi.
Hadîs âlimlerinden hâfız Abdül’azîm Münzirî “rahime-hullahü teâlâ, (Kabrimi bayram yeri yapmayınız!) hadîs-i şerîfi için, elinizden geldiği kadar sık ziyâret ediniz demekdir, dedi. Ya’nî, (Benim kabrimi, yılda bir iki kerre ziyâret etmekle bırakmayınız! Her vakt ziyâret ediniz!) demekdir dedi. (Evlerinizi mezârlık yapmayınız!) hadîs-i şerîfi de, evlerinizi nemâz kılmamakla mezârlığa benzetmeyiniz demekdir dedi. Mezârlıkda nemâz kılmak câiz olmadığı için, Abdül’azîm-i Münzirînin sözü doğru olmakdadır. Âlimlerin çoğuna göre, Kabr-i se’âdeti ziyâret için, bayram günleri gibi belli zemânlar ayırmayın demekdir dediler. Yehûdîler ve hıristiyanlar Peygamberlerin mezârlarını ziyâret etmek için çalgılı, oyunlu toplantı yaparlardı. Abdül’azîm Münzirî, 656 [m. 1257] de Mısrda vefât etdi.
---------------------------------
[1] Zeynel’âbidîn Alî 94 [m. 713] de şehîd edildi.
Bunlardan anlaşılıyor ki, Kabr-i se’âdeti ziyâret için gelenler, selâm verip düâ etdikden sonra, durmayıp gitmelidir. Müslimânlar, Kabr-i se’âdeti ziyâret etmeği, ibâdet ve çok sevâb bilmeli. Ne kadar uzak olursa olsun, ziyâret için Medîne-i münevvereye gitmeli. Sık sık ziyâret etmeğe çalışmalıdır. Ya’nî hac farîzası ömründe bir kerre olduğu gibi, Medîne-i münevvereye gitmeği de, ömründe bir kerreye bırakmamalıdır. Gücü yetdikçe gidip ziyâret etmeli. Fekat, (Hucre-i se’âdet) önünde çok durmamalıdır.
İslâm âlimlerinin güneşi Ebû Hanîfe “rahime-hullahü teâlâ”, müstehabların en üstünlerinden olan, Kabr-i se’âdetin ziyâreti, vâcib derecesine yakın bir ibâdetdir buyurdu.
Kabr-i se’âdeti ziyâret etmeği adak yapanların, şâfi’î mezhebine göre, bu adaklarını yapmaları lâzım olur. Başka mezârları ziyâreti nezr edenlerin, bu adaklarını yapmaları için sözbirliği yok ise de, adaklarını yapmaları dahâ iyi olur.
Mescid-i harâmı yürüyerek ziyâreti nezr edenlerin, bu adaklarını yapmaları lâzımdır. Çünki, (Mescid-i harâm) içinde, hac farîzeleri yapılmakdadır. (Mescid-i se’âdet)de ise, Kâ’be-i mu’azzamadan ve Kudüsdeki (Mescid-i aksâ)dan dahâ kıymetli olan (Kabr-i se’âdet) vardır. Bu mubârek mescide yürüyerek gitmeği nezr etmek, Kabr-i şerîfi ziyâret etmeği de niyyet etmek olduğu için, bu nezri yerine getirmek de, elbet lâzım olur.
(Kâ’be-i muazzama)yı ziyâret için yapılan nezri yerine getirmek dört mezhebde de lâzımdır. Mescid-i se’âdet ile Mescid-i aksânın ziyâreti için yapılan nezri yerine getirmek lâzım olduğunda sözbirliği olmadı. Bu ayrılık, Mescid-i se’âdeti ziyâret içindir. Kabr-i se’âdeti ziyâret için nezr yapanların, bu adaklarını yerine getirmeleri lâzımdır.
Süâl: Ebû Muhammed bin Ebû Zeydden “rahime-hullahü teâlâ” soruldu ki, vekîl olarak hacca gönderilen ve Kabr-i se’âdeti de ziyâret etmesi emr olunan kimse, hac edip, Kabr-i se’âdeti ziyâret etmeden geri dönse, ziyâret için, kendisine verilmiş olan parayı geri vermesi lâzım olur mu?
Cevâb: İbni Zeyd “rahmetullahi aleyh” cevâbında buyurdu ki, bu parayı geri vermesi lâzım olur. [Abdüllah Ebû Muhammed bin Zeyd, mâlikî âlimlerinin büyüklerindendir. 389 [m. 999] da vefât etdi.]
Kabr-i se’âdeti ziyâret için imâm-ı Mâlik “rahime-hullahü teâlâ” buyurdu ki, Mescid-i şerîfe girdikde, kıbleyi arkaya almalı, yüzünü Hucre-i se’âdete karşı dönmelidir. Edeb ve saygı ile, selâm
verip, salevât-ı şerîfe okumalıdır. Mescid-i şerîfe girince, önce iki rek’at (Tehıyye-tülmescid) nemâzı kılmalıdır. Bunu (Ravda-i mutahhera) içinde kıldıkdan sonra, (Muvâcehe-i se’âdet) karşısında durup, önce Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem”, sonra hazret-i Ebû Bekre ve hazret-i Ömere “radıyallahü anhümâ” selâm vermeli, sonra belli düâları okumalıdır. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ve her mü’min, ziyârete gelenleri ve bunların selâmlarını, düâlarını işitirler. Dilediği gibi ve hâtırına geldiğini söyleyerek düâ etmek câiz ise de, âlimlerin bildirdikleri belli düâları okumak dahâ fâideli olur.
İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, ben Medînede iken, sâlihlerden Eyyûb-i Sahtiyânî “rahime-hullahü teâlâ” gelip, Mescid-i şerîfe girdi. Yüzünü Kabr-i nebevîye döndü. Kıble arkasında kaldı. Ayakda ağladı. [Eyyûb-i Sahtiyânî, 131 [m. 748] de, Basrada vefât etdi.] Ebülleys-i Semerkandînin[1] imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeden “rahime-hümallahü teâlâ” haber verdiğine göre, kıbleye dönülür. Hucre-i se’âdet arkada kalır. Şeyh Kemâleddîn ibni Hümâm, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin “rahime-hümallahü teâlâ” Müsnedinde bildirdiği üsûle bakılırsa, Ebülleys ile ona uyanların bildirdikleri, İmâm-ı a’zamın önceki ictihâdı olduğu anlaşılır. Sonra, Hucre-i se’âdete karşı ziyâret edilmesini bildirmişdir. Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” de, Hucre-i se’âdete dönerek selâm vermelidir dedi. İbni Cemâ’a “rahime-hullahü teâlâ” (Menâsik) kitâbında, (Kabr-i se’âdeti ziyâret eden, Resûlullahın mubârek başı bulunan köşeyi sol tarafına ve kıbleyi sağ tarafına alıp, köşeden iki metre kadar uzakda durmalıdır. Sonra kıble dıvarını yavaş yavaş arkaya alıp, (Muvâcehe-i se’âdet) penceresine karşı oluncaya kadar dönmelidir. Tam Kabr-i se’âdete dönünce selâm vermelidir) demekdedir. [Muhammed ibni Cemâ’a, şâfi’î âlimlerinden olup, 733 [m. 1333] de Şâmda vefât etdi.] Görülüyor ki, Hucre-i se’âdetin, Ravda-i mutahhera köşesi ile kıble duvarı arasına gelip mubârek başı sol tarafa almalı. İki metre uzak durmalı. Sonra yavaş yavaş, Hucre-i se’âdete doğru dönmeli ve Kıbleyi arkaya almalıdır. Sonra salât ve selâm verip, düâ etmelidir. İmâm-ı Şâfi’î ve başka imâmlar “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, böyle ictihâd buyurmuşlardır. Şimdi de böyle zi-
---------------------------------
[1] Ebülleys Nasr Semerkandî 373 [m. 983] de vefât etdi.
yâret edilmekdedir.
Resûlullahın mubârek zevcelerinin “radıyallahü teâlâ anhünne” odaları, Mescid-i se’âdete katılmadan önce, Hucre-i se’âdetin kıble tarafında yer pek azdı. Muvâcehe-i se’âdete karşı durmak güçdü. Ziyâretçiler, Hucre-i se’âdetin Ravda-i mutahhera dıvarındaki kapısı önünde kıbleye karşı durup, selâm verirlerdi. Sonra imâm-ı Zeynel’âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” Ravda-i mütahherayı arkaya alıp, selâm verirdi. Mubârek zevcelerin odaları, mescide katıldıkdan sonra, (Muvâcehe-i şerîfe) penceresi önünde durup ziyâret edildi.
Din imâmları, Medîne-i münevverede kalacaklar ve ziyâretçiler için birçok edeb ve şartlar bildirmişlerdir. Bu şartlar ve edebler, fıkh ve menâsik kitâblarında yazılıdır. (Mir’ât-ül-Haremeyn) kitâbının yazarı Eyyûb Sabri pâşanın “rahime-hullahü teâlâ” (Tekmile-tül-menâsik) kitâbında hepsi yazılıdır.
İslâmiyyetde ilk yapılan türbe, Resûlullahın medfûn olduğu (Hucre-i muattara)dır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”efendimiz, çok sevdiği zevcesi Âişe “radıyallahü anhâ” vâlidemizin odasında, hicretin onbirinci 11 [m. 632] senesi, Rebî’ulevvel ayının onikinci pazartesi günü, öğleden önce vefât etdi. Çarşamba gecesi, bu odaya defn edildi.
Âişe “radıyallahü anhâ” hazretlerinin odası, üç metre yüksekliğinde, kerpiçle hurma dallarından yapılmışdı. Biri garb, öteki şimâl tarafında iki kapısı vardı. Garb kapısı, Ravda-i mutahhera tarafındadır. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” halîfe iken, onyedi senesinde, Mescid-i se’âdeti genişletirken, Hucre-i se’âdetin etrâfına kısa bir taş dıvar çevirdi. Abdüllah bin Zübeyr “radıyallahü teâlâ anh” halîfe iken, bu dıvârı yıkıp, siyâh taş ile yeniden sağlam yapdırdı. Bu dıvarın üstü açık olup, şimâl tarafında bir kapısı vardı. Abdüllah bin Zübeyr, 73 [m. 692] de şehîd edildi. Hazret-i Hasen “radıyallahü teâlâ anh”, kırkdokuz senesinde vefât edince, vasıyyeti gereğince, hazret-i Hüseyn, kardeşinin “radıyallahü anhümâ” cenâzesini Hucre-i se’âdet kapısına getirip, düâ ve istigâse edeceği zemân, buraya defn edeceklerini sanarak, içeri sokmasını istemiyenler oldu. Gürültüyü önlemek için, içeri sokulmayıp, Bakî’ kabristânına defn olundu. İleride böyle hâller olmaması için, dıvarın ve odanın kapısını dıvarla örüp kapatdılar.
Emevî halîfelerinin altıncısı olan Velîd “rahime-hullahü teâlâ” Medîne vâlîsi iken, dıvârı yükseltdi ve üzerini küçük bir kubbe ileörtdü. Üç kabr, dışardan görülemez ve içeri girilemez oldu. Ömer bin Abdül’azîz “rahmetullahi aleyh”, Medîne-i münevvere vâlîsi i-
ken, 88 [m. 707] de, halîfe Velîdin emri ile, zevcât-ı tâhirâtın “radıyallahü teâlâ anhünne” odalarını yıkdırıp, Mescid-i se’âdeti genişletirken, etrâfına ikinci bir dıvar yapdırdı. Bu dıvar beş köşeli idi. Hiç kapısı yokdu.
Irakda Zengîlerin idâre etdiği Atabekler devletinin vezîri, ya’nî başvekîli ve Salâhuddîn-i Eyyûbînin[1] amcası oğlu olan Cemâleddîn-i İsfehânî “rahime-hullahü teâlâ”, 584 [m. 1189] senesinde, Hucre-i se’âdetin dış dıvarı etrâfına sandal ve abanos ağaçlarından bir parmaklık yapdırdı. Parmaklık, mescidin tavanına kadar yüksekdi. Fekat, birinci yangında yandı. Altıyüzseksensekiz (688 [m. 1289]) senesinde demirden yapılıp yeşile boyandı. Bu parmaklığa (şebeke-i se’âdet) denir. şebeke-i se’âdetin kıble tarafına (Muvâcehe-i se’âdet), şark tarafına (Kadem-i se’âdet), garb tarafına (Ravda-i mutahhera) ve şimâl tarafına (Hucre-i Fâtıma) denir. Mekke-i mükerreme şehri, Medîne-i münevvere şehrinin cenûbunda olduğu için, Mescid-i nebînin ortasında, ya’nî Ravda-i mutahherada, kıbleye dönen kimsenin sol tarafında Hucre-i se’âdet, sağ omuzu tarafında ise, Minber-i şerîf bulunur.
232 [m. 847] senesinde, Şebeke-i se’âdetin bulunduğu yer ile dış dıvarlarının arasına ve bu yerin dışına mermer döşendi. Mermerler, zemân zemân değişdirildi. Son olarak sultân Abdülmecîd hân “rahime-hullahü teâlâ” döşetdi.
Hucre-i se’âdetin beş köşeli dıvârları yapılırken üzerlerine bir de küçük kubbe yapılmışdı. Bu kubbeye (Kubbe-tün-nûr) denir. Osmânlı pâdişâhlarının “rahime-hümullahü teâlâ” gönderdikleri (Kisve-i şerîfe) bu kubbe üzerine örtülürdü. Kubbe-tün-nûr üzerine gelen, Mescid-i se’âdetin büyük yeşil kubbesine (Kubbe-tülhadrâ) denir. Şebeke-i se’âdet denilen parmaklığın dış tarafına örtülen kisve, Kubbe-i hadrâ altındaki kemerlere asılırdı. Bu iç ve dış perdelere (Settâre) denir. Şebeke-i se’âdetin şark, garb, şimâl taraflarında birer kapısı vardır. Şebeke-i se’âdet içine harem-i şerîf ağalarından başka kimse giremez. Dıvarların içine ise, hiç kimse giremez. Çünki kapıları ve pencereleri yokdur. Yalnız kubbe ortasında ufak bir delik olup, tel kafes ile kapalıdır. Bu deliğin hizâsında olarak, Kubbe-i hadrâya da bir delik açılmışdır. Mescid-i şerîf kubbesi 1253 [m. 1837] senesine kadar kurşun renginde idi. Sultân Mahmûd-i Adlî hânın “rahmetullahi aleyh” emri ile yeşile boyandı. 1289 [m. 1872] da, sultân Abdül’azîz hânın “rah-
---------------------------------
[1] Salâhuddîn Eyyûbî 589 [m. 1193] de Şâmda vefât etdi.
metullahi aleyh”[1] emri ile yeniden boyandı.
Mescid-i se’âdeti ta’mîr ve tezyîn için sultân Abdülmecîd hân “rahime-hullahü teâlâ” kadar çok para harc eden ve gayret eden hiçbir kimse olmamışdır. Haremeyni ta’mîr için yediyüzbin altın sarfetmişdir. Ta’mîr 1277 [m. 1861] de temâm olmuşdur. Hergün Resûlullaha bir hizmetde bulunmuşdur. Bu yolda keşf ve kerâmetleri de görülmüşdür. Sultân Abdülmecîd hân, Mescid-i nebevînin eski şeklini, İstanbulda Hırka-i şerîf câmi’inde bulundurmak için emr buyurmuş, bunun için, 1267 senesinde, mühendis mektebi hocalarından binbaşı ressam hâcı İzzet efendi “rahimehullahü teâlâ” Medîneye gönderilmişdir. İzzet efendi her yeri ölçerek elliüç def’a küçültülmüş bir modelini yapıp İstanbula gönderdi. Sultân Abdülmecîd hânın yapdırdığı (Hırka-i şerîf) câmi’ine kondu.
Abdülmecîd hânın ta’mîrinden sonra, kıble dıvarı ile Şebeke-i se’âdet arası yedibuçuk metre, şark dıvarından Kadem-i se’âdet şebekesine altı metre, Şebeke-i Şâmî genişliği onbir metre, Muvâcehe-i şerîfe şebekesi genişliği onüç metre, Muvâcehe-i şerîfe şebekesi ile şebeke-i Şâmî arasındaki uzunluk ondokuz metredir. Mescid-i nebevînin kıble tarafında genişliği yetmişyedi metre, Kıble dıvarından, dıvâr-ı Şâmîye kadar uzunluğu yüzonyedi metredir. Hucre-i se’âdet ile minber-i şerîf arası olan (Ravda-i mutahhera) genişliği ondokuz metredir. Bu ölçüler, bir Medîne zrâ’ı kırkiki santimetre olduğuna göredir. Hanefî fıkh kitâblarındaki şer’î zrâ ise, kırksekiz santimetredir.
Süûd oğullarından Abdül’azîz,
Osmânlıların Haremeyn-i
şerîfeyne olan mu’azzam hizmetlerini gizlemek, Osmânlıların gözleri kamaşdıran zînetli, kıymetli
eserlerini yok etmek için, 1368 [m. 1949] târîhinde emr ederek, Mescid-i
nebevîyi yeniden ta’mîre ve tevsî’a başladılar. 1370 de başlayıp, 1375 de bitirdiler. Bütün sahâsı 11648
metre-kare oldu. Bundan evvel 9000 metre-kare idi. Şark ve garb dıvarlarının uzunluğu 128, şimâl dıvarının uzunluğu
---------------------------------
[1] Abdül’azîz hân 1293 [m. 1876] da şehîd edildi.
dirip kendi ismlerini koydular.
Medînenin bir dânecik (Bakî’) kabristânına ilk olarak Osmân bin Ma’zûn “radıyallahü anh” defn edildi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bu süt kardeşinin kabrine mubârek eli ile büyük bir taş dikdi. Kabr taşı dikmek sünnet olduğu bundan anlaşılmakdadır.
Medîne-i münevveredeki türbeleri mezhebsizler yıkmışdı. İkinci sultân Mahmûd hân,[1] hepsini yeniden yapdırdı. Birinci cihân harbinden sonra, İngilizler burasını Osmânlılardan alıp, Abdül’azîze verdiler. Tekrâr hepsini yıkdırdı. Mubârek binâları, hattâ Zemzem kuyusu üzerinde, birinci Abdülhamîd hânın “rahimehullahü teâlâ” yapdırmış olduğu san’at eseri binâyı yıkdılar. Resûlullahın dünyâya teşrîf etdiği mubârek evi de yıkdılar. Yerine çarşı yapdılar.
Hucre-i se’âdetden sonra ilk yapılan türbeler, Bakî’ kabristânında, Resûlullahın mubârek zevcelerinin kabrleri üzerine yapılmış olan kubbedir. Zeyneb bint-i Cahş “radıyallahü anhâ” vâlidemiz pek sıcak günde vefât etmişdi. Hazret-i Ömer, kabr kazılırken, cemâ’ati güneşden korumak için, kabr üzerinde çadır kurdurdu. Çadır, uzun zemân kabr üzerinde kaldı. Bundan sonra, kabrler üzerine çadır, çardak, zemânla, türbeler yapıldı. İslâmiyyetdeilk tabut da, yine Zeyneb vâlidemiz için yapıldı. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”, cenâzeye mahremlerinden başkasının gitmesine izn vermemiş, Eshâb-ı kirâm bundan üzülmüşdü. Esmâ bint-i Ümeys, (Habeşde tabut gördüm. Cenâzeyi örtüyor) dedi. Bunun anlatdığı şeklde tabut yapılıp, bütün Eshâb ile birlikde gidilerek defn edildi.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, her sene Uhud şehîdlerini ziyâret ederdi. (Hurre-i Vâkum) denilen yerde durup, şehîdlere selâm verirdi. Hicretin sekizinci senesinde ziyârete gidince, herbirine ayrı ayrı selâm verdi. (Bunlar şehîddir. Ziyâret edenleri tanırlar. Selâm verince işitir, cevâb verirler) buyurdu. Fâtıma-tüz-Zehrâ “radıyallahü anhâ” hazretleri de, hazret-i Hamzanın “radıyallahü teâlâ anh” kabrini her iki günde bir ziyâret eder, yeri unutulmamak için, işâret kordu. Her Cum’a gecesi gidip, uzun nemâz kılar, çok ağlardı.
İmâm-ı Beyhekî “rahime-hullahü teâlâ”[2] bildiriyor ki, Abdullah ibni Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” buyurdu ki, Cum’a
---------------------------------
[1] Mahmûd hân 1255 [m. 1839] da vefât etdi.
[2] Beyhekî Ahmed 458 [m. 1066] da Nişâpurda vefât etdi.
günü, güneş doğmadan önce, babam hazret-i Ömer ile, şehîdleri ziyârete gitdik. Babam hepsine selâm verdi. Selâmına cevâb işitdik. Bana, sen mi cevâb verdin dedi. Hayır, şehîdler cevâb verdiler dedim. Beni sağ tarafına geçirip, herbirine ayrı ayrı selâm verdi. Her kabrden, üçer def’a cevâb işitdik. Babam, hemen secdeye kapandı. Allahü teâlâya şükr eyledi. Hazret-i Hamza ile, kızkardeşinin oğlu Abdüllah bin Cahş ve Mus’ab bin Umeyr “radıyallahü anhüm ecma’în” bir kabrdedir. Yetmiş şehîdden, geri kalanları da, ikisi üçü bir kabrdedir. Birkaçı da Bakî’ kabristânındadır. [Bu şehîdlerin hepsinin ismleri, (Mir’ât-i Medîne)de yazılıdır.]