10 - Kitâbın ikiyüzsekizinci sahîfesinde diyor ki: (İbni Kayyım-i Cevziyye dedi ki, şirkin çeşidleri vardır: Muhtâc olduğu şeyleriölüden istemek, ölülerden istigâse etmek de şirkdir. Ölü iş yapamaz. Kendine lâzım olan şeyi yapamaz ve zarar veren şeyi gideremez ki, başkalarına fâidesi olsun. Kendisi için Allaha şefâ’at etmesini ölüden istemek de şirkdir. Allah izn verirse, ölü şefâ’at edebilir. Onun ölüye yalvarması, Allahın izn vermesi için sebeb olmaz. Bu müşrik, izne mâni’ olan birşey ile şefâ’at istemekdedir) diyor.
Hâlbuki, Allahü teâlânın şefâ’at edemiyeceklerini bildirdiği şeylerden, ya’nî putlardan, tapınılan, şerîk edilen şeylerden, şefâ’at istemek yasak edilmişdir. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, Velîlerin, âlimlerin “rahime-hümullahü teâlâ” şefâ’at edecekleri bildirilmişdir. Bunların şefâ’at etmeleri için, kendilerine yalvarmak, Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere inanmış
olmağı göstermekdedir. Evet, şefâ’at, Allahü teâlânın izn vermesi ile olacak. Fekat, izn vereceği kimseleri, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler bildirmekdedir. Bunlar da, dilediklerine, râzı olduklarına, şefâ’at edeceklerdir. (Vedduhâ) sûresinde, (Rabbin sana, râzı oldum deyinceye kadar, her istediğini verecek) buyurması da, bunu göstermekdedir. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahime-hullahü teâlâ”[1] (Fıkh-ı ekber) kitâbının ondördüncü maddesinde, (Peygamberler ve âlimler, sâlihler, büyük günâhı olanlara şefâ’at edip, Cehennemden kurtaracaklardır) buyurdu. (Fıkh-i ekber)in, (Kavl-ülfasl) şerhinde, bu husûsda geniş bilgi vardır.
Evliyâya yalvarmak, Allahü teâlânın, onlara izn vermesi için değil, izn verdiği zemân bize de şefâ’at etmeleri içindir. Bu inceliği anlıyamıyan bir kimse, sapıtmakda, şefâ’at istiyen milyonlarca müslimâna kâfir damgası basmakdadır. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mü’minlere şefâ’at edeceğini buyurduğunu,müşriklere şefâ’at edilmiyeceğini, kendi kitâbları da yazıyor. Ölülerden şefâ’at istemenin şirk olduğunu kendisi uyduruyor. Bu müşriklere şefâ’at edilmiyeceğini Kur’ân-ı kerîm bildiriyor diyerek, Allahü teâlânın kitâbını kendine yalancı şâhid göstermeğe kalkışıyor.
11 - Kitâbın ikiyüzonaltıncı, ikiyüzyirminci ve ikiyüzyirmidördüncü sahîfelerinde, Resûlullahın amcası Ebû Tâlib için gelmiş olan, Kasas sûresinin, (Sen sevdiğini hidâyete getiremezsin. Fekat, Allahü teâlâ, dilediğini hidâyete kavuşdurur) meâlindeki ellialtıncı âyet-i kerîmesini yazıp, kalbleri küfrden, fıskdan îmâna ve itâ’ate ancak Allahü teâlânın çevireceğini bildirdikden sonra: (Tesavvuf büyüklerinden talebesinin kalbine girerek, kalbinde olanları bildiklerini ve kalbini dilediği gibi çevirdiklerini söyliyenler yalancıdır. Bunlara inananlar da, Allaha ve Peygamberlere inanmamış olur. Allahdan başka tapınılan herşeye (Vesen) denir. Kabr, türbe de vesendir. Meselâ, Mısrlıların en büyük ma’bûdları Ahmed Bedevîdir. Adı belli olmadığı gibi, bir üstünlüğü, ilmi ve ibâdeti de bilinmiyor. Birgün câmi’e girip, bevl yapmış. Nemâz kılmadan çıkmış olduğunu Sahâvî, İbni Hayyandan haber veriyor. Bunu iki cihânda tesarruf eder, yangınları söndürür. Fırtınada olan gemileri kurtarır sanıyorlar. İlâh, Rab ve gaybleri bilir diyorlar. Uzakdan işitir ve dilekleri yapar diyor, türbesinin toprağına secde ediyorlar. Ammân ve Irak ehâlisi de Abdülkâdir Geylânîye böyle tapınıyorlar. Muhyiddîn-i Arabî, yeryüzünün en büyük kâfiridir) diyor.
---------------------------------
[1] Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbit 150 [m. 767] de Bağdâdda şehîd edildi.
Tesavvuf büyükleri, Allahü teâlânın, hidâyetlerini ve se’âdetlerini dilemiş olduğu, azâbdan kurtulacaklarını ezelde takdîr etmiş olduğu kimseleri tanırlar. Onların irşâdlarına sebeb olurlar. Evliyâya rastlamak, o seçilmiş büyükleri tanımak, onlara yalvarmak da, Allahü teâlânın takdîri ve ihsânıdır. Allahü teâlâ, ezelde hidâyet takdîr etmiş olduğu kimseye, Ehl-i sünnet âlimlerinin, tesavvuf büyüklerinin kitâblarını okumak nasîb ederek, se’âdete ve şefâ’ate kavuşdurur. Dalâletini, felâketini dilediklerini de, zındıkların tuzaklarına düşürür. Onların bozuk kitâblarını, alçak yalanlarını okuyarak Cehenneme sürüklenir. Vehhâbî kitâbı, ismleri geçen, Allahü teâlânın sevgili kullarına, büyük Velîlere iftirâlar yaparak, müslimânlara saldırmakdadır. Evet birkaç câhilin ve dînini dünyâ çıkarına âlet eden sapığın, islâmiyyete uymıyan çirkin sözü ve hareketi olabilir. Fekat, bunları ileri sürerek, bütün Ehl-i sünneti kötülemeğe kalkışması, hıristiyanlar kendisine tapınıyor diyerek, Îsâ aleyhisselâma dil uzatmağa benzemekdedir.
Ahmed Bedevî “rahime-hullahü teâlâ”, Evliyânın büyüklerindendir. Şeyh Berînin talebesidir. Şeyh Berî de, Alî bin Nu’aym Bağdâdînin talebesidir. Bu da, harîkalar, kerâmetler sâhibi, şerîf Ahmed Rifâ’înin yetişdirdiği büyük bir Velîdir “rahime-hümullahü teâlâ”. Ahmed Bedevî, şerîflerdendir. Hicretin 675 [m. 1276] senesinde, Mısrda vefât etdi. Tanta şehrindeki türbesini her yıl yüzbinlerce müslimânın ziyâret ederek feyz aldıklarını ve islâmiyyete uymıyan hiçbirşey yapılmadığını (Mir’ât-ül-Medîne) kitâbı, binkırkdokuzuncu sahîfesinden başlayarak, uzun yazmakdadır. Abdülkâdir-i Geylânî ve Muhyiddîn-i Arabînin “rahime-hümullahü teâlâ” büyüklüklerini de, ancak onlar gibi yüksek olan islâm âlimleri anlamış ve yazdıkları yüzlerce kitâblarında anlatmağa çalışmışlardır. İmâm-ı Rabbânînin (Mektûbât) kitâbı, bu yüce Velîlerin medh ve senâları ile doludur. Abdülganî Nablüsî de “rahimehullahü teâlâ” (Hadîka) kitâbında anlatmakdadır.