5 - Yüzonbirinci sahîfesinde: (Lâ ilâhe illallah diyerek, Allahdan başka şeylere tapınmıyanların malı ve cânı harâm olur) hadîs-i şerîfini yazarak, (Yalnız kelime-i tevhîdi söylemek, insanın kanını ve malını kurtaramaz. Bugün, kabrlere ve ölülere tapınanlar böyledir. Bunlar, Kur’ân-ı kerîmde bildirilen, câhiliyye müşriklerinden dahâ kötüdür) diyor.
Bazıları da (Müşrikleri nerede bulursanız öldürünüz!) meâlindeki âyet-i kerîmeyi de ileri sürerek, müslimânları öldürmeği, mallarını yağma etmeği istiyor. Hurûfîlerin ve câhillerin küfr ve şirk olan sözlerini yazarak, tesavvufa ve tesavvuf büyüklerine saldırıyor. Ağaçlara, taşlara, mezârlara tapınanlar için olan hadîs-i şerîfleri yazarak, kabr üzerine türbe yapmak, kabr ziyâret etmek şirkdir, küfrdür diyor.
Taşdan, ağaçdan, bilinmiyen mezârdan teberrük elbette şirkdir. Fekat Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslimât” ve Evliyânın “rahime-hümullahü teâlâ” kabrlerini ziyâret edip, onların bereketi ile Allahü teâlâdan feyz ve bereket beklemeği bunlara benzetmek, ahmaklık ve câhillikdir. Bu yüzden milyonlarca müslimâna küfr ve şirk damgasını basmak ise, müslimânlar arasında bölücülükdür.
(Es-Savâık-ul ilâhiyye firreddi alel-vehhâbiyye)nin yazarı, büyük âlim Süleymân bin Abdülvehhâb-ı Necdî “rahime-hümullahü teâlâ” Muhammed bin Abdülvehhâbın[2] kardeşidir. Kardeşinin
---------------------------------
[1] Muhammed Hasen Cân Müceddidî 1349 [m. 1930] da vefât
etdi.
[2] Muhammed bin Abdülvehhâb 1206 [m. 1791] de Der’ıyyede öldü.
ingilizlerle işbirliği yaparak, ortaya çıkardığı (Vehhâbîlik) yolunun hatâlı olduğunu vesîkalarla isbât etmekdedir. Kırkdördüncü sahîfesinde diyor ki:
Yolunuzun bozuk olduğunu gösteren vesîkalardan biri de, (Sahîhayn) denilen iki doğru hadîs kitâbında, ya’nî (Buhârî) ve (Müslim) kitâblarında bildirilen hadîs-i şerîfdir. Bu hadîs-i şerîfi bildiren, Ukbe bin Âmir “radıyallahü anh” diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, minbere çıkdı. Kendisini minber üzerinde son görüşüm bu idi. (Benden sonra, müşrik olmanızdan korkmıyorum. Dünyâya düşkün olarak, birbirinizi öldürmenizden, böylece, geçmiş kavmler gibi, helâk olmanızdan korkuyorum) buyurdu). Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Kıyâmet gününe kadar ümmetinin başına gelecek olan şeylerin hepsini haber vermişdir. Yukarıdaki sahîh hadîs-i şerîf, ümmetinin putlara tapmıyacağını, bundan emîn olduğunu haber vermekdedir. Bu hadîs-i şerîf, bid’at yolunu temelinden yıkmakdadır. Çünki vehhâbî kitâbı, ümmet-i Muhammedin hepsinin putlara tapdıklarını, islâm memleketlerinin putlarla dolu olduğunu, türbelerin puthâne olduklarını söyliyor. Türbelerden yardım, şefâ’at istiyenlerin kâfir olduklarına inanmıyanlar da kâfirdir diyor. Hâlbuki, müslimânlar asrlar boyunca kabrleri ziyârete gitmiş, Evliyâya tevessül ve istigâse eylemişdir. Böyle yapanlara hiçbir islâm âlimi müşrik dememiş, müslimân olarak tanımışlardır.
Süâl: Bir hadîs-i şerîfde, (Başınıza gelecekler arasında en çok korkduğum şey şirkdir) buyuruldu. Buna ne dersiniz?
Cevâb: Bu hadîs-i şerîfin (Şirk-i asgar)ı bildirdiği, diğer hadîs-i şerîflerden anlaşılmakdadır. Şeddâd bin Evs ve Ebû Hüreyre ve Mahmûd bin Lebîbden “radıyallahü teâlâ anhüm” gelen böyle hadîs-i şerîflerin hepsi, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, ümmetine şirk-i asgarın gelmesinden korkduğunu bildiriyorlar. Hadîs-i şerîflerde bildirildiği gibi olmuş, müslimânların çoğu şirk-i asgara yakalanmışlardır. Siz, bu şirk-i asgara şirk-i ekber diyorsunuz. Böylece müslimânları tekfîr ediyorsunuz. Müslimânlara kâfir demiyen mü’minlere de, kâfir damgasını basıyorsunuz. (Es-Savâık-ul-ilâhiyye)den terceme temâm oldu. Bu kitâb ilk olarak binüçyüzaltı (1306) hicrî senesinde Bağdâdda, (Nuhbet-ül-ahbâr) matba’asında basılmış, 1395 [m. 1975] de İstanbulda, (Hakîkat Kitâbevi) tarafından ofset ile ikinci baskısı yapılmışdır.
(Hadîka)nın dörtyüzellibirinci sahîfesinde, (Ey insanlar! Çok gizli olan şirkden sakınınız!) hadîs-i şerîfini açıklarken, buyuruyor ki, (Bu şirk, yalnız sebebleri görmek, Allahü teâlânın yaratdığını
düşünmemekdir. İşleri sebeblerin yapdığına inanmak, Allahü teâlâya şerîk yapmak olur. Görünen, düşünülen şeyleri şerîk yapmağa (Şirk-i celî), [ya’nî açık şirk] denir. Şer’an, aklen ve âdet ile sebeb olan şeylerin yapdığına inanmağa (Şirk-i hafî), [ya’nî gizli şirk] denir). Abdülhak-ı Dehlevî “rahmetullahi aleyh”,[1] (Eşi’at-ül-leme’ât) hadîs kitâbının birinci cild ellinci sahîfesinde diyor ki, (Putlara tapmağa (Şirk-i ekber) denir. Küfr olan şirk budur. Riyâ ile, [ya’nî gösteriş için] ibâdet, iyilik yapmağa (Şirk-i asgar) denir. Bu küçük şirk küfr değildir). Bu şirklerin ikisi de şirk-i celîdir.
(Hadîka)dan aldığımız, yukarıda yazılı hadîs-i şerîfde, rûhlardan ve ölülerden birşey istemeğe şirk denmiyor. Görünen veyâ görünmiyen şeylerden ve insanlardan birşey isterken, ya’nî sebeblere yapışırken, bu işi sebeblerin yapdığına inanmağa şirk deniyor. Kısacası, sebeblere yapışmak sünnetdir. Sebeblerin yapdığına inanmak şirkdir. Sebebler birşey yapamaz, Allahü teâlânın yaratmasına sebeb olurlar. İşleri yapan sebebler değildir, Allahü teâlâdır. Canlı veyâ cansız, herhangi bir sebebin, her istediğini yapabileceğine, ya’nî yaratacağına inanmak, onu Allahü teâlâya şerîk yapmak olur. Bu inançla, ondan birşey istemek, ona ibâdet etmek olur. Sebebin yaratacağına inanmayıp, sebebe yapışınca, Allahü teâlânın yaratacağına inanmak, sebebe tapınmak olmaz. Sebebe yapışmak olur. Müslimânlar, dirilerden, ölülerden ve görünenlerden ve görünmiyenlerden bir dilekde bulundukları zemân, bunların her istediklerini kendilerinin yapacaklarına inanmıyorlar. Sebebe yapışınca, dileklerini, Allahü teâlâdan bekliyorlar. Allahü teâlânın yaratacağına inanıyorlar. Bunun için, müslimânların rûhlardan ve ölülerden birşey istemeleri, bunlara tapınmak, onları ma’bûd yapmak olmaz. Allahü teâlâ, herşeyi sebeb ile yaratıyor. Sebeblere yapışmamızı emr ediyor. Bunun için dileklerimize kavuşmak için, bunların sebeblerine yapışıyoruz. Sebeblere yapışmamız şirk olmıyor. Günâh olmıyor. Fekat sebeblerden beklemek, şirk oluyor. Her istediklerini yapabileceklerine inanarak onlardan beklemek, şirk-i ekber oluyor. Allahü teâlânın verdiği kuvvet ile yapacaklarına inanmak, şirk-i hafî oluyor. Sebeblerden beklemeyip, onların yapacaklarına inanmayıp, yalnız Allahü teâlânın yaratacağına inanarak, dileği yalnız Allahdan beklemek, müslimânlık oluyor. İslâm dînine uymak oluyor. Müslimânların ölülerden ve rûhlardan dilekde bulunmaları böyledir. Böyle meşrû’ dilekde bulunmağa (Tevessül) ve (İstigâse) denilmekdedir.
---------------------------------
[1] Abdülhak Dehlevî 1052 [m. 1642] de vefât etdi.
Ölüden veyâ diriden dilekde bulunanın, ibâdet mi, yoksa tevessül mü yapdığını, ya’nî niyyetinin ne olduğunu anlamak için, dilekde bulunurken islâmiyyetin dışına çıkıp çıkmadığına bakılır. İslâmiyyetin dışına çıkıyorsa ya’nî onun gönlünü hoş etmek için, harâm işliyor veyâ farzı yapmıyorsa, ona tapındığı anlaşılır. Görülüyor ki, diriden dilekde bulunurken, onun gönlünü hoş etmek için, islâmiyyetin dışına çıkan vehhâbîler, müşrik olmakdadırlar. İslâmiyyetin dışına çıkmadan tevessül eden müslimânlar ise, Allahü teâlânın emrini yapmakda, ya’nî sebebe yapışmakdadırlar. Bunlara müşrik diyenlerden te’vîli olmıyanları kâfir olur. İnsan, kendi nefsinin isteklerine, ya’nî şehvetlerine kavuşmak için islâmiyyetin dışına çıkarsa, nefsine tapınmış olur. Fekat nefse tapınmağa, dînimiz şirk dememişdir. Ya’nî bunlar kâfir değil, fâsık olurlar.