3 - Kitâbın doksansekizinci ve yüzdördüncü sahîfelerinde, Allahü teâlâdan başka şeylere tapınanların, onları vesîle yapanların müşrik olduklarını bildiren âyet-i kerîmeleri yazarak: (Peygamberlerden ve sâlih kullardan ölmüş veyâ uzakda olanlardan herhangi bir sözle yardım istiyenler, bu âyetlere göre müşrik olur) diyor.
Biz müslimânlar, Evliyânın “rahime-hümullahü teâlâ” kendiliklerinden birşey yapacaklarına inanmayız. Allahü teâlâ, onları çok sevdiği için, onların düâ ve hâtırı ile yaratacağına inanırız. Kullara tapınmak demek, onların sözlerine uyarak, islâmiyyetin dışına çıkmak, onların sözlerini, kitâb ve sünnetden üstün tutmak demekdir. İslâmiyyeti emr edenlere uymak, böyle değildir. Buna uymak, islâmiyyete uymak demekdir. Hayber gazâsında, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” gözü ağrıyordu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, mubârek tükrüğünü onun gözlerine sürdü
ve düâ eyledi. Gözleri iyi oldu. Peygamberin hâtırı için, Allahü teâlâ şifâ ihsân eyledi. Vehhâbî kitâbı da, doksanbirinci sahîfesinde bunu yazıyor ve Buhârî ile Müslimin haber verdiklerini bildiriyor. Onsekizinci maddeyi okuyunuz.
4 - Yüzsekizinci sahîfesinde: (Tesavvufcular, şirk ve küfr üzeredir. Mürîd şeyhine tapınıyor. Şa’rânînin kitâbları, bu küfrlerle doludur. Hüseynin babasının ve çocuklarının ve Şâfi’înin, Ebû Hanîfenin ve Abdülkâdir-i Geylânînin[1] mezârlarını putlaşdırıyorlar. Onlara tapınıyorlar) diyor.
(Üsûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il-vehhâbiyye) kitâbının üçüncü kısmında, fârisî olarak diyor ki:
Böyle inanan kimse, gâib olan, ya’nî yanında bulunmıyan bir kimseye, ismini söyliyerek seslenmek büyük şirk olur diyor. Böylece, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mubârek rûhunun bile hâzır olacağını düşünerek seslenen kimse müşrik olur diyor. Yemenli Şevkânî de, (Dürr-ün-nadîd) kitâbında, (Mezârları büyük bilmek, kabrlere seslenerek, ihtiyâclarını istemek küfr olur) dedi. Yine o, (Tathîr-ül-i’tikâd) kitâbında da, (Melek, Peygamber veyâ Velî de olsa, ölüye yâhud gâib olan diriye böyle seslenen müşrik olur) diyor. Mezhebsizlerden bir kısmı burada iki fikr ortaya atmakdadır. Bunlara göre, eğer işiteceğini düşünmiyerek, sevdiği için, (yâ Resûlallah!) derse, müşrik olmaz. Eğer işiteceğine inanarak söylerse, kâfir olur. Selef-i sâlihînin “rahime-hümullahü teâlâ” yapdığı şeylere şirk diyen ve müslimânlara müşrik damgasını basan bu kimseye sorarız: (Gâib olan) sözü ile ne demek istiyorsun? (Görmediğimiz herşey gâibdir) diyorsan, (yâ Allah) dememiz de şirk olmakdadır. Çünki bu, Allahü teâlânın Cennetde görüleceğine de inanmamakdadır. Eğer, (gâib, yok demekdir) diyorsan, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve Evliyânın “rahime-hümullahü teâlâ” rûhlarına nasıl yok diyebilirsin. Rûhların var olduklarını kitâbımızın, ikinci kısmında isbât etmişdik. Yok eğer, (rûhların var olduklarına ve idrâk ve şu’ûr sâhibi olduklarına, ya’nî anladıklarına, duyduklarına inanırız. Fekat, tesarruf yapdıklarına inanmayız) derse, bu sözü Allahü teâlâ red etmekde, (En-nâzi’ât) sûresinin beşinci âyetinde, (Güç işleri yapanlara yemîn ederim) buyurmakdadır. Tefsîr âlimlerinin çoğu meselâ (Beydâvî tefsîri)[2] [ve bunun Şeyhzâde şerhi[3] ve tefsîr-i
---------------------------------
[1] Abdülkâdir Geylânî 561 [m. 1166] de Bağdâdda vefât etdi.
[2] Abdüllah Beydâvî 685 [m. 1286] da Tebrîzde vefât
etdi.
[3] Şeyhzâde Muhammed 951 [m. 1544] de vefât etdi.
Azîzî ve Rûh-ul beyân tefsîri, tefsîr-i Hüseynî], bu âyet-i kerîme, meleklerin ve Evliyâ rûhlarının iş yapdıklarını bildirmekdedir dediler. Rûh, madde değildir. Bunun için, melekler gibi, Allahü teâlânın emri ve izni ile, dünyâda iş yaparlar. Meleklerin, Allahü teâlânın izni ile, bu dünyâda, iş yapdıkları, yok etdikleri, diriltmek, öldürmek gibi işlerin yapılmasına vâsıta oldukları, Kur’ân-ı kerîmin çeşidli yerlerinde bildirilmişdir. Cin ve şeytânlar da, güç şeyleri kolayca yapıyorlar. Süleymân aleyhisselâma, cinnin hizmetlerini Kur’ân-ı kerîm haber veriyor. Meselâ Sebe’ sûresinin onüçüncü âyetinde meâlen, (Cin, Onun her istediğini, kal’a, resm, büyük kazanlar ve yerinden kaldırılamıyan çanaklar yaparlardı) buyuruyor. Cin, melekler ve rûhlar kadar olgun ve kuvvetli olmadığı hâlde, büyük işler yapıyor. Bu dünyâda, göremediğimiz çok şey var ki, insan gücünün yetişemediği işleri yapmakdadırlar. Meselâ, çok hafîf olan ve göremediğimiz hava, fırtına, kasırga şeklinde eserek, ağaçları devirmekde, binâları yıkmakdadır. [Elektrik ve laser ışınları ve elektro-mağnetik dalgaları, atomlar, gözle, hattâ ultra-mikroskopla görülemedikleri hâlde, aklları şaşırtan büyük işler yapmakdadır.] Nazar değmesi, sihr ya’nî büyü ve benzerleri kuvvetleri göremiyoruz. Hâlbuki, korkunç te’sîrlerini işitmiyen yokdur. Bütün bunların yapdıklarının yapıcısı, hiç şübhesiz, Allahü teâlâdır. Bunlar, Allahü teâlânın yapmasına, yaratmasına sebeb oldukları için, bunlar yapdı sanıyoruz ve bunlar yapdı diyoruz. Bunların yapdığını söylemek, küfr, şirk olmıyor da, Evliyânın rûhları yapıyor demek niçin şirk olsun? Onlar, Allahü teâlânın izn vermesi ile ve yaratması ile yapdıkları gibi, Evliyânın rûhları da, Allahü teâlânın izn vermesi ile ve yaratması ile yapmakdadır. Onların yapdıklarını söylemek de, şirk olur denirse, Kur’ân-ı kerîme karşı gelinmiş olur.
Bu kimse, (Cinnin, şeytânların ve havanın te’sîr etdiklerini, Kur’ân-ı kerîm haber veriyor. Bunun için, onlar yapıyor demek câiz oluyor. Evliyânın rûhlarının birşey yapdıklarını Kur’ân-ı kerîm bildirmediği için, rûhlardan birşey istemek şirk olur) derse, yukarıda bildirdiğimiz, (En-nâzi’ât) sûresinin beşinci âyet-i kerîmesini unutdun mu deriz. Gözlerinin açılmasını isteyen a’mâya bildirilen hadîs-i şerîfdeki düâ ve çölde yalnız kalanın okumasını emr eden düâ ve (kabr ziyâret ederken, ölüye selâm veriniz!) emri ve Osmân bin Huneyfin “radıyallahü teâlâ anh” haber verdiği hâdise, bundan evvelki kısmda bildirilmişdi. Bunların hepsi ve benzerleri dahâ nice vesîkalar, gâib olandan ve kabrdekinden yardım istemenin câiz olduğunu göstermekdedirler. Fekat bu kimse, meşhûr ve sahîh olan bu hadîs-i şerîflere daîf veyâ mevdû’ damgasını basıyor. Ehl-i
sünnet âlimlerinin ve tesavvuf büyüklerinin sözlerine de kıymet vermiyor. Çünki, dört mezhebden birini taklîd etmek şirk, küfr olur diyor. Meselâ, Gulâm Alî Kusûrî, (Tahkîk-ul-kelâm) kitâbında (dört mezhebden birini taklîd eden ve Kâdiriyye, Çeştiyye ve Sühreverdiyye gibi tarîkatlerde bulunan, kâfir ve müşrik ve bid’at ehlidir) diyor. (Üsûl-ül-erbe’a)dan terceme temâm oldu. Bu kitâb 1346 [m. 1928] de Hindistânda fârisî dili ile yazılmış, Pâkistânda basılmış, 1395 [m. 1975] de İstanbulda ikinci baskısı yapılmışdır. Yazarı, İmâm-ı Rabbânînin “rahime-hullahü teâlâ” soyundan, Hakîm-ülümmet hâce Muhammed Hasen Cân sâhibdir “rahmetullahi aleyhim ecma’în.[1] Bunun (Tarîk-un-necât) kitâbı da (bid’at) fırkalarına cevâb vermekdedir. Arabî olup, Urdu tercemesi ile birlikde 1350 de Pâkistânda basılmış, 1396 [m. 1976] da, İstanbulda (Hakîkat Kitâbevi) tarafından ofset baskısı yapılmışdır.