Allahü teâlâ, Sûr üfürüldükden sonra, kıyâmetin kopmasını murâd buyurduğu vakt, dağlar uçar, bulutlar gibi yürümeğe başlar. Denizlerin ba’zısı ba’zısına taşar. Güneşin nûru giderek simsiyâholur. Dağlar toz hâline gelir. Âlemler birbirine girer. Yıldızlar, dizili incinin kopup dağıldığı gibi olur. Gökler gülyağı gibi erir ve değirmen döner gibi deverân eder ki, şiddetli bir şeklde hareket eder. Ba’zı kerre toplanır, ba’zı kerre de dümdüz olur. Allahü teâlâ, göklerin parça parça olmasını emr eder. Yedi kat yerde ve yedi kat gökde ve kürsîde diri olarak kimse kalmaz. Her canlı vefât etmiş olur ve eğer rûhânî ise, rûhu gitmiş olur. Her dürlü varlık ölür. Yerde taş taş üstünde kalmaz. Göklerde hiç canlı kalmaz.
Allahü teâlâ ilâhlık makâmında tecellî buyurup, yedi kat gökleri sağ kudreti dâhiline ve yedi kat yeri sol kudreti dâhiline alıp der ki: (Ey alçak dünyâ! Senin içinde rablık da’vâsı edenler ve ahmakların rab tanıdıkları âcizler nerededir ve senin güzel ve latîf görünerek aldatdığın ve âhıreti unutdurduğun kimseler nerededir?) Bundan sonra kahr, yok edici kuvveti ve hikmeti ile iftihâr eder. Sonra, Mü’min sûresinde bildirildiği gibi, meâlen, (Mülk kimindir) der. Hiç kimse cevâb vermez. Kahhâr olan Allahü teâlâ kendi kendine meâlen, (Vâhid ve kahhâr olan cenâb-ı Allahındır) buyurur.
Bundan sonra evvelkinden dahâ büyük bir irâde ve kudret-i ilâhiyye zâhir olur. Sonra meâlen, (Ben azîmüşşân, Melik-ü deyyânım [Ya’nî kıyâmet gününün tek hâkimi ve sâhibiyim]. Benim verdiğim rızkı yiyip de, bana ortak koşanlar ve benden gayrı, putlara ibâdet edenler nerededirler? Benim verdiğim rızk ile kuvvetlenip de âsî olan cebbâr ve zâlimler nerededirler? Kibrlenen ve öğünenler nerededirler? Şimdi mülk kimindir?) buyurur. Buna cevâb verecek kimse bulunmaz. Hak sübhânehu ve teâlâ, murâd etdiği bir zemân kadar bekler, sessizlik olur ki, o zemân, Arş-ı a’lâdan makâm-ı ehâdiyyete kadar düşünen ve görünen bir canlı yokdur. Zîrâ cenâb-ı Hak, hûrî ve gılmânın da Cennetlerinde rûhlarını kabz etmişdir.
Bundan sonra Allahü teâlâ, Cehennem derekelerinden, çukurlarından olan Sakardan bir kapı açar. Oradan ateş fışkırır. İşte bu ateş, her şeyi yakdığı gibi, ondört denizi kurutup, yeryüzünü kapkara eder ve gökleri sarı zeytinyağı yâhud erimiş bakır gibi bir hâle koyar. Sonra, ateşin şiddeti göklere yakın olduğu vakt, Allahü teâlâ öyle bir dehşet ile men’ eder ki, temâmen söner. Ateşden hiç eser kalmaz.
Bundan sonra, Allahü teâlâ, Arş-ı a’lânın hazînelerinden birini açar. Onda hayât denizi vardır. Bu deniz, Allahü teâlânın emri ile yer üzerine şiddetli yağmur yağdırır. Yağmur, o derece devâm eder ki, yeryüzünü kaplayıp, kırk arşın kadar yukarı yükselir. O zemân, toprak olmuş olan insanlar ve hayvanlar, ot gibi biterler. Zîrâ, hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (İnsan kuyruk sokumu kemiğinden yaratılmışdır. Sonra yine ondan yaratılacakdır). Diğer bir hadîs-i şerîfde, (Kişinin her yeri mahv olup çürür. Lâkin, kuyruk sokumu kemiği çürümez. İnsan ondan çıkmışdı. Yine ondan iâde olunur) buyuruldu. [Bu kuyruk sokumu kemiği omurganın son kemiğidir.] Nohud kadar bir kemikdir ki, içinde iliği olmaz.
Canlılar ve bütün parçaları, mezârlarında yeşil ot gibi biter. Her biri o kemikden neş’et ederler. Ba’zısı ba’zısına girmiş ağ örgüsü gibi dolanmış olur ki, birinin başı diğerinin omuzunda, öbürünün eli, diğerinin sırtında olarak insanın çokluğundan böyle girift olurlar. Allahü teâlâ Kaf sûresinin dördüncü âyetinde meâlen, (Hakîkaten biz biliriz ki, arz onlardan birini noksân etmez. Zîrâ, bizim indimizde mahfûz kitâb vardır. Ya’nî biz yaratdıklarımızın hepsini biliriz) buyurur.
Bu dirilmek hâli temâm olunca, hesâb üzere, sabî, yine sabîdir. İhtiyâr, yine ihtiyârdır. Olgun yaşda olanlar, yine öyledir. Yiğit o-
lanlar yine delikanlıdır. Ya’nî Fenâ âlemi olan dünyâdan Bekâ âlemi olan âhırete geçdikleri zemân ya’nî ölürken ne hâldeyseler, yine o sûret ile dirilirler. Allahü teâlâ, Arş-ı a’lânın altında bir latîf rüzgâr esdirir. Bu rüzgâr yeryüzünü baştanbaşa kaplar. Yeryüzü toz gibi ince kum hâline girer.
Bundan sonra, Allahü teâlâ, İsrâfil aleyhisselâmı diriltir. Kudüs şehrindeki mubârek taşdan sûr üfürülür. Sûr, nûrdan boynuz gibi bir mahlûkdur ki, ondört parçadır. Bir parçasında karada olan hayvanların adedince delikler vardır. Karada olan hayvânâtın rûhları onlardan çıkar. Arı sesi gibi sesler işitilir. Yerle gök arasını doldurur. Sonra her bir rûh kendi cesedlerine girerler. Hak sübhânehu ve teâlâ bunlara kendi cesedlerini ilhâm eder. Hattâ dağlarda ölmüş olan, vahşî hayvanların ve kuşların yimiş olduğu insanların rûhları, kendi cesedlerini bulur. Nitekim Allahü teâlâ Zümer sûresinin altmışikinci âyetinde meâlen, (Kıyâmetin yok edici sûrundan sonra, ikinci bir sûr üflenir. Bu sese bütün beşeriyyet tâbi’ olur. Bu emr ile kalkıp, hâzır olurlar) buyurur.
İnsanlar kabrlerinden ve yanıp kül oldukları, çürüdükleri yerlerden kalkdıkları vakt görürler ki, dağlar atılmış pamuk gibi, denizler susuz kalmış, yer ise, kendisinde ne iğrilik, ne de yükseklik var. Hepsi dümdüz olmuş, bir kâğıd sahîfesi gibi görünür. İşte insanlar, kabrlerinin üzerine oturdukları vakt, uryân olarak, her tarafa hayret ve düşünceli bir şeklde bakarlar. Nitekim, hazret-i Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” sahîh olan hadîsde: (İnsanlar her biri elbisesiz olup, hepsi çıplak ve sünnetsiz oldukları hâlde haşr olunurlar) buyurur. Fekat gurbetde elbisesiz olarak vefât etdi ise, onlara Cennetden elbise getirilir ve giydirilir. Şehîdlerin ve sünnet-i seniyyeye [ya’nî ahkâm-ı islâmiyyeye] tutunup vefât etmiş olanların iğne deliği kadar elbisesiz yeri kalmaz. Zîrâ Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”: (Ey ümmetim ve Eshâbım! Siz ölülerinizin kefeninde mübâlaga ediniz! Zîrâ, benim ümmetim kefenleriyle haşr olunurlar. Hâlbuki sâir ümmetler çıplakdırlar) buyurdu. Bu hadîs-i şerîfi, Ebû Süfyân “radıyallahü anh” rivâyet eyledi. Yine Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurmuşdur ki: (Ölüler kefenleri ile haşr olunur).
Bir hastanın, ölüm hâline gelince, bana filân elbisemi giydirin dediğini işitdim. İstediğini giydirmediler. Tâ ki, üzerinde bir kısa gömlek olduğu hâlde vefât etdi. Başka hiç kefen de bulunmadı.Birkaç gün sonra, rü’yâda görüldü. Üzüntülü idi. (Sana ne oldu?) diye süâl olundukda; (Benden, istediğim elbiseyi men etdiniz. Beni bu kısacık gömlekle haşr olunmağa terk eylediniz) dedi.