Fâcire, ya’nî kâfir olanlara Münker ve Nekîr melekleri (Men Rabbüke) dedikleri vakt, (Lâ-edrî), ya’nî (Ben bilmem)der. Onlar da, bilmedin ve hâtırlamadın derler.
Sonra onu demirden kamçı ile döverler. Tâ ki, yedinci kat yerin altına girer. Sonra yer silkelenir. Yine kabrine çıkar. Böyle yedi def’a döverler. Sonra da, bunların hâlleri başka başka olur. Ba’zısının ameli köpek şekline çevrilip kıyâmete kadar onu ısırır. Bunlar, kıyâmet ve islâmiyyetin bildirdiği husûslarda şübhe edenlerdir. Kabrde bulunanların karşılaşacakları hâller çeşid çeşiddir. Ancak biz burada çok kısa anlatdık. Bu azâbın aslı şöyledir ki, bir insan dünyâda en çok neden korkarsa, kabrde onunla azâb olunur.
Meselâ, ba’zı insanlar, yırtıcı hayvan yavrusundan çok korkar. İnsanların tabî’atleri bunda muhtelifdir. Allahü teâlâdan selâmet ve nedâmetden evvel mağfiret isteriz.
Mevtâlardan çok def’a rivâyet olunmuş ve rü’yâda görülüp, hâlleri sorulmuş ve cevâblar alınmışdır. Bunlardan birisine hâli sorulunca, (Birgün abdestsiz nemâz kılmış idim. Allahü teâlâ, bana bir kurtcağız musallat etdi. Onunla hâlim pek fenâdır) dedi. [Nemâz kılmıyanların ve kılmadığı nemâzı kazâ etmiyenlerin hâllerinin ne olacağını, buradan anlamalıdır.]
Bir diğeri de, rü’yâda görülüp, Allahü teâlâ sana ne mu’âmele buyurdu diye sorulunca, (Bir gün cenâbetden gusl etmemişdim. Allahü teâlâ, ateşden bir elbise giydirdi. Onun içinde, kıyâmete kadar bir yerden bir yere çevirerek bana azâb ediyorlar) dedi. [Her müslimân ana ve baba, çocuklarına gusl abdesti almasını öğretmelidir.]
Bir diğeri de, rü’yâda görülüp, Allahü teâlâ sana ne mu’âmele buyurdu diye sorulunca, (Beni yıkayan kimse, bir tarafdan bir tarafa şiddet ile çevirirken, teneşirdeki demir çivi vücûdümü tırmaladı. Bundan çok zahmet çekdim) dedi. Sabâh olunca, yıkayan kimseden sorulunca, (İstemiyerek böyle birşey olmuşdu) dedi.
Bir başkası da, rü’yâda görülüp, hâlin nasıldır, sen ölmemiş miydin? diye sorulunca, (Evet, ben hayr üzereyim, lâkin üzerime toprak atılırken, bir taş düşüp, iki kemiğimi kırdı. Bana çok sıkıntı verdi) dedi. Bunun üzerine kabrini açdılar. Dediği gibi buldular.
Bir kimse oğluna, rü’yâsında gelip, (Ey fenâ oğul! Babanın kabrini düzelt! Zîrâ, yağmur çok ezâ verdi) dedi. Bunun da kabrini açdılar. Âdeta su arkı (harkı) gibi dolmuş buldular ki, sel doldurmuş idi.
A’râbîden biri, rivâyet eder ki, oğluma, Allahü teâlâ sana ne mu’âmele etdi diye sordum. (Zararım yok, lâkin filân fâsıkın yanına defn olunduğumdan, ona olunan azâblardan kalbime korku giriyor) dedi. Çok def’a haber verilen, bunlar gibi hikâyelerden açıkca anlaşılan şudur ki, kabr ehli kabrlerinde azâb çekerler. Onun için, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” ölünün kemiklerini kırmakdan nehy buyurmuşlar ve bir kimseyi kabrin bir tarafında oturduğunu gördüklerinde, (Mevtâya kabrlerinde ezâ etmeyiniz) ve (Diri kimseler evlerinde nasıl elemi ve azâbı duyar ve his ederlerse, mevtâ da kabrinde öylece elem ve azâbı duyar, his eder) buyurmuşdur.
Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” vâlideleri hazret-i Âminenin kabrini ziyâret etdiklerinde ağladılar. Yanlarında bulunanları da ağlatdılar. Buyurdular ki, (Rabbimden bunun için mağfiret taleb etmeğe izn istedim. İzn vermedi), sonra (Kabrini ziyâret etmek için izn istedim, izn verdi. Öyle ise, siz de kabrleri ziyâret ediniz! Zîrâ, ziyâret ölümü hâtırlamağa sebebdir.) [Resûlullaha, mubârek anasına, babasına mağfiret için sonradan izn verildi. Zâten mü’min idiler. Sonradan diriltilip, bu ümmetden de oldular.
Bu hadîs-i şerîf, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” muhterem ana ve babasının mü’min olduklarını göstermekdedir. Çünki, kâfirlerin kabrini ziyâret etmek yasakdır. Bunların kabrlerini ziyâret etmeğe izn verilmesi, kâfir olmadıklarını açıkca bildiriyor. Mağfiret için izn verilmemesinin de sebebi vardı. Cenâb-ı Hak, Habîbinin hâtırı için, Onun şerefi için, mubârek ana babasını dahâ büyük ni’mete kavuşdurmak istiyordu. Ta’yîn buyurduğu, takdîr etdiği zemân gelince, onları diriltecek, oğullarının Peygamberlerin en üstünü olduğunu gösterecek, Ona îmân edecek, ümmeti olmakla şereflenecek ve sahâbîlik yüksek derecesine kavuşacaklardı.
Nişâncı zâde Muhammed bin Ahmed efendinin “rahmetullahi aleyh” [1] yazdığı türkçe (Mir’ât-ül-kâinât) kitâbı, birinci kısm, ikiyüzyirmiyedinci sahîfede diyor ki:
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek ana babalarının îmân edip etmediklerinde, âlimler başka başka söyledi. 911 [m. 1505] de vefât eden Abdürrahmân bin Ebî Bekr Süyûtî (Mesâlik-ül-hunefâ) kitâbında ve başka birçok kıymetli kitâblarında beş çeşid haber bildirmişdir:
---------------------------------
[1] Nişâncı-zâde 1031 [m. 1622] de vefât etdi.
1 – Onların ikisi de, Resûlullahın dîne çağırmasından ya’nî bi’setden önce, câhillik zemânında vefât etdi. Şâfi’î âlimlerinin hepsine ve hanefîlerin çoğuna göre, bir Peygamberin dînini işitmiyen kimsenin îmân etmesi vâcib olmaz. Çünki, Peygamberin dînini işitmeden önce düşünerek îmânı akl ile bulmak vâcib değildir. İşitdikden sonra, Allahü teâlânın var olduğunu düşünüp anlamak, îmân etmek lâzım olur. Câhillik zemânında, geçmiş Peygamberler unutulmuş idi. Çünki asrlar boyunca, kâfirler, zâlimler idâreleri ele alarak, dinleri ortadan kaldırmışlar, din adamlarına baskı, işkence yapmışlar, îmânlılar azalmış, gizlenmiş, böylece, dîni, îmânı bilen kalmamışdı. Her asrda gelen zâlimler, kötü rûhlu, alçak kimseler, böyle çalışmakda, din adamlarını, din bilgilerini yok etmek için îmânlılara karşı amansız bir kin ile, canavar gibi saldırmakdadır. İngilizler ve komünistler böyledir. Fekat, bu zâlimlerden hiçbiri îmânı yok edememiş, kendileri kahr olmuş, çok acı, perîşan hâlde, saltanatlarından ayrılmış, zevklerine doyamadan ölümün pençesine düşmüşler, ismleri la’net ile anılmış veyâ unutulmuşdur. Allahü teâlâ, bir Peygamber veyâ bir âlim yaratarak, îmân ışığı ile yer yüzünü yeniden aydınlatmışdır. Aklı olanların, bundan ibret alması, uyanması, dünyâda ve âhıretde rezîl olmamak için, din düşmanlarına aldanmaması lâzımdır.
2 – Câhillik zemânında yaşamış olanlar, kıyâmet günü imtihân edilecek, orada îmân edenler, Cennete girecekdir, diyen âlimler de varsa da, bu sözün za’îf olduğu (Mektûbât Tercemesi) kitâbında, 259. ncu mektûbun tercemesinde açıklanmışdır.
3 – Allahü teâlâ, sevgili Peygamberinin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mubârek ana babasını diriltdi. Oğullarına îmân edip, ona ümmet olmakla şereflendiler ve tekrâr vefât etdiler. İmâm-ı Süyûtî “rahmetullahi aleyh”, bunların diriltildiğini bildiren hadîs-i şerîfi yazıyor. (Za’îf bir hadîs ise de, çok kimse bildirdiği için, kuvvetli olmuşdur. Âlimlerin çoğuna göre, kuvvetli hadîsdir. İbâdetlerin kıymetini, bir müslimânın üstünlüğünü bildiren za’îf hadîse uyulur) buyuruyor.
4 – Fahrüddîn-i Râzî [1] ve birçok âlimler buyuruyor ki, Tevbe sûresinin yirmisekizinci âyetinde meâlen, (Müşrikler necesdir) buyuruldu. Ya’nî bütün kâfirler pisdir. Hâlbuki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (Ben her zemânda, temiz babalardan, temiz analara geçerek geldim) buyurdu. Başka bir hadîs-i şerîfde, (Her
---------------------------------
[1] Fahrüddîn Râzî 606 [m. 1209] da Hirâtda vefât etdi.
asrda, o zemânın insanlarının en hayrlılarından getirildim) buyuruldu. Kâfire hayrlı demek ise, câiz değildir. Hele Şuarâ sûresindeki ikiyüzondokuzuncu âyetinde meâlen, (Seni secde edicilerden geçirir) buyuruldu. Buradan, bütün babalarının, analarının mü’min oldukları anlaşılmakdadır. İbrâhîm aleyhisselâmın babasıdenilen Âzerin kâfir olduğu Kur’ân-ı kerîmde bildiriliyor ise de,Abdüllah ibni Abbâs ve İmâm-ı Mücâhid, (Âzer, İbrâhîm aleyhisselâmın amcası idi) dediler. Arabistânda amcaya baba denilir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Cehennemde en hafîf azâb, Ebû Tâlibin azâbıdır). Ebû Tâlibin azâbı, azâbların en hafîfi olunca, Resûlullahın mubârek ana-babası Cehennemde olsaydı, azâbın en hafîfi, bu ikisinin azâbı olurdu. Bu hadîs-i şerîf de, bu bakımdan, ikisinin de mü’min olduğunu göstermekdedir.
5 – Âlimlerden çoğu, bu mes’elede edebe, saygıya aykırı konuşulmamasını, işin doğrusunu Allahü teâlâ bilir deyip, susulmasını uygun görmüşdür. Şeyh-ul-islâm allâme Ahmed ibni Kemâl Pâşa da, (Ebeveyn) risâlesinin sonunda buyuruyor ki, (Ölüleri kötüleyerek dirileri incitmeyiniz!) hadîs-i şerîfi ve Tevbe sûresinin (Resûlullahı incitenlere Allah la’net eylesin!) meâlindeki altmışikinci âyet-i kerîmesine göre, (Resûlullahın babası Cehennemdedir) diyen kimse mel’ûndur. (Mir’ât-ül-kâinât)ın yazısı temâm oldu].
Peygamberimiz “aleyhisselâm” bir kabr yanında hâzır oldukları vakt, (Dünyâ ve âhıret selâmeti, müslimânlardan ve mü’minlerden bu kabrde bulunanların üzerine olsun. Biz inşâallah size lâhık oluruz [kavuşuruz]. Siz bizden evvel göçdünüz. Biz de, size tâbi’ olup, sonradan varırız. Yâ Rabbî! Bizi ve bunları mağfiret et ve afvınla günâhlarımızdan geç) buyururdu. Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek zevcelerine de “radıyallahü teâlâ anhünne” kabr ziyâretinde bu kelâmı (düâyı) söylemelerini emr ederdi.
Sâlih-i Müzenî “rahimehullah” buyurdu ki, ba’zı ulemâdan (Kabristânda nemâz kılmak niçin nehy olundu?) diye süâl eyledim. Bunun hakkında hadîs-i şerîf vârid oldu diye haber verdiler. (Siz kabrler arasında nemâz kılmayınız. Zîrâ bu, nihâyeti olmıyan hasretdir). Ya’nî pişmân olursunuz hadîs-i şerîfini okudular. [İsmâ’îl Müzenî, imâm-ı Şâfi’înin talebesi idi. 264 [m. 878] de Mısrda vefât etdi.]
Bunun içindir ki, necâset bulunan yerlerde, meselâ kabristânda ve hamâmda nemâz kılmak mekrûhdur.
Bir zâtdan rivâyet olundu. Dedi ki, birgün kabrler arasında nemâza durdum. Güneşin sıcaklığı pek şiddetli idi. Hemen pederime
benzer bir şahsı kabrinin üzerinde oturur gördüm. Korkarak nemâzın secdesini noksan etdim. İşitdim ki, (Yeryüzünün genişliği sana dar geldi de, burayı mı buldun? Nemâzınla bir zemân, bize ezâ edersin) dedi.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir yetîme rastgeldi. Babasının kabri başında, yüksek sesle ağlıyordu. O yetîme merhamet ederek, kendileri dahî ağladılar. Buyurdular ki, (Ölü elbette yakınlarının bağırarak ağlaması sebebi ile azâb olunur. Ya’nî hüzn ve fenâlık gelir.)
Nice ölü vardır ki, rü’yâda görülüp, süâl eden kimseye, hâlim pek fenâdır. Filân ve filândan eziyyet görüyorum. Onların çok ağlayıp, feryâd ve figânı bana ezâ ediyor diye, haber verdiği vâki’dir. Lâkin zındıklar [kısa akllarına uyarak], bunu inkâr ediyorlar.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz: (Sizlerden biriniz dünyâda bildiğiniz bir ölmüş kimsenin kabrine uğrayıp da, selâm verince, o mü’min sizi tanır ve selâmınıza cevâb verir) buyurdu.
Yine bunun gibi, Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bir cenâze defninden geldikde, (Ölü, ayakların sesini işitir ve işitirim işitirim diyerek üzüldüğünü bildirir) buyurdu.
Fıkh âlimlerinden “rahime-hümullahü teâlâ”, rivâyet olunur ki, bir kimse vasıyyet etmeden vefât etmişdi. Sonra, gece çoluk çocuğunu dolaşıp (Filâna ve filâna şu kadar ekin verin. Filân kimseden emânet aldığım kitâbını verin) dedi. Sabâh olunca, her biri diğerine gördükleri rü’yâyı söylediler. Ekini verdiler. Lâkin kitâbı araşdırdılar, bulamadılar. Buna te’accüb etdiler. Bir zemân sonra, evin bir köşesinde buldular.
Bir zâtdan rivâyet olundu ki, babam bizim için terbiye edici bir kimse ta’yin eylemişdi. Bize evde yazı öğretirdi. Bu zât vefât eyledi. Altı gün sonra kabrine vardık. Allahü teâlânın emrini düşünüyorduk. Oradan bir tabak incir geçiriyorlardı. Onu satın aldık, yidik. Saplarını oraya atdık. O gece bizim üstâdımız babamızın rü’yâsında görünüp, hâlin nasıldır, diye sorunca, iyidir, ben de hayr üzereyim. Fekat evlâdın kabrimi mezbele ya’nî süprüntülük etdiler. Fenâ lâflar söylediler dedi. Babam bize sordu. Biz ise (Sübhânallah! Bizi dünyâda terbiye etmiş iken, âhırete gitdiği hâlde, yine terbiye ediyor) dedik. Bu gibi şeyler hakkında anlatılanlar çokdur. Fekat bu kadar va’z ve nasîhati kâfî gördüm ki, az sözden çok ibret alınsın.