Nasîhatlerin birincisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin,
kitâblarında
bildirdiklerine göre, i’tikâdı düzeltmekdir. Bu âlimler, kitâblarında Eshâb-ı kirâmdan
işitdiklerini bildirmişler, kendi kafalarından hiçbirşey yazmamışlardır. Cehennemden
kurtulan, yalnız bu
âlimlere tâbi’ olanlardır.
Allahü teâlâ, o büyük insanların çalışmalarına, bol bol mükâfât versin! Dört mezhebin ictihâd
derecesine yükselmiş âlimlerine ve bunların yetişdirdikleri büyük âlimlere (Ehl-i sünnet) âlimi denir. İ’tikâdı (Îmânı)
düzeltdikden sonra, islâmiyyete uymak, ya’nî fıkh kitâblarının bildirdiği ibâdetleri
öğrenmek
ve yapmak ve yasak etdiklerinden kaçınmak lâzımdır. Beş vakt nemâzı, üşenmeden, gevşeklik yapmadan,
şartlarına ve
ta’dîl-i erkâna dikkat ederek kılmalıdır.
Nisâb mikdârı malı ve parası olan, zekât
vermelidir. İmâm-ı a’zam
buyuruyor ki, (Kadınların süs olarak
kullandıkları altın ve gümüşün
de zekâtını vermek lâzımdır.)
Kıymetli
ömrü, lüzûmsuz mubâhlara bile harcamamalıdır. Harâm ile geçirmemek, elbette lâzımdır. Tegannî ve
şarkı ve
çalgı
âletleri ile meşgûl olmamalı, bunların nefse verecekleri lezzete aldanmamalıdır. Bunlar bal
karışdırılmış, şekerle
kaplanmış zehr
gibidir.
(Gîbet) etmemelidir.
Gîbet harâmdır.
[Gîbet, bir müslimânın
veyâ zimmînin gizli bir kusûrunu, arkasından söylemekdir. Harbîlerin ve bid’at
sâhiblerinin, mezhebsizlerin ve açıkca günâh işliyenlerin bu günâhlarını ve zulm
edenlerin ve alış
verişde aldatanların bu
fenâlıklarını duyurarak,
müslimânların,
bunların
şerrinden sakınmalarına yardım etmek ve müslimânlığı yanlış söyliyenlerin ve yazanların bu
iftirâlarını herkese
söylemek lâzımdır. Bunları söylemek,
gîbet olmaz (Redd-ül muhtâr: 5-263).]
(Nemîme) yapmamalı, ya’nî
müslimânlar arasında
söz taşımamalıdır. Bu iki
günâhı
işliyenlere çeşidli azâblar yapılacağı bildirilmişdir. Yalan söylemek ve iftirâ etmek de harâmdır, sakınmak lâzımdır. Bu iki
fenâlık,
her dinde de harâm idi. Cezâları çok ağırdır.
Müslimânların
ayblarını örtmek,
gizli günâhlarını yaymamak ve
kusûrlarını afv etmek
çok sevâbdır.
Küçüklere, emr altında
bulunanlara [zevceye, çocuklara, talebeye, askere, işçiye] fakîrlere merhamet
etmelidir. Kusûrlarını yüzlerine
vurmamalıdır. Olur olmaz
sebeblerle o zevallıları incitmemeli,
dövmemeli ve sövmemelidir. Hiç kimsenin dînine, malına, canına, şerefine,
nâmûsuna saldırmamalı,
herkese ve hükûmete olan borcları ödemelidir. Rüşvet vermek ve almak harâmdır. Yalnız, zâlimin
zulmünden kurtulmak için ve ikrâh, tehdîd edilince vermek, rüşvet olmaz. Fekat
bunu
da almak harâm olur. Herkes, kendi kusûrlarını görmeli, Allahü teâlâya karşı yapdığı kabâhatleri
düşünmelidir. Allahü teâlânın, kendisine cezâ vermekde acele etmediğini, rızkını kesmediğini
bilmelidir. Ananın,
babanın,
hükûmetin, islâmiyyete uygun emrlerine itâ’at etmeli, islâmiyyete uygun
olmayanlara isyân etmemeli, karşı gelmemeli, fitneye sebeb olmamalıdır. [Kısacası, hakîkî
müslimân, medenî, ilerici insandır. (Mektûbât-ı Ma’sûmiyye) ikinci cild, 123. cü mektûba bakınız!]
İ’tikâdı düzeltdikden
ve (islâmiyyet)in emrlerine ve yasaklarına uydukdan
sonra, bütün zemânları,
Allahü teâlânın
zikri ile geçirmelidir. Zikre büyüklerin bildirdiği gibi, devâm etmelidir. (Zikr)e, ya’nî kalbin, Allahü teâlânın ismini (Sıfât-ı zâtiyye)sini hâtırlamasına, anmasına mâni’ olan herşeyi, kendine düşman bilmelidir. İslâmiyyete ne
kadar çok yapışılırsa, Onu
anmanın
lezzeti artar. İslâmiyyete
uymakda, gevşeklik, tenbellik artdıkca, o lezzet de azalır ve kalmaz
olur. İslâm
düşmanlarının yalanlarına, iftirâlarına aldanıp da, onların tuzaklarına düşmemeğe çok dikkat
etmelidir.
İhlâs
ile yapılmayan
ibâdetin fâidesi olmaz, sevâbı olmaz. (İhlâs), herşeyi yalnız Allah rızâsı için yapmakdır. İhlâs, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi
sevmemekle, yalnız Onu
sevmekle, kendiliğinden
hâsıl
olur. Kalbin yalnız Onu
sevmesine (Kalbin tasfiyesi), (Kalbin itmînânı) veyâ (Fenâ fillâh) denir.
Kalbin itmînâna kavuşması,
ancak Onu çok hâtırlamakla,
büyüklüğünü,
ni’metlerini düşünmekle olacağını,
Ra’d sûresinin yirmisekizinci âyeti bildirmekdedir. İnsanda, (akl), (kalb) ve
(nefs) denilen üç kuvvet vardır. Aklın ve nefsin
yeri dimâgdır.
Kalbin yeri yürekdir. Akl, mekteb dersleri, fen bilgileri, san’at hesâbları, mal sâhibi
olmak, âhireti kazanmak yolları gibi şeyleri düşünür. İsterse düşünür. İstemezse
düşünmez. Aklın bu
düşünceleri ve insanın
bunlara kavuşmak için çalışması câizdir.
Hattâ, çok sevâb olur. Bunların kalbe sirâyet etmeleri zararlıdır. Nefs,
dâimâ harâmları,
zararlı
şeyleri yapmağı
düşünür. Kalbin kendinde hiç düşünce yokdur. Onu aklın ve nefsin
ve his uzvlarından
dimâga ve dimâgdan kalbe ulaşan harâm şeylerin düşünceleri gelerek, hasta
yapar. Kalbi bu hataralardan kurtarmak gücdür. Bu düşünceler gelmezse Allahü
teâlâyı hâtırlar,
düşünür. Ya’nî kalb, hiç düşüncesiz kalmaz. Kalbin Allahü teâlâyı hâtırlaması, ismini çok
söylemekle veyâ bir Velîyi severek görmekle olur. Bir Velîyi bulamazsa, ismini
işitdiği bir
Velînin hayâtını okuyup öğrenir, onu
çok sever. Ona (Râbıta) yapar. Ya’nî hep onu düşünür. Bir Velîyi görmek, Allahü
teâlâyı hâtırlamağa sebeb olacağı hadîs-i
şerîfde bildirilmişdir.
Erkek olsun, kadın olsun, her müslimânın, her
sözünde, her işinde, Allahü teâlânın emrlerine, ya’nî farzlara ve yasak etdiklerine
ya’nî harâmlara uyması lâzımdır. Bir farzın yapılmasına, bir
harâmdan sakınmağa ehemmiyyet
vermiyenin îmânı
gider, kâfir olur. Kâfir olarak ölen kimse, kabrde azâb çeker. Âhıretde
Cehenneme gider. Cehennemde sonsuz yanar. Afv edilmesine, Cehennemden çıkmasına imkân ve
ihtimâl yokdur. Kâfir olmak çok kolaydır. Her sözde, her işde kâfir olmak ihtimâli
çokdur. Küfrden kurtulmak da çok kolaydır. Küfrün sebebi bilinmese dahî, hergün bir
kerre, (Yâ Rabbî! Bilerek veyâ bilmiyerek küfre sebeb olan bir söz söyledim
veyâ bir iş yapdım
ise, nâdim oldum, pişmân oldum. Beni afv et) diyerek tevbe etse, Allahü teâlâya
yalvarsa, muhakkak afv olur. Cehenneme gitmekden kurtulur. Cehennemde sonsuz
yanmamak için, hergün muhakkak tevbe etmelidir. Bu tevbeden dahâ mühim bir
vazîfe yokdur. Kul hakkı
bulunan günâhlara tevbe ederken, bu hakları ödemek ve terk edilmiş nemâzlara tevbe ederken,
bunları kazâ
etmek lâzımdır. (Se’âdet-i Ebediyye) 276 dan 287 ortasına kadar
okuyunuz!
Âlemlerin Rabbinin mahbûbu Muhammeddir.
Cismi pâk, ismi Ahmed, âlemlere rahmetdir.
Hulk-i azîm sâhibi Levlâke.... muhâtabı,
Menba-ı ilm, edeb, feyz, nûr ve muhabbetdir.
Odur gerçek vâsıta,
Hak’la kul arasına,
Sözü şifâ rûhlara, adı gönül pasına.
Odur hakîkî tabîb, me’yûs kalb hastasına,
Değil kendi, ümmeti, meleklerden yüksekdir.
Bu en seçkin kuluna, Hak yardımcılar verdi,
En sevdiği kulları ona Eshâb eyledi.
Resûlullah: yolları,
benim yolum demişdir,
Asrların iyisi bu asrı göstermişdir.
Muhammed Mustafâyı
canından çok sevdiler,
Mal, mülk, makâmlarını, uğruna terk etdiler.
İslâmı yaymak için severek can
verdiler,
Yâ Rab, bu ne güzel hâl, yâ Rab, bu ne izzetdir.
Onun bir sohbetinde nefsleri pâk oldu.
Kalblerine ma’rifet, feyz, nûr, tecellî doldu.
Evliyâ hâllerini onlar bir anda buldu,
Ve hep Ona uydular, bu ne büyük şerefdir.
Onlar hepsi âdildir, kimseye zulm etmezler,
Nefsleri için aslâ, hilâfet istemezler.
Bu yüzden harb etmezler, birbirini üzmezler,
En yüksek makâmdalar ve hepsi müctehiddir.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Allahü teâlânın çok sevdiği kimse, dînini öğrenen ve başkalarına öğretendir. Dîninizi islâm âlimlerinin ağızlarından öğreniniz!)
Hakîkî âlim bulamıyan, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından öğrenmeli ve bu kitâbların yayılmasına çalışmalıdır. İlm, amel ve ihlâs sâhibi olan müslimâna (İslâm âlimi) denir. Bu üçünden biri noksan olup da, kendini âlim tanıtana (kötü din adamı, yobaz) denir. İslâm âlimi, dînin bekçisidir. Yobaz, şeytânın yardımcısıdır.[1] İstigfâr okumak, derdlere, sıkıntılara mâni’ olan sebeblere kavuşdurur. İstigfâr, (Estagfirullah min külli mâ kerihallah) okumakdır.
---------------------------------
[1] İhlâs ile amel etmek için öğrenilmeyen ilmin fâidesi olmaz. (Hadîka) cild 1, sahîfe 366 ve 367 ve (Mektûbât) cild 1. 36, 40 ve 59. cu ve 157.ci mektûblarına bakınız!