245 - VAHÎDEDDÎN HÂN: Altıncı sultân Muhammed, sultân Abdülmecîdin oğludur. Pâdişâh olan dört kardeşden en küçüğüdür. Osmânlı pâdişâhlarının otuzaltıncısı ve sonuncusudur. İslâm halîfelerinin sonuncusudur. 1277 [m. 1861] de tevellüd etdi. 1336 [m. 1918] Ramezân-ı şerîfinin yirmibeşinci, temmuzun dördüncü perşembe günü hükmdâr oldu. 1344 [m. 1926] da İtalyada vefât etdi. Şâmda medfûndur. Ehl-i sünnet mezhebinde idi. Din bilgisi çokdu. 158, 282, 292.
246 - VAHŞÎ: Hazret-i Hamzanın Bedr gazâsında öldürdüğü Tu’aymenin birâderinin oğlu olan Cübeyr bin Mut’imin kölesi idi.
Habeşli olduğu için, el ile ok atmakda usta idi. Uhud gazâsında, Cübeyr buna, (Hamzayı öldürürsen âzâd ol!) demişdi. Hind de, babasının ve amcasının intikâmı için, Vahşîye mükâfât va’d etmişdi. Vahşî, taş arkasına pusuya girip, yalnız hazret-i Hamzayı gözetirdi. Hazret-i Hamza sekiz kâfiri öldürüp, saldırırken, Vahşî okunu atarak ağır yaraladı ve kılıcı ile şehîd etdi. Sonra, ciğerini çıkarıp Hinde götürdü. Hind sevinip ciğeri çiğnedi. Üzerindeki zînetlerin hepsini Vahşîye verdi. Dahâ da vereceğini söz verdi. Hindin bu çirkin, canavarca işi, islâm dînine olan düşmânlığından değil idi. Hazret-i Hamza, Bedrde bunun babası Utbe ile amcası Şeybeyi öldürmüşdü. Bunların ve kardeşi Velîdin intikâmını almak için, bu işi yapdı. Vahşî de, âzâd olmasını, altunlara kavuşmasını düşünüyordu. İslâmiyyete hücûm düşüncesinde değildi.
Hicretin sekizinci yılında Mekke feth edildiği gün, Resûlullah, Kureyşin hepsini afv buyurdu. Yalnız on kişinin adını söyleyip, bunları gören öldürsün buyurdu. Hind ile Vahşî, bunlar arasında idi. Vahşî, Mekkeden kaçdı. Bir zemân uzak yerlerde kaldı. Sonra pişmân olup, Medînede mescide gelip, selâm verdi. Resûlullah, selâmını aldı. Vahşî, (Yâ Resûlallah! Bir kimse Allaha ve Resûlüne düşmanlık yapsa, en kötü, en çirkin günâh işlese, sonra pişmân olup temiz îmân etse, Resûlullahı canından çok sevici olarak, huzûruna gelse, bunun cezâsı nedir?) dedi. Resûlullah (Îmân eden, pişmân olan afv olur. Bizim kardeşimiz olur) buyurdu. (Yâ Resûlallah! Ben îmân etdim. Pişmân oldum. Allahü teâlâyı ve Onun Resûlünü herşeyden çok seviyorum. Ben Vahşîyim) dedi. Resûlullah, Vahşî adını işitince, hazret-i Hamzanın parçalanmış hâli gözü önüne geldi. Ağlamağa başladı. (Git, seni gözüm görmesin!) buyurdu. Vahşî, öldürüleceğini anlıyarak kapıya yürüdü. Eshâb-ı kirâm kılınca sarılmış işâret bekliyordu. Vahşî, son nefesimi alıyorum derken, Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Allahü teâlâ buyurdu ki, (Ey sevgili Peygamberim! Bütün ömrünü puta tapmakla, kullarımı bana düşmân etmeğe uğraşmakla geçiren bir kâfir, bir kelime-i tevhîd okuyunca, ben onu afv ediyorum. Sen, amcanı öldürdü diye Vahşîyi niçin afv etmiyorsun? O pişmân oldu. Şimdi sana inandı. Ben afv etdim. Sen de afv et!) Herkes, öldürün emrini beklerken, (Kardeşinizi çağırınız!) buyurdu. Kardeş sözünü işitince, saygı ile çağırdılar. Vahşîye (afv olduğunu) müjde eyledi. (Fekat, seni görünce dayanamıyorum. Üzülüyorum. Bana görünme!) buyurdu. Resûlullahı üzmemek için, bir dahâ yanına gelmedi. Mahcûb, başı önünde yaşadı. 9, 59, 344, 362.
247 - VÂKIDÎ: Muhammed
bin Ömer, târîhcidir. 130 yılında
Medînede tevellüd, 207 [m. 822] de
Bağdâdda vefât etdi “rahimehullahü teâlâ”. İmâm-ı Mâlikden ders aldı. Çok târîhler yazdı. (Târîh-i kebîr) kitâbı meşhûrdur.
Hârûn Reşîde hacda delîl olmuşdu. 19, 20, 252, 350.
248 - VÂSIL BİN ATÂ: Mu’tezile mezhebinin kurucusudur. Hicretin 80. ci yılında Medînede tevellüd, 131 [m. 748] de vefât etdi. Hasen-i Basrînin talebesi idi. Hasenin bir sözüne karşı geldiğinden (Vâsıl i’tizâl etdi. Ya’nî bizden ayrıldı) buyurdu. Ehl-i sünnetden ayrıldı. Çeşidli kitâblar yazdı. 88, 264.
249 - VEYSEL KARÂNÎ: Tâbi’înin büyüklerindendir. Resûlullah efendimizin zemânında bulundu ise de göremedi.
Yemenlidir. Hazret-i Ömer zemânında Medîneye gelip, çok hurmet gördü. Hazret-i Ömer, düâsını istedi. Basraya gitdi. Sıffîn muhârebesinde, hazret-i Alînin askeri
arasında iken, 37 yılında şehîd oldu “rahimehullahü teâlâ”. Anadoluya gelmemişdir. Hadîs-i şerîf ile medh edildi. Ferîdüddîn-i Attârın, fârisî (Tezkiret-ül-evliyâ) kitâbında, hayâtı yazılıdır. 10, 155,
156, 275.
250 - YAHYÂ “aleyhisselâm”: Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğludur. Annesi Elîsâdır. Hıristiyanlar Elizabeth diyor. Hazret-i Meryemin baba bir kız kardeşidir. Dâvüd aleyhisselâmın soyundandır. (Tevrât)da yazılı olan Îsâ aleyhisselâm göke çıkarıldıkdan bir buçuk sene sonra (İncîl)e uyduğu için, zâlim yehûdî hükmdârı Herod tarafından, otuzdörtbuçuk yaşında iken, şehîd edildi. Mubârek bedeninin parçaları başka şehrlerdedir. İbni Âbidîn, önsözünde diyor ki, (Mubârek başı, Şâmda Ümeyye câmi’indedir). 177, 186, 200, 407.
251 - YAHYÂ BERMEKÎ: Yahyâ bin Hâlid, Abbâsî devletinin vezîrlerindendir. Horasanlıdır. Babası, Ebû Müslim Horasânînin ordusunda çok hizmet etmiş, vezîr olmuşdu. Yahyâ da, Âzerbaycan vâlîsi idi. Mehdî zemânında vezîr oldu. Hârûn Reşîdin hocası oldu. Sonra buna da onyedi sene vezîrlik yapdı. 189 [m. 805] da zındanda öldü. 88.
252 - YAHYÂ BİN ŞEREF NEVEVÎ: Nevevî ismine bakınız! 53, 106.
253 - YEZÎD: Hazret-i Mu’âviyenin oğlu ve Emevî devletinin ikinci halîfesidir. Hicretin yirmialtıncı yılında Şâmda tevellüd etdi. 60. cı senesinde halîfe oldu. 61. ci senesinde Kerbelâ fâci’ası oldu. Hazret-i Hüseyn şehîd olup, mubârek başı Şâmda Yezîdin serâyına getirildi. Yezîd dedi ki, (Bilir misiniz bu iş neden oldu? Bu zât, babam Alî, onun babasından hayrlıdır. Anam Fâtıma,
onun anasından hayrlıdır. Ceddim
Resûlullah, onun dedesinden hayrlıdır. Ben de, ondan hayrlıyım. Hilâfet, benim hakkımdır dedi. Allah için söyliyorum ki, Fâtıma, elbette benim anamdan
hayrlıdır. Ceddine gelince, Allaha ve âhıret gününe inanan kimse, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kimseyi müsâvî göremez. Lâkin Hüseyn bunu fıkh
ve ictihâdı ile söyledi. (Herşeyin
sâhibi Allahü teâlâdır. Mülkünü dilediğine verir) âyet-i
kerîmesini düşünmedi). Kısas-ı enbiyâda, bundan sonra diyor ki:
Kerbelâdan getirilen kadınlar ve Zeynel’âbidîn, Yezîdin önüne çıkarıldı. Hazret-i Hüseynin kızı Fâtıma, (Yâ Yezîd! Resûlullahın kızları esîr midir?) dedi. Yezîd, (Ey kardeşimin çocuğu! Ben bunu istemezdim) dedi. Kadınları, Yezîdin kadınlarının yanına götürdüler. Serây kadınları ta’ziyet verdi. Alınan mallarını sordular. Katkat ödediler. Hazret-i Hüseynin kızı Sükeyne, (Yezîdden hayrlı günâhkâr görmedim) derdi. Yezîd, Zeynel’âbidîni yanına aldı. Akşâm sabâh berâber yidi. Yezîd Ehl-i beytin yol paralarını bol bol verip, korumak için yanlarına asker katıp, Medîneye gönderdi. Zeynel’âbidînle vedâ’ ederken, (Allahü teâlâ, ibni Mercâneye la’net eylesin! Vallahi ben olsaydım, babanın her istediğini kabûl ederdim. Lâkin kader-i ilâhî böyle imiş ne çâre. Her ne istersen bana yaz! Kabûl olunur) dedi. Mercâne, ibni Ziyâdın anasının adıdır.
Yezîd, Kerbelâ vak’asından sonra: (Allah, o ibni Mercâneye la’net eylesin! Hüseynin isteklerini kabûl etmeyip de, onu katl etdirdi. Onun katli ile, herkesi bana gücendirdi. İyi kötü herkes, Hüseynin katl olayını şişirerek anlatıp bana düşman oldu) derdi. Yezîd, 64 [m. 683] senesinde vefât etdi.
Büyük âlim El-Kâdî Ebû Bekr İbnül’arabî (El-Avâsım) kitâbında diyor ki: (Buhârî)nin Kitâb-ül-fiten kısmında diyor ki, (Medîne halkı, Yezîdi hilâfetden hal’ etmek istedikleri zemân, Abdüllah ibni Ömer, yakınlarını ve çocuklarını toplayıp, buna, Allahın ve Resûlullahın halîfesi olarak bî’at etdik. Allahın ve Resûlullahın halîfesi ile harb etmekden dahâ büyük gadr olmaz dedi). Abdüllah bin Ömer, Yezîde bî’at ederken, (Bu bî’at hayrlı ise, râzı oluruz. Kötü olursa, sabr ederiz) dedi. Hamîd bin Abdürrahmân diyor ki, Yezîde bî’at olunurken, bir Sahâbînin yanına gitdim. Bana, (Yezîd bu ümmetin hayrlısı değildir. Ondan dahâ âlimler, ondan dahâ şerefli kimseler var diyorsunuz. Ben ise, bu ümmetin birlik olmasını ayrılıklarından dahâ çok severim. Ümmet-i Muhammedin girip râhat etdiği bir yere giren kişi, râhatsız olur mu? Elbette
olmaz) dedi. Yezîdin şerâb içmesine gelince, buna inanmak için, iki âdil şâhidin, gördüm diyerek haber vermesi lâzımdır. Leys bin
Sa’d, (Emîr-ül-mü’minîn Yezîd, altmışdört senesinde vefât etdi) dedi. Bu sözü Yezîdin adâletini haber vermekdedir. Onu âdil bilmeseydi, Emîr-ül-mü’minîn
demezdi. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel (Kitâb-üz-zühd)de diyor ki, Yezîd, hutbe okurken, (Hasta olan kimse, en iyi amellerini araşdırıp, hep onu yapsın!
En kötü amelini de araşdırıp, onu terk etsin!) dedi. Bu yazısı, Yezîdin sözünü huccet kabûl etdiğini gösteriyor. Ona şerâb içmeği, fâsık ve fâcir olmayı iftirâ
eden târîhcilerin utanmaları lâzımdır. Târîhcilerin çoğu din bilgilerinde câhildirler. Bid’at deryâsına düşmüşdürler. Çoğu, Eshâb-ı kirâmı ve Selef-i sâlihîni
kötüliyebilmek için hadîs uydurmakdan bile çekinmemişlerdir. Bunların maksadları din değil, dünyâ idi. İnsanların en zararlısı zekî olan câhiller, hiylekâr olan
bid’at sâhibleridir. Mal satın almak için, âdil olan tâcir aranıyor da, Selef-i sâlihîn hakkında bilgi almak için, dinden ve hele adâletden nasîbi olmıyanların
sözleri, yazıları nasıl kabûl olunur? (Avâsım)dan terceme temâm oldu. Bu kitâb, 1371 [m. 1951] de Mısrda basılmışdır. Son nefesde îmân ile gitmesi ve tevbe etmesi
mümkin olduğu için, imâm-ı Gazâlînin “rahime-hullahü teâlâ” ve başkalarının, Yezîde la’net câiz değildir dedikleri, (Berîka)nın binonuncu sahîfesinde yazılıdır.
(Nuhbet-ül-leâlî) ismindeki, (Bed-ül-emâlî) kasîdesinin şerhini, Muhammed bin Süleymân Halebî yapmışdır. Bu şerhinde diyor ki: Yezîde, öldükden sonra, yalnız iftirâ eden taşkınlar la’net etdi. Bunlar, Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunluğuna uymıyan geveze kimselerdir. Aklı olan kimse, ona dil uzatmaz, la’net etmez. Çünki, ona la’net etmeğe emr olunmadık. Kıyâmetde bundan sorulmıyacağız. Şî’îler, hâricîler ve Mu’tezile fırkasında olanların bir kısmı ve hattâ, Teftâzânî, imâm-ı Hüseynin öldürülmesinden râzı olduğu için ve buna sevindiği için ve Ehl-i beyte hakâret etdiği için ve o zemân küfre sebeb olan beytler söylediği için, ona la’net câiz olur dediler ise de, böyle söylemeleri doğru değildir. (Temhîd) kitâbında, [Ebû Şekûr Sülemî] diyor ki, (Yezîd, imâm-ı Hüseyni öldürmeği emr etmedi. Kendisine bî’at etdirilmesini, yâhud, yakalayıp, diri olarak getirilmesini emr etdi. Onlar ise, kendiliklerinden öldürdüler). Bu kötü işi, Ubeydüllah bin Ziyâd yapdı. Kûfe şehrinden asker gönderdi. Kerbelâda karşılaşıp öldürdüler. İmâm-ı Hüseyni öldürmek için emr vermek, hattâ, Peygamberlerden başka herhangi bir kimseyi öldürmek, buna halâl demedikçe, la’net etmeğe sebeb olmaz. Olsa olsa, fâsık olur. Kâfir
olmaz. Fâsık olan mü’mine la’net etmek câiz değildir. Hattâ, hayâtda olan bir kâfire de la’net,
câiz değildir. Çünki, mü’min olarak ölmesi ihtimâli vardır. Ancak belli olmıyan kâfirlere ve kâfir olarak öldüğü bilinen kimseye la’net câizdir. Yezîdin hep
nemâz kıldığı muhakkakdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, nemâz kılanlara la’net olunmasını yasak etmişdir. Sa’düddîn-i Teftâzânî, (Akâid-i
Nesefiyye) şerhinde diyor ki, (Yezîde la’net mes’elesinde, Ehl-i
sünnet âlimleri ikiye ayrıldı. (Hulâsa)da ve başka kitâblarda, ona ve Haccac Yûsüfe la’net câiz olmadığı bildirildi. Çünki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve
sellem” nemâz kılanlara ve Ehl-i Kıbleye la’net etmeği nehy etdi). Netîcede deriz ki, Yezîdin imâm-ı Hüseyni öldürmeğe emr verip vermediği ve buna râzı olup
olmadığı, kesin olarak bilinmediği için, susmak iyidir. Çünki, ona la’net etmek emr edilmedi. La’net etmemek de günâh değildir. Evet, onun yapdığı çirkin işi
sevmeyiz. Râzı olmasa bile, onun sebeb olduğu meydândadır. (Nuhbe)den
terceme temâm oldu.
Hindistân âlimlerinden mevlânâ hâfız Hakîm Abdüşşekür Mirzâpûrî, (Şehâdet-i Hüseyn) kitâbında hazret-i Hüseyni Kûfe şehrinde kendilerine şî’î diyenlerin şehîd etdiklerini ve şehîd eden Şemmer habîsinin, hazret-i Alînin askeri arasında, hazret-i Mu’âviyeye karşı harb etdiğini vesîkalarla isbât etmekdedir. Bu kitâbı mevlevî Gulâm Haydar Fârûkî, urdu dilinden fârisîye terceme etmiş, 1395 [m. 1975] de Karaşide basdırılmışdır. Mezkûr (Şehâdet-i Hüseyn) kitâbdan ba’zı kısmları bu (Eshâb-ı Kirâm) kitâbımızın 135.ci sahîfesinde ve (Hak Sözün Vesîkaları) kitâbının (Îmân ile ölmek için kardeşim, Ehl-i beyt ile Eshâbı sevmelisin) kısmının otuzaltıncı maddesinde yazılıdır. Oradan okuyunuz!. 27, 37, 63, 65, 76, 77, 88, 136, 137, 138, 139, 140, 194, 211, 244, 305, 317, 341, 344, 345, 346, 350, 357.
254 - YEZÎD BİN EBÎ SÜFYÂN: Ebû Süfyânın oğlu, hazret-i Mu’âviyenin büyük kardeşi idi. Eshâb-ı kirâmdandır. Çok sâlih idi. Mekkenin fethinde müslimân oldu. Hüneyn gazâsında bulundu. Hazret-i Ebû Bekrin Şâma gönderdiği orduda, bir birliğin kumandanı idi. Hazret-i Ömer zemânında Filistin vâlîsi oldu. Ondokuzuncu yılda tâ’ûndan vefât etdi “radıyallahü teâlâ anh”. Yerine kardeşi Mu’âviyeyi vekîl bırakmışdı. Halîfe de tasdîk etdi. 60, 62, 64, 246, 251, 349, 355, 356.
255 - YÛSÜF “aleyhisselâm”: Ya’kûb “aleyhisselâm”, oniki oğlundan en çok Yûsüfü severdi. Kardeşleri, onu kıra götürüp kuyuya atdı. Onu kurt yidi dediler. İçlerinden biri, kuyuya yemek
götürmüşdü. Kervan gelmiş, Yûsüfü çıkarmışlar görünce, bu bizim kölemiz idi. Kaçdı dedi. Ucuz satdı. O zemân, onsekiz yaşında idi. Kardeşlerinden korkup susdu. Mısra götürüp mâliyye vekîline satdılar. Çok güzel idi. Yüzünde nûr parlıyordu. Vekîlin zevcesi Zelîha [Fârisîde Züleyhâ denir] buna âşık oldu. Fekat, iftirâ etdi. Habse konuldu. Zindânda, Fir’avnın ekmekcisi ve şerbetçisi de vardı. Bunlar, bir gece rü’yâ gördüler. Yûsüfe anlatdılar. Şerbetçi kurtulacak, ekmekci asılacak dedi. Öylece oldu. Fir’avn, bir rü’yâ gördü. Kimse, bunu çözemedi. Şerbetçi, gelip Yûsüf aleyhisselâma anlatdı. Yedi sene bolluk, sonra yedi sene kıtlık olacak. Bollukda saklayın, kıtlıkda bunları yirsiniz buyurdu. Fir’avn, Yûsüfü istedi. Çok beğendi. Mâliyye vekîli öldü. Yûsüfü vekîl yapdı. Zelîhayı ona verdi. Bundan, iki oğlu ve Rahmet adında bir kızı oldu. Bollukda, çok zahîre topladı. Kıtlıkda, her memleketden Mısra gelip, zahîre satın aldılar. Vesîka ile veriyordu. Kardeşleri de, Ken’ân ilinden, ya’nî Şâm tarafından, zahîre almağa geldiler. En küçükleri olan Bünyâmin, Yûsüfe çok benzerdi. Bunu, babası göndermemişdi. Yûsüf “aleyhisselâm”, kardeşlerini tanıdı. Siz kimsiniz, câsûs olmıyasınız dedi. Söylediler. Bunlara ziyâfet verdi. Bir dahâ gelirken, öteki kardeşinizi de getirin! Onu getirmezseniz, size zahîre vermem dedi. Paralarını da gizlice, zahîrenin arasına koydurdu. Geri gelince, (Baba! Bünyâmini de götüreceğiz) dediler. (Evvelce Yûsüfe olanı biliyorsunuz. Fekat, Allahü teâlâ, en iyi koruyucudur. Merhametlilerin en merhametlisidir) dedi. Paralarını da, geri gelmiş görünce, yine gidip alalım dediler. Bünyâmini gözeteceklerine kuvvetli söz verdiler. Yûsüf “aleyhisselâm”, ziyâfet ve çok ikrâm eyledi. Bünyâmine gizlice kendini tanıtdı. Seni göndermiyeceğim, üzülme dedi. Bunun yüküne bir altın tas koydurdu. Giderlerken arkadan, hırsız var diye sesler geldi. Biz hırsız değiliz dediler. Sözünüz yalan ise, ne yapalım dediler. Hangimizde çıkarsa, onu tutun. Biz, böyle yaparız dediler. Tas, Bünyâminin yükünde bulundu. Bunu yakalamak, Mısr kanûnlarında yok idi. Babasının dînini kardeşlerine söyletdi. Böylece, Bünyâmini ellerinden aldı. Babamız ihtiyârdır. Bunu çok sever. Bunun yerine bizim birimizi al dediler. Biz, sizin sözünüzle bunu tutukluyoruz. Başkasını alırsak, zâlim oluruz dedi. Utanarak, sıkılarak, babalarına geldiler. Ya’kûb “aleyhisselâm” çok üzüldü. Bunda bir iş var! Mısr sultânı, bizim dînimizi ne bilir? Sabr güzel şeydir. Cenâb-ı Hak, beni çocuklarıma kavuşdurabilir buyurdu. Yûsüf, Yûsüf diye ağlamakdan, gözlerine perde geldi. Kuyuya atılalı yirmibir yıl olmuşdu. Kardeşleri ondan ümmîdi kesmişdi. Babası ise, Allahdan
ümmîd kesmiyor ve onun küçük iken gördüğü rü’yâdan, kardeşlerinin ona birgün secde edeceğini biliyordu. Gidiniz onları arayınız! Allahdan ümmîd kesilmez dedi. Mısra gitdiler. Ey azîz! Fakîriz. Babamız ihtiyârdır. Bize lutf ve ihsân et! Bize zahîre ver. Kardeşimizi de bağışla deyip, yalvardılar. Gülerek, Yûsüfe yapdığınızı unutdunuz mu dedi. Sen Yûsüf müsün dediler. Evet, ben Yûsüfüm. Bu da, kardeşimdir. Cenâb-ı Hak bize ihsân etdi. O, sabr edenleri mahrûm bırakmaz dedi. Şu gömleğimi babamın gözlerine sürün ve hepsini buraya getirin dedi. Onlar Mısrdan gelirken, Ya’kûb “aleyhisselâm”, (Yûsüfün kokusu geliyor) diyordu. Yanındakiler (Sen hâlâ eski şaşkınlık üzeresin) dediler. Sonra, oğulları geldi. Gömleği yüzüne koyunca gözleri açıldı. Hepsi Mısra gitdi. Yûsüf “aleyhisselâm”, Fir’avn ile ve ehâlî ile, uzakdan karşıladı. Serâyına götürdü. Babasını, anasını sedire oturtdu. Sedire karşı, Allahü teâlâya, secde-i şükr yapdılar. Onyedi sene sonra Ya’kûb “aleyhisselâm” vefât etdi. Yûsüf “aleyhisselâm” ellialtı yaşında idi. Yüzon yaşında vefât etdi. Fir’avn, bundan önce vefât etdi. Sonra gelen Fir’avnlar, Benî-İsrâîle kıymet vermediler. 131.
256 - YÛSÜF BİN CÜNEYD: Ehî Çelebî, ikinci Bâyezîd hân devri
âlimlerindendir. Tokadlıdır. Bursada,
Edirnede ve İstanbulda
müderrislik yapdı. (Vikâye)nin (Sadr-üş-şeri’a)
şerhine hâşiye yaparak, (Zahîret-ül-ukbâ)
ismini vermişdir. (Hediyyet-ül-mehdiyyîn)
kitâbı
arabî olup, İstanbulda
basdırılmışdır.
Dokuzyüzbeş 905 [m. 1499] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. İstanbulda (Ehî-zâde) câmi’i yanındadır.
257 - YÛSÜF BİN İBRÂHÎM: Cemâleddîn Yûsüf Erdebilî, Şâfi’î âlimlerindendir. Âzerbaycân fâtihlerindendir. 799 [m. 1397] da vefât etdi. Fıkh kitâbları vardır. 106.
258 - YÛSÜF NEBHÂNÎ: Yûsüf bin İsmâ’îl bin Yûsüf, 1265 [m. 1849] da Hayfâda tevellüd, 1350 [m. 1932] de Beyrutda vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”.
Câmi’ul-ezheri bitirdi. Şâmda kâdî, Beyrutda hukuk mahkemesi reîsi oldu. Çeşidli şehrleri ve İstanbulu ziyâret etdi. Medînede vehhâbîliği yakından incelemek
imkânını buldu. Topladığı bilgileri yaymak için, çok kıymetli kırkyedi kitâb yazdı. (El-Feth-ül-kebîr) kitâbında
ondörtbindörtyüzelli hadîs, harf sırasına göre dizilmişdir. Üç cild hâlinde basılmışdır. (Câmi’u kerâmât-il-evliyâ) kitâbı iki cild olup,
kerâmetin hak olduğunu
isbât etmekdedir. 1329 [m. 1911] da Mısrda basılmışdır. Kırkyedi kitâbının hepsi basılmışdır. Çok mühim olan, (Şevâhidül-hak)
kitâbı, Mısrda üçüncü
def’a olarak binüçyüzseksenbeş
[1385] hicrî ve [1965] mîlâdî senesinde basılmışdır. Kitâb beşyüzyetmiş sahîfe olup, dörtyüzelli sahîfesi ibni Teymiyyeyi ve vehhâbîleri red etmekde, geri kalan yüzyirmi sahîfesi de Eshâb-ı kirâmın üstünlüklerini, hazret-i Mu’âviye ile Amr bin Âs hazretlerinin yüksekliklerini ve islâmiyyete hizmetlerini bildirmekdedir.
(Câmi’ul-ezher) profesörlerinden allâme şeyh Alî Muhammed Beblâvî Mâlikî ve Allâme şeyh Abdürrahmân Şerbînî ve
şeyh Ahmed Hüseyn Şâfi’î ve şeyh Ahmed Besyânî Hanbelî ve ârif allâme Süleymân Şübrâvi Şâfi’î ve şeyh Abdülkâdir Râfi’î ve ayrıca Mısr Baş müftîsi allâme Bekrî
Muhammed Sadefî Hanefî ve müderris allâme Muhammed Abdülhayy Ketânî İdrisî Fâsî ve allâme seyyid Ahmed beğ Şâfi’î ve Fâdıl Allâme şeyh Sa’îd-i Mûcî Şâfi’î ve
allâme şeyh Muhammed Halebî Şâfi’î ve dahâ birçok Ehl-i sünnet âlimleri, (Şevâhid-ül-hak) kitâbını beğenmişler,
uzun yazıları ile
övmüşlerdir.
(Şevâhid-ül-hak) kitâbında, Vehhâbîlerin mutlak ictihâd her zemân vardır demelerinin yanlış olduğunu ve Resûlullahı ve bütün Evliyânın mezârlarını
ziyâret için uzak yerlerden gitmenin meşrû’ olduğunu ve Resûlullah ile, Evliyâ ile Allahü teâlâya istigâsenin meşrû’ olduğunu ve dört mezheb âlimlerinin ibni
Teymiyye bid’atlerine karşı yazılarını uzun bildirmekdedir. Beşinci bâbında, Ahmed ibni Teymiyyenin bid’atlerini savunan üç kitâbdan parçalar almakda, bunları
âyet-i kerîmelerle ve hadîs-i şerîflerle çürütmekdedir. Bu üç bozuk kitâb, ibni Kayyım-ı Cevziyyenin (İgâsetül-lehfân) ve ibni Abdül-Hâdinin (Firredd-i ales-Subkî) ve Nu’mân Âlûsî Bağdâdînin (Cilâ-ül-ayneyn fî muhâkeme-til-Ahmedeyn) ismi
ile İbni
Hacer hazretlerine karşı yazdığı kitâblardır. Bu üç kitâbın haksız ve Ehl-i sünnete muhâlif olduklarını isbât
etmekdedir.
Vehhâbîlerin temel kitâbları olan (Feth-ul-mecîd)
kitâbının ikiyüzellidokuzuncu [259] sahîfesinde, imâm-ı Zeynel-âbidîn Alî hazretlerinin,
bir kimseyi Resûlullahın kabri yanına gelip düâ etdiğini görünce, buna mâni’ olduğunu ve (Bana salât okuyunuz! Her nerede olursanız, verdiğiniz selâm bana ulaşdırılır)
hadîsini okuduğunu yazıyor. Hâdiseyi yanlış anlatarak, (Buradan anlaşılıyor ki, düâ ve salât okumak için kabr yanına
gitmek yasak edilmişdir. Bu, kabri bayram yeri yapmanın bir kısmıdır. Mescid-i Nebîye nemâz kılmak için giren kimsenin, selâm vermek için kabrin yanına gitmesi
yasakdır. Eshâbın hiçbiri böyle yapmadı. Böyle yapanları da men’ etdiler. Peygambere ümmetinin yalnız okudukları salât ve selâm bildirilir. Başka işleri
bildirilmez) diyor. Buna mâni’ olmak için Süûd hükûmetinin, Mescid-i Nebî içine
(Hucre-i
se’âdet) yanına asker koyduğunu da, ikiyüzotuzdördüncü [234] sahîfesinde yazıyor.
Yûsüf Nebhânî, (Şevâhid-ül-hak) kitâbının çeşidli yerlerinde bunlara cevâb vermekdedir. Sekseninci [80] sahîfesinde diyor ki: İmâm-ı Zeynel’âbidîn “radıyallahü anh”, Resûlullahın mubârek kabrini ziyâret etmeği yasak etmemişdir. İslâmiyyete uygun olmıyan, saygısızca yapılan ziyâreti yasak etmişdir. Torunu imâm-ı Ca’fer Sâdık, Hucre-i se’âdeti ziyâret eder, Ravda tarafındaki direk yanında durup, Resûlullaha selâm verirdi ve mubârek başı buradadır derdi. (Kabrimi bayram yapmayınız!) demek, ziyâretinizi bayram gibi belli zemânlara bırakmayın! Her zemân ziyâret ediniz demekdir. 88. ci ve 106. cı sahîfelerinde diyor ki: Ebû Abdüllah Kurtubî (Tezkire)sinde buyuruyor ki, Resûlullaha ümmetinin amelleri her sabâh ve her akşam bildirilir. 89. cu ve 116. cı sahîfelerinde diyor ki: Halîfe Mensûr, Resûlullahı ziyâret ederken, imâm-ı Mâlike sordu: Yüzümü kabre karşı mı, kıbleye karşı mı döneyim? İmâm-ı Mâlik buyurdu ki: Yüzünü Resûlullahdan nasıl ayırabilirsin? O “sallallahü aleyhi ve sellem” senin ve baban Âdemin afv olmasına vesîledir. 92. ci sahîfede diyor ki: (Kabrleri ziyâret ediniz!) hadîs-i şerîfi emrdir. Ziyâret yaparken harâm işlenirse, ziyâret yasak edilemez. Harâmı yapması yasak edilir. 98. ci sahîfesinde diyor ki: İmâm-ı Nevevî (Ezkâr) kitâbında (Resûlullahın ve Sâlihlerin kabrlerini çok ziyâret etmek ve her ziyâretde kabr başında çok durmak sünnetdir) buyurmakdadır. 100. cü sahîfede diyor ki: İbni Hümâm (Feth-ul-kadîr) kitâbında, Dâr-ı Kutnînin ve Bezzârın bildirdikleri hadîs-i şerîfi yazıyor. Bu hadîs-i şerîfde, (Başka bir iş görmeyip, yalnız beni ziyâret için gelene, kıyâmet günü şefâ’at etmek, üzerimde hakkı olur) buyuruldu. 118. ci sahîfede buyuruyor ki, (Allahü teâlâ Evliyâya kerâmet vermişdir. Öldükden sonra da tesarruf ederler. Bunları Allahü teâlâya vesîle etmek câizdir. Evliyânın öldükden sonra da kerâmetleri çok görülmüşdür. Fekat, islâmiyyete uygun olarak istigâse etmelidir. Câhillerin, dilediğimi verirsen veyâ hastamı iyi edersen, sana şu kadar........... vereceğim demesi câiz değildir. Fekat, buna küfr, şirk denilemez. Çünki, çok câhil olan da, Velînin îcâd edeceğini düşünmez. Velîyi, Allahü teâlânın îcâd etmesine vesîle etmekdedir. Onun Allahü teâlânın sevgili kulu olduğunu düşünmekdedir. Dileğimi yapmasını Allahdan iste, Allahü teâlâ, senin düânı red etmez demekdedir. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Aşağı, değersiz sanılan çok kimseler vardır ki, onlar Allahü teâlânın sevgili kullarıdır. Birşeyi yapmak dileseler, Allahü teâlâ o şeyi,
elbet yaratır) buyurdu.) Bu
hadîs-i şerîf, vehhâbîlerin (Feth-ul-mecîd) kitâbı, 381. ci sahîfesinde de yazılıdır. Müslimânlar, böyle hadîs-i
şerîflere güvenerek, Evliyâyı vesîle etmekdedir. İmâm-ı Ahmed, imâm-ı Şâfi’î, imâm-ı Mâlik ve imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, sâlihlerin kabrleri ile teberrük etmek
câizdir dediler. (Ehl-i sünnet) âlimlerinden birinin mezhebinde olduğunu, Ehl-i sünnet olduğunu söyliyen bir kimsenin de böyle söylemesi lâzımdır. Böyle
söylemezse, Ehl-i sünnet olmadığı, yalancı olduğu anlaşılır. (Şevâhid-ül hak)dan terceme temâm oldu. 212, 270,
353.
259 - ZEHEBÎ: Şemseddîn Muhammed bin Ahmed, islâm târîhcilerindendir. 740 senesine kadar olan târîh olaylarını yazmışdır. (Târîh-i islâm) kitâbı oniki cilddir. Bu kitâb çok kıymetlidir. Başka hadîs ve târîh kitâbları da vardır. 673 [m. 1274] de Şâmda tevellüd, 748 [m. 1348] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. 18, 21, 79, 223.
260 - ZEKERİYYÂ “aleyhisselâm”: Süleymân aleyhisselâmın soyundandır. Beyt-ül-mukaddesde Tevrât yazar, kurban keserdi. Peygamber oldu. Zevcesi (Îsâ) veyâ (Elîsâ’) ile bunun anadan kız kardeşi (Hunne)nin çocukları olmazdı. Hunne, İmrânın zevcesi idi. Hunne, (Oğlum olursa Beyt-ül-mukaddese hizmetçi vereyim) diye nezr etdi. İmrân öldükden sonra Hunnenin kızı oldu. Adını Meryem koydu. Meryemi Beyt-ül-mukaddese götürüp Zekeriyyâ aleyhisselâma teslîm etdi. Bu da alıp evine götürdü. Teyzesi Îsâ’ bunu büyütdü. Büyük olunca Beyt-ül-mukaddesde bir odada ibâdete başladı. Yanına, Zekeriyyâ aleyhisselâmdan başka kimse giremezdi.
Zekeriyyâ “aleyhisselâm” ihtiyâr olduğu hâlde, oğlu Yahyâ “aleyhisselâm” dünyâya geldi. Yahyâ “aleyhisselâm” büyüdü. Önce Tevrâtdan, sonra İncîlden va’z etdi. Benî İsrâîl üzerine hâkim olan Filistin vâlîsi Herod, Tevrâta göre kardeşinin kızını almak istedi. İncîlde bu yasak olduğundan, Yahyâ “aleyhisselâm” nikâh yapmadı. Herod da, bunu şehîd etdi. Zekeriyyâ “aleyhisselâm” oğlunu kurtarmağa çalışınca, bunu da öldürmek istedi. Bir kütük içine saklandı. Kütükle birlikde destere ile ikiye biçilerek şehîd edildi. 130, 200, 399.
261 - ZEYD BİN HATTÂB: Hazret-i Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” babadan olan büyük kardeşidir. İlk Muhâcirlerden idi. Bütün gazâlarda bulundu. Ebû Bekr-i Sıddîk zemânında Yemâme cenginde şehîd oldu “radıyallahü teâlâ anh”. Bu muhârebede, islâm bayrağını taşımakda idi. Yemâme, Arabistânda, Necd ile Bah-
reyn arasındadır. Müseyleme-tül-kezzâbla muhârebe, burada olmuşdur. 103.
262 - ZEYD BİN SÂBİT: Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Hazrec kabîlesindendir. Vahy kâtibi idi. Hicretde on yaşında idi. Babası dört sene önce vefât etmişdi. Çocuk olduğundan Bedr gazâsında geri gönderilmişdi. Hendek ve sonraki gazâlarda bulundu. Hendekde toprak taşırken Resûlullah görünce, (Bu, ne iyi yiğitdir) buyurmuşdu. Çok âlim idi. Süryânî öğrenmesi emr buyuruldu. Öğrendi. Gelen mektûbları okurdu. Halîfe Ebû Bekre ve Ömere de kâtiblik yapdı. Hazret-i Ömer hacca ve Şâma giderken, yerine bunu vekîl bırakmışdı. Hazret-i Osmân zemânında Beyt-ül-mâl me’mûru oldu. Ya’nî mâliye vekîli oldu. Halîfe hacca gidince, bunu vekîl bırakdı. Hazret-i Alîyi çok severdi. Fekat, Cemel ve Sıffîn vak’alarına karışmadı. Çok hadîs-i şerîf bildirmişdir. İlk toplanan Kur’ân-ı kerîmi bu yazdı. 45 de vefât etdi “radıyallahü teâlâ anh”. 30, 168, 251, 260.
263 - ZİYÂD BİN EBÎH: Ebû Süfyânın oğlu idi. Hicretin birinci senesi tevellüd etdi. Resûlullahı göremedi. Arabistânın meşhûr beş dâhîsinden biridir. Anası bir câriye idi. Hazret-i Ömer, kendisini Basra vâlîsi yapdı. Hazret-i Alî, Basrada beyt-ül-mâl me’muru yapdı ve Basra vâlîsi yapdığı Abdüllah bin Abbâsa, Ziyâdın sözüne göre hareket etmesini emr buyurdu. Cemel vak’asına karışmadı. Cemelden sonra, hazret-i Alî, bunu Basra mâliye müdîri yapdı. Abdüllah ibni Abbâs, Basradan Kûfeye giderken, yerine Ziyâdı vekîl bırakdı. Hazret-i Alî, bunu Fâris ve Kirman vâlîsi yapdı. Buralardaki karışıklıkları düzeltdi. Huzûr, râhat getirdi. Hazret-i Mu’âviye halîfe olunca, Fârisde vâlî idi. Bî’at etmemişdi. Bunu 45 senesinde Basraya sonra Horasana vâlî yapdı. Kûfeyi, Bahreyn ve Ümmânı da emrine verdi. Bu da bî’at ve çok hizmet etdi. Eshâb-ı kirâmın büyüklerine yüksek makâmlar verdi. Sağ elinde çıban çıkıp, 53 de vefât etdi. Oğlu Ubeydüllah, 53 de 25 yaşında iken Horasan vâlîsi oldu. Buhârâyı feth etdi. 55 de Basra, 60 da Kûfe vâlîsi oldu. Ömer bin Sa’d bin Ebî Vakkası dörtbin askerle 61 de Kerbelâya gönderdi. Hazret-i Hüseyni teslîm alıp getirmesini emr etdi. Teslîm olmayınca hücûm edip, Şimrin emri ile, Sinân bin Enes tarafından şehîd edildi. 62, 385.
264 - ZÜBEYR BİN AVVÂM: Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ve Aşere-i mübeşşeredendir. Hadîce-tül-kübrânın birâderinin oğludur. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” halası olan Safiyyenin “radıyallahü teâlâ anhâ” oğludur. Onbeş veyâ onsekiz yaşında iken, erkeklerin dördüncü veyâ beşincisi olarak islâ-
ma geldi. İslâmda, ilk kılınç çeken budur. Mekkede, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” tutuldu diye işitince, kılıncını çekip, kurtarmağa giderken, yolda Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” rastladı. Düâya kavuşdu. Habeşistâna ve Medîneye hicret edenlerdendir. Bütün gazâlarda bulunup, çok yara aldı. Mısrın fethinde de bulundu. Çok zengin idi. Bütün malını, Allahü teâlânın yolunda harc etdi. Cemel vak’asında, hazret-i Âişe ile birlikde, hazret-i Alîye karşı harb etdi. Sonra harbden vazgeçdi. Bir kenâra çekilip, nemâz kılarken şehîd edildi “radıyallahü teâlâ anh”. Vefâtı 36. cı yılda oldu ve 67 yaşında idi. Nemâzını hazret-i Alî kıldırdı. 13, 14, 19, 20, 24, 30, 49, 60, 75, 76, 77, 106, 113, 122, 129, 166, 175, 176, 185, 209, 215, 235, 236, 250, 251, 258, 259, 323, 330, 365, 384, 395, 396.
265 - ZÜFER: Ebû Hüzeyl Züfer bin Hüzeyl Küfîdir. 110 [m. 728] yılında İsfehânda tevellüd, 158 [m. 775] de Basrada vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. İmâm-ı a’zamın “rahime-hullahü teâlâ” talebesinin büyüklerindendir. Müctehid idi. Meclisinde dünyâ işleri konuşulmazdı. Allah korkusu, damarlarına işlemiş idi. Abdüllah-ı Ensârî “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki, İmâm-ı Züferi kâdî yapmak istediler. Kabûl etmedi. Evini değişdirip saklandı. Hasta iken, Ebû Yûsüf “rahime-hullahü teâlâ” ve başkaları (vasıyyet et) dediler. (Şu mal zevcemindir. Şunlar da kardeşimin oğlunundur) dedi. Şaşırdılar. Çünki, kardeşi varken oğluna birşey düşmez idi. Vefâtından sonra, kardeşi, Züferin zevcesini aldı. Bir oğlu oldu. Mallar, bu oğluna kalınca, imâm-ı Züferin kerâmeti belli oldu. Buyururdu ki, (İmâm-ı a’zamın vefâtından sonra, ona muhâlif ictihâdda bulunmakdan çekindim. Çünki, hayâtında beni mağlûb edip, hep o haklı çıkardı. Onun sözünü kabûl etmeğe mecbûr olurdum. Vefâtından sonra, onun ictihâdına uymıyan birşey nasıl söyleyebilirim ki, hayâtda olsa beni yine mağlûb eder). Dâvüd-i Tâî ile arkadaş idi. Çok sevişirlerdi. Dâvüd fıkh ile uğraşmağı bırakıp, ibâdet ile, zühd ve takvâ ile yaşadı. İmâm-ı Züfer ise, ibâdeti, zühd ve takvâyı, fıkhla birleşdirdi. Babası Hüzeyl, Basra vâlîsi idi. Kardeşi Sabâh, Benî Temîm üzerine zekât me’mûru idi. 45, 53.
Se’âdete kavuşmak için, her kitâbı okuma!
Ehl-i sünnet kitâbı oku, hakîkati anla!
Bu kitâbları nerde bulursun acabâ?
bir kerre de, (Hakîkat Kitâbevi)nde
ara!
Çok mühîm tenbîh: Peygamberler vâsıtası ile, Allah tarafından bildirilmiş olan yaşamak yoluna (Din) denir. İnsanların yapdığı yaşamak yoluna (Kanûn) denir. Din, anadan, babadan ve kitâbdan öğrenilir. Dinsiz insan olamaz. Her insan, dîninin emrlerine uygun olarak yaşar. Dînine uyanın, dünyâda râhat yaşayacağına ve âhıretde Cennete giderek, sonsuz se’âdete kavuşacağına, başka dinde olanların, dünyâda sıkıntı çekeceklerine ve âhıretde Cehennem ateşinde sonsuz yanacaklarına inanır. Herkes, dînini övmekdedir. Propagandalarla, reklâmlarla herkesi kendi dînine çağırmakda, böylece kendi dîninin doğru olduğuna inanmakda ve herkesi inandırmakdadır. İnsanın dünyâ ve âhıret se’âdeti, dînine bağlı olduğu için, insan, anasından, babasından öğrendiği dînine bağlı kalmamalı ve propagandalara ve reklâmlara aldanmamalı, mevcûd dinlerin hepsini incelemeli, bozulmamış, doğru olduğunu anladığı islâm dînini öğrenmeli ve bu dîne sarılmalıdır. Böylece, dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşar, âhıretde sonsuz Cennet ni’metlerine kavuşur.