190 - OSMÂN BİN AFFÂN: Osmân bin Affân bin Ebil’âs bin Ümeyye bin Abd-i Şems, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, Cennet ile müjdelenen on kişinin üçüncüsü ve Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dâmâdı ve halîfelerin üçüncüsüdür. Talha ve Zübeyrden önce îmâna geldi. Îmâna gelenlerin beşincisidir. Zevcesi hazret-i Rukayye ile Habeşistâna iki kerre hicret etdi. Medîneye de hicret etdi. Rukayye ağır hasta olduğundan, Bedr gazâsına götürülmedi. Zafer haberi geldiği gün, Rukayye vefât etdi. Resûlullah, ikinci kızı Ümm-i Gülsümü Osmâna verdi. Bunun için, hazret-i Osmâna, zinnûreyn (iki nûr sâhibi) denildi. Rukayyeden, Abdüllah adında bir oğlu olup, hicretin dördüncü yılı, altı yaşında vefât etdi.
Hazret-i Osmân tüccâr idi. Çok zengin idi. Bütün malını ve mülkünü Resûlullah için fedâ etdi. Hadîs-i şerîfler ile medh olundu. Hilmi ve hayâsı pek fazla idi. 24. cü senesinin birinci günü halîfe oldu. Zemânında Horasan, Hindistân, Mâverâünnehr, Semerkand, Kıbrıs, Kafkasya, Afrikanın birçok yerleri ve Endülüs feth edildi. Acem devletini târîhden sildi. Amcası oğlu Mervân bin Hakemi vezîr yapdı. Abdüllah bin Sebe’ adındaki Yemenli bir yehûdî, müslimân şekline girerek, islâmiyyeti içerden parçalamağa, yıkmağa uğraşdı. Medînede çok çalışdı ise de, başaramıyacağını anlayıp Mısrda, fitne, fesâd yaymağa başladı. Câhil ve serseri Mısr çingenelerini aldatarak bir çapulcu alayı Medîneye gelip, 35. ci yılda halîfeyi şehîd etdiler. 82 yaşında, Kur’ân-ı kerîm okurken şehîd oldu. Bakî’dedir “radıyallahü teâlâ anh”. Vehhâbîler, türbesini yıkdı. Orta boylu, kaba sakallı, buğday benizli, şanlı bir zât idi. Hazret-i Ebû Bekrin topladığı Kur’ân-ı kerîmi çoğaltarak vilâyetlere dağıtdı. 13, 17, 18, 21, 22, 23, 28, 44, 49, 60, 61, 62, 63, 66, 71, 73, 75, 76, 77, 79, 82, 111, 118, 120, 121, 122, 123, 124, 129, 163, 166, 167, 174, 175, 177, 179, 180, 185, 189, 201, 203, 205, 206, 207, 208, 209, 211, 220, 223, 224, 238, 246, 250, 251, 252, 258, 259, 266, 279, 304, 309, 323, 325, 326, 330, 340, 341, 353, 354, 355, 383, 397, 408.
191 - OSMÂN BİN ALÎ: Tâc-ü-islâm denir. 124.
192 - OSMÂNLI SULTÂNLARI “rahime-hümullahü
teâlâ”: Osmânlı devleti Osmân gâzî tarafından 699 [m. 1299] da Söğüd kasabasında kuruldu. Yeni şehri
paytaht yapdı. Oğlu Sultân Orhan tarafından Bursa şehri 726 da rumlardan alınarak paytaht yapıldı. Birinci Murâd hân tarafından 767 [m. 1364] de Edirne ve Fâtih
Sultân Muhammed tarafından 857 [m. 1453] de İstanbul paytaht yapıldı. Devletin dîni, (İslâmiyyet)
idi. Kanûnlar ve bü-
tün sosyal işler ve ferdlerin güzel ahlâkları, hep islâm dîninden hâsıl oluyordu. Hafta tâtili perşembe günü zevâl vaktinde başlıyor, Cum’a günü gurûb vaktinde temâm oluyordu. Müslimânlar ile berâber başka dinden olanlar da, ibâdetlerini, ticâretlerini serbest yapıyorlar, râhat yaşıyorlardı. İnsan haklarına, adâlete tâm kavuşdukları için, çoğu müslimân oluyordu. Osmânlı sultânları 923 [m. 1517] den i’tibâren bütün müslimânların halîfeleri oldular. Her işlerinde islâmiyyete uydular. Altıyüzyirmiüç sene islâmiyyete hizmet etdiler. Âlûsî, (Gâliyye)nin doksanbeşinci sahîfesinde diyor ki, (Yeryüzünü sâlih kullarıma mîrâs bırakırım) âyet-i kerîmesinin Osmânlı sultânlarını övdüğünü, Abdülganî Nablüsî bildirmekdedir. (Burhân) kitâbı da bunu yazmakdadır. 1326 [m. 1908] de halîfelerin salâhiyyetleri sınırlandı. 1340 [m. 1922] Devletin ve 3 Mart 1342 [m. 1924] de hilâfetin sonu oldu. Osmânlı toprakları üzerinde kurulan küçük arab devletleri, Avrupalıların kontrolü altında kaldı. İkinci cihân harbinden sonra da, başlarına geçen din câhili, sosyalist siyâset adamları, islâmiyyeti içerden yıkdılar.
Mülkiyye-i şâhâne, ya’nî siyasal bilgiler mektebinin müdîri Abdürrahmân Şerefüddîn beğ 1309 [m. 1891] da İstanbulda basılmış olan (Târîh-i devlet-i Osmâniyye) kitâbında diyor ki, (Osmânlı devletinin müessisi olan sultân Osmân, Yeni şehrde son günlerini yaşarken, oğlu sultân Orhân gelip, Bursa şehrinin feth edildiğini müjdeledi ve babasının hayr düâsına ve aşağıdaki nasîhatlarına kavuşdu.
Âkıbet-i kâr budur herkese, Bâd-i fenâ pîr ve civâna ese,
Azm-i beka eylersem ben bu dem, İkbâl ile ol muhterem!
Çünki, senin gibi halef koymuşam, Rıhlet edersem bu cihândan ne gam.
Lîk vasıyyet ederim gûş kıl! Gayrı gam-ı denî ferâmûş kıl!
Ey sâhib-i ikbâl-ü câh! İtmeyesin cânib-i zulme nigâh!
Adl ile bu âlemi âbâd kıl! Resm-i cihâd ile beni şâd kıl!
Râh-ı cihâd içre edip ictihâd, Memleketde kıl adl-ü dâd!
Eyle ri’âyet ulemâya temâm. Tâ-ki bula, Şerî’at nizam!
Her nerede işidesin ehl-i ilm. Göster ona rağbet-ü hilm!
Asker ve mal ile gurûr eyleme! İlm ehlini dûr eyleme!
Şer’dir mâye-i şâhî ve bes! Şer’a muhâlif işe etme heves!
Matlabımız dîn-i Hudâdır! Mesleğimiz râh-i Hudâdır!
Yoksa, kuru mihnet ve gavga değil, Şâh-ı cihân olmağı da’vâ değil!
Nusrat-i din maksad bana. Bu maksadıma kasd yaraşır sana!
Âleme in’âmını âm et! Memleket emrini temâm idegör!
Şâh ki, ihsân ile bî-gânedir, Saltanat ismi ona efsânedir!
Hıfz-ı ri’âyaya çalış rûz-ü şeb! Karîn ola sana lutf-i Rab!
(Tâc-üt-tevârîh)
Osmân gâzînin bu nasîhati, Osmânlı devletinin Anayasasının çekirdeği oldu. Osmânlı sultânları, tervîc-i ulûmu, teshîr-i memâlikden aşağı tutmadılar. Erbâb-ı ilm-ü kemâli dâima takdîr ve tergîb eylediler. Hattâ, bunları sâir devlet erkânına takdîm eylediler. Devletin hâl ve mesleği îcâbı olarak, en evvel ve en ziyâde mazhar-i rağbet ve teşvîk olan ulûm-i arabiyye ve şer’ıyye idi. Pâdişâhlar, gerek umûr-i harbiyyede ve gerek masâlih-i kanûniyyede ahkâm-ı şer’ı şerîfe tevessül ile yükseldiler ve kuvvetlendiler. Bütün işlerinde ulemâ ile istişâre eylediler. Nizâmât-i devletin vad’ ve tanzîmini onlara havâle eylediler. İdârî mesûliyyetlere onları da teşrîk eylediler. Bunun için, Osmânlı devletinde ulemâ sınıfı bir mevkı’i muhterem ihrâz eyledi. Böylece, korkutmağa dayanmakdan ziyâde, adâleti yerleşdiren kanûnlar yapıldı.
İlk olarak Orhân gâzînin büyük kardeşi Alâüddîn pâşa Bursa kâdîsı ve büyük âlim Çendereli kara Halîl efendi (Osmânlı devleti Kanûn-i esâsîsi)ni hâzırladılar. 729 [m. 1329] senesinde, sultân Orhân ismi ile para basıldı. Askerlik kanûnları yapıldı. Devletin binâsı kuvvetli temeller üzerine kuruldu. Fâtih sultân Muhammed hân altı dil biliyordu. Molla Gürânî hazretleri, Bursa kâdîsı iken Evkafa dâir bir fermâna (İslâmiyyete mugâyirdir) diyerek isti’fâ etdiğinde, Fâtih sultân Muhammed hân, özr dilemişdir. Fâtih âlimlerle istişâre ederek, ahkâm-ı şer’i şerîfe uygun kanûnlar hâzırladı. Bu kanûnlar, Kanûnî sultân Süleymân tarafından ikmâl olunarak, devletin anayasası son şeklini aldı.) Abdürrahmân Şerefüddîn beğin yazısı temâm oldu.
1253 [m. 1837] de hâriciyye nâzırı olan Mustafâ Reşîd pâşa, Londrada elçi iken mason
olmuşdu. Mason arkadaşı olan İstanbuldaki ingiliz sefîri Lord Redcliffe ile yeni kanûnlar hâzırladı. Bir kahraman ve başarılı diplomat tanınarak nüfûz sağlamak
için, batılı devletlerle sulh ve sükûn havası kurdular. Rus harblerinden ve vehhâbî eşkiyâsının işkencelerinden usanmış olan millet, batıdan esen bu sulh
dalgalarına aldandı. (Gülhâne hatt-ı
hümâyûnu)nun yaldızlı
kelimelerine inandılar.
26 Şa’bân 1255 [m.
1839] de Gülhâne meydânında Reşîd pâşanın i’lân etdiği bu yeni Anayasa, din kardeşliği yerine başka kardeşliklerin teşekkülüne yol açdı. İslâmın güzel ahlâkı yerine, batının kötü âdetlerini getirdi. İstanbulda ve sonra Selânikde ingiliz, fransız mason locaları açıldı. Buralarda aldatılanların tatlı, yaldızlı sözleri ve bol va’dleri ile milletin aklı, idrâki uyuşduruldu. Böylece, Osmânlılara batının ilk zehrli hançeri saplandı. Koca Osmânlı İmperatorluğunun içerden yıkılması, parçalanması plânlarının birinci ve en te’sîrli adımı atılmış oldu. Yeni cülûs etmiş olan, onsekiz yaşındaki sultân Abdülmecîd hân da, bu mason oyununun içyüzünü anlıyamadı.
1967 senesinde basılmış olan (Yeni Türkiye
Târîhi)nin onikinci cildinde, özet olarak diyor ki, (Tanzimât Hattı
Hümâyûnu) Reşîd pâşanın eseri olduğu gibi, 1272 [m. 1856] de yayınlanan (İslâhât Hattı Hümâyûnu) da Âlî pâşanın eseridir. Bu yeni fermânı için, çok
kimse tarafından
tenkîd edildi. Bu târîhe kadar aslâ askere alınmıyan hıristiyan tebe’a da asker olmak hakkını aldı. Zimmîlerden
alınmakda
olan (Cizye) ismindeki islâmî vergi kaldırıldı. Müslimân millet, bunları fikren kabûl etmemişdi. Âlî, Füâd, Cevdet, Safvet ve Vefîk pâşaları, Mustafâ
Reşîd pâşa yetişdirdi. Âlî ve Füâd pâşalar da, kıskançlık veyâ uzağı görememezlik yüzünden [millet hayrına] birşey yapmadılar. İmperatorluğu yıkıma götürdüler.
1284 [m. 1868] Mayıs ayında (Şûrâyı Devlet) ya’nî Danıştay açılırken sultân Abdül’azîz hânın okuduğu nutku Âlî pâşa hâzırlamışdı. Sadr-ı
a’zam Âlî pâşanın 1287 [m. 1871] de Bebekdeki yalısında veremden ölmesine, Nâmık Kemâl, Ziyâ pâşa ve Alî Suâvî gibi fikr adamları sevindiler. Ziyâ pâşa, onu
hayâtda iken de çok hicv ederdi. Çünki, Ziyâ pâşa sadr-ı a’zam olmak, Nâmık Kemâl de, hâriciyye nâzırı olmak, Âlî ve Füâd pâşalar ekibi yerine imperatorluğu
idâre etmek istiyorlardı. (Türkiye târîhi)nden yapılan özetleme
temâm oldu.
Âlî pâşanın (İslâhât kanûnu) ve (Şûrâyı devlet)in başına Midhat pâşayı getirmesi, Osmânlı devletinin islâmiyyetden bir mikdar dahâ uzaklaşmasına sebeb olarak, fikrlerin ve nihâyet imperatorluğun bölünmesine yol açdı. 1288 [m. 1872] de Sadr-ı a’zam olan Midhat pâşa, devlet idâresini, hele dış siyâseti hiç bilmiyordu. Üstelik yabancı dile de vâkıf değildi. İngilterede mason yapıldı. Mısr hidivi İsmâ’îl pâşadan yüzelli altın rüşvet alarak, ona Avrupadan borç alabilme hakkını veren bir fermân çıkarması ve açığı olan büdçeyi vâridâtı fazla göstererek pâdişâhı aldatmak istemesi sebebi ile iki buçuk ay sonra azl olundu.
1293 [m. 1876] son ayında tekrâr Sadârete getirildi. Şûrâyı devlet re’îsi iken Abdülhamîd hân ile anlaşarak hâzırlamış olduğu (Birinci Meşrûtiyyet Kanûn-i esâsîsi)ni, sadâretinin dördüncü günü i’lân eyledi. Midhat pâşanın başkanlığında, Ziyâ pâşanın ve şâir Nâmık Kemâlin de katıldığı bir hey’etin hâzırladığı bu anayasanın ba’zı maddelerini, insan haklarına, devletin hâkimiyyetine uymadığını söyliyerek Abdülhamîd hân haklı olarak, değişdirmişdir.
Hicretin 1293 senesi Zilhicce ayında ve mîlâdın 1876 senesinin son ayında, sultân Abdülhamîd hânın ta’dîl ve tasdîk etdiği (Devlet-i Osmâniyye Kanûn-i esâsîsi), ya’nî anayasası, 1334 [m. 1916] senesi (İlmiyye sâlnâmesi) ya’nî diyânet takvîmi başında yazılıdır. Bu Osmânlı anayasası 121 madde olup, bunlardan ba’zısı şöyledir:
Madde: 1 - Devlet-i Osmâniyye, Memâlik ve Kıta’ât-i hâdırayı ve Eyâlât-i mümtâzeyi muhtevî ve yek-vücûd olmakla, hiçbir zemânda, hiçbir sebeble tefrîk kabûl etmez.
Madde: 3 - Saltanat-i seniyye-i Osmâniyye, hilâfet-i kübrâyı islâmiyyeyi hâiz olarak, sülâle-i Âl-i Osmândan üsûl-i kadîmesi vech ile ekber-i evlâda âiddir. Zât-i hazret-i pâdişâhî hîn-i cülûslarında meclis-i umûmîde ve meclis müctemi’ değilse, ilk ictimâ’ında şer’ı şerîf ve kanûn-i esâsî ahkâmına ri’âyet ve vatan ve millete sadâkat edeceğine yemîn eder.
Madde: 4 - Zât-ı hazret-i pâdişâhî haseb-ül-hilâfe, dîn-i islâmın hâmîsi ve bil-cümle tebe’a-yı Osmâniyyenin hükümdâr ve pâdişâhıdır.
Madde: 5 - Zât-i hazret-i pâdişâhînin nefs-i humâyûnu mukaddes ve gayr-i mes’ûldür.
Madde: 8 - Devlet-i Osmâniyye tabi’ıyyetinde bulunan efrâdın cümlesine, herhangi din ve
mezhebden olursa olsun, bilâistisnâ (Osmânlı) tâbir
olunur. Osmânlı sıfatı, kanûnen
mu’ayyen olan ahvâle göre istihsâl ve idâ’a edilir.
Madde 10 - Hürriyyet-i şahsiyye her dürlü te’arruzdan, masûndur. Hiç kimse, şer’ ve kanûnun ta’yîn etdiği sebeb ve sûretden mâ’adâ bir behâne ile tevkîf ve mücâzât olunamaz.
Madde: 11 - Devlet-i Osmâniyyenin dîni, Dîn-i islâmdır. Bu esâsı vikâye ile berâber, âsâyiş-i halkı ve âdâb-i umûmiyyeyi ihlâl etmemek şartı ile memâlik-i Osmâniyyede ma’ruf olan bil-cümle edyânın serbestîyi icrâsı ve cemâ’at-i muhtelifeye verilmiş olan
imtiyâzât-i mezhebiyyenin kemâ-kân ceryânı devletin taht-ı himâyetindedir.
Madde: 21 - Herkes üsûlen mütesarrıf olduğu mal ve mülkden emîndir. Menâfi’i umûmiyye için lüzûmu sâbit olmadıkça ve kanûnu mûcibince değeri behâsı peşin verilmedikçe, kimsenin tesarrufunda olan mülk alınamaz.
Madde: 118 - Kavânîn ve nizâmâtın tanzîminde, mu’âmelât-i nâsa evfak ve ihtiyâcât-i zemâna evfak ahkâm-i fıkhiyye ve hukûkıyye ile âdâb ve mu’âmelât esâs ittihâz kılınmalıdır.
Madde: 120 - Devlet-i Osmâniyyenin temâmiyyet-i mülkiyyesini ihlâl ve şekl-i meşrûtiyyet ve hükûmeti tagyîr ve kanûn-i esâsî ahkâmı hilâfatında hareket ve anâsır-i Osmâniyyeyi siyâseten tefrîk etmek maksadlarından birine hâdim veyâ ahlâk ve âdâb-i umûmiyyeye mugâyır cem’ıyyetler teşkîli memnûdur.
Midhat pâşa şımarık sözlerle sultâna ve devlet adamlarına hakâret etdiği için ve içki meclislerinde devlet esrârını fâş etdiği için ve şahsına bağlı (Millet askeri) nâmı ile husûsî asker toplaması gibi kanûn dışı hareketlerinden dolayı, 1294 [m. 1877] Şubat ayında sadâretden azl ve İtalyaya nefy olundu. 1295 [m. 1878] Şubat ayında da (Meclis-i Meb’ûsân) kapatılarak birinci meşrûtiyyete son verildi. Hakîkatda, Abdülhamîd hân, irâde-i seniyye ve Meclis-i vükelâ (Bakanlar kurulu) karârı ile meclisi ta’tîle sevk etdi. Meşrûtiyyeti ve Anayasayı ilgâ etmedi. Meclisi ve bu Anayasayı ilgâ etmiş olsaydı belki de haklı ve isâbetli iş yapmış olurdu. Çünki, bu Anayasa, rum, ermeni ve yehûdîleri meclise sokmuş, türk meb’ûsların sayısı yarıyı bulmamışdı. Ba’zı meb’ûslar, kendi dillerinin de resmî dil olmasını istemiş, muhtâriyyet, bağımsızlık isteyenleri de olmuşdu. Alman büyük devlet adamı Bismark, müşîr (Mareşal) Alî Nizâmî pâşaya: (Bir devlet, millet-i vâhideden mürekkeb olmadıkça, parlamentosunun fâidesinden ziyâde mazarratı olur) demiş, millet meclisinin dağıtılmasını yerinde bulmuşdur.
Rus orduları, Yeşilköyde iken, 1295 [m. 1878] Mayıs ayında, şu’ûru avdet etmiş olan beşinci Murâdı tekrâr tahta çıkararak kendi de Sadr-ı a’zam olmak sevdâsı ile, gazeteci Alî Suâvî, Çırağan serâyını basdı. Beşiktaş muhâfızı Hasân pâşa, asâsını Alî Suâvînin kafasına vurarak, onu ve sonra ihtilâlci Balkan göçmenlerinden yirmiüçünü öldürdü. Darbe hareketi iki sâatda basdırıldı.
Osmânlı sultânları otuzaltı aded olup, onüçüncüsünde tavak-
kuf
[duraklama], yirmincisinde inhitât [gerileme] devrleri başlamışdır. Otuzaltı sultânın ismleri aşağıdadır:
Sıra No: |
İsmi ve Babası |
Tevellüdü |
Cülûsu |
Vefâtı |
|
1 |
Sultân Osmân bin Ertuğrul gâzî |
656 |
699 [1299] |
726 [1326] |
|
2 |
Orhan bin Osmân hân |
687 |
726 [1326] |
761 [1359] |
|
3 |
Murâd bin Orhân hân |
726 |
761 [1359] |
791 [1389] |
|
4 |
Bâyezîd bin Murâd hân |
761 |
791 [1389] |
805 [1403] |
|
Saltanatda onbir sene fâsıla olmuşdur. |
|||||
5 |
Muhammed bin Bâyezîd hân |
790 |
816 [1413] |
824 [1421] |
|
6 |
Murâd bin Muhammed hân |
806 |
824 [1421] |
855 [1451] |
|
7 |
Fâtih Muhammed bin Murâd hân |
833 |
855 [1451] |
886 [1481] |
|
8 |
Bâyezîd bin Muhammed hân |
851 |
886 [1481] |
918 [1512] |
|
9 |
Selîm bin Bâyezîd hân |
872 |
918 [1512] |
926 [1520] |
|
10 |
Süleymân bin Selîm hân |
900 |
926 [1520] |
974 [1566] |
|
11 |
Selîm bin Süleymân hân |
929 |
974 [1566] |
982 [1574] |
|
12 |
Murâd bin Selîm hân |
953 |
982 [1574] |
1003 [1595] |
|
13 |
Muhammed bin Murâd hân |
974 |
1003 [1595] |
1012 [1603] |
|
14 |
Ahmed bin Muhammed hân |
998 |
1012 [1603] |
1026 [1617] |
|
15 |
Mustafâ bin Muhammed hân |
1000 |
1026 [1617] |
|
|
16 |
Osmân bin Ahmed hân |
1013 |
1027 [1618] |
1031 [1622] |
|
- |
Mustafâ bin Muhammed hân |
- |
1031 [1622] |
1048 [1639] |
|
17 |
Murâd bin Ahmed hân |
1020 |
1032 [1623] |
1049 [1640] |
|
18 |
İbrâhîm bin Ahmed hân |
1024 |
1049 [1640] |
1058 [1648] |
|
19 |
Muhammed bin İbrâhîm hân |
1051 |
1058 [1648] |
1103 [1691] |
|
20 |
Süleymân bin İbrâhîm hân |
1052 |
1099 [1687] |
1102 [1691] |
|
21 |
Ahmed bin İbrâhîm hân |
1053 |
1102 [1691] |
1106 [1695] |
|
22 |
Mustafâ bin Muhammed hân |
1074 |
1106 [1695] |
1115 [1703] |
|
23 |
Ahmed bin Muhammed hân |
1084 |
1115 [1703] |
1149 [1736] |
|
24 |
Mahmûd bin Mustafâ hân |
1108 |
1143 [1730] |
1168 [1754] |
|
25 |
Osmân bin Mustafâ hân |
1112 |
1168 [1754] |
1171 [1757] |
|
26 |
Mustafâ bin Ahmed hân |
1129 |
1171 [1757] |
1187 [1773] |
|
27 |
Abdülhamîd bin Ahmed hân |
1137 |
1187 [1773] |
1203 [1789] |
|
28 |
Selîm bin Mustafâ hân |
1175 |
1203 [1789] |
1223 [1808] |
|
29 |
Mustafâ bin Abdülhamîd hân |
1193 |
1222 [1807] |
1223 [1808] |
|
30 |
Mahmûd bin Abdülhamîd hân |
1199 |
1223 [1808] |
1255 [1839] |
|
31 |
Abdülmecîd bin Mahmûd hân |
1237 |
1255 [1839] |
1277 [1861] |
|
32 |
Abdül’azîz bin Mahmûd hân |
1245 |
1277 [1861] |
1293 [1876] |
|
33 |
Murâd bin Abdülmecîd hân |
1256 |
30 Mayıs 1876 |
1322 [1904] |
|
34 |
Abdülhamîd bin Abdülmecîd hân |
1258 [m. 1842] |
1293 11 Şa’bân [1876 1 Eylül] |
1336 [1918] |
35 |
Reşâd bin Abdülmecîd hân |
1260 |
1327 [1909] |
1336 [1918] |
36 |
Vâhideddîn bin Abdülmecîd hân |
1277 |
1336 [1918] |
1344 [1926] |
Osmânlı devleti Avrupada Viyana ve Karpat dağlarına kadar yayıldı. Macaristan, Romanya, Basarabya, Kırım ve Asyada Hemedan ve Tebrîz ve Basra Körfezi, Ummân denizi sâhilleri ve Afrikada Sûdan, Büyük sahra, Libya, Tunus, Cezâyir ele geçdi.
Devletin kurulması ve genişlemesi harb ile olduğu için, harb sanâyi’inde çok ileri gidildi. Avrupada ateşli silâhları ilk olarak Osmânlılar kullandı. Hicretin dokuzuncu ve onuncu asrlarında Osmânlı fen adamlarının yapdıkları toplar ve koruganlar, Avrupada harb tekniğinin başlamasında numûne oldu. Şimdi, Midilli, İstanbul buğazı ve Van istihkâmlarında (Mustafâ ustanın yapısıdır) ve (Alî ustanın yâdigârıdır) damgaları bulunan büyük toplar turistleri hayrete düşürüyorlar. Bu topların İstanbuldan Bağdâd, Van gibi uzak yerlere nasıl götürüldüklerine akl erdirilememekdedir. Fâtih sultân Muhammedin İstanbulu almak için dökdürdüğü büyük topları (Sarıca) isminde bir türk mühendisi ile (Urban) isminde bir macar döküm ustası yapmışdır. Dinamit de ilk olarak Fâtih tarafından kullanılmışdır. Gedik Ahmed pâşa, İtalyada Otrantoyu alınca güzel kal’a yapdırdı. İtalyanlar bu kal’ayı gördükleri zemân hayrân oldular. Harblerde böyle istihkâmlaryapmağa başladılar. Îrân seferlerinde yüzellibin kişilik orduların sevk ve idâresinin büyük bilgi ve mehârete muhtâc olduğu şübhesizdir. Böylece Osmânlı imperatorluğu, o zemân, Avrupada en ileri devlet olmuşdu. Mi’marlıkdaki üstünlüğün şâhidleri, büyük câmi’ler ve medreselerdir. Fâtih câmi’ini yapan Mi’mar İlyâsın, Bâyezîd câmi’ini yapan Mi’mar Kemâleddînin ve Süleymâniye ve Şahzâde câmi’lerini yapan Mi’mar Sinânın ve dahâ nice mi’marların büyük üstâd olduklarını eserleri göstermekdedir. Bursada Çelebî Sultân Muhammed câmi’inde ve türbesinde olan çok kıymetli çinileri (Deli Mehmed usta) yapmışdır. Bunların ba’zılarında (Ameli Muhammed Mecnûn) imzâsı hâlâ görülmekdedir. Hindistân pâdişâhı Hümâyûn şâh, sultân Süleymândan inşâ’ât ustaları istemiş, Mi’mar Sinânın şâkirdlerinden Mûsâ usta gönderilerek Hindistânda Osmânlı inşa’âtı üzere büyük ve mükemmel binâlar yapılmışdır. Osmânlı medreselerinde okutulmuş olan fizik, matematik ve astronomi derslerinin kitâbları ve harb sanayi’ine âid yazılar Süleymâniye kitâblığında hâlâ mevcûddur.
Osmânlılarda zirâ’at ve ticâret de çok ilerlemişdi. Her konuda
iş bölümü yapılmış, bütün millet kendi işinde arı gibi çalışıyordu. Millet, servet ve refâh içinde yaşıyor, din kardeşi olarak sevişiliyor, devlet re’îsi ya’nî pâdişâhlar, Peygamber vekîli olarak biliniyor, Ona itâ’at etmek büyük ibâdet sayılıyordu.
Osmânlılarda isyân, ihtilâl, devrim gibi şeyler kimsenin aklına gelmiyordu. Din düşmânlarının, haçlıların, yehûdîlerin, masonların, şî’î ve vehhâbî gibi Ehl-i sünnet düşmânlarının, yurt dışından yapdıkları kışkırtmalarla çıkardıkları Samavneli oğlu Bedreddîn, Celâlî, Hurûfî ayaklanmaları, milletin güç birliği ile az zemânda basdırılmışdır. Fâtih sultân Muhammed, Uzun Hasen isyânını basdırmağa giden askere yüz yük akça hediyye etmişdi ki, altı milyon altın lira demekdir. Sultân Süleymân zemânında bir dirhem, ya’nî yaklaşık üçbuçuk gram gümüşden üç akça basılırdı. Bir akçada yaklaşık bir gram gümüş vardı. Sonraları gümüş mikdârı azaltıldı. Sultân Süleymân zemânında Mekke kâdılığı ihdâs edildi. Sinân pâşanın Yemen seferinden sonra, Cidde gümrüğü gelirlerinin yarısı Mekke şerîflerine bağışlandı. Dahâ sonra, (Hicâz beğler beği) isminde vâlîlik yapıldı. Her sene hac zemânında, halîfeler tarafından Mekke şerîflerine ve oradaki ilm adamlarına (Surre-i Hümâyûn) denilen hediyyeler gönderilirdi. Kırım hânları kendileri para basdırır ve Cum’a hutbelerinde Osmânlı halîfelerine düâ ederdi. Kırkbin askerleri olup Moskovaya kadar ilerlemişler, Ruslardan vergi almışlardı. 728 [m.1328] senesinde Bursada altun para basıldı. Hicretin 797 [m. 1394] senesinde Anadolu hisârı kal’ası yapıldı.
922 [m. 1516] senesinde İstanbulda tersâne kuruldu. O zemânın en büyük gemileri yapıldı. 932 [m. 1526] de sultân Süleymân, Fransayı, himâyesi altına aldı. Haliçde yapılan Osmânlı donanması 945 [m. 1539] de Avrupa devletleri birleşik donanmasına gâlib geldi. 967 [m. 1559] de Malta açıklarında haçlı donanması yok edildi. 987 [m. 1578] de Takıyyüddîn efendinin başkanlığındaki hey’et, yıldızları tetkîk ve Logaritma cedvelleri ile hesâb yapdı. 1067 [m. 1656] de Osmânlı donanması Venedik donanmasını mağlûb etdi. 1135 [m. 1722] de Üsküdârda Osmânlı matba’ası kuruldu. 1205 [m. 1791] de Deniz harb okulu kuruldu. 1242 [m. 1826] de Osmânlı tıp fakültesi kuruldu. 1253 [m. 1837] de Unkapanında Mahmûdiyye köprüsü, 1254 [m. 1838] de karantina yapıldı. 1260 [m. 1843] da Karaköy ile Eminönü arasında Mecîdiyye köprüsü yapıldı. 1268 [m. 1851] de, (Şirket-i Hayriyye) isminde boğaziçi vapurları işletmesi kuruldu. 1272 [m. 1855] de İstanbul ile Varna arasında deniz altı telgraf hattı yapıldı. 1279 [m. 1863] da Basra ile Karaşi arasında telgraf hattı yapıldı. 1284 [m. 1868] de Sultânî lise-
leri, 1285 [m. 1869] de san’at okulları, 1287 [m. 1871] de orman ve ma’denler mektebi, 1288 [m. 1872] de İstanbul tramvay ve itfâiyye alayı, 1290 [m. 1873] da İzmid demiryolu ve Galata tüneli yapıldı. İkinci Abdülhamîd hânın yapdığı sayısız hizmetlerinden bir kısmı 9. cu maddedeki isminde yazılıdır. Bu arada Osmânlı donanmasını en modern vâsıtalarla yeniledi. İngiltereden sonra Avrupada ikinci derecede oldu.
1310 [m. 1892] senesi sâlnâme-i Bahrî, ya’nî takvîmi, Osmânlı donanmasını uzun anlatmakdadır. 175. ci sahîfesinde, 18 aded zırhlı harb gemisinden herbirinin ismi, tonilatosu, tûlü, arzı, zırh kalınlığı, çekdiği su mikdârı, pervâne adedi, makinanın beygir kuvveti, ateşli silâhları, torpido kovanı, vazîfeye başladığı târîh, sür’ati ve aldığı kömür mikdârları yazılıdır. Meselâ, Hamîdiyye fırkateyn harb gemisi için bunların: 6700,292 kadem, 9 fus ve 55 kadem, 7 fus, 10 fus ve 24 kadem, 1 pervâne, 6800 beygir kuvveti, 10 ve 15 cm.lik 4 Krup ve bir 300 librelik ağızdan dolma ve 6 Armstrong ve 7 küçük top ve 1 Nordenfeld ve 1 Roket, 2 torpido kovanı bulunduğu, 1301 [m. 1883] de vazîfeye başladığı, sür’atinin 13 mil olduğu, 600 ton kömür aldığı bildirilmekdedir. Zırhsız harb gemisi 40 adet, torpido stimbotu, birinci sınıf 13, ikinci sınıf 7, üçüncü sınıf 1, tahtelbahr [deniz altı] 2 dir. Bunlarda çalışan yüzlerce deniz subayının rütbeleri ve ismleri de yazılıdır.
Haydar Pâşa tıb fakültesi, Viyana tıb fakültesinden sonra Avrupada en ileri idi. Her bölümün laboratuvarları en yeni âlet ve makinalarla techîz edilmişdi. 1931 senesinde, bu fakültede okuyanlar, Histoloji laboratuvarında her talebe için birer mikroskop bulunduğunu, her mikroskop üzerinde sultân Abdülhamîd hânın tuğrası, ya’nî ismi oyma olarak yazılı olduğunu söylemişlerdir. Avrupadan getirilen seçme profesörlerin yetişdirdikleri asistan ve doçentler ve hocalar, gençlere en modern tıb bilgilerini veriyorlar. Değerli mütehassıslar yetişiyordu.
Kolağası kimyâger Cevâd Tahsin beğin 1321 de (Mekteb-i tıbbiyyeyi şâhâne matba’ası)nda basdırdığı kimyâ kitâbı, bugünkü yeni bilgileri ve analiz usûllerini bütün incelikleriyle yazmakdadır. Miralay Mehmed Şâkir beğin 1319 da basılan (Dürûs-i Hayât-i Beşeriyye) kitâbındaki, modern tıb bilgilerini görenler ve tıb fakültesinde hijyen profesörü Muhammed Fahri beğin 1324 de basılan (İt’âm ve Tağdiyye) kitâbındaki tıb bilgilerini okuyanlar ve tıb fakültesinde kimyâ muallimi olan tabib kolağası Vasil Neun beğin 1312 de basılan (İlm-i Kimyâyı Tıbbî) kitâbını ve yine o sene Mısrda basılan (Hulâsatül Kavl fî tahlîlil-bevl) kitâbını okuyanlar ve mekteb-i tıbbiyyeyi şâhâne botanik muallimi tabib Şerefeddîn
beğin 1305 senesinden beri talebenin ellerinden düşmeyen (ilm-i nebâtât) kitâbını okuyanlar ve mekteb-i mülkiyeyi şâhâne ve hendese-hâne fizik muallimi Sâlih Zeki beğin (Hikmet-i tabî’iyye) kitâbını ve bunlar gibi nice kıymetli kitâbları görenler, Sultân ikinci Abdülhamîd hân zemânında çok değerli mütehassıs doktorların ve fen adamlarının yetişdirildiğini tasdîka mecbûr kalmakdadır.
Osmânlı sultânları, ilme, fenne bu kadar ehemmiyyet vererek, kıymetli mütehassıslar yetişdirdikleri ve eserler meydâna gelmesine vesîle oldukları gibi, islâmiyyete hizmetde de, Abbâsî ve Emevî ve diğer islâm devletlerini geçmiş, bu çalışmaları ile de târîhde şan ve şöhret bırakmışlardır. Yavuz Sultân Selîm hân, Kâ’benin içini süpürmeğe mahsus olan süpürgelerden birisi getirildikde, süpürgeyi bir taç gibi kaldırarak başına koymuşdur. Kendinden sonra gelen sultânların taçlarına koydukları süpürge işâreti buradan gelmekdedir. Kânûnî Sultân Süleymân, Arafat meydânındaki tıkanmış olan su yollarını açarak Arafatı ve Mekkeyi suya kavuşdurdu. İkinci Abdülhamîd hân, bu su yollarını yeniden temizleyerek ve genişleterek hâcıları suya doyurdu. Medînedeki Ayn-ı zerkayı Abdülmecîd hân ta’mîr ve tevsi’ eyledi. Vehhâbîler, Mekkede, Medînede, hiçbir kâfirin ve zâlimin yapamayacağı vahşet ile Ehl-i sünnet müslimânları kılıçdan geçirip, Selefden yâdigâr kalmış olan bütün türbeleri, câmi’leri, ziyâret mahallerini yıkdılar. Mukaddes makâmları ve kabristânları çöle çevirdiler. İkinci Sultân Mahmûd hân, vehhâbî eşkiyasını def’ ve tard etdikden sonra, bütün bu eserleri yeniden inşâ ve ihyâ eyledi. 1235 [m. 1819] senesinde Hücre-i Se’âdete hediyye etdiği şamdanla birlikde gönderdiği aşağıdaki yazı, Osmânlı sultânlarının Resûlullaha olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesîkasıdır:
Şâmdan ihdâya eyledim cüret yâ
Resûlallah!
Murâdımdır Ulyâya hizmet, yâ Resûlallah!
Değildir ravdaya şâyeste, destâviz-i nâçizim,
Kabûl eyle, kıl ihsân ve inâyet, yâ Resûlallah!
Kimim var hazretinden gayrı, hâlim eyleyem i’lâm,
Cenâbındandır ihsân ve mürüvvet, yâ Resûlallah!
Dahîlek, el-emân, sad el-emân, dergâhına düşdüm,
Terahhüm kıl, bana eyle şefâ’at yâ Resûlallah!
Dü-âlemde kıl istishâb hân-ı
Mahmûd-i adlîyi,
Senindir evvel ve âhırda devlet yâ Resûlallah!
-375-
Mısır ve Yanya ve Mora gibi vilâyetlerin isyânı ve yeniçerilerin kazan kaldırmaları ve yok edilmeleri ve Rus ordularının saldırmaları sırasında Sultân Mahmud hân, Mekke ve Medîneyi ancak ta’mîr edebilmiş, kendisinden sonra oğlu Abdülmecîd hân, bunları tezyîn için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermişdir. Hucre-i nebeviyyeye döşenmek üzere gönderdiği Kâşî tuğlalar altına kendi el yazısı ile kendi ismini zelîlâne ve hakîrâne yazmışdır. Hele Bâbüsselâm kemerine yazılmak üzere hâzırlanan yazıdaki şâhâne kelimeleri kabûl etmeyerek, iki cihânın saltanatı Resûlullaha mahsûsdur, demişdir.
Sultân ikinci Abdülhamîd hânın bu mubârek beldelere ve bunların şefâ’at sâhibi efendisine yapdığı hürmet ve hizmetler, öncekilerin hizmetlerini katkat aşmışdır. İhsânları ve hizmetleri yalnızÜmerâya ve Ülemâya ve makâmlara mahsûs kalmamış, ehâlînin ve fakîrlerin hepsine ulaşmışdır. Mescid-i harâmı gözleri kamaşdıracak derecede ta’mîr ve tezyîn etmiş, Hadîce-tül Kübrânın türbesini ve Mevlidin-Nebî ile Mevlid-i Fâtıma olan binâları, benzeri olmayacak şeklde ihyâ etmiş, Minâ şehrini su şebekeleri ile doldurmuşdur. Seyyid Ahmed Rıfâînin ve diğer Velîlerin türbelerini fevkal’âde bir himmet ile ta’mîr etmişdir. Mekkede Gayretiyye ve Hamîdiyye piyâde kışlalarıyla, topçu kışlası ve hükûmet konağı yapdırmışdır. Osmânlı halîfelerinin herbirinin (Hâdimülharemeyn) olduklarını, eserleri bütün dünyâya i’lân etmekdedir. Vehhâbî eşkiyâları, Haremeyn-i şerîfeyni tekrâr ele geçirdikden sonra, bu behâ biçilemiyen târihî eserleri, güzel san’atları, sinsice yok etmekde, böylece bozuk inançları ile ve barbarca saldırıları ile islâmiyyeti içerden yıkmakdadırlar.
Sultân ikinci Abdülhamîd hân memleketin her köşesinde aynı şekl ve değerde liseler yapdırdı. 1950 senesinde Bursa askerî lisesinin kumandanı, Bursa erkek lisesini ziyârete gitmişdi. Lise müdîri kimyâger Rıfat beğe, (okulun en iyi odasını kendinize ayırmışsınız. Böyle haksızlık olur mu?) dedi. Rıfat beğ, (Bu mektebin her odası böyle güzel, havadar ve hoşdur. Ben Manastırda bu binâda okudum. Sultân Abdülhamîd hân, büyük şehrlerde hep aynı binâları, aynı güzellikle ve aynı metânet ile yapdırmışdır. Bu binânın ta’mîre ihtiyâcı hiç olmadı. Hâlbuki, karşımızda geçen sene yapılan ticâret lisesinin bu sene dıvarları çatladı. Şimdi ta’mîr ediliyor) dedi, târihî birçok bilgiler verdi. Ankarada, Yenişehr istasyonundaki kayaların üstünde (Ankara lisesi) de Bursadaki lisenin aynı idi.
Ankara vâlîlerinden Âbidîn pâşa, Elmadağından Ankaraya tatlı su getirmek için halkdan para toplamışdı. İşe başlamak için
halîfeden izn istedi. İkinci Abdülhamîd hân, vâlîye gönderdiği cevâbda, (Susuzlara su vermek çok sevâbdır. Dînimizin emrlerinden biridir. Bu vazîfe ve şeref bana âiddir. Topladığın paraların hepsini sâhiblerine geri ver. Bütün masrafı hazîne-i şâhânemden olmak üzere hemen işe başla. Milletimi iyi suya kavuşdur!) dedi. Az zemân içinde Ankaralılar tatlı suya kavuşduruldu.
Sultân ikinci Abdülhamîd hânın Osmânlı devletini her bakımdan ilerletmesi, güçlendirmesi, islâm düşmânlarının ve en başta İngilizlerin harekete geçmesine sebeb oldu. 1308 [m. 1890] senesinde politik ve masonik feâliyete geçdiler. Birkaç harbiye ve tıbbiye talebesi tarafından (İttihâd ve terakkî cem’iyyeti) kuruldu. Yedi sene sonra, haber alınarak dağıtıldı. Birkaç üyesi Parisde çalışmalarına devâm etdi. Halîfe, mit başkanı Orgeneral Ahmed Celâleddîn pâşayı Parise gönderdi. Nasîhatleri te’sîr ederek üyelerden çoğu tevbe etdiler. Ancak Ahmed Rızâ beğ ve birkaç arkadaşı nasîhat dinlemediler. Haçlı kuvvetler tarafından yağdırılan paralarla daldıkları lüks hayâtdan, kadınlı, içkili sefâhet âleminden ayrılmak istemediler. Hele Ahmed Rızâ beğ, parlamento başkanlığına getirileceği va’dinin sevinci ve serhoşluğu içinde, türk düşmânlarının kuklası hâline gelmişdi. Halîfeye karşı basın propagandasına başladılar. 1326 [m. 1908] senesinde ikinci meşrûtiyyetin i’lânına ve bir sene sonra da, Halîfenin tahtdan indirilmesine sebeb oldular. Sonradan arkadaşları, bunu kıskanarak kendisini Millet meclisi başkanlığından atdılar. Onların düşmânı hâline geldi. Cumhuriyet gazetesinde, yayınlanan hâtırâtında, vaktiyle küfrler etdiği ikinci Abdülhamîd hânı, överek ve pişmân olduğunu bildirerek öldü.
Aynı hâl, sultân ikinci Abdülhamîd hânı, tahtdan indiren Tâlat, Enver ve Cemâl pâşalarda da tecellî etdi. Onun büyüklüğünü anlayamadıklarını i’tirâf edip, hayâtlarını hüsrânla bitirdiler. 1326 [m. 1908] senesinde devlet idâresini ellerine geçiren gençler, câhil, tecrübesiz, dünyâ ve memleket şartlarından gâfil, gözü kapalı adamlardı. Kimi, telgraf memûru iken başbakan oldu. Kimi yarbay iken otuzüç yaşında harbiye nâzırı ve başkumandan vekîli, kimi jandarma teğmeni iken dâhiliye nâzırı oldu. İttihâd ve terakkîcilerin zulm ve işkencelerinin ve bunun kanlı olmasının, sultân Abdülhamîd devrini aratmış olduğunda bütün târîhciler birleşmekdedirler. İttihâd ve terakkî cem’iyyeti, Türkiyede kötü bir particilik hayâtının başlamasına, bölücülüğe yol açdı. Particiler, birbirlerine düşmân gibi oldular. Bu yüzden balkan harbi ve birinci cihân harbi gayb edildi. Nihâyet imperatorluk parçalandı.
Sultân ikinci Abdülhamîd hânın tahtdan indirilmesi ile din işle-
rine de fesâd karışdı. İttihâd ve terakkî fırkasına kaydlı olan câhiller, hattâ masonlar, din işlerinde yüksek mevki’lere getirildi. İlk iş olarak, sultân Abdülhamîd hânın son şeyh-ül-islâmı Muhammed Ziyâ-üd-dîn efendi, vazîfesinden alındı. Bu yüksek makama 1328 [m. 1910] da Mûsâ Kâzım efendi getirildi. Bu zât, koyu ittihâdcı ve mason idi. Bunun gibi, islâmiyyete uymıyan hareketlerinden ve sapık yazılarından dolayı ikinci Abdülhamîd hân tarafından nefy edilmiş, Iraka ve Fizana sürülmüş olan bölücü kimseler, İstanbula getirilip, kendilerine din işlerinde vazîfeler verildi. Bu câhil ve partizan kimseler, bozuk, sapık din kitâblarının yazılmasına, yayılmasına, önayak oldular. Abdülhamîd hân zemânında yazılan din kitâbları, bir ilm hey’eti tarafından tedkîk edilirdi. Tasdîk edilip, izn verilenler basdırıldı. Böylece, o târîhlerde basılan din kitâblarına güvenilir. 1327 [m. 1909] den sonra din kitâbları salâhiyyetli âlimler tarafından kontrol edilmez oldu. Bu kitâblardan, ancak vesîkalar vererek, yazılanlara güvenilir. Ne oldukları belirsiz kimselerin ve şî’îlere, vehhâbîlere satılmış olan mezhebsiz din adamlarının yazdıkları bozuk kitâbları okuyan müslimân yavruları, temiz gençler, dîni yanlış öğrendiler. Böyle câhil yetişdirilen müslimânlardan ba’zıları, siyâset canbazlarının tuzaklarına düşdüler. Kendi partilerinden olmıyanlara kâfir diyecek kadar taşkınlık yapanları oldu. Müslimânlar arasındaki bu fitne, islâm düşmânlarının işlerine yaradı. İngilizlerin (İslâmiyyeti yok etmek) plânlarının gerçekleşmesini kolaylaşdırdı. (Kıyâmet ve Âhiret), 365.ci sahîfeye bakınız! İşte bunun için, Allahü teâlâ, müslimânların bölünmelerini yasak etmiş, kardeş olduklarını bildirmiş, sevişmelerini, vatan düşmânlarına karşı birleşerek kuvvetli olmalarını emr etmişdir. (Birleşmemiz kâfirleri korkutur ve Allahın yardım etmesine sebeb olur. Tefrikaya düşmemiz kâfirleri sevindirir ve Allahın gadabına uğramamıza sebeb olur) nasîhati, her müslimânın kalbine işlenmiş olmalıdır.
193 - ÖMER BİN ABDÜL’AZÎZ: Emevî halîfelerinin sekizincisidir. Mervânın torunudur. Vâldesi Ümmü Âsım bint-i Âsım bin Ömer-ül Hattâbdır. 60 da ya’nî hazret-i Mu’âviyenin vefâtı yılında Medînede tevellüd etdi. Babası Mısr vâlisi olunca, Mısra gitdiler. Oğlunu Medîneye tahsîle gönderdi. Enes bin Mâlik, Abdüllah bin Ca’fer Tayyâr ve Sa’îd bin Müseyyeb ve başka zâtlardan ders aldı. Babası ölünce amcası olan halîfe Abdülmelik bunu Şâma getirdi. Kızı Fâtımayı buna verdi. 99 da amcası oğlu Süleymân vefât edince halîfe oldu. Çok âdil idi. İkinci Ömer denmeğe lâyık idi. Hazret-i Mu’âviyenin vefâtından sonra hutbelerde Ehl-i beyte la’net okumak âdet olmuşdu. Halîfe olunca, ilk iş olarak bu âdeti kaldırdı. Ehl-i beyte çok saygı gösterir ve yardım yapardı. 101 [m.
720] de kırkbir yaşında iken kölesi tarafından zehrlendi. Beyâz, ince ve nâzik yüzlü, za’îf, güzel sakallı, tatlı ve sevimli idi. Biniciliğe çok meraklı idi. Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” buyurdu ki, imâmlık yapmakda, Resûlullah efendimize Ömer bin Abdül’azîzden dahâ çok benziyen kimse görmedim. Malatya şehrini rumlardan, yüzbin esîr karşılığı satın aldı. İbnülcevzî, bunun hayâtını, büyük bir cild hâlinde yazmışdır “rahime-hullahü teâlâ”. 10, 31, 34, 37, 130, 189, 200, 211, 227, 260.
194 - ÖMER BİN HATTÂB: Eshâb-ı kirâmın en büyüklerinden, Aşere-i mübeşşeredendir. Resûlullahın ikinci halîfesidir. Dokuzuncu dedesi olan Kâ’b, Resûlullahın yedinci babasıdır. Annesi Hanteme bint-i Hişâm, Ebû Cehlin kız kardeşi idi. Hicretden kırk sene önce tevellüd etdi. Kureyşin büyüklerinden idi. Çok güzel konuşurdu. Önce Resûlullaha düşmân idi. Bi’setin ya’nî Resûlullaha, Peygamber olduğu bildirildiği günün altıncı yılında, Resûlullahın amcası hazret-i Hamza îmâna gelince, müslimânlar çok kuvvetlendi. Çok sevindiler. Bu iş Kureyş kâfirlerine güç geldi. İleri gelenleri toplandılar. (Muhammedin adamları çoğalıyor. Bunu önlemeğe çâre bulalım) dediler. Herbiri birşey söyledi. Ebû Cehl (Muhammedi öldürmekden başka çâre yokdur. Bunu yapana, şu kadar deve, bu kadar da altun veririm) dedi. Ömer bin Hattâb yerinden fırladı. (Bu işi, Hattâb oğlundan başka yapacak yokdur) dedi. Ömeri alkışladılar. (Haydi Hattâb oğlu! Görelim seni) dediler. Ömer kılıncını çekerek yola düşdü. Nu’aym bin Abdüllaha rastladı. (Bu şiddet, bu hiddetle nereye yâ Ömer?) dedi. O da, (Millet arasına ikilik sokan, kardeşi kardeşe düşmân eden Muhammedi öldürmeğe gidiyorum) dedi. (Yâ Ömer! Güç bir işe gidiyorsun. Onun Eshâbı, çevresinde, pervâne gibi dolaşıyor. Ona bir şey olmasın diye titreşiyorlar. Ona yaklaşmak çok zordur. Onu öldürsen bile Abdülmuttalib oğullarının elinden yakanı nasıl kurtarabilirsin?) dedi. Ömer, bu sözlere çok kızdı. (Yoksa, sen de mi onlardan oldun? Önce senin işini bitireyim) diye, kılınca sarıldı.(Yâ Ömer! Beni bırak! Kardeşin Fâtıma ile, zevci Sa’îd bin Zeyde git ki, ikisi de müslimân oldu), dedi. Ömer, onların müslimân olduğuna inanmadı. (Eğer inanmazsan, git sor! Anlarsın) dedi. Ömer şaşaladı. Bu işi başarırsa, din ayrılığı ortadan kalkacak, fekat arabların âdeti olan kan da’vâsı hâsıl olacakdı. Kureyş ikiyebölünecek. Birbiri ile çarpışacakdı. Böylece, değil yalnız Ömer, bütün Hattâb oğulları öldürülecekdi. Fekat Ömer, çok kuvvetli, cesûr ve öfkeli olduğundan bunları düşünememişdi. Kardeşini merak edip hemen evlerine gitdi. O anlarda (Tâhâ) sûresi yeni gelmiş, Sa’îd ile Fâtıma, bunu yazdırıp, Habbâb bin Eret adındaki
sahâbîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı. Ömer, kapıdan bunlarınsesini duydu. Kapıyı çok
sert çaldı. Ömeri, kılınc belinde, kızgın görünce, yazıyı sakladılar. Habbâbı gizlediler. Sonra kapıyı açdılar. İçeri girince (Ne okuyordunuz?) dedi. Sa’îd
(Birşey yok) dedi.Ömerin kızması artarak, (İşitdiğim doğru imiş. Siz de, onun sihrine aldanmışsınız), dedi. Sa’îdi yakasından tutup, yere atdı. Fâtıma
kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan akdı. Ömer kanı görünce, kardeşine acıdı. Biraz sendeledi. Fâtımanın canı yandı. Kana
boyandı ise de, îmân kuvveti,kendisini harekete getirip, Allahü teâlâya sığınarak, (Yâ Ömer!Niçin Allahdan utanmazsın? Âyetler ve mu’cizeler ile gönderdiği
Peygambere inanmazsın? İşte ben ve zevcim, müslimân olmakla şereflendik. Başımızı kessen, bundan dönmeyiz) dedi ve kelime-işehâdeti okudu. Ömer, ne yapacağını
şaşırdı. Yere oturdu. Yumuşak sesle, (Hele şu okuduğunuz kitâbı çıkarınız) dedi. Fâtıma getirdi. Ömere verdi. Ömer, güzel okuma bilirdi. Tâhâ sûresini okumağa
başladı. Kur’ân-ı kerîmin fesâhatı, belâgatı, ma’nâları ve üstünlükleri kalbini çok yumuşatdı. (Göklerde ve
yer yüzünde ve bunların arasında ve toprağın altındaki şeyler hep Onundur) âyetini okuyunca, derin düşünceye daldı. (Yâ Fâtıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin tapdığınız
Allahın mıdır?) dedi. Kardeşi (Evet, öyle ya! Şübhe mi var?) dedi. (Yâ Fâtıma! Bizim binbeşyüz kadar altundan, gümüşden, tunçdan, taşdan oymalı, süslü
heykellerimiz var. Hiçbirinin, yeryüzünde birşeyi yok!) diyerek, şaşkınlığı artdı. Biraz dahâ okudu. (Ondan
başkasına tapılmaz, bel bağlanmaz. Herşey, ancak Ondan beklenir. En güzel ismler Onundur) âyetini düşündü. (Hakîkaten, ne kadar doğru) dedi. Habbâb bu sözü işitince, yerinden fırladı. Tekbîr getirdikden
sonra, (Müjde yâ Ömer! Resûlullah Allahü teâlâya düâ ederek, (YâRabbî! Bu dîni, Ebû Cehl ile yâhud Ömer ile kuvvetlendir)
buyurdu. İşte bu devlet, bu se’âdet sana nasîb oldu) dedi. Bu âyet-i kerîme ve bu düâ,
Ömerin kalbindeki düşmânlığı sildi, süpürdü. Hemen, (Resûlullah nerede?) dedi. Kalbinde, Resûlullah sevgisi yanmağa başladı. O gün, Resûl-i ekrem “sallallahü
aleyhi ve sellem” Safâ tepesi yanında, Erkamın evinde Eshâbına nasîhat veriyordu. Eshâb-ı kirâm toplanmış, Onun nûrlu cemâlini görmekle, tatlı te’sîrli
sözlerini işitmekle kalblerini cilâlıyor, rûhlarını ferâhlatıyorlardı. Sonsuz lezzet, zevk ve neş’e içinde hâlden hâle dönüyorlardı. Ömeri buraya getirdiler.
Ömerin kılıncla geldiği görüldü.Ömer heybetli, kuvvetli olduğundan, Eshâb-ı kirâm, Resûlullahınetrâfını sardı. Hazret-i Hamza (Ömerden çekinecek ne var, iyilik
ile geldi ise, hoş geldi. Yoksa o kılıncını çekmeden, ben onun başını yere düşürürüm) derken, Resûlullah (Yol verin, içeri gelsin!)
buyurdu. Biri sağında, biri solunda, ötekiler tetikde olarak içeri girdi. Cebrâîl “aleyhisselâm”, dahâ önce, Ömerin îmân etdiğini,yolda olduğunu haber vermişdi. Resûlullah, Ömeri tebessüm buyurarak karşıladı ve (Bırakınız, yanından ayrılınız) buyurdu. Bırakdılar. Resûlullahın önünde diz çökdü. Resûlullah, Ömerin kolundan tutup, (Îmâna gel yâ Ömer!) buyurdu. O da temiz kalb ile kelime-i şehâdeti söyledi. Eshâb-ı kirâm, sevinçlerinden yüksek sesle tekbîr getirdi. O zemâna kadar gizli îmâna gelirlerdi. Hazret-iHamzanın ve üç gün sonra hazret-i Ömerin müslimân olması ile,müslimânlar kuvvetlendi. Ömer “radıyallahü anh” (Kardeşlerimizne kadardır?) dedi. (Seninle kırk olduk) dediler. (Öyle ise, ne duruyoruz? Haydi çıkalım, Harem-i şerîfe gidelim. Açıkça okuyalım!) dedi. Resûlullah kabûl buyurdu. Önde Ömer, sonra Alî, ondan sonra Resûlullah, sağında Ebû Bekr, solunda Hamza, arkasında öteki Sahâbîler yürüyerek Harem-i şerîfe gitdiler. Kureyşin ileri gelenleri, orada Ömerden müjde bekliyorlardı. Ömer Muhammedîleri toplamış getiriyor dediler. Sevindiler. Ebû Cehl, zekî, cinfikrli olduğundan, bu gelişi beğenmedi. İleri varıp (Yâ Ömer! Bu ne?) dedi. Hazret-i Ömer hiç aldırış etmeden (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resûlullah) dedi. Ebû Cehl,ne diyeceğini şaşırdı. Dona kaldı. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” bunlara dönerek, (Beni bilen bilir. Bilmiyen bilsin ki, Hattâboğlu Ömerim. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak istiyen, yerinden kıpırdasın!) dedi. Hepsi geriye çekilip dağıldılar. Ehl-i islâm, Harem-i şerîfde saf olup, yüksek sesle tekbîr aldı. İlk olarakmeydânda nemâz kıldılar. Hazret-i Ömer, o günden sonra, dayısı Ebû Cehle ve kâfirlerin ileri gelenlerine meydân okudu.
Eshâb-ı kirâm, Medîneye gizli hicret etmişdi. Ömer “radıyallahü anh” silâhlarını kuşanarak, açıkca hicret etdi. Medîneye dahâ önce varıp, Resûlullahın teşrîf etmekde olduğunu müjdeledi. Bütün gazâlarda bulundu. Arslan gibi döğüşdü. Uhudda Resûlullahın yanından ayrılmadı. Dâimâ doğru söylediği için (Fârûk) buyuruldu. Resûlullahın vefâtında karışıklık çıkmasını önledi. Halîfeye, her işinde yardım etdi. Halîfe Ebû Bekr, vefât edeceği zemân, Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerini çağırıp, görüşdükden sonra, hazret-i Ömeri halîfe ta’yîn etdi. Onüçüncü yılda halîfe oldu. Emîrülmü’minîn ismini aldı. Az zemânda o kadar çok yer aldı ki, târîhcileri şaşırtdı. Kudüse gidip, adâleti ile rumları hayrân bırakdı. Kadsiye zaferini kazanarak, orduları Azak denizine kadar ilerledi. Tunusa kadar feth olundu.
Dörtbinden ziyâde câmi’, mescid yapıldı. Hazret-i Mu’âviyeyi “radıyallahü teâlâ anh” Şâm vâlîsi yapdı. Kendi de Şâma geldi. Her sene hac yapdı. On buçuk sene ve yedi gün, dünyâda hiç gö-
rülmemiş bir adâlet ile halîfelik yapdı. 23. cü yıl zilhiccesinde, bir sabâh nemâzına giderken, Mugîre-tebni Şu’be hazretlerinin kölesi Ebû Lü’lü’ Firuz tarafından bıçakla karnına vurularak yirmidört sâat sonra, 63 yaşında şehîd oldu. Hucre-i se’âdete defn edildi “radıyallahü teâlâ anh”.
Çok âdil, âbid, çok merhametli, aşağı gönüllü, fakîrlikle yaşar bir zât idi. Kudüse giderken deveye, kölesi ile nöbetleşe biniyordu. Şehre girerken deveye binme sırası kölesine geldiği için devenin önünde yürüyordu. Kuvveti, adli, askerleri, üç kıt’ayı titreten islâm halîfesini görmeğe gelenleri hayretde bırakmışdı. O derece âdil idi ki, kendi oğlu günâh işleyince Allahü teâlânın emri kadar sopa vurulmasını emr etdi. Eshâb-ı kirâm yalvardıkları hâlde, bir değnek eksik vurulmasına râzı olmadı ve oğlu bu yüzden öldü. Çok acıdı ve üzüldüğünü bildirdi ise de, pişmân olmadı. Ölünciye kadar, bütün âlem-i islâm, Resûlullah zemânındaki huzûr, safâ ve râhatlık içinde yaşadı. Çeşidli hadîs-i şerîflerle medh olundu. (Benden sonra Peygambergelseydi, Ömer Peygamber olurdu) hadîs-i şerîfi, yüksekliğini anlatmağa yetişir. Fazîletini, kıymetini bildirmek için, din âlimleri ve dinsizler tarafından cildlerle kitâb yazıldı. Eshâb-ı kirâma derecelerine göre saygı gösterirdi. Bedr gazâsında bulunanlara dahâ çok kıymet verirdi. Hâşimîleri, hepsinden üstün tutardı. Hazret-i Alîyi hepsinden yüksek bulundurur, işlerinde ona danışırdı. Hazret-i Ömeri medh eden hadîs-i şerîflerin çoğunu hazret-i Alî bildirmişdir. 12, 14, 17, 18, 21, 22, 23, 28, 38, 40, 44, 49, 50, 52, 54, 55, 60, 61, 62, 63, 66, 72, 73, 75, 76, 79, 82, 85, 100, 103, 110, 111, 113, 114, 115, 117, 118, 119, 120, 123, 124, 125, 127, 129, 142, 156, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 177, 179, 180, 181, 182, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 196, 198, 199, 200, 201, 202, 203, 204, 205, 206, 207, 208, 211, 212, 215, 223, 229, 230, 232, 236, 237, 238, 239, 245, 246, 249, 250, 251, 252, 253, 254, 256, 257, 258, 266, 279, 302, 303, 309, 312, 316, 319, 323, 325, 329, 340, 351, 352, 356, 358, 378, 383, 385, 386, 387, 389, 399, 402, 407, 408.