100 - FADL BİN ABBÂS: Eshâb-ı kirâmdandır. Hazret-i Abbâsın büyük oğludur. Annesi, Ezvâc-ı tâhirâtdan olan Meymûne bint-il-Hârisin kız kardeşi Lübâbe hânım idi. Mekke-i mükerremenin fethinde ve Huneyn gazâsında ve vedâ’ haccında, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanında idi. Huneyn gazâsında, babası ile birlikde, Resûlullahın yanından hiç ayrılmadılar. Geri dönenleri çağırıp, toplanmalarını sağladılar. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yıkanırken su dökdü. Onbeş senesinde yapılan Yermük gazâsında şehîd oldu. Beyâz ve çok güzel idi. Hüsn-ü cemâli ile meşhûr idi. Bir kızı kaldı “radıyallahü teâlâ anh.” 116.

101 - FÂTIMA-TÜZ ZEHRÂ: Resûlullahın dört kızından en sevgilisi idi. Aklı, zekâsı, hüsn-ü cemâli, zühd ve takvâsı ve ahlâk-ı hasenesi pek ziyâde idi. Hadîce-tül-kübrânın kızı idi. Hicretden onüç yıl önce Mekkede tevellüd etdi. Hicretin ikinci yılında, hazret-i Alîye verildi. O zemân, hazret-i Alî yirmibeş yaşına gelmiş idi. Hazret-i Fâtımanın kardeşlerinin çocuğu olmadı, olanı da küçük iken vefât etdi. Resûlullahın soyu, yalnız hazret-i Fâtımadan hâsıloldu. Üç oğlu, iki kızı oldu. Muhsin küçük yaşda iken vefât etdi.Hazret-i Alî, Fâtıma, Hasen ve Hüseyne (Ehl-i beyt) veyâ (Âl-i abâ) denir. Hazret-i Meryemden sonra, bütün kadınların en üstünüdür. Yüzü pek beyâz ve parlak olduğundan (Zehrâ) denildi.Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler ile medh olundu. Resûlullahın vefâtından sonra güldüğü hiç görülmedi. Altı ay dahâ yaşayıp, onbirinci yılda, Ramezân-ı şerîfin üçüncü günü, vefât eyledi. 28, 29, 48,

-331-

69, 70, 74, 110, 118, 123, 127, 128, 129, 130, 131, 133, 178, 196, 200, 221, 225, 235, 242, 243, 264, 303, 311, 338, 340, 354.

102 - FEHÎM-İ ARVÂSÎ: Seyyid Muhammed Fehîm bin Abdülhamîd Efendi, 1241 de tevellüd, 1313 [m. 1895] de vefât etdi.Vâlidesi Âmine hânımdır. Van vilâyetinin, Müks kazâsının Arvâs köyündendir. Za’îf idi. Uzun boylu idi. Sakalı ne uzun, ne kısa idi. Burnunun ortası yüksekçe idi. Alnı geniş idi. Buğday renginde idi. Dişleri noksan değil idi. Sarığı büyük idi. Elbisesi, beyâz basmadan, üç etekli bir entâri idi. Mâvi veyâ yeşil cübbe giyerdi. Çorabları yünden idi. Deriden pabuçları vardı. Son zemânlarında gözlükle okurdu. Gözleri siyâh idi. Saçlarının çoğu beyâz idi. Kaşları orta idi. Ömrünün sonuna kadar hayvana binerdi. Son zemânlarında sarığını taşıyamıyacak kadar za’îf idi. Nemâzda âbânî sarardı. Şevvalin ondördüncü günü vefât etdi. Uzun boylu olduğundan mezâr taşı uzun yapılmışdı. Ermeniler, taşının ikisini de kırmışlar. Heybetli idi. İnsan, gölgesinden korkardı. Gölgesini gören, Allahın sevgili kulu olduğunu anlardı. Zemânında ve Van vilâyetinde benzeri yok idi. Her nev’ ilmi hattâ zırâ’ati ve san’atları, siyâsal bilgileri pek iyi bilirdi. İlmi, Allahü teâlânın vergisi idi. Van vâlîsi çözemediği işlerini, gelip sorar ve çözerdi. Ömründe bir nemâzı cemâ’atsız geçmedi. Bir teheccüdü kaçırmamışdır.

Din ve dünyâ bilgilerini medresede okurken, bir yandan da, Doğu Anadolunun kutbu olan, insân-ı kâmil seyyid Tâhâ-i Hakkârînin teveccühünü kazanmakla şereflenmişdi.

Mutavvel okumak için, Şemdinandaki Rehberinin yanından ayrılarak, Muşda Bulanık kazâsının Âbiri köyüne gitdi. Rehberi, ayrılırken kendisine (Ders okurken anlıyamadığın birşey olursa, bana râbıta et! Beni gözünün önüne getir!) buyurmuşdu. Hocası molla Resûl-i Sıbkîden Mutavveli okurken, bir yeri anlıyamadı. Hocası tekrâr anlatdı. Anlıyamadığı yerin açıklanmasını diledi. Molla Resûl, cümleyi birkaç kerre okudu. (Bugün yoruldum, yarın anlatırım) dedi. Ertesi gün okuyup yine açıklıyamadı. Hocası, tekrâr tekrâr okumakda iken, seyyid Fehîm “rahmetullahi aleyh” gözlerini kapayıp, Rehberini gözünün önüne getirdi. Seyyid Tâhâ, elinde bir kitâb ile göründü. Kitâbı, seyyid Fehîmin önüne açdı. Mutavvelin o sahîfesi idi. O satırlarıık olarak okudu. Seyyid Fehîm, merakla dikkat ediyordu. O cümlenin arasında bir vav-ı âtıfa [ve] fazla okumuşdu. Seyyid Tâhâ gayb olunca, seyyid Fehîm gözlerini açdı. Molla Resûlün o satırları okuyup, düşünmekde olduğunu gördü. İzn isteyip, bir de kendi okudu. Üstâdından duyduğu gibi bir [ve] ekliyerek okudu. Hocası bunu işitince, (Ma’nâ şimdi belli oldu) dedi. Her

-332-

ikisi de iyi anlamışdı. (Bu satırları, yirmi senedir okudum. Anlatdım. Fekat, hep anlamadan anlatırdım. Şimdi iyi anladım. Şimdi söyle bakalım. Bunu doğru okumak, senin işin değil. Ben senelerle bunu anlıyamadım. Sen, nasıl anladın? Bu [ve] yi okudun, ma’nâ düzeldi) dedi. Seyyid Fehîm, râbıta etdiğini, nasıl öğrendiğini anlatdı. Molla Resûl, Muşda Alâ’eddîn pâşa câmi’i kapısı yanındadır.

Seyyid Fehîm her yıl bir kerre, Müksden Vana gelir, bir iki aykalırdı. Âşıkları toplanır, feyz alırlardı. Çok def’a, kendisini çok seven, mahkeme baş kâtibi Ahmed beğin evinde müsâfir olurdu. Bir sene, Ahmed beğ hacca gitmişdi. Fekat, yine onun evinde kaldı. Bir gece yarısı, yakınlarından birini çağırdı. (Arkadaşlarını uyandır! Şimdi buradan çıkıp, falan eve gideceğiz) buyurdu. (Efendim! Gece yarısı gitmek ayb olur. Yarın gitsek olmaz mı?) dedi. (Hayır, şimdi gideceğiz. Hem, Ahmed beğin oğullarına da haber ver!) buyurdu. Oğulları gelip yalvardılar. (Efendim, bir kusûr yapdıksa afv buyurun! Bizden ayrılmayın. Babamız işitince yüreğine iner. Biz de ona ne yüzle cevâb verebiliriz. Lutf ediniz, ihsân ediniz! Kabâhatimizi bağışlayınız!) dediler. Çok göz yaşı dökdüler. (Hayır. Sizden çok râzıyım. Bize her hizmeti, fazlası ile yapıyorsunuz. Sizlere düâ etmekdeyim. Fekat, şimdi gitmemiz lâzım) buyurdu. Çocuklar, (emr buyurduğunuz gibi olsun) dediler. Gece yarısı, sevdiklerinden bir başkasının evine göç etdiler. Ertesi gün, oğlu Muhammed Emîn efendi, Ahmed beğin oğullarının pekçok üzüldüklerini söyledi ve (Babacığım, o evde sabâha kadar kalsaydık ne olurdu?) dedi. Seyyid Fehîm hazretleri de (Oğlum, şimdi kimseye söyleme! Bu gece, Ahmed beğ, Mekke-i mükerremede vefât etdi. Ev, yetîm evi oldu. Mal, mîrâscılara kaldı. Evvelce herşeyi kullanıyor, yiyip, içiyorduk. Çünki, Ahmed beğin seve seve halâl edeceğini biliyordum. Şimdi ise, tanışmadığımız mîrâscılarının hakkı olduğundan birşeyi kullanmak câiz olmaz. Kul hakkından kaçınmak için acele ayrıldım) buyurdu. Bir ay sonra hâcılar döndü. Herkes geldi. Ahmed beğ gelmedi. (Bir gece yarısı, Mekkede öldü) dediler. Hesâb etdiler. Tâm o gece yarısı idi.

Seyyid Fehîm talebesi ile Van gölü kıyısında giderken gölde bulunan (Ahtamar) adasındaki ermeni kilisesinden bir papas çıkarak su üstünde yürümeğe başlar. Talebe bunu görünce, birkaçının hâtırına gelir ki, (Allahın düşmânı dediğimiz papas, su üzerinde yürüyor da, Evliyânın büyüğü, Allahü teâlânın sevdiği, seçdiği kulu bildiğimiz, Seyyid hazretleri, acabâ neden yürümeyip kıyıdan dolaşıyor?) Seyyid Fehîm, bu düşünceyi anlayıp, mubârek ayaklarındaki na’lınları ellerine alıp, birbirlerine çarpar. Na’lınlar birbiri-

-333-

ne çarpdıkça papas suya batar. Boğazına kadar gelince, bir dahâ çarpar. Batar ve boğulur. Sonra, böyle düşünene dönerek, (O, sihr yaparak, su üstünde gidiyordu. Böylece, sizin îmânınızı bozmak istiyordu. Na’lınları çarpınca sihri bozularak batdı. Müslimânlar sihr yapmaz. Allahü teâlâdan kerâmet istemekden de hayâ ederler) buyurdu. Kerâmeti ile, papasın sihrini bozdu.

İstanbulda, Kağıthânede (Ev yap) sabun fabrikası olan Rıfat beyin pederi Abdülvehhâb efendi, 1963 de vefât etdi. Vefâtından birkaç sene evvel dedi ki: Erzurumda medrese tahsîlini bitirmişdim. Dahâ okumak istedim. Aradığım büyük âlimin Bitlisde Abdülcelîl efendi olduğunu söylediler. Bitlise gitdim. Kendisini aradım. Vana gitdi. Yine gelir, bekle dediler. Sabr edemedim. Vana gitdim. Sordum. Müks âlimi, seyyid Fehîm Vana geldi. Şa’bâniyye câmi’inde, onun yanındadır dediler. Oraya gitdim. Hem de (Büyük âlim Abdülcelîl efendi, kürsiye çıkmış. Herkes onu dinleyip istifâde etmekdedir) diye düşünüyordum. Câmi’e girdim. Herkes başını eğmiş, edeble oturuyordu. Karşıda nûr gibi, tatlı bakışlı bir zât vardı. Herkes buna karşı saygı ile dönmüşdü. (Abdülcelîl efendi, her hâlde karşıdaki heybetli, te’sîrli zâtdır) diyordum. Fekat, soracak kimseyokdu. Herkes, boynunu bükmüş önüne bakıyordu. Ânsızın, önüme bir genç geldi. (Ne arıyorsunuz?) dedi. (Abdülcelîl efendi hazretlerini arıyorum) dedim. (İşte budur) diyerek, en geri sırada boynunu bükmüş edeble oturan birini gösterdi. (İstersen sen de otur!) dedi. (Karşıda oturan kimdir) dedim. (Seyyid Fehîm hazretleridir) dedi. Nice zemân sonra, bu gencin, seyyid Abdülhakîm efendi olduğunu anladım. Biraz sonra ezân okundu. Sünnetler kılındı. Seyyid Fehîm imâm oldu. Safları düzeltdik. İmâmla birlikde tekbîr getirirken, bütün cemâ’at, elektrik çarpan kimse gibi titremeğe başladık. Şimdi altmış sene oluyor. İmâmın o tekbîr sesi hâtırıma geldikçe, titriyorum. Kalbimde, o gün olduğu gibi, bir hâl oluyor.

Seyyid Fehîmin kerâmetleri, derecesinin yüksekliği anlatılmakla bitmez. Kerâmetlerinin en büyüğü, Abdülhakîm efendi gibi bir ârif-i Kâmil ve veliyyi mükemmil yetişdirmesidir. Eserdeki kemâl, müessirin kemâlini gösterir.

Seyyid Fehîm Efendi, silsile-i aliyyenin otuzdördüncüsüdür. Tâhâ-i Hakkârînin sohbetinde kemâle geldi. Vefât edince, kardeşi seyyid Muhammed Sâlihi ziyâret ederdi. Muhammed Sâlih 1281 [m. 1865] de vefât etdi. Fazla bilgi almak için (Abdülhakîm Efendi) ve (Tâhâ-i Hakkârî) ismlerini okuyunuz! Babası molla Abdülhamîd efendidir. Dedesi Seyyid Abdürrahmân, seyyid Abdülhakîm Efendinin dedesinin dedesidir. Seyyid Fehîm Efendinin kar-

-334-

deşi Molla Safiyyüddînin torunu Abdülhamîd efendi [m. 1967] de vefât etdi.

Seyyîd Fehîm efendinin dokuz oğlu ile dört kızı vardı:

1- Reşîd efendinin, Muhammed Bâkır isminde bir oğlu ile Âişe hânım adında kızı vardı. Bu Âişe hânım seyyid Abdülhakîm efendinin ikinci zevcesi idi.

2- Muhammed Emîn efendi, kardeşlerinin en üstünü idi. Âlim, fâdıl ve edîb idi. Hicâz dönüşü Tûr-i Sînâda vefât etdi. Fâtıma isminde bir kızı vardır.

3- Muhammed Ma’sûm efendi. Ârif ve kâmil idi. Abdülhakîm Efendinin halîfesidir. Arvâsda vefât etdi. Sekiz oğlundan Abdülhakîm efendi, [m. 1957] de meb’ûs oldu. Meclise girmeden İstanbulda vefât etdi. Edirnekapı kabristânındadır. İkinci oğlu, Tâhâ efendi, Çatakda iken 1400 haccında Mekkede vefât etdi. Oğulları, Ercümend, Atâullah, Ubeydullah ve Ender efendilerdir. Üç de kızı vardır. Üçüncü oğlu, Muhammed Emîn Garbî efendi, İbrâhîm Arvâs beğin dâmâdıdır. Bunun iki mubârek oğlu Murâd ve Hamîd efendilerdir. Dördüncü oğlu Bâkır efendi h. 1399 da Konyada vefât etdi. Dört çocuğu vardır. Beşinci oğlu Selîm efendi, h. 1392 de Arvâsda vefât etdi. Bunun oğlu Zeynel’âbidîn efendi, İstanbulda muallim idi. Altıncı oğlu Salâhuddîn efendi, Mer’aşda [m. 1939] da vefât etdi. Oğlu Yahyâ ve kızları Sabâhat ve Müzeyyendir. Yedinci oğlu İbrâhîm efendidir. Sekizinci oğlu Bedreddîn efendinin oğulları Habîb, Muhib ve İrfan efendilerdir.

4- Muhammed Sıddîk efendi. Van müftîsi iken Ermeniler şehîd etdi. Van, Gürpınar, Aşağı-kaymazdadır. Oğlu Fehmî efendi ile torunu Ma’şûk efendi (Gürpınâr) kazâsında imâmdırlar.

5- Seyyid Hasen efendi, 1388 [m. 1968] de, Medînede vefât etdi. Üç oğlundan Necmüddîn efendi 1959 da, Muhammed Reşîd efendi 1945 de, Sıddîk efendi 1982 de vefât etdi. Birincinin üç, ikincinin Sa’îd efendi, üçüncünün dört oğlu vardır. Muhammed Reşîd efendi Hicret hanımın zevcidir.

6- Molla Hüseyn efendi, sâbık Van müftîsi olan fazîletli Kâsım efendinin ve Şemseddîn ve İhsân efendilerin babasıdır.

7- Mazhar efendidir. Oğlu Mazhar ve bunun oğlu Abdülehad ve bunun oğulları Muhammed Nûrî Behcet, Servet, Fâtih ve Necdet efendilerdir.

8- Muhammed Sâlih efendi. 1950 de Medînede vefât etdi. Oğlu Râcî efendidir.

-335-

9- Nizâmeddîn efendi. Bir zevcesinden olan iki çocuğu, Sadreddîn efendi ile Hicret hânımdır. Sadreddîn efendi, Diyâr-ı Bekrde h. 1393 de vefât etmiş, Vanda defn edilmişdir. Dört çocuğu vardır. İkinci zevcesinden dört çocuğu olmuşdur. Bunlardan Vehbî efendi emekli teknik zirâ’at me’mûrudur. Nesîbe hânım emekli mâliyyemüfettişlerinden Hayâti Çiftlik beğin zevcesidir. Âsiye hanımın zevci Abdürrahman Ekincidir. Sâriye hânım Vandadır. Hicret hânımın oğlu Sa’îd efendi ile dört dâmâdından birincisi, fazîletli Kâsım efendidir. İkincisi, seyyid Abdülhakîm Efendi hazretlerinin yeğeni Rukiye hânımın oğlu Aydın beğdir. Üçüncü dâmâdı eczâcı Fâtih Yılmaz beğ Fâtihde (Kumrulu eczâhânesi)nin sâhibidir.

Dördüncü dâmâdı Habîb efendidir. Seyyîd Fehîm efendinin iki dâmâdı Hüseyn ve Emîn pâşalardır. Üçüncü kızı Esmâ hanımın üç oğlu Şevki, Fârûk ve Nâbî efendilerdir.

Seyyid Fehîm Efendi “kuddise sirruh” insân-ı kâmil idi. Talebesinin en üstünü, veliy-yi kâmil seyyid Abdülhakîm Efendidir. 1300 yılı 17 Cemâzil âhır [m. 1883 Nisan]da yazdıkları mektûbda buyuruyor ki:

Sevdiğim, kıymetli seyyid İbrâhîm ve seyyid Tâhâ! Allahü teâlâ, ikinize de selâmet versin! Size çok düâ etdikden sonra, bildiğiniz gibi, kardeşiniz seyyid molla Abdülhakîm geçen sonbehârda buraya gelmişdi. Ders okumağa başlamışdı. Bu fakîr de, onun dersini gâyet dikkat ile, tahkîk ederek anlatdım. O da, gerek dersde, gerek kendi çalışmalarında, öylece dikkat ve tahkîk eyledi. İlmden başka birşeye bakmasına vakt bırakmadım. Şimdi, zemânımızdaki üsûle göre kitâbları bitirdi. Bu fakîr, âlet ilmlerini ve fıkh ve hadîs bilgilerini okutmak için, üstâdlarımdan nasıl me’zûn oldu isem, onu da ben, öylece me’zûn eyledim. Sizler, artık ona kardeş gözü ile bakmayınız. İlmin şerefini gözetmek için, ona karşı çok tevâzu’ gösteriniz! Bunları, sizin iyiliğiniz ve yükselmeniz için yazıyorum. Bundan başka, ilme karşı tevâzu’ göstermek, Allahü teâlâya tevâzu’ etmek demekdir. Bu kısa yazımdan, çok şeyler anlayınız! Esseyyid Fehîm “rahime-hullahü teâlâ”.

İkinci mektûbda buyuruyor ki: Sevgili oğlum, gözümün nûru seyyid molla Abdülhakîm! Size, sonsuz düâlarımı bildirdikden sonra arz edeyim ki, uzun zemândan beri sizden haber almadığım için, gönlüm çok üzülüyor. Allahü teâlâ her gizli şeyleri bilir. O şâhiddir ki, kalbim hemen her zemân seninledir diyebilirim. Beni bu üzüntüden kurtarmak için, görünür görünmez hâllerinizi sık sık bildirmelisiniz! Böylece sevgi bağları oynatılmış olur. Eğer o, gö-

-336-

zümün nûru, buradaki fakîrlerden soracak olursa, Allahü teâlâya hamd ve şükrler olsun! Bedenimizin ve etrâfımızın râhatı ve selâmeti günden güne artmakdadır. Hak teâlâ, biz fakîrlerin ve bütün kardeşlerimizin kalblerine selâmet ihsân buyursun! Âmîn. Abdülhamîde ve Hasene ve seyyid İbrâhîme bu fakîrin düâlarını bildiriniz! Tâhâ efendiye ve Mazher efendiye düâ ederim. Her kime uygun görürseniz, bu fakîrin düâlarını bildirmek için, vekîlimsiniz. Bundan başka, Nehride olanların, doğru iğri hepsinin hâllerini yazınız. Ayrıca, Nastûrîlerin taşkınlık yapdıklarını, dörtyüz müslimân öldürdüklerini işitdik. Bunların neler yapdıklarını ve ne için yapdıklarını da bildirmenizi istiyorum. Vesselâm, 3 Ocak 1301. Düâcınız, günâhkâr Seyyid Fehîm.

Seyyid Abdülhakîm efendinin birâderi seyyid Tâhâ efendiye yazdığı bir mektûb şudur:

Mubârek bostanın tâze fidânı Tâhâ efendi! Güzel yazılmış olan mektûbunuz geldi. O sevgili oğlumun ve yakınlarının selâmetde olduğunu bildirdikden sonra, hakîkî matlûbun şevkını, arzûsunu da duyurmakda olduğundan çok hoşumuza gitdi. Mısra’:

Bu âb-ı hayâtı bırakmak, bana yakışmaz.

Allahü teâlâ bu susuzluğunu her ân artdırsın! (Râbıtada, Rehberin sûretinin, tâm kendisi olması lâzım mıdır?) diyorsunuz.

Sevgili yavrum, tâm kendisi olması lâzım değildir. Râbıtadan maksad, sûrete teveccühdür. Sûreti düşünmekdir. Ondan yardım beklemekdir. Belli olan sûreti teşhîs etmek, tanımak lâzım değildir. Hakîkatde, rûhun belli bir sûreti yokdur. Hayâl edilen, düşünülen bir sûretde, şeklde görünebilir. Rûh, te’alluk etmiş, bağlanmış olduğu cesede, bedene alışmış olduğu için, çok kerre, o cesed şeklinde ve muhtelif hâllerde görünür. Hangi sûretde ve hangi hâlde görünürse görünsün, eğer güzel, tatlı, sevinçli görünür ve muhabbeti ve huzûru artdırırsa, rahmânî olduğu anlaşılır. Elinden geldiği kadar o sûrete arzûnu ve sevgini artdırmağa çalış! Onda, kendini yok et! Sûret, eğer çirkin ise, korkunç ve korkutucu ise, bu şeytânî bir görünüşdür. Ona bakma! Def’ olsun, gitsin. Zikr ederken, hâtıra gelen başka şeylerden kurtulmak için ne yapmalı diyorsunuz. Azîzim, öyle düşünceler, iki şey ile, bi-iznillahi teâlâ yok olur, giderler. Râbıtada görünen sûrete tâm teveccüh etmekle yâhud zikre çok ikbâl etmekle, hevesle yapmakla ve bütün kuvvetlerini ve duygularını yürek tarafında toplamakla gider. 18 Ekim 1308. 158, 288, 289, 290, 393, 394, 395, 411.

-337-

103 - FENÂRÎ: Molla Şemseddîn Muhammed bin Hamza, Osmânlı devletinin en büyük âlimlerindendir. İlk şeyhülislâmdır. 751 de tevellüd, 834 [m. 1431] de vefât etdi. Bursada, Maksemdedir. Mısrda Kemâleddînden okudu. Matematik ve astronomi de öğrendi. Yıldırım Bâyezîd ve çelebi sultân Muhammed zemânlarında Bursada binlerle âlim yetişdirdi. 822 de hacdan dönerken Mısr sultânı melik Müeyyid, Mısrda kalarak ders vermesini ricâ etdi. Bir müddet kaldı. Sonra, çelebi sultân Muhammed da’vet edince, Bursaya geldi. Sultân ikinci Murâd hân kendisini ilk olarak şeyhülislâm yapdı. Bu vazîfeyi adâlet ve hak üzere altı sene yapdı. Vefâtında, çok para ve onbinden çok kitâb bırakdı. Tefsîr, fıkh ve mantık üzerinde çeşidli eserleri ve fetvâları vardır. 90, 345, 359.

104 - FERÎDEDDÎN-İ ATTÂR: Muhammed bin İbrâhîmdir. Âlim ve tesavvufda kâmil idi. 513 de Nişâpûrda tevellüd, 627 [m. 1230] de Cengiz askeri tarafından şehîd edildi. Nişâpûrdadır. Babası attâr idi. Ya’nî parfüm satardı. Tesavvuf büyüklerine gider, sohbetlerinden istifâde ederdi. Zühd, takvâ ve ibâdetle uğraşırdı. Şi’rleri çok tatlı, nasîhatleri çok te’sîrlidir. Yüzbin beyti vardır. Celâleddîn-i rûmî, kendisini medh etmekdedir. Kitâbları çokdur. Bunlardan fârisî (Tezkiret-ül-evliyâ) meşhûrdur “rahime-hullahü teâlâ”. 83, 134, 399.

105 - FIDDA: Fâtımat-üz-Zehrânın “radıyallahü anhâ” câriyesi idi. Kendisine candan hizmet ederdi. 29.

106 - FÎRÛZ ŞÂH: Delhîde hükûmet süren sultânlardandır. Sultân Gıyâseddînin kardeşi Recebin oğludur. 752 de tahta çıkdı. Memleketi adâlet ve dirâyetle idâre etdi. Birçok şehrler, kal’a ve su kanalları yapdı. 790 [m. 1388] da seksen yaşında vefât etdi. Kitâb da yazmışdır. 144.

107 - FUDAYL BİN İYÂD: Evliyânın büyüklerindendir. Zühd ve takvâsı ve va’zları ve irşâdı meşhûrdur. 187 [m. 803] de Mekkede vefât etdi. Hârûn Reşîdle çok sohbet etmişdi. Bişr-i Hâfînin ve Sırrî-yi Sekatînin Rehberidir. Semerkandda tevellüd etdi. Bâverdde büyüdü. Kûfede yerleşdi. 31.

108 - GAZÂLÎ: İmâm-ı Muhammed bin Muhammed Gazâlî, Huccetül-islâm adı ile meşhûrdur. İslâm âlimlerinin büyüklerindendir. Müctehid idi. İctihâdı, Şâfi’î mezhebine yakın olduğundan, Şâfi’î mezhebinde sanılır. 450 [m. 1058] de Tûs [ya’nî Meşhed] şehrinin Gazâl kasabasında tevellüd, 505 [m. 1111] de yine orada vefât etdi. Vezîr Nizâmülmülk huzûrundaki, âlimler meclisindeki

-338-

konuşmalarında, hepsini hayretde bırakmışdı. 484 de Bağdâdda Nizâmiye üniversitesine profesör oldu. Hacdan sonra Şâmda profesör yapıldı. Mısrda da ders okutdu. Mükemmel rumca öğrendi. Yunan felesoflarının kitâblarına cevâblar yazdı. (El-münkızü aniddalâl) kitâbında, kendi hâl tercemesini ve fikrlerini uzun yazmakdadır. O kadar çok kitâb yazdı ki, sahîfelerini ömrüne bölmüşler. Gününe onsekiz sahîfe düşmüşdür. Arabî beş cild (İhyâ-ül-ulûm) kitâbı ve bunun muhtasarı fârisî (Kimyâ-yı Se’âdet) kitâbı yeniden basılmışdır. (Tam İlmihâl-Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında, kendisi dahâ geniş bildirilmişdir. 53, 66, 73, 75, 77, 106, 212, 214, 326, 388, 401.

109 - GELENBEVÎ: Adı İsmâ’îl bin Mustafâdır. Osmânlı âlimlerindendir. Yenişehr kâdîsi idi. 1205 [m. 1791] de vefât etdi. Geometri ve trigonometri üzerinde kıymetli kitâbları vardır. Çeşidli kitâblar yazdı. Fâtihde, bir mektebe (Gelenbevî) adı verilmişdir “rahime-hullahü teâlâ”. 90.