Hazret-i Mu’âviyenin büyüklüğünü, üstünlüğünü, islâm âlimlerinin çoğu kitâblarında bildirmiş ve bu yazılarını
âyet-i kerîmelerle ve hadîs-i şerîflerle isbât etmişlerdir. Türkçe (İslâmda İlk Fitne) ve (Hak Sözün Vesîkaları) kitâblarında bu yazılardan ve vesîkalardan çoğu bildirilmişdir.
Aşağıda birkaç satır dahâ yazmak uygun görüldü. Bu yazılar, büyük islâm âlimi İbni Hacer-i Mekkî
hazretlerinin (Tathîrülcenân vellisân) kitâbından terceme edilmişdir. Bu kitâb, ikinci def’a olarak 1385 (m. 1965) yılında Mısrda basılmışdır. Beşinci sahîfede buyuruyor ki:
Hazret-i Mu’âviyede “radıyallahü teâlâ anh”, müslimânlık şerefi ve Eshâbdan
olmak şerefi ve hadîs-i şerîflerde övülmüş olan Kureyş kabîlesinden olmak
şerefi ve Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” nikâh ile akrabâ olmak
şerefi toplanmışdır. Bu akrabâ olmak
şerefi, o kadar yüksek bir şerefdir ki, böyle akrabâ olanların Cennetde Resûlullahın yanında bulunacakları bildirilmişdir. Saydığımız üstünlüklerden herhangi birisi, bir müslimânda bulunursa, onu sevmek lâzım gelir. Bu şereflerin hepsinin toplanmış olduğu bir zâtın ise ne kadar çok sevileceğini, aklı ve insâfı olan herkes kolayca anlar.
Eshâb-ı kirâm arasındaki ayrılıklar, döğüşmeler, birbirlerini sevmedikleri için değildi. Meselâ, Hâlid ibni Velîd ile Sa’d bin Ebî Vakkâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” birşey üzerinde uyuşamamışlardı. Bir kimse, Sa’d ibni Ebî Vakkâsın yanında, Hâlid bin Velîdi kötülemeğe başladı. Sa’d ibni Ebî Vakkâs, bunu hemen susdurup, (Sus, ona birşey söyleme! Aramızdaki ayrılık, din kardeşliğimizi bozmaz) buyurdu. Bunun gibi, hazret-i Alî, sokakda Zübeyr bin Avvâm
ile karşılaşdı. Hazret-i Osmân için olan birşeyden dolayı, birbirleriyle sertçe söyleşdiler. Zübeyrin oğlu Abdüllah, bundan dolayı, hazret-i Alîyi sövmeğe başlarken, babası çok kızdı ve oğlunu döğdü.
Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Ümmetimin azâbı dünyâda verilir.) Ya’nî dünyâda ümmetimin
arasında olan fitneler, sıkıntılar, günâhlarının dökülmesine sebeb
olur. Bunun gibi, dahâ nice hadîs-i şerîfler bildiriyor ki, Eshâb-ı kirâm arasındaki muhârebeler, yalnız
dünyâda olan ayrılıkdır. Âhıretde, hepsine sevâb, ya’nî Cennet vardır. Eshâb-ı kirâmın her biri “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” her işinde,
Allahü teâlânın rızâsını, sevgisini kazanmağa çalışır ve Onun emrine
uymak zan etdikleri işe sarılırlardı. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” söz birliği ile bildiriyor ki, bir müslimân, büyük günâh işleyince kâfir olmaz. O
hâlde, hazret-i Alî ile muhârebe eden Eshâb-ı kirâma “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kâfir demek, la’net etmek, onları söğmek, hiç câiz olmaz.
Müslimânların en kıymetli ve temel iki kitâbından biri olan (Müslim) sahîhinde ve başka kitâblarda diyor ki,
hazret-i Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullahın kâtibi idi. Yanında yazardı. Zeyd bin Sâbit “radıyallahü teâlâ anh” vahy yazardı. Mu’âviye, hem vahy, hem de mektûb yazardı.
Abdüllah ibni Mubârek “rahime-hüllahü
teâlâ” buyuruyor ki, (Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh”,
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanında giderken, atının burnuna giren toz,Ömer bin Abdül’azîzden bin kerre dahâ kıymetlidir). Buradan, hazret-i Mu’âviyenin ne kadar yüksek olduğu açıkça anlaşılmakdadır. Hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü anh” üstünlüğünü anlatmağa şu hadîs-i şerîf yetişir: Tirmüzî “rahime-hüllahü teâlâ” bildiriyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu: (Yâ Rabbî! Onu hâdî ve mühdî eyle!) Ya’nî, Onu doğru yola ulaşdır ve doğru yola ulaşdırıcı eyle!)
Mu’cizelerine Ahmedin, yokdur adedle hesâb,
etdiler ammâ sahâbe, ondan üç bini ta’dâd.
Mu’cize, herkim nebîdir, sıdkına olur delîl,
şöyle ki, gün olduğunu haber verir âfitâb.
Mu’cize, bir de görülse, yetişir tasdîk için,
göstermişdir, hod Muhammed, mu’cizât-ı bî hesâb.
Sıdkına Kur’ân yeter ki, Hak sözüdür şübhesiz,
zîrâ üstündür belâgatde, cümleye ol kitâb.
Şöyle ki, cin ve beşer mislini yapamadılar,
tâ ki bildiler, kelâmullah imiş bî irtiyâb.