Kitâbın başından buraya kadar, Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ” dahâ üstün olduğunu nakle ve akla dayanarak bildirdik. Şimdi muhâliflerin şübhelerini gidermeye çalışalım. Burada İmâmiyye ve Zeydiyye fırkalarına cevâb verecek değiliz. Onlara âyet-i kerîme ile hadîs-i şerîfler ile değil, başka dürlü cevâb verilir. Bu mes’elede doğru düşünenler de, yanlış düşünenler de, üç kısmdır. Nasîr-i Tûsî bunları şaşırtmışdır.
Nasîr-üddîn-i Tûsî, (Tecrîd) kitâbında, hazret-i Alînin
Şeyhayndan dahâ üstün olduğunu bildiriyor.
Cihâdlarda yapdığı kahramanlıkları ve Resûlullahın hizmetinde çekdiği sıkıntıları yazıyor. Bedr, Uhud, Ahzâb [ya’nî Hendek] ve Hayber ve Huneyn gazâlarındaki hizmetlerini, başka hiçbir Sahâbî yapmamışdır diyor.(Âlimlerin ilmleri ondan gelmekdedir. Böyle olduğunu kendi de haber vermişdir. (Mubâhele) âyetinde (Ve enfüsenâ) buyuruldu ki, bu onun şânını bildirmekdedir. Çok cömerd idi. Resûlullahdan sonra, insanların en zâhidi idi. İbâdeti ençok olanı idi. En âlimi, en şereflisi idi. İlk îmân eden odur. En
fasîh konuşan o idi. Re’yi,
keşfi en doğru olan, Allahü teâlânın emrlerinin yapılması için en çok uğraşan, Kur’ân-ı kerîmi en
iyi ezberliyen o idi. Gaybdan haber verirdi. Düâları kabûl olurdu. Çok kerâmetleri görüldü. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yakın akrabâsı ve
âhıret kardeşi idi. Onu sevmek, ona yardım etmek her müslimâna vâcib oldu. Peygamberlere müsâvî olduğu bildirildi. Kuş olayı, onun şerefinin yüksek olduğunu
gösteriyor. Mûsâ yanında Hârûn gibi idi. Halîfe olacağı, (Gadîr) denilen yerdeki hadîs-i
şerîfle bildirildi. Küfr üzere bir ân yaşamadı. İslâma çok hizmet etdi. Rûhu da, bedeni de kâmil idi) diyor.
Cevâb: (Fadl-i cüz’î), ya’nî birkaç şeyde üstün olmak ile, (Fadl-i
küllî), ya’nî her şeyde üstün olmak başkadır. İnsanı Peygambere benzeten çeşidli sıfatlar vardır. Bunları birbirine karışdırmamalıdır. Millete reîs olmak, Peygambere halîfe olmak üstünlüğü ile başka üstünlükleri iyi anlamak lâzımdır.
Allahü teâlâ, (Mâide)
sûresinin üçüncü
âyetinde, (Bugün, dîninizi kemâle getirdim. Size
ni’metimi temâmladım) buyurdu. Bunun için, din ve millet işlerinde, Peygamberden başkasına bakılmaz. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine ihsân etdiği ni’metlerin çoğunu hayâtda
iken vermiş, bir kısmını da, sonra vereceğini va’d etmiş, bunları, ba’zı Sahâbîler elinde yaratmışdır. Bu Sahâbîler, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem”, peygamberlik vazîfesinde benzemekle şereflenmişlerdir. Eshâb-ı kirâmın, bu bakımdan Resûlullaha benzemeleri farklıdır. Ençok benziyenleri Şeyhayn oldu.
Bunu iyi açıklayabilmek için, (Tecrîd) kitâbının yazıları birer birer aşağıda yazılacak, herbiri
cevâblandırılacakdır:
Süâl 1: Hazret-i Alî, din uğrunda çok cihâd yapdı. Onun kadar kahramanlık gösteren oldu mu?
Cevâb 1: Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” gazâlarda kahramanlık göstermesi, Resûlullahın yardımı ile idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Şeyhayne de bu yardımı yapdı. Hicret ile vefât arasındaki zemânda, hazret-i Alîye olan yardımı dahâ çok idi. Hicretden önce ve vefâtdan sonra ise, Şeyhayne olan yardımı dahâ çok idi. Fekat, peygamberlik vazîfesinde benzeyiş, Şeyhaynde dahâ çok oldu.
Süâl 2: Eshâb-ı kirâm çok şeyi hazret-i Alîye sorup öğrenirlerdi. Bu onun dahâ üstün olduğunu göstermiyor mu?
Cevâb 2: Hazret-i Ömer de, ilminin çok olması ile müjdelenmiş idi. Tirmüzî bildiriyor ki, hazret-i Alî, irtidâd eden birkaç kişiyi
yakdı. Bunu, Abdüllah ibni Abbâs işitince, ben olsaydım, yakmazdım, öldürürdüm. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Dinden çıkanı öldürünüz!) buyurdu. Bir kerre de, (Allahü –
teâlânın yapacağı azâb ile siz azâb yapmayınız!) buyurdu dedi. Hazret-i Alî bunu işitince, Abdüllah ibni Abbâs doğru söyliyor buyurdu. Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” ma’sûm olmadığını, yanıldığını gösteren böyle haberler, Müslimde ve başka kitâblarda yazılıdır.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alîyi övdüğü gibi, Eshâb-ı kirâmdan çoğunu da senâ buyurmuşdur. Şeyhayn için, (Benden sonra Ebû Bekre ve Ömere itâ’at ediniz!) ve (Cennetdeki adamların en üstünü, Ebû Bekr ve Ömerdir) hadîs-i şerîfleri meşhûrdur. (Ömerin geçdiği yoldan şeytân kaçar) hadîs-i şerîfi ve gömlek rü’yâsını ve süt rü’yâsını söyliyerek, ilm ve din ileta’bîr buyurması, hazret-i Ömeri müjdelemişdir. Ubeyy bin Kâ’b için de, (Kur’ân-ı kerîmi en iyi okuyanınız Ubeyy bin Kâ’bdır) buyuruldu. (İbni Ümm-i Abdin râzı olduğu kimseden ben de râzıyım) ve (Halâli ve harâmı ençok bileniniz Mu’âzdır!) ve (Her ümmetin emîni vardı. Bu ümmetin emîni Ebû Ubeydedir) ve (Her Peygamberin havârîsi vardı. Benim havârim Zübeyrdir) ve (İlmindörtde birini Âişeden öğreniniz!) hadîs-i şerîfleri, çeşidli Sahâbîleri bir üstünlükle övmekdedir. İnsâf ile düşünülürse, bu üstünlükleri içinde, en üstün olanı, itâ’at olunmak ve Cennet adamlarının en üstünü olmakdır. Hazret-i Alî de, bunu bildirerek, (Benim size vezîr [ya’nî müşâvir] olmam, size emîr olmamdan dahâ iyidir) buyurmuşdur.
Âlimlerin ilmleri ondan geldiği gibi, Şeyhaynden de gelmekdedir. Din âlimleri, kırâet, fıkh, hadîs, tefsîr, üsûl, tesavvuf, kelâm ve lisan âlimleridir. Kırâet âlimlerinden yedisi meşhûrdur. Bunların hepsinin ilmi, hazret-i Osmânın yazdırdığı Kur’ân-ı kerîmden alınmışdır. Bu Kur’ân-ı kerîmi ise, Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhümâ” topladı. Bunu da, hazret-i Ömerin gönderdiği âlimler, her yere ulaşdırdı. Hazret-i Alîden “radıyallahü teâlâ anh” ise, yalnız iki rivâyet gelmişdir. Fıkh âlimlerinden, Hanefî, Şâfi’î ve Mâlikî mezheblerinin temelleri, hazret-i Ömerin yapdığı icmâ’ bilgilerine dayanmakdadır. Bunların ana kitâblarında, hazret-i Alîden gelme rivâyet pek azdır. Hadîs âlimlerine gelince, bunların bildirdikleri hadîs-i şerîflerin çoğunu, Ebû Hüreyre ve Abdüllah ibni Ömer ve Âişe ve Abdüllah bin Mes’ûd ve Abdüllah bin Abbâs ve Enes bin Mâlik ve Ebû Sa’îd-i Hudrî ve Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anhüm” haber vermişlerdir. Bunların da çoğu Şeyhaynden rivâyet etmekdedir. Medîne, Şâm, Yemen ve Mısr âlimlerinin hazret-i Alîden rivâyetleri azdır. Kûfelilerin rivâyeti çok ise de, bunların hâlleri bilinmemekdedir.
Üsûl ilmini imâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi teâlâ aleyh” kurdu.
Bunun Kitâb, sünnet, icmâ’ ve kıyâs üzerindeki temel bilgileri ise, hep Şeyhaynden gelmekdedir. Sonra, her mezheb imâmı, kendi mezhebi için üsûl koydu. Bu üsûllerin, Eshâb-ı kirâmın sözleri ile hiç ilgileri yokdur.
Kelâm âlimlerinin temel bilgileri, Ehl-i sünnet ve cemâ’at i’tikâdıdır. Bu bilgiler de Şeyhaynden “radıyallahü teâlâ anhümâ” gelmekdedir. Zemânla eklenen bilgilerin ise, Eshâb-ı kirâmın sözleri ile bir ilgisi yokdur.
Tefsîr ilmini kuran Ömerdir “radıyallahü teâlâ anh”.
Tesavvuf ilmine gelince, kalbin sohbetle temizlenmesi, Şeyhaynden gelmekdedir. Hasen-i Basrînin hazret-i Alîden feyz alması ve hırka giymesi doğru değildir diyenler de vardır.
Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh”, kendi üstünlüklerini söylemesi câizdir. Büyük bir zâtın, iyi niyyetle, başkalarının kendinden feyz alabilmeleri için, üstünlüklerini bildirmesi câizdir. Hazret-i Alî, hutbede, (Kur’ân-ı kerîmden dilediğinizi bana sorunuz! Vallahi her bir âyetin, gece mi gündüz mü geldiğini ve ovada mı, dağda mı indiğini bilirim) buyurdu. Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ” tevâzu’u pekçokdu. Meselâ, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh”, dalda bir kuş görünce, (Ne mutlu sana ey kuş! Dilediğin dala konarsın. Dilediğin meyveleri yirsin. Kıyâmet günü hesâba çekilmez, azâb görmezsin. Keşki, senin gibi bir kuş olsaydım)dediği meşhûrdur. Hazret-i Ömerin de, bir avuç toprak olmak için söyledikleri, kitâblarda yazılıdır. Allahü teâlâya yakın Evliyânın hâlleri birbirine uymaz. Kimi övünmüş, kimi yok olmak istemişdir.Îsâ aleyhisselâm inbisât hâlinde, neş’eli idi. Yahyâ aleyhisselâm ise, çok zemân korku içinde, üzüntülü idi. Hazret-i Ebû Bekre “radıyallahü teâlâ anh” (Ey Allahın halîfesi!) dediler. (Ben Resûlullahın halîfesiyim ve buna râzıyım) dedi.
Süâl 3: (Ve-enfüsenâ) âyet-i kerîmesi, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh”
üstünlüğünü göstermiyor mu?
Cevâb 3: Tefsîrlerde bildirildiği üzere, bu âyet-i kerîmeye (mubâhele âyeti) denir. Mubâhele yapmak ve mubâhele yaparken, çocukları ve akrabâyı da yanında bulundurmak, Arabistânda âdet idi. Resûlullah da “sallallahü aleyhi ve sellem” mubâhele yaparken, bu âdete uyarak, çocuklarını ve akrabâsını topladı. Bu âyet-i kerîme, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” akrabâ olmak şerefini göstermekdedir. Bu şerefin büyüklüğüne hepimiz inanıyoruz. Fekat bu şeref, (Fadl-i küllî) ya’nî her bakımdan üstün olmağı göstermez. Bunun gibi, (Sen bendensin. Ben de sendenim) gibi hadîs-i şerîfler, akrabâlık şerefini göstermekdedir. Çünki, hazret-i Abbâs için ve Ebû Lehebin kızı Dürre için de böyle buyurulmuş
dur. Böyle sözler, (Fadl-ı cüz’î)yi, ya’nî bir bakımdan üstünlüğü gösterir. Her bakımdan üstünlüğü göstermez. Hamâmda bir arslan gördüm demek gibidir. Hamâmda arslan gibi kuvvetli bir insan görmüş olduğunu bildirmekdedir. Yoksa dişleri, pençesi ve yelesi arslanınkiler gibi demek değildir.
Süâl 4: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” çok cömerd idi. Bu üstünlüğü âyet-i kerîme ile medh olundu.
Cevâb 4: Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, elbet çok cömerd idi. Bunun gibi, dahâ nice üstünlükleri de vardı.
Hazret-i Alînin bu üstünlüklerine ve Eshâb-ı kirâmın çoğundan dahâ üstün olduğuna hepimiz inanıyoruz. Biz burada Şeyhaynın dahâ üstün olduğunu bildirmek
istiyoruz. Cömerdlik iki dürlüdür. Birisi, kendi malını muhtâc olanlara bol bol vermekdir. İkincisi, (Beyt-ül mâl) denilen devlet hazînesi me’mûrlarının, beyt-ül mâldan hakkı olanlara haklarını eksik vermemesidir. Şeyhayn, iki
bakımdan da dahâ çok cömerd idi. Hazret-i Ebû Bekrin, hicretden evvel ve hicretden sonra, Resûlullah için verdiği malların çokluğunu, siyer kitâbları sözbirliği
ile bildiriyor. Bir gece Allah için onbin altın, ertesi gün onbin altın ve ayrıca gizlice onbin altın ve herkesin yanında onbin altın dağıtınca, Nisâ sûresinin
otuzaltıncı âyeti gelerek, Allahü teâlâ tarafından medh ve senâ buyuruldu. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Eshâbım arasında bana sohbeti ile ve malı ile en çok hizmet eden, Ebû Bekrdir) buyurdu.
Tebük gazvesinde, malının hepsini verdi. Hazret-i Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” de, Allah yolunda malını verdiği çok olmuşdur. Tebük gazvesinde malının yarısını verdi. Hazret-i Alînin bu kadar mal verdiği hiç işitilmemişdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, ona bakıyordu. Hicretden sonra da malı yokdu. Şeyhayn halîfe iken, Beyt-ül-mâldan ancak geçinecek kadar ücret alırdı. Hazînenin hepsini millete dağıtırlardı. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” halîfe iken, millete dağıtdığı, onlarınkinin binde biri olamaz. Ukaylın, geçim sıkıntısından hazret-i Alîye kızdığı, bu yüzden Mu’âviyenin “radıyallahü teâlâ anh” yanına gitdiği meşhûrdur.
Süâl 5: Hazret-i Alî, Resûlullahdan sonra insanların en zâhidi idi.
Cevâb 5: Evet, hazret-i Alînin zühdünün çok olduğu meydândadır. Eshâb-ı kirâmın çoğundan dahâ zâhid idi. Zühd, dünyâya düşkün olmamakdır. Bunun en kıymetlisi, halîfeliği de istememekdir. Şeyhaynın halîfeliği bırakmak istediklerini, Eshâb-ı kirâm sözbirliği ile bildiriyor. Hazret-i Alî ise, halîfe olmak için uğraşdı. Dîne ve müslimânlara hizmet için istedi diyenlerin, Şeyhaynı da,
halîfe oldukları için, kötülememeleri lâzım olur. Fekat Şeyhayn, halîfe olmak için uğraşmadılar. Hazret-i Alî ise, çok uğraşdı. Hazret-i Ömerin zühdünün mükemmel olduğunu Sa’d ibni Ebî Vakkâs bildiriyor. Şeyhaynın zühdünü, kanâ’atini bildiren haberler sayılamıyacak kadar çokdur. Zâhidlerin en üstünü, Resûlullahdır “sallallahü aleyhi ve sellem”. Şeyhayn halîfe iken, tâm Ona benzediler. Allahü teâlânın emrlerini yerleşdirmek, yaymak için, herşeyi yapdılar. Böyle olduğunu hazret-i Alî de bildirdi ve (Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hepimizden ileridedir. Ebû Bekrde öyle oldu. Ömer, bunların üçüncüsü oldu. Sonra, herşey bozuldu. Allahü teâlânın dilediği şeyler başgösterdi) dedi.
Hazret-i Alînin çok ibâdet yapdığı için, Eshâb-ı kirâmın çoğundan ileride olduğu meydândadır. Fekat, Şeyhaynden ileride olduğu söylenemez “radıyallahü teâlâ anhüm”.
Süâl 6: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” önce îmân etdi. Bundan büyük şeref olur mu?
Cevâb 6: Önce îmân eden, ba’zı âlimlere göre hazret-i Alîdir. Ba’zılarına göre ise hazret-i Ebû Bekrdir. Hazret-i Hadîcenin bunlardan önce îmân etdiği, sözbirliği ile bildirilmişdir. Önce îmân etmek dahâ üstün olmağa sebeb olsaydı, hazret-i Hadîce ile Zeyd,Eshâb-ı kirâmın en üstünü olurlardı. Önce îmân etmenin bir üstünlük olması, başkalarının îmâna gelmelerine sebeb olduğu içindir. Bu da, ancak bâlîğ olmuş, yetişmiş kimsede olur. Hazret-i Alî,îmân etdiği zemân çocukdu. Îmân etdiğini babasından bile sakladı. Önce îmân ederek başkalarını îmâna getirmek üstünlüğü, yalnız Ebû Bekrde “radıyallahü teâlâ anh” hâsıl oldu.
Süâl 7: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Eshâb-ı kirâmın en fasîh konuşanı idi.
Cevâb 7: Hazret-i Alînin fasîh, belîğ ve edîb olduğu ve bu bakımdan Eshâb-ı kirâmın çoğundan üstün olduğu meydândadır. Fekat, Şeyhaynden dahâ üstün olduğu söylenemez. Çünki, Şeyhaynın çok fasîh hutbelerini, Eshâb-ı kirâmın büyükleri haber vermişdir. Hazret-i Ebû Bekrin çok fasîh olan kasîdeleri, İbni İshak târîhinde yazılıdır. Bununla berâber, çok fasîh olmanın halîfelikle bir ilgisi yokdur. Evet islâmiyyeti bildirirken fesâhet lâzımdır. Şeyhayn “radıyallahü anhümâ”, herşeyi gâyet fasîh bildirdiler. Ayrılıkları, anlaşmazlıkları temâmen ortadan kaldırdılar. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” zemânında hâsıl olan anlaşmazlıkların hiçbiri çözülemedi. Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” sözü ile ictihâdını değişdiren bir Sahâbî bulunduğu işitilmemişdir.
Süâl 8: Hazret-i Alînin re’yi, keşfi en doğru değil mi idi?
Cevâb 8: Evet, hazret-i Alînin ictihâdının doğru olduğuna ve
nasslardan hükm çıkarmakdaki ve süâllere cevâb vermekdeki sür’atine kimsenin bir diyeceği yokdur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de, bunu bildirerek: (Hükm vermekde en ileride olanınız, Alîdir) buyurmuşdur. Hazret-i Ömer, Eshâb-ı kirâmın üstünlüklerini sayarken (Hükm etmekde en üstünümüz Alîdir) demişdir. Fekat, bu üstünlüğü, Şeyhaynden önce halîfe olmasına sebeb göstermek doğru olamaz. Çünki, hazret-i Ebû Bekr halîfe olunca, arabları mürted olmakdan vazgeçirmek için nelerhükm etdi ise, hepsi fâideli oldu. Îrâna ve Rumlarla yapılan cihâdlarda hazret-i Ömerin düşünceleri ve emrleri hep zafer sağladı. Hazret-i Alî halîfe iken, yapdıkları zararlı oldu. Meşveret edilenlerin re’ylerini beğenmezdi. Abdüllah ibni Abbâs bunu açıkca bildiriyor. Hazret-i Osmân şehîd edilince, hazret-i Alîye, oğlu hazret-i Hasenin söyledikleri, kitâblarda yazılıdır. Re’yin, ictihâdın doğru olması demek, fâideli sonuçlar getirmesi demekdir. Bu da, yalnız Şeyhaynın re’y ve ictihâdlarında tâm olarak hâsıl olmuşdur.
Süâl 9: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Allahü teâlânın emrlerinin yapılması için ençok uğraşan değil midir?
Cevâb 9: Allahü teâlânın emrlerinin yapılması ve islâmiyyetin yayılması için Şeyhaynın da, hazret-i Alînin de “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” var kuvvetle çalışdıkları şübhesizdir “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Fekat, nass ile açıkca bildirilmemiş işlerde acele etmemek, meşveret etmek, icmâ’ elde etmek lâzımdır. Böyle yerlerde acele etmek hatâdır. Had cezâlarında böyle yapılmazsa, fitne uyanır. Şeyhayn, her emrlerinde, Resûlullahın busünnetini gözetirlerdi. Bunu, Ömer bin Abdül’azîz çok güzel haber vermekdedir. Hazret-i Alî böyle yapmadı. Hattâ bir gece, Mugîre bin Şu’be ile konuşurken, (Anlaşmazlık ve fitne korkusu olunca, zânîyi hemen recm ederim) demiş, Mugîre de, o gece kaçarak, hazret-i Mu’âviyenin yanına gitmişdir. Denilebilir ki, hazret-i Alî zemânındaki karışıklıklara kısmen acelesi sebeb olmuşdur. Hazret-i Alîde sekr ve acele çokdu. Şeyhaynde ise, Sahv, teennî ve uzağı görmek çokdu. Böyle olduğunu, Abdüllah ibni Abbâs, açık olarak bildirmiş, (Hazret-i Ömer, ileriyi görür, yavaş hareket ederdi. Hazret-i Alî, istediğini hemen yapabilecek sanır, harekete geçerdi. Çoğu yapılamazdı) demişdir.
Süâl 10: Kur’ân-ı kerîmi en iyi ezberliyen hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” değil midir?
Cevâb 10: Kur’ân-ı kerîmi ezberlemek şerefi, yalnız hazret-i Alîye mahsûs değildir. Şeyhayn ve Zinnûreyn ve Abdüllah ibni Mes’ûd ve Ubeyy bin Kâ’b “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” da, Kur’ân-ı kerîmin hepsini ezberlemişlerdi. Şeyhayn halîfe iken,
Cum’a ve beş vakt nemâzı kıldırırlardı. Sabâh nemâzında Bekara ve Yûsüf gibi uzun sûreleri okurlardı. Hazret-i Alî ve diğer hâfızlar, cemâ’at arasında idiler. Hiçbir nemâzda yanlış okundu dedikleri işitilmemişdir. Bu nemâzlar, cemâ’atin hıfzlarının kuvvetlenmesine yardım etdi.
Süâl 11: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” gaybden haber verirdi ve düâları kabûl olurdu.
Cevâb 11: Gaybden haber vermek ve düânın kabûl olması, hazret-i Alîde de, Şeyhaynde de çok görüldü. Şeyhaynın bu kerâmetleri, sahîh
haberlerle bizlere geldi. Hazret-i Alînin kerâmetlerini bildirenler arasında yalancıların bulunduğunu hazret-i Alî de bildirmiş, çoğunu yanından kovmuşdur.
Birbirlerinin kötülüklerini de bildirmişlerdir. Buhârîde diyor ki, Şeyhaynın düâsı ile yinilenyemek azalmazdı, artardı. Yine Buhârîde diyor ki, hazret-i Ömerin,
böyle olacağını zan ederim dediği şeyler, hep zan etdiği gibi olmuşdur. Hazret-i Ömerin, Îrânda harb eden askerini Medînede hutbe okurken görerek, kumandanları
Sâriyyeye (Dağ tarafınadikkat et!) dediği meşhûrdur. Hazret-i Ömerin, öldürüleceğinden birkaç gün önce, öleceğini haber verdiği, imâm-ı Ahmedin (Müsned)
kitâbında yazılıdır. Hazret-i Ebû Bekrin îmân edeceği ve öleceği zemân gördüğü rü’yâlar sahîh kitâblarda yazılıdır. Nil nehrinin hazret-i Ömerin mektûbuna
uyarak akışını değişdirdiği bildirilmişdir. Böyle dahâ nice kerâmetleri bildirilmişdir. Böyle olmakla berâber, Eshâb-ı kirâmın yüksek dereceleri, kerâmet
derecesinden dahâ üstündü. Hilâfet makâmında kerâmetin az olması lâzım olduğunu (Füsus) kitâbı, Süleymân aleyhisselâmın mu’cizesini anlatırken bildirmekdedir.
Süâl 12: Hazret-i Alî Resûlullahın yakın akrabâsı ve âhıret kardeşi idi. Bundan dahâ büyük şeref olur mu?
Cevâb 12: Evet, hazret-i Alî, Resûlullahın çok yakın akrabâsıdır. Buna kimsenin bir diyeceği yokdur. Şeyhayn de, Kureyş kabîlesindendir ve kızları, Resûlullaha zevce olmakla şereflenmişdir. Fekat bu yakınlıklar, en üstün olmağa sebeb olamaz. Akrabânın birbirinden yakın olduklarını bildiren âyet-i kerîme, mîrâs için gelmişdir. Halîfelikle, hâkimlikle ve imâmlıkla ilgisi yokdur. Eğer halîfelik akrabâlıkla olsaydı, hazret-i Alînin değil, hazret-i Abbâsın “radıyallahü teâlâ anhümâ” halîfe seçilmesi lâzım gelirdi. Kralların, diktatörlerin âdetleri buna sened olamaz. Halîfeliğin mîrâs gibi, babadan oğula kalmayıp, kâbiliyyeti, liyâkati olanın seçilmesi, Tevrâtda da bildirilmişdi. Allahü teâlâ, hazret-i Mûsâdan sonra, Yûşâ’ aleyhisselâmı Peygamber yapdı. Hârûn aleyhisselâmın oğullarını yapmadı. İslâmiyyetde de halîfenin Kureyş kabîle-
sinden olacağı bildirildi. Bu kabîlenin hangi kolundan olacağı bildirilmedi. Bu kabîleden olup hilâfetin dokuz şartı kendinde bulunan kimsenin halîfe olmağa hakkı olur. Fekat halîfe olmak için, sözbirliği ile seçilmek veyâ önceki halîfenin vasıyyet etmesi veyâ güç ile, darbe ile ele geçirilmiş olması lâzımdır. Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhümâ”, hilâfetin şartlarına mâlik idi ve sözbirliği ile seçildiler.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” için, (Kardeşimdir ve yakın arkadaşımdır) buyurdu.Ömer “radıyallahü teâlâ anh” için de, (Kardeşim bana da düâ et!) buyurdu. Âhıret kardeşi yalnız Alî “radıyallahü teâlâ anh” oldu ise de, bunun halîfelikle bir ilgisi yokdur. Eshâbını birbirleri ile kardeş yaparken,
hazret-i Alî ağlıyarak geldi. (Eshâbını birbirleri ile kardeş yapdın. Beni kimse ile kardeş yapmadın) diyerek üzüldüğünü bildirdi. Resûlullah da “sallallahü aleyhi ve sellem”, onun hâline acıyarak, (Sen benim dünyâda ve âhıretde kardeşimsin!) buyurdu. Benî Neccârın reîsi Es’ad bin Zerâre ölünce, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yanına gelip, bize bir reîs
ta’yîn et dediklerinde, (Siz benim kardeşlerimsiniz!
Sizin başkanınız
ben olayım!) buyurdu. Bu kardeşlik, onların Şeyhaynden dahâ üstün
olduklarını göstermez.
Süâl 13: Her müslimânın hazret-i Alîyi sevmesi, Şûrâ sûresinin yirmiüçüncü âyetinde emr olundu.
Cevâb 13: Bu âyet-i kerîmede meâlen, (Sizden karşılık olarak, yalnız akrabâmı sevmenizi istiyorum) buyuruldu. (Alîyi sevmek, îmânın alâmetidir. Ona düşmanlık, münâfıklık alâmetidir) ve (Seninle harb edenle harb ederim. Seninle sulh eden ile de sulh
ederim) hadîs-i şerîfleri de böyledir. Evet,
Ehl-i beyti sevmek ve saymak ve Resûlullahın zevcelerine saygı göstermek, her müslimâna vâcibdir. Hazret-i Abbâs “radıyallahü teâlâ anh” da buna dâhildir. Hadîs-i şerîfde, (Amcamı inciten, beni incitmiş olur) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Ensârı
sevmek, îmân alâmetidir, Ensâra düşmanlık
etmek, münâfıklık alâmetidir) buyuruldu. Eshâb-ı kirâmın hepsi için de, (Eshâbımı seven, beni sevdiği için sever. Eshâbıma düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten, beni incitmiş olur. Beni inciten de, Allahü
teâlâyı incitmiş olur) buyuruldu.
Süâl 14: Hazret-i Alîye yardım etmek her müslimâna vâcibdir. (Tahrîm) sûresi bunu gösteriyor.
Cevâb 14: Evet, (Tahrîm) sûresinin dördüncü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Sâlih mü’minler Ona yardımcıdır) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, sâlih
mü’minlerin hazret-i Alîye yardımcı oldukları-
nı değil, Resûlullaha yardımcı olduklarını bildirmekdedir. Sâlih mü’minlerin de, hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömer olduğunu, Eshâb-ı kirâm sözbirliği ile bildirmişlerdir. Bu âyet-i kerîme, Şeyhaynın şânlarını göstermekdedir.
Süâl 15: Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Alînin Peygamberlere müsâvî olduğunu bildirdi.
Cevâb 15: Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” yalnız hazret-i Alîyi değil, başka Sahâbîleri de Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” benzetmişdir. Bununla, o Peygamberin üstün sıfatlarından birinin onda da bulunduğunu haber vermişdir. Böylece, Ebû Zerin zühdünü Îsâ aleyhisselâma ve Ebû Bekrin merhametini de Îsâ aleyhisselâma ve Ömerin şiddetini, Nûh aleyhisselâma ve Ebû Mûsel-eş’arînin güzel okumasını, Dâvüd aleyhisselâma benzetmişdir.
Süâl 16: Kuş kebâbı olayı, Allahü teâlânın Alîyi “radıyallahü teâlâ anh” çok sevdiğini göstermiyor mu?
Cevâb 16: Resûlullahın yanında kuş kebâbı vardı. (Yâ Rabbî, sevdiğin kullarından birini gönder. Bu kuşu onunla berâber yiyelim!) buyurdu. Hazret-i Alî geldi. Birlikde yidiler. Bu haber, elbet doğrudur. Hazret-i Alî, elbet Allahü teâlânın sevgili kullarından biridir. Fekat, bu müjde
yalnız ona gelmiş değildir. Hazret-i Ebû Bekre ve hazret-i Ömere de böyle müjde verilmişdir. (Allahü teâlâ, Ebû Bekre yalnız tecellî eder.
Başkalarının
hepsine birden tecellî eder) ve (Ömerden dahâ hayrlı bir kimse üzerine güneş
doğmamışdır)
hadîs-i şerîfleri meşhûrdur.
Süâl 17: (Benim yanımdaki yerin, Mûsânın yanında Hârûnun yeri gibidir) hadîs-i şerîfi de, onun halîfe olacağını göstermiyor mu?
Cevâb 17: (Tecrîd) kitâbı bunu yazarken, Tebük gazâsındaki (Sen, benim yanımda, Mûsâ yanındaki Hârûn gibisin! Fekat, benden sonra Peygamber yokdur!) hadîs-i şerîfine işâret etmekdedir. Bu hadîs-i şerîfdeki (Benden
sonra), (Benden başka) demekdir.
Kur’ân-ı kerîmde, Câsiye sûresinin yirmiikinci âyetinde de, böyle
demekdedir. Çünki, Hârûn aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra yaşamadı. Dahâ önce öldü.
Bu hadîs-i şerîf, Tebük gazvesine giderken, Medînede, Alîyi “radıyallahü teâlâ anh” kendi yerine bırakdığı için söylendi. Çünki, hazret-i Mûsâ da, Tûr dağına giderken, yerine Hârûn aleyhisselâmı vekîl bırakmışdı. Bu hadîs-i şerîf, hazret-i Alî için büyük şerefdir ve çok üstünlükdür. Fekat Şeyhaynden “radıyallahü teâlâ anhümâ” dahâ üstün olduğunu göstermez.
Süâl 18: Hazret-i Alînin Resûlullahın halîfesi olduğu, (Gadîr-i Hum)daki hadîs-i şerîfde bildirilmedi mi?
Cevâb 18: (Gadîr-i Hum) hadîsine gelince, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hazret-i Alîyi Yemene hâkim [Vâlî] yapmışdı. Beyt-ül-mâlde olan bir câriyeyi hazret-i Alî kullandı. Bu hareketi, dedi-kodu hâlini aldı. Bu dedi-kodu Resûlullahın mubârek kulağına kadar geldi. Fitneyi önlemek için, hazret-i Alîyi sevmeği emr buyurdu. (Kimin mevlâsı isem, Alî de onun mevlâsıdır) buyurdu ki, (Beni seven, Alîyi de sevsin) demekdir. Mevlâ kelimesi, Kur’ân-ı kerîmin birçok âyetinde vardır. Sevilen kimse ma’nâsı verilmişdir. Bu hadîs-i şerîf, (Allaha inanan, müsâfirine ikrâm etsin!) hadîs-i şerîfi gibidir. Bu hadîs-i şerîf, yalnız hazret-i Alî için değildir. Hazret-i Hasen için, (Yâ Rabbî! Onu seviyorum. Onu sen de sev! Onu sevenleri de sev!) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekke ile Medîne arasında bulunan (Gadîr-i Hum) ismindeki yere gelince, hazret-i Alînin elini tutup, (Kimin mevlâsı isem, Alî de onun mevlâsıdır! Yâ Rabbî, onu seveni sev! Onu sevmiyeni sevme!) buyurdu. Sonra, hazret-i Ömer, hazret-i Alînin yanına gelip, (Ne mutlu sana yâ Alî! Bütün mü’minlerin sevgilisi oldun) dedi. (Müslim) kitâbında, Zeyd bin Erkam diyor ki, (Gadîr-i Hum) denilen su başında, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hutbe okudu. (Ben de insanım. Birgün ecelim gelecek. Size Allahın kitâbını ve Ehl-i beytimi bırakıyorum. Kur’ân-ı kerîmin gösterdiği yola sarılınız! Ehl-i beytimin kıymetini biliniz!) buyurdu. (Tirmüzî) de, İmrân bin Hasîn diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bizi hazret-i Alînin emrinde cihâda gönderdi. Hazret-i Alî, esîr denilen câriyelerden birini kendine aldı. Dört kişi, bunu Resûlullaha söylediler. Resûlullah çok üzüldü. (Alîden ne istiyorsunuz? Alî bendendir. Ben de ondanım. Benden sonra, O her mü’minin velîsidir) buyurdu. Bu hadîs-i şerîfler, Ehl-i beyti sevmeği emr etmekdedir. Mevlâ, velî, sevilen kimse demekdir. Zeyd bin Erkam, (Tirmüzî) de bildiriyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Size iki şey bırakıyorum. Bunlara yapışırsanız, benden sonra doğru yolda kalırsınız. Biri, ötekinden dahâ büyükdür. Bu, Allahın kitâbıdır. İkincisi, Ehl-i beytimdir. Havz başında bana kavuşuncaya kadar, ikisi birbirinden ayrılmaz!). Birbirinden ayrılmaz demek, Kur’ân-ı kerîme sarılan kimsenin, Ehl-i beyti sevmesi lâzımdır demekdir. Ehl-i beyte yapışmak, onları sevmekdir. Kur’ân-ı kerîme uymak sevâb olduğu gibi, Ehl-i beyti sevmenin de böyle sevâb olduğunu bildirmekdedir. Bu hadîs-i şerîflerin hiçbiri, hazret-i Alînin halîfe, imâm olacağını göstermiyor. Bu hadîs-i şerîfleri ileri sürerek, Ehl-i sünneti kötülemek, müslimânlar arasında bölücülük yapmak, pek
haksız ve çok yanlışdır. Cenâb-ı Hak, hepimize Ehl-i beyti ve Eshâb-ı kirâmın hepsini “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” sevmeknasîb eylesin! Âmîn!
Süâl 19: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, îmân etmeden önce küfr üzere bir an yaşamadı.
Cevâb 19: Îmân etmeden önce, küfr üzere olmamak üstünlük olsaydı, sonra gelen müslimânların hepsinin, Eshâb-ı kirâmdan dahâ üstün olmaları lâzım gelirdi. Hadîs-i şerîfde (Îmân edenin geçmiş suçlarının hepsi afv olur) buyuruldu.
Süâl 20: Hazret-i Alî islâmiyyete pekçok hizmet etdi.
Cevâb 20: İslâmiyyete çok hizmet edenin Şeyhayn olduğu güneş gibi meydândadır. Çünki, Kur’ân-ı kerîmi cem’eden, Şeyhayndır. Hadîs-i şerîfleri rivâyet etmek çığrını açan, din bilgilerini,kısmlara ayıran, Arabistânı feth eden, İslâmiyyeti Rum ve Îrân topraklarına yerleşdiren Şeyhayndır. Yer yüzündeki müslimânların çoğu, Mâlikî, Hanefî ve Şâfi’î mezhebindedir. Bu mezheblerin temel bilgileri, hazret-i Ömerin elde etdiği icmâ’ mes’eleleridir. Bu mezheblerde hazret-i Alîden gelen bilgiler pek azdır. Hazret-i Alî zemânında hiç kâfir memleketi feth edilmedi. Müslimânlar arasında birlik ve huzûr sağlanamadı. Bu ümmetin Şeyhaynden istifâdesi, hazret-i Alîden olan istifâdesinden çok fazladır. Çığır açanların sevâbı, bunlara uyanların çokluğu kadar çok olur. (Ehl-i sünnet) olan müslimânların hepsi, Şeyhaynın gösterdikleri yoldadır. Yer yüzündeki müslimânların çoğu, Ehl-i sünnetdir. Hazret-i Alîyi seviyorum diyenlerden üç sapık fırka meydâna geldi. Üçü de islâmiyyeti parçalamak için çalışdılar. Allahü teâlâ merhamet etmeseydi, islâmiyyeti yok edeceklerdi. Bunlardan biri (İmâmiyye) fırkasıdır. Bunlara göre, Kur’ân-ı kerîmi toplıyanlar, sağlam kimseler değilmiş. Çünki, İmâmiyye fırkasında olanlar, Eshâb-ı kirâma ve meşhûr yedi kırâet imâmına inanmıyor. Onların inandıkları oniki imâmdan gelen bir haber de yokdur. Merfû’ hadîsler de bildirmedikleri için, güvenecekleri bir hadîs kitâbları da yok. (Zeydiyye) fırkası da, hadîs-i şerîflerden alınmış olan din bilgilerinin çoğuna inanmıyorlar. İslâm târîhinde kanlı ayrılıklara sebeb oldular. (İsmâ’îliyye) kısmı ise, hepsinden dahâ kötüdür. Tâm islâm düşmanıdırlar. Müslimânların îmânlarında ve amellerinde sayısız bozuk bid’atleri, hep bu üç fırka ortaya çıkardı. Evet, bunların kötülükleri, hazret-i Alîyi “radıyallahü teâlâ anh” lekelemez. Bunun gibi, Yezîdin ve Emevî hâkimlerinin kötülükleri de, hazret-i Mu’âviyeyi “radıyallahü teâlâ anh” lekelemez. Zulmleri, günâhları kendilerinedir. Hazret-i Alîye bunlardan hiçbir sevâb gelmemekdedir. Hâlbuki, yer yüzündeki Ehl-i sünnetin sevâblarından,
kıyâmete kadar hergün, Şeyhayne sayısız sevâb hâsıl olmakdadır.
Süâl 21: Hazret-i Alînin bedeni de, rûhu da kâmil idi. Bunun için de Şeyhaynden dahâ üstündür.
Cevâb 21: Bedenî ve rûhî üstünlüğe cevâb vermeden önce, (Mevâkıf şerhi) yazısını da bildirmek, hepsini birlikde cevâblandırmak uygun görüldü. (Mevâkıf) diyor ki, (Üstünlüğe sebeb olan yükseklikler, hazret-i Alîde toplanmışdır. Hazret-i Alî, Eshâbın en âlimi idi. Resûlullahın yanında büyüdü. Ona dâmâd oldu. Çok zekî idi. Resûlullahdan, onun öğrendiğini, başkaları öğrenemedi. Hazret-i Ebû Bekr ise, büyük yaşda [otuzsekiz yaşında] îmâna geldi. Resûlullah ile hergün bir kerre görüşürdü. Hazret-i Alînin zühdünü bilmiyen yokdur. İhsânı da çokdu. Nemâzda bile yüzüğünü sadaka verdi. Bunun için, âyet-i kerîme ile övüldü. Nezr orucu tutduğu gün iftâr edeceği zemân, yemeğin hepsini, gelen fakîre, yetîme ve esîre verdi. Bunun için de, âyet-i kerîme ile medh edildi. Hazret-i Alînin gazvelerdeki şecâ’ati, kahramanlığı da, herkesden çokdu. Hendek gazvesinde, (Alînin bir kılınç vurması, bütün ins ve cinnin ibâdetlerinden dahâ kıymetlidir) hadîs-i şerîfi ile övüldü. Hayberde ve başka gazvelerdeki kahramanlıkları ve medh olunmaları da meşhûrdur. Güzel ahlâkı da, o kadar meşhûr olmuşdur. Kuvveti de çokdu. Hayber kal’asının kapısını kopardı. Bu kapıyı adalemin kuvveti ile değil, Allahü teâlânın verdiği başka kuvvetle kopardım dedi. Hazret-i Alî, soy ile ve nikâh ile Resûlullaha çok yakındı. Abbâs, yalnız babadan Abdüllahın kardeşi idi. Ebû Tâlib ise, anadan ve babadan kardeşi idi. Hazret-i Alî, kadınların en üstününün zevci idi. Cennet gençlerinin en üstünü olan Hasen ve Hüseynin babaları idi).
Cevâb olarak deriz ki, hazret-i Alî “radıyallahü anh”, elbet bu üstünlüklerin sâhibidir. Bütün müslimânların buna inanmaları ve onu çok sevmeleri lâzımdır. Fekat, halîfe olmak için, başka üstünlükler de vardır. Çeşidli mesleklerde, çeşidli san’atlarda en üstün olmak için aranılan üstünlük, başka başkadır. Âlimlerin en üstünü olmak için, soya, sûrete, mala bakılmaz. Bunlara bakılsaydı, Ebû Hanîfenin, Şâfi’înin, Mâlikin ve Ahmed bin Hanbelin talebeleri arasında, kendilerinden dahâ üstünleri bulunurdu. Askerlikde en üstün olmak için, tıb ilmi, güzel yazı, şi’r yazmak gibi üstünlüklere bakılmaz. Peygamberlere halîfe olmak için aranılan üstünlük, peygamberlik vazîfesini yapmak için, Peygamberlere verilmiş olan üstünlüklere benziyen üstünlüklerdir. Bunun içindir ki, Âlimler, Velîler ve Emr-i ma’rûf ve Nehy-i münker ve cihâd yaparak dînin yayılmasına çalışanlar, kendilerinden dahâ kuvvetli olan sporculardan ve tüccârlardan ve hesâb uzmanlarından dahâ kıymetli,
dahâ üstündürler. Bunun için, halîfe seçilmekde, Resûlullahın ehemmiyyet verdiği ilmde, ahlâkda ve işlerde en üstün olmak lâzımdır. Hattâ, bu üçü arasında, işe dahâ çok bakılır. Çünki, ümmet arasında, istidlâl ederek [araşdırarak] veyâ ilhâm olunarak, yeni bilgilere kavuşanlar bulunabilir. Fekat, bu bilgiler, Peygamberin ilmi kadar kıymetli olmaz. Peygamberlik ilmi, islâmiyyeti yaymağa, bunlardan ahkâm çıkarmağa, bunları açıklamağa, şübheye düşülenler arasında, sağlamını seçmeğe, sözbirliği elde etmeğe yarıyanilmdir. Üstün olan iş ise, ümmet arasında râhat, düzen ve huzûr sağlıyan işdir. Dört halîfenin zemânları iyi incelenirse, hazret-i Alînin, peygamberlik bilgilerinde ve işlerinde Şeyhaynden dahâ üstün olduğu aslâ görülemez. Hazret-i Alînin ilmi, çabuk cevâb vermekde üstün olduğu gibi, Şeyhaynın ilmleri de, sabr ve araşdırarak, sözbirliği yaparak cevâb vermekde dahâ üstündür. Hazret-i Alînin zühdü çok olduğu gibi, Şeyhaynın zühdü de çokdu. Şeyhaynın kerem ve ihsânları, hazret-i Alînin ihsânından katkat çokdu. Nemâzda yüzüğünü vermesi ve iftârlığını vermesi de sağlam olarak bildirilmiş değildir. Sağlam dersek de, hazret-i Ebû Bekrin sadakaları ve ihsânları ve âyet-i kerîmelerle medh olunmaları yanında dahâ üstün olmadığı meydândadır. Hazret-i Alînin bilek kuvveti üstünise de, Şeyhaynın mürtedlerle, Îrân ve Rum devletlerine meydân okumalarındaki kuvvetleri dahâ üstündür. Şeyhaynın bütün ümmeti râzı etmeleri ve geçimsizlikleri gidermekdeki güzel ahlâkı, katkat dahâ çokdu. Hazret-i Alî, soydan çok yakın ise de, Şeyhayn kabrde, mahşerde ve Cennete giderlerken, Resûlullaha dahâ yakındırlar. Hazret-i Alî, hazret-i Fâtımanın zevci olmakla şereflendiği gibi, hazret-i Ebû Bekr de, Resûlullahın sevgili zevcesi veCennetdeki arkadaşı olan hazret-i Âişenin babası olmakla şereflenmişdir. Kur’ân-ı kerîmde on âyet, hazret-i Âişeyi medh etmekdedir. Fıkh ilminin dörtde biri ondan öğrenilmişdir. Hazret-i Ömerin kızı hazret-i Hafsa da, Resûlullahın dünyâda ve Cennetde zevcesidir ve Cebrâîl aleyhisselâm, onu (çok nemâz kılıcı ve çok oruç tutucu) diye övmüşdür. Hazret-i Alînin çocukları arasında, insanların en iyileri bulunduğu gibi, islâmiyyete çok zarar verenleri de vardır. (İsmâ’îliyye), (Zeydiyye) ve (İmâmiyye) sapık fırkaları, onun çocuklarından hâsıl oldu. Etrâfına câhilleri toplıyarak, sayısız müslimânı yoldan çıkaran yüze yakın torununun kanlı mâcerâları, târîh kitâblarında uzun yazılıdır. Şeyhaynın çocukları arasında böyle din yıkıcıları hiç görülmedi. Abdüllah bin Ömer,hazret-i Âişe, Sâlim, Kâsım ve Ubeydüllah bin Ömer Ömerî ve başka evlâdları, insanları hidâyete, se’âdete kavuşdurdular. Oniki imâmdan sonra gelen Şihâbüddîn-i Sühreverdî ve Fahrüddîn-i Sühreverdî gibi tesavvufcular ve Fahrüddîn-i Râzî Veliyüddîn gibi
kitâb sâhibleri, hep Şeyhaynın evlâdlarından feyz alarak hidâyete kavuşdular. Bir insanın anasının ve babasının Hâşimî
olması veyâ çocuklarının çok olması, en üstün olmağa sebeb olsaydı, hazret-i Alînin Resûlullahdan [hâşâ] dahâ üstün olması lâzım gelirdi. (Bu üstünlüklerin,
peygamberlik derecesi yanında te’sîrleri olmaz. Başkalarından dahâ üstün olmağa te’sîri olur) denirse, bu üstünlüklerin, peygamberliğe te’sîri olmadığı gibi,
peygamberlik sıfatlarında Peygambere benzemeğe de te’sîri olmıyacağı meydândadır. Evet, bunlardan başkasının üstünlüğüne te’sîr eder. Bunun için de, hazret-i
Alî, kendi hilâfeti zemânında bulunan Eshâb-ı kirâmın hepsinden dahâ üstündür. Ehl-i sünnet âlimleri böyle inanmakdadır. Buraya kadar yazılanlar, Nasîrüddîn-i
Tûsînin (Tecrîd) kitâbına cevâbdır.
Süâl 22: Halîfe olmak için, efdal olmak, dahâ üstün olmak lâzımdır sözü, nasıl doğru olabilir? Hazret-i Alî dahâ üstün olduğu hâlde, Resûlullah ile gazâ yaparken, Kureyşlilerin babalarını, arkadaşlarını öldürdüğü için ve dîne da’vet ederken kimsenin gözyaşına bakmadığı için ve cezâ vermekde acele etdiği için, câhiller onun emrine girmek istemez. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, rûh hastalıklarının mütehassısı olduğundan, bu sebeble başkalarını halîfe yapmış olabilir.
Cevâb 22: Milletleri islâh etmek, râhata ve huzûra kavuşdurmak için, Allahü teâlâ Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” göndermişdir. Peygamberin de, peygamberlik sıfatlarında en üstün olanı halîfe seçmesi lâzımdır. Başkasını seçerse, sefâhet ve zulm yapmış olur. Kureyşliler, babalarını, arkadaşlarını öldürenlerin emrine girmek istemezlerdi demek yanlışdır. Doğru olsaydı, hazret-i Alîden dahâ ziyâde Resûlullahı istemezlerdi. Çünki, değil hazret-i Alînin, bütün Eshâbın gazâlarda Kureyşlileri öldürmeleri, hep Resûlullahın emri ile oldu. Hâlbuki, îmân edenleri, Resûlullahı canlarından çok sevdiler.
Süâl 23: Resûlullaha yardım etmek ve islâmiyyeti yaymak ve Arabistânda, Acem ve Rum memleketlerinde cihâd etmek ve Kur’ân-ı kerîmi toplamak ve memleketler almak, müslimânlara yardım etmek, peygamberlik sıfatlarıdır diyerek, Şeyhaynı dahâ üstün bilmek, çeşidli sorulara sebeb olur. Şöyle ki, (Şerh-ı mevâkıf) ve (Şerh-i akâid) gibi, Ehl-i sünnetin en kıymetli kitâblarında, üstünlük sevâbın çok olmasıdır diyor. Yukarıda bildirilen üstünlük, bu kitâbların sözbirliğini değişdirmek olmaz mı? Sonra, o ta’rîfe göre, kâfir memleketlerini ele geçiren hazret-i Mu’âviye ve başka kumandanların, hazret-i Alîden dahâ üstün olmaları lâzım gelmez mi? Üçüncü olarak deriz ki, o üstünlükler, sonradan ele ge-
çen şeylerdir. İnsanın kendinde bulunan üstünlüklerle birlikde bulunurlarsa, dahâ üstün olur. Hem de, hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, bu dîni, fâcir [kâfir] kimse ile de kuvvetlendirir) buyuruldu. Ayrıca deriz ki, kendilerine yalnız bir iki kişi inanmış olan Peygamberler vardı. Bu ise, memleketler ele geçirmenin, dîni yaymanın, peygamberlik sıfatları olmıyacağını gösteriyor. Yok eğer bizim Peygamberimize benzemek düşünülüyor ise, Peygamberler, birbirlerine elbet benziyorlardı. Demek ki, Peygamberimize benzemek başka sıfatlarda benzemek imiş! Sonra, memleketleri almak, dahâ üstün olmağı gösterseydi, hazret-i Ömerin, hazret-i Ebû Bekrden dahâ üstün olması lâzım olurdu. Peygamberimizin zemânında yapılan gazvelerde, hazret-i Alînin hizmeti, hepsinden dahâ çokdu. Peygamberimizden sonra yapılacak fethler ve hizmetler de, ilk halîfe seçilirken bilinmiyordu. O hâlde, hazret-i Ebû Bekrin dahâ üstün olduğu ve halîfe seçilmesinin, sözbirliği ile olduğu nasıl kabûl olunabilir?
Cevâb 23: Bu şübheler, sözümüzün iyi anlaşılmadığını göstermekdedir. Üstünlük, yalnız dîni yaymak, cihâd etmek, memleketler ele geçirmek ve Kur’ân-ı kerîmi cem’etmekdir demedik. Bunlar, üstünlüğe sebeb olan iyiliklerden birkaçıdır. Bu sebebleri üçe ayırabiliriz. Birincisi, Peygamberlik sıfatlarına benzemekdir. Resûlullaha yardımda üstün olmakdır. Resûlullahdan sonra, Onun vazîfelerini temâmlamakdır. Ehl-i sünnet âlimleri, vazîfe taksîmi yapdı. Biri, hadîs-i şerîf bilgilerini, ikincisi kelâm [i’tikâd] bilgilerini yaydı. Ehl-i sünnet âliminin sözü deyince, iki kısmdakilerin de sözbirliği anlaşılır. Ehl-i sünnet âlimleri, Şeyhaynın üstün olduğunu sözbirliği ile bildirdi. Cihâd deyince, kılınçla cihâd anlaşıldığı gibi, sözle, yazı ile cihâd da ve nefs ile cihâd da anlaşılır. İkinci ve üçüncü cihâdda, hazret-i Ebû Bekr dahâ üstün idi. Cihâd âyeti gelmeden önce, onüç sene Mekkede ve bir sene Medînede, hep cihâd yapdı. (Benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer elbette Peygamber olurdu) hadîs-i şerîfi, Şeyhaynın peygamberlik sıfatlarına mâlik olduklarını açıkça bildirmekdedir. Fâcirlerin dîne hizmet etmeleri, onlara elbet fâide vermez. Fekat, bu ileri sürülerek, Emr-i ma’rûfun ve cihâdın üstünlüğü ve sevâbının çokluğu da inkâr edilemez. Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ” fâcir olmadığı, sâlih oldukları da, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerle bildirilmişdir. Buna inanmıyanın, kendi îmânından şübhe etmesi lâzım olur. Resûlullaha benzemek üç dürlü olur: Birincisi, peygamberlik makâmında benzemek olup, böyle benzemek yalnız Peygamberlere mahsûsdur. İkincisi, peygamberlik vazîfelerini yapmakda benzemekdir. Şeyhaynın bu bakımdan benzediklerini önceki sahîfelerde uzun bildirdik. Üçüncüsü, Onun yapdığı ibâdetleri yap-
makda benzemekdir. Bu benzeyiş, zemâna ve dinlere göre değişir. Dinlerin çoğunda cihâd emr olunmamışdı. O Peygamberlerin cihâd yapması, ibâdet olmazdı. Nerde kaldı ki, üstünlük olsun. Bizim dînimizde cihâd etmek, memleket almak emr olundu. Peygamberlik vazîfesi oldu. Hazret-i Ömer, hazret-i Ebû Bekrden üstün olurdu sözü yanlışdır. Doğru denirse, Şeyhaynın Resûlullahdan üstün olmalarını söylemeğe yol açar. Şeyhayn, Resûlullahın başladığı ve temâmlanacağını bildirdiği cihâdları ve fethleri yapdılar. Hayâtında olduğu gibi, vefâtından sonra da Onun cihâdında hizmet etdiler.Hazret-i Ömer de, hazret-i Ebû Bekrin başladığı cihâdı temâmladı. Bunun için, (Ben Ebû Bekrin halîfesiyim) dedi.
Süâl 24: Resûlullah, (Ebû Bekr nemâz kıldırsın!) dediği zemân, hazret-i Alî orada yokdu. Orada olsaydı, (Alî kıldırsın) derdi. Yâhud da, yaşlı olduğu için imâm olmasını emr eyledi. Şeyhaynın, Cennetdekilerin en üstünü olmaları ve Ebû Bekrin Cennete önce girmesi de, hazret-i Alîden başkası için olabilir. Hazret-i Alînin (Buümmetin en üstünü Ebû Bekrdir. Sonra Ömerdir) demesi de, benden sonra üstünü demek olmaz mı? Çünki, hazret-i Alî çok yüksek olduğundan, Resûlullah gibi, ümmetin dışında, üstündedir.
Cevâb 24: Hazret-i Ebû Bekrin üstün olduğunu biz söylemiyoruz. Bunu hazret-i Ömer ve hazret-i Alî ve Ebû Ubeyde ve
Abdüllah ibni Mes’ûd gibi Eshâb-ı kirâmın büyükleri ve Ensârın çoğu söylediler. Onu halîfe seçdiler. Kays bin Ubâde diyor ki, (Hazret-i Alî bana dedi ki, Resûlullah hasta iken, nemâz vakti geldi. (Ebû Bekre söyleyiniz! Nemâzı kıldırsın!) buyurdu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefât edince, düşündüm. Dînin direği olan nemâzda Resûlullahın önümüze geçirdiğini önümüze geçirerek
Ebû Bekri halîfe seçdik). Hazret-i Alînin bu sözünü, Ebû Amrin (İstî’âb) kitâbında, Hasen-i Basrî bildirmekdedir. [İstî’âb kitâbını yazan Ebû Amr Yûsüf bin Abdüllah Kurtubî, ibni Abdilberr ismi ile meşhûr olup, dörtyüzaltmışüç
[463] de vefât etmişdir. İstî’âb kitâbı, 1328 de Mısrda basılmış ve 1379 [m. 1960] da Beyrutda fotokopisi yapılmış olan (El-isâbe) kitâbının kenârında basılmışdır. Hasen-i Basrînin haber verdiği, hazret-i Alînin bu
sözü, (İstî’âb) kitâbının ikinci cildinin ikiyüzellibir (251).ci sahîfesinde, Abdüllah bin Ebî
Kuhâfe isminde yazılıdır. İmâm-ı Rabbânînin (Red-di revâfıd) kitâbında ve Abdülkâdir-i
Geylânînin (Gunyet-üt-tâlibin) kitâbında da yazılıdır.]
Yine (İstî’âb) kitâbında Hakem bin Hacer dedi ki, hazret-i Alîden işitdim, (Kim beni Ebû Bekrden ve Ömerden üstün tutarsa, iftirâ etmiş olur. İftirâ edenleri döğdüğüm gibi, onu döğerim) “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.