MÜSLİMÂNLARIN İKİ GÖZBEBEĞİ

(Hazret-i Ebû Bekr ve Hazret-i Ömer)

Aşağıdaki yazı, büyük islâm âlimi şâh Veliyyullah-ı Dehlevînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Kurret-ül ayneyn fî-tafdîl-iş-şeyhayn) ismindeki fârisî kitâbından terceme edilmişdir. Bu kitâb, ikiyüzyetmiş sahîfe olup, 1310 [m. 1892] de Pişâverde basılmışdır.

(Kurret-ül-ayneyn) kitâbında bir Mukaddime ile iki fasl vardır. Mukaddimede, Şeyhaynın üstünlükleri, nakle ve akla dayanılarak bildirilmekdedir. Birinci faslda, şî’î âlimlerinden Nasîreddîn-i Tûsînin (Tecrîd) kitâbındaki yazılarına cevâb verilmekdedir. Muhammed Nasîreddîn-i Tûsî, 597 [m. 1201] de Tus şehrinde tevellüd ve 676 [m. 1274] da Bağdâdda vefât etdi. İkinci faslda, hased edenler ve zındıklar tarafından Şeyhayne yapılan iftirâlara, yalanlara cevâb verilmekdedir.

Şeyhayn, ya’nî hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer “radıyallahü anhümâ”, Eshâb-ı kirâmın en üstünleridir. Zemânımızda bid’at sâhibleri, ya’nî sapıklar çoğaldığı için, bu üstünlükde şübheler hâsıl olmağa başladı. Hattâ, Selef-i sâlihînin doğru inanışları unutuluyor. Hâlbuki, Şeyhaynın üstünlüğü, hem akl ile, hem de nakl yolu ile meydânda olan bir gerçekdir. Nakl, üç yoldan gelmekdedir. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine mü’min ve sâlih halîfeler vereceğini, dînini bunlarla kuvvetlendireceğini, Nûr sûresinin ellibeşinci âyetinde va’d buyurdu. Resûlullahın gördüğü ve Eshâb-ı kirâmın görüp Resûlullahın açıklamış olduğu rü’yâlar da bunu bildirmişdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, kendinden sonra, Şeyhaynın halîfe olacaklarını, hem açık olarak, hem de işâret ederek, çok bildirmişdir. Hak halîfe olduklarını bildiren bu vesîkalar, tevâtür yolu ile bizlere gelmişdir. O hâlde Şeyhayn, müslimânların en üstünleridir. Tirmüzînin ve Hâkimin bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Benden sonra, Ebû Bekre ve Ömere iktidâ ediniz!) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfi, Huzeyfe ve İbni Mes’ûd haber verdiler. Hâkimin kitâbında, Enes bin Mâlik diyor ki, Benî Mustalak kabîlesi, beni, Resûlullaha gönderdi. Senden sonra, zekâtlarımızı kime vereceğimizi sor dediler. Gelip sordum. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Ebû Bekre veriniz!) buyurdu. Tekrâr gönderdiler. Gelip, Ebû Bekrden sonra kime verelim dediklerini söyledim. (Ömere!) buyurdu. Bir dahâ gelip, Ömerden sonra kime verelim dediklerini söyledim. (Osmâna!) buyurdu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, son hastalığında kendi yerine haz-

-163-

ret-i Ebû Bekri “radıyallahü teâlâ anh” imâm yapdı. Başkasının imâm olmasını açıkca red eyledi. Eshâbın büyüklerinden hazret-iÖmer ve hazret-i Alî, hazret-i Ebû Bekrin halîfe olacağını buradan da anladılar. Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri, buna karşı olmadı. Buhârîde diyor ki, Resûlullahın emri ile, Ebû Bekr-i Sıddîk, Eshâb-ı kirâma sabâh nemâzı kıldırıyordu. Resûlullah, ansızın oda kapısının perdesini aralayıp, Eshâbını nemâzda görünce tebessüm eyledi. Ebû Bekr-i Sıddîk Resûlullahı nemâz kıldırmağa geliyor sanarak geri çekildi. Eshâb-ı kirâm da, anlıyarak sevindiler. Mubârek eli ile işâret ederek, (Nemâzınızı temâmlayınız!) buyurdu. Perdeyi indirdi. O gün vefât etdi. Hadîs âlimleri, sözbirliği ile bildiriyorlar ki, bir kadın, Resûlullahdan birşey sordu. (Sonra gel, sor!) buyurdu. Yâ Resûlallah! Gelince, seni bulamazsam ne yaparım deyince, (Gelince beni bulamazsan, Ebû Bekre sor!) buyurdu.

Süâl: Hazret-i Ömer ve hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anhümâ”, Resûlullah, kendinden sonra, kimin halîfe olacağını bildirmedi dediler. Buna ne dersiniz?

Cevâb: Bu iki imâm, Resûlullah, Eshâbını toplıyarak, kendinden sonra Ebû Bekre bî’at edilmesini emr buyurmadı dediler. Çünki, her ikisi de, nemâz kıldırması için emr olunması, halîfe olacağını göstermekdedir demişlerdir. Ebû Vâîl diyor ki, hazret-i Alî yaralanıp yatınca, kimi halîfe yapacaksın dediler. Allahü teâlâ, size iyilik irâde buyurdu ise, en iyinizi başınıza seçersiniz buyurdu. Hazret-i Alînin bu sözü de, hazret-i Ebû Bekrin en üstün olduğunu bildirmekdedir. Hâkimin kitâbında, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, Ebû Bekre çok rahmet eylesin! Bana kızını verdi. Hicretde beni Medîneye götürdü) buyuruldu. Nizâl bin Sebre “radıyallahü anh” diyor ki, hazret-i Alîye “radıyallahü anh”, neş’eli bir zemânında, kimleri arkadaş edindin dedim. (Resûlullahın Eshâbının hepsi benim arkadaşlarımdır), buyurdu. Ebû Bekr için ne dersin dedim. (O, öyle bir insandır ki, Allahü teâlâ, Cebrâîl aleyhisselâm vâsıtası ile ve Peygamberi Muhammed aleyhisselâm vâsıtası ile ona (Sıddîk) ismini vermişdir) dedi. Sa’îd bin Müseyyeb “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki, (Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” Resûlullahın vezîri idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bütün işlerinde onun ile meşveret ederdi. İslâmda Resûlullahın ikincisi idi. Mağarada Resûlullahın ikincisi idi. Bedr gazâsında çardak altında Resûlullahın ikincisi idi. Kabrde de Resûlullahın ikincisi oldu. Resûlullah, hiçkimseyi onun önüne geçirmez idi). Abdürrahmân bin Ganemin bildirdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,hazret-i Ebû Bekre ve hazret-i Ömere dedi ki, (İkinizin söz birliği etdiğiniz hiçbir işde sizden ayrılmam.)

-164-

Allahü teâlâ, İslâm dînini hazret-i Ömer ile kuvvetlendirdi. Tirmüzînin ve Ebû Dâvüdün ve Hâkimin bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, hakkı Ömerin diline ve kalbine yerleşdirmişdir) buyurdu. Buhârînin ve Müslimin bildirdikleri hadîs-i şerîfde,(Şeytân Ömerin gölgesinden kaçar) buyuruldu. Buhârînin ve Müslimin bildirdikleri hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (Mi’râcda, Ömere verilecek olan köşkü gördüm) buyurdu. Makâm-ı İbrâhîm için ve kadınların örtünmesi için ve Bedrgazâsında alınan esîrler için, Allahü teâlâ hazret-i Ömerin sözüne uygun âyet-i kerîme göndermişdir. Hâkimin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ kıyâmet günü evvelâ Ömere selâm verecekdir) buyuruldu. Ebû Sa’îd-i Hudrînin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Cennetde ümmetim arasında derecesi en yüksek olan budur) buyurarak, Ömeri gösterdi. Hazret-i Ömer, ömre yapmak için Resûlullahdan izn istedikde, izn verdi ve (Ey kardeşim, düâ ederken bizi unutma!) buyurdu. Abdüllah ibni Abbâsın bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Ömer îmân etdiği gün, Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve meleklerbirbirlerine Ömerin müslimân olduğunu müjdelediler) buyurdu.Tirmüzîde yazılı Akabe bin Âmirin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer bin Hattâb Peygamber olurdu) buyuruldu. Tirmüzîde yazılı hadîs-i şerîfde, imâm-ı ZeynelÂbidîn Alî, babası hazret-i Hüseynden, o da babası hazret-i Alîden haber veriyor: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile birlikde oturuyordum. Ebû Bekr ile Ömer geldiler. (Bu ikisi, Peygamberlerden başka, Cennetde olanların en üstünleridir) buyurdu. İbn-i Mâcede, Enes bin Mâlik diyor ki, en çok kimi seviyorsun yâ Resûlallah denildikde, (Âişeyi) buyurdu. Erkeklerden kimi denildikde, (Âişenin babasını) buyurdu. Tirmüzîde yazılı, Huzeyfenin ve Abdüllah ibni Mes’ûdun bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Benden sonra Ebû Bekre ve Ömere iktidâ ediniz!) buyuruldu. Tirmüzîde Enes bin Mâlik diyor ki, Eshâb-ı kirâm otururlarken, Resûlullah da gelip aralarında otururdu. Ayağa kalkmalarına izn vermezdi. Hiçbiri Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yüzünebakamazdı. Yalnız Ebû Bekr ve Ömer bakarlardı. Resûlullah da onlara bakar, karşılıklı gülüşürlerdi. Hâkimin kitâbında yazılı Huzeyfe-i Yemânînin bildirdiği hadîs-i şerîfde (Eshâbımı her memlekete gönderip sünnetlerin ve farzların heryerde öğretilmesini istiyorum. Îsâ aleyhisselâm da Havârîlerini bunun için göndermişdir) buyurdu. Ebû Bekri ve Ömeri de gönderirmisin denildikde, (Bu ikisini yanımdan ayırmam. Bunlar benim kulağım ve gözüm gibidirler) buyurdu. Abdüllah ibni Ömerin bildirdiği ve Tirmüzî ile Hâkimde yazılı hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mescide girdi. Sağında Ebû Bekr, solunda Ömer

-165-

vardı. Ellerinden tutmuşdu. (Kıyâmet günü kabrden böyle kalkarız) buyurdu. Hâkimin bildirdiği hadîs-i şerîfde, Ebî Ervâ diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile oturuyorduk. EbûBekr ile Ömer geldiler. (Allahü teâlâya hamd olsun ki, beni bu ikisi ile kuvvetlendirdi) buyurdu. Tirmüzîde ve ibni Mâcede yazılı, Ebû Sa’îd-i Hudrînin haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Cennetde yüksek derecelerde olanlar, aşağıdan, gökdeki yıldızlar gibi görünürler. Ebû Bekr ve Ömer onlardandır) buyuruldu.

Hadîs âlimleri söz birliği ile bildiriyorlar ki, Ebû Mûsel-Eş’arî “radıyallahü anh” dedi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile bir bağçede oturuyorduk. Birisi kapıya vurdu. Resûlullah (Kapıyı aç ve gelene Cennetlik olduğunu müjdele!) buyurdu. Kapıyı açdım. Ebû Bekr içeri girdi. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” müjdesini kendisine söyledim. Kapı yine vuruldu. (Kapıyı aç ve gelene Cennetlik olduğunu müjdele!) buyurdu. Kapıyıaçdım. Ömer içeri geldi. Ona da müjdeyi söyledim. Kapı yine vuruldu. (Kapıyı aç! Gelene Cennetlik olduğunu müjdele ve başına belâlar geleceğini de söyle!) buyurdu. Kapıyı açdım. Osmân içeri girdi. Müjdeyi ve Allahü teâlânın kaderini kendisine söyledim. Allahü teâlâya hamd olsun. Kazâlarda, belâlarda ancak Allahü teâlâya sığınılır dedi.

Hâkimde ve İmâm-ı Ahmedin Müsnedinde yazılı, hazret-i Alînin haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Başınıza Ebû Bekr geldiği zemân, onu dünyâda zâhid ve âhırete râgıb bulursunuz. Başınıza Ömer geldiği zemân, onu kuvvetli, emîn ve Allah yolunda kimseden çekinmez görürsünüz. Başınıza Alî geldiği zemân, hâdi ve mühdî olur. Sizi doğru yola götürür bulursunuz) buyuruldu.

Tirmüzîde ve ibni Mâcede yazılı, Sa’îd bin Zeydin “radıyallahü teâlâ anh” haber verdiği hadîs-i şerîfde, (On kişi Cennetdedir: Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân ve Talha ve Zübeyr ve Abdürrahmân bin Avf ve Alî bin Ebî Tâlib ve Sa’d bin Ebî Vakkâs ve Ebû Ubeyde bin Cerrâh). Sa’îd bin Zeyd dokuz sahâbinin ismlerini saydı. Onuncusunun ismini söylemedi. Bunu sordular. Ebül A’ver diyerek kendisi olduğunu işâret eyledi.

İbni Mâcede ve Tirmüzîde yazılıdır ki, İrbât bin Sâriye diyor ki, Eshâb-ı kirâm toplanmışdık. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Allahü teâlâdan korkunuz. Başınızdaki emîr, Habeş köle olsa bile, itâ’at ediniz! Benden sonra müslimânlar arasında ayrılıklar olacakdır. O karışıklık zemânlarında benim sünnetime ve Hulefâ-i Râşidînin sünnetlerine sarılınız. Benim halîfelerim doğru yolu gösterirler. Onların gösterdiği yolda olunuz! Sonradan çıkarılan şeylerden sakınınız! Bid’atlerin hepsi dalâletdir,

-166-

sapıklıkdır). Resûlullaha senelerce hizmet etmiş olan Sefîne hazretleri diyor ki, Resûlullahdan işitdim: (Benden sonra halîfelerim otuz sene benim yolumu yaşatırlar. Ondan sonra, ümmetimin başına melikler gelir) buyurdu. Ebû Bekrin hilâfeti iki sene, Ömerin hilâfeti on sene, Osmânın hilâfeti oniki sene ve Alînin hilâfeti altı sene oldu dedi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.

Ebû Bekrin ve Ömerin “radıyallahü teâlâ anhümâ” üstünlüklerini ve Cennetlik olduklarını bildiren bunlar gibi dahâ nice hadîs-i şerîfler vardır. Eshâb-ı kirâmın ve Muhâcirlerin ve Bedr, Uhud, Bî’atür-rıdvân ve diğer gazâlarda bulunanların üstünlüklerini bildiren yüzlerce hadîs-i şerîf, bu iki halîfeyi de, medh ve senâ etmekdedir.

Bu ümmetin en üstünü Ebû Bekr ve ondan sonra Ömer olduğunu, Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în-i izâm sözbirliği ile bildirmişlerdir. Hazret-i Ebû Bekr halîfe seçildikden sonra, Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri buna karşı birşey söylemedi. Hazret-i Ebû Bekr, kendisindensonra hazret-i Ömerin halîfe olmasını vasıyyet etdiği zemân, Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri buna karşı birşey söylemedi. Abdürrahmân bin Avf, hazret-i Osmânı halîfe seçerken, Şeyhaynın yolunda bulunmasını şart eyledi. Hâzır olanların hiçbiri buna karşı birşey söylemedi. Alî, Osmânın “radıyallahü teâlâ anhümâ” kendinden dahâ üstün olmasına karşı oldu ise de, bu şarta karşı olmadı.

Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” halîfe iken çeşidli yerlerde, Şeyhaynın kendinden üstün olduklarını çok söylerdi. Bu sözüne karşı şübheye düşenleri azarlardı. Eshâb-ı kirâmın büyükleri bunu işitirlerdi. Hiçbiri karşı gelmezdi. Buhârîde diyor ki, Enes bin Mâlik (Ebû Bekr, Resûlullahın en yakınıdır. Birçok yerde Resûlullahın ikincisi olmuşdur. Başımıza onun gelmesi lâzımdır. Kalkınız ona bî’at ediniz!) dedi. Yine Buhârîde Enes bin Mâlik diyor ki, bir kimse, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” kıyâmet alâmetlerini sordu. (Kıyâmet için ne hâzırladın?) buyurdu. Hiçbirşey yapamadım. Yalnız, Allahü teâlâyı ve Onun Resûlünü “sallallahü aleyhi ve sellem” çok seviyorum dedi. (Kıyâmetde, sevdiklerinin yanında olursun!) buyurdu. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bu sözünü işitince çok sevindim. Ben de Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Ebû Bekri ve Ömeri çok seviyorum. Onlar gibi olamadı isem de, bu sevgimin, beni onların yanında bulundurmasını istiyorum dedim.

Hazret-i Alî, (Allahü teâlâ Ebû Bekre rahmet eylesin. Kur’ân-ıkerîmi o topladı. Resûlullah hicret ederken, o hizmet eyledi. Ömermescidlerimizi aydınlatdığı gibi, Allahü teâlâ, Ömerin kabrini nûr ile aydınlatsın) diye düâ etdi. Sâlim bin Ebil-Ca’d diyor ki, Necrân

-167-

da kırkbin kişi barınıyordu. Hazret-i Ömer onları vatanlarından çıkardı. Hazret-i Alîye gelip, şefâ’at etmesini yalvardılar. Bunlarıkovdu. (Ömerin her işi doğrudur) dedi. Hazret-i Alî, hazret-i Ömeri kötüleyici olsaydı, Necrânlılara karşılık olarak söylerdi. Hâlbuki söylemedi. Onu övdü. Ebû Ya’lânın haber verdiği rü’yâ ta’bîrinde,hazret-i Hasen, hazret-i Ömeri medh etmişdir. Hâkim, kitâbında diyor ki, Abdüllah bin Ca’fer-i Tayyâr, (Ebû Bekr bize vâlî olduğu zemân, onu insanların en iyisi ve en merhametlisi bulduk) derdi. Zeyd-i Şehîd, savaşa giderken, (Babalarım, Şeyhaynı çok severlerdi) demişdir. Hâkimin kitâbında, Abdüllah ibni Abbâsın hazret-iÖmeri öven sözleri uzun yazılıdır. İmâm-ı Ahmedin Müsnedinde, Hasen bin Zeyd diyor ki, babam Zeyd, babası Hasenden işiterek dedi ki, babam hazret-i Alîden işitdim. Dedi ki, Resûlullah ile oturuyordum. Ebû Bekr ile Ömer geldiler “radıyallahü teâlâ anhümâ”. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yâ Alî! Bu ikisi, Cennetde bulunanların en üstünleridir. Peygamberlerden başka, bunlardan üstün kimse yokdur!) buyurdu.

Bir kimsenin başkasından efdal olması demek, birçok iyiliklerde ortak olup, birincisinde başka iyiliklerin de bulunması demekdir. Bütün kemâlâtın kaynağı, Resûlullahın sohbetidir. Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu sohbetde bulunmakla şereflendiler. Böylece, bütün ümmetden üstün oldular “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Ebû Bekr-i Sıddîk, sohbetde hepsinden çok bulundu. Hepsinden üstün oldu. Şeyhaynde ayrıca, hakkı anlamak ve bildirmek üstünlüğü de herkesden çok idi. Abdüllah bin Mes’ûd diyor ki, Arabistân halkının bilgileri terâzînin bir kefesine, Ömerin ilmi de ötekikefesine konsa, Ömerin bilgisi ağır gelir. Bugün bilinen hadîs-i şerîflerin hemen hepsinde Şeyhaynın rivâyetleri vardır. Şeyhaynın bildirdiği hadîsleri, yalnız râvîleri arasında Şeyhaynın ismleri bulunan hadîsler sanmamalıdır. Kitâblarda bulunan Merfû’ hadîslerin hepsini Şeyhayn rivâyet etmiş olup, bunları başka Sahâbîler irsâl eylemişdir. Şeyhayn “radıyallahü anhümâ”, Eshâb-ı kirâmı, feth olunan memleketlere gönderdiler. Hadîs-i şerîfleri yaymalarını emr eylediler. Hâkimin kitâbında, Mûsâ bin Alî bin Rebâhhaber veriyor: Hazret-i Ömer, hutbede dedi ki, (Kur’ân-ı kerîmde müşkili olan, Ubeyy bin Kâ’ba sorsun. Halâlı harâmı Mu’âzdan, Ferâiz bilgisini Zeyd bin Sâbitden, mal kazanmak yollarını da benden sorup öğreniniz!). (İstî’âb) kitâbında diyor ki: Filistine ilk ta’yîn edilen kâdî [ya’nî hâkim] Ubâde bin Sâmitdir. Filistin vâlîsi olan Mu’âviye, kâdînin bir hükmünü beğenmedi. Beğeneceği gibi hükm etmesi için, sıkışdırdı. Ubâde, böyle yerde adâlet yapılamazdiyerek, Medîneye geldi. Halîfe Ömer, isti’fâsını kabûl etmeyip, geri gönderdi. (Senin ve senin gibi emîn hâkimlerin bulunmadığı

-168-

yerde adâlet olamaz) buyurdu. Mu’âviyeye emr yazıp, (Ubâdenin işine karışma!) dedi. İstî’âb kitâbında, Hasen diyor ki, (HalîfeÖmerin, fıkh öğretmek için, bizim memlekete gönderdiği on âlimden biri, Abdüllah bin Magfel idi). Dârimînin kitâbında, Ömer binEşca’ diyor ki, (Halîfe Ömer buyurdu ki, bir zemân gelir, Kur’ân-ı kerîme yanlış, bozuk ma’nâ verenler görülür. Doğrusunu, hadîs âlimlerinden öğreniniz! Çünki, Kur’ân-ı kerîmi en iyi hadîs âlimleri bilir). Dârimînin kitâbında, Meymûn bin Mehrân diyor ki, (Hazret-i Ebû Bekre da’vâcı gelince, Kur’ân-ı kerîme göre hükm ederdi. Kur’ân-ı kerîmde bulamazsa, hadîs-i şerîfe göre hükm ederdi. Hadîs-i şerîflerde de bulamazsa, Eshâb-ı kirâma anlatır, Resûlullahın böyle da’vâya cevâb verdiğini bilen varmı derdi. Sözbirliği ile cevâb verilirse, hamd edip, öylece hükm ederdi. Haber verilmezse, Eshâbın büyüklerini toplar. Onlara anlatır. Sözbirliğine varırlarsa,öylece hükm ederdi). Hazret-i Ömer de, kâdî Şüreyhe, böyle yapmasını, hiç cevâb bulamazsa, kendi ictihâdı ile hükm etmesini emr eylemişdi. Yine Dârimîde Abdüllah ibni Yezîd bildiriyor ki, (Abdüllah ibni Abbâsa birşey sorulunca, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-işerîflerde bulamazsa, hazret-i Ebû Bekrin ve Ömerin sözlerine uyarak cevâb verirdi. Onların sözlerinde de bulamazsa, kendi ictihâdı ile söylerdi). Dârimîde, Huzeyfe buyurdu ki, fetvâ verecek kimsenin, mensûh ve nâsih olan âyetleri bilmesi lâzımdır. Bunlarıbilen kim vardır dediklerinde, Ömer-übnül-Hattâb onlardandır dedi. Dârimîde, Ziyâd bin Cedîr diyor ki, hazret-i Ömerle konuşuyordum. İslâmiyyeti yıkan şey nedir dedi. Siz söyleyiniz dedim. (Din adamlarının yanlış söylemesi ve münâfıkların bozuk fikrlerini âyet ile ve hadîs ile isbâta kalkışarak müslimânları aldatmaları ve sapıkların hükm sâhibi olmaları, İslâmiyyeti yıkar) buyurdu.Yine Dârimîde, Amr bin Meymûn, hazret-i Ömer ölünce ilmin üçde ikisi gitdi dedi. Bunu İbrâhîme söylediklerinde, Ömer ilmin onda dokuzunu götürdü dedi. Dârimîde, Amr bin Ebû Süfyân dedi ki, hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” (Bildiklerinizi yazarak, unutulmakdan koruyunuz!) buyurdu. Hadîs ilminin temeli, hazret-i Ömerin bu sözüdür.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında ve hazret-i Ebû Bekr zemânında açıklanmamış olan çok mes’ele vardı. Hazret-i Ömer, bunların hepsini icmâ’a bağladı. Bunlarda şübhe bırakmadı. Hazret-i Ömerin bildirmediği mes’elelerde kıyâmete kadarsözbirliği olmaz. Hazret-i Ömerin gayreti olmasaydı, İslâm âlimleri kıyâmete kadar güç durumda kalırlardı. İslâmiyyetin bayrağınıellerinde yürüten Ehl-i sünnetin temeli, hazret-i Ömer Fârûkûn sözbirliği yapdığı mes’elelerdir.

-169-

İmâm-ı Ahmedin (Müsned) kitâbında, Abdürrezzâk diyor ki, İbni Cüreyhden dahâ iyi nemâz kılan görmedim. İbni Cüreyh, böyle kılmağı Atâdan, o da Abdüllah bin Zübeyrden, bu da Ebû Bekr-i Sıddîkdan, Ebû Bekr de Resûlullahdan görerek öğrendiler. Hazret-i Ebû Bekrin ve hazret-i Ömerin, fıkhın bütün kollarındaki sözlerini, Şâh Veliyyullah-ı Dehlevî sahîfeler dolusu nakl ediyor. Bunları okuyan insâflı kimse, her iki halîfenin islâm memleketlerini genişletmekdeki hizmetleri gibi, islâm ilmlerini yaymakda da, büyük gayretleri ve hizmetleri olduğunu iyi anlar. Bunun içindir ki, hazret-i Alî, (Ömerin buluşları hep doğrudur) buyurdu. Bir kerre de, (Ömerin kamçısı, bizim kılıncımızdan dahâ fâidelidir) dedi. Hadîs-i şerîfde, (Zemânların en hayrlısı, benim zemânımdır. Sonra, bundan sonraki asrdır) buyuruldu. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân”, kendilerinden sonra gelenler ile Resûlullahın arasında vâsıta oldukları için, onlardan üstün oldular. Her asrın müslimânları, sonraki asrlardakilere İslâmiyyeti bildirmekle, onların üstâdları olmuşlar. Onlardan dahâ hayrlı, dahâ üstün olmuşlardır. Aynı asrda yaşıyanlar arasında da, öğretici olanlar, öğretdiklerinden dahâ üstündür. Şeyhaynın fadl-ı küllîsi buradan gelmekdedir. İmâm-ı Ahmedin kitâbında hazret-i Alî buyuruyor ki, birisinden hadîs işitdiğim zemân yemîn etdirirdim. Yemîn edince kabûl ederdim. Yalnız Ebû Bekri hemen tasdîk ederdim. Ebû Bekr dedi ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim. Buyurdu ki, (Günâh işlemiş kimse, abdest alır. Sonra iki rek’at nemâz kılar. Sonra istigfâr ederse, günâhı afv olur).[1] Hazret-i Ömeri yaraladıkları zemân, Abdüllah bin Abbâs ziyâretine gelip, (Yâ Emîrel-mü’minîn! Sana Cenneti müjdelerim. Herkesin inanmadığı zemân, müslimân oldun. Herkes Resûlullaha düşmanlık ederken, sen Onunla berâber cihâd etdin. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, senden râzı olarak vefât etdi. Senin halîfe olmana kimse karşı çıkmadı. Şehîd olarak can veriyorsun) dedi.

Resûlullaha ilk îmân eden adam, Ebû Bekr-i Sıddîkdır. Hazret-i Alî îmân ederken çocuk idi. Resûlullahın evinde ve himâyesinde idi. Hazret-i Ebû Bekrin hazret-i Alîden de önce îmân etdiğini bildirenler vardır. Îmân etdiğini ilk önce herkese duyuran ve başkalarının da îmân etmesine sebeb olan, Ebû Bekrdir. Ebû Amrin (İstî’âb) kitâbında, Afîrenin kölesi Ömer diyor ki, (Hazret-i Alî îmân etdiğini babası Ebû Tâlibden bile sakladı. Ebû Bekr ise, îmân etdiğini arkadaşlarına bildirip, onları da îmân etmeğe çağırdı). Şa’bî diyor ki, önce kimin îmân etdiği, Abdüllah ibni Abbâsa

---------------------------------

 [1] İstigfârın nasıl yapılacağı (Hak Sözün Vesîkaları) kitâbımızın 344.cü sahîfesinde yazılıdır.

-170-

soruldu. Hassân bin Sâbitin şi’rini işitmedin mi dedi. Bu şi’rde, (Resûlullahı tasdîkde insanların birincisi Ebû Bekrdir) denilmekdedir. Bu kasîde, Eshâb-ı kirâm arasında yayılmışdı. Bunu hazret-i Alî de okurdu. Cerîr, Ebû Nadradan haber veriyor. Ebû Nadra dedi ki, hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Alîye (Ben senden önce îmân etdim) dedi. Hazret-i Alî bunu red etmedi. Hazret-i Ebû Bekr îmân etdiği zemân kırkbin dirhem gümüş parası vardı. Bunların hepsiniResûlullaha ve îmân edenlere sarf etdi. Îmân etdikleri için işkence yapılan yedi köleyi bu paradan satın alıp âzâd etdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Mekkede kaldığı onüç sene içinde, hergün sabâh ve akşam Ebû Bekrin evine gelirdi. Bunu Buhârî haber veriyor. Hazret-i Hadîce vefât edince, Resûlullah çok üzüldü.Hazret-i Ebû Bekr, kızı Âişeyi elinden tutup, (Yâ Resûlallah! Kızımı zevceliğe kabûl buyur. Sana hizmet ederek hüznünü azaltsın)dedi. Resûlullah, hazret-i Âişeyi Medînede kabûl buyurdu. Mi’râcı ilk tasdîk eden, Ebû Bekr-i Sıddîkdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekkeden Medîneye hicret ederken, hazret-i Ebû Bekr berâber gidip, gece gündüz hizmet etdi. Bedr gazâsında Resûlullahın yanından ayrılmadı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, zafer için çok düâ etdi. Ebû Bekr, düânın kabûl olduğunu anlayınca, (Yâ Resûlallah! Artık üzülme! Allahü teâlâ bize yetişir) dedi. Çok yerde, Vahy gelmeden önce, Eshâb-ı kirâma, böyle ilhâm olmuşdur. Ezân için Abdüllah bin Zeydin rü’yâsı ve hazret-iÖmerin kıyâsı da Vahyden önce olmuşdu.

Uhud gazâsında, hazret-i Ebû Bekr, Resûlullahı korumak için, son gayretle çalışdı. Hendek gazâsında hendeğin bir kısmını korumak vazîfesi hazret-i Ebû Bekre verildi. Şimdi (Mescid-i Sıddîk), o kısmda bulunmakdadır. Hayber gazâsında birkaç kal’anın alınması için Ebû Bekr savaşdı. Hâkimin kitâbında, Berîde-i Eslemî diyor ki, Resûlullahda şakîka denilen başağrısı olduğu zemân, bir iki gün dışarı çıkmazdı. Haybere gelince, şakîka başladı. Çadırından çıkmadı. Bayrağı Ebû Bekr alıp şiddetli savaş yapdı. Resûlullah Mekkeyi alıp, Mescide girince, Ebû Bekr, babasını bağlı olarak Resûlullaha getirdi. Îmân etmesini söyledi. Resûlullah, (Yâ Ebâ Bekr! Bu ihtiyârı buraya yormasaydın iyi olurdu. Biz onun evine giderdik) buyurdu. Ebû Bekr de, Yâ Resûlallah, onun senin ayağına gelmesi lâzımdır dedi. Resûlullah, Ebû Bekrin babasını, mubârek dizleri önüne oturtup, göğsünü sıvadı ve (Müslimân ol!) buyurdu. O da, hemen îmân etdi. Babasının ve oğullarının îmân etmeleri, Eshâb-ı kirâm arasında Ebû Bekrden başkasına nasîb olmadı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.

Hicretin dokuzuncu senesinde, Resûlullah hazret-i Ebû Bekri hac için emîr yapdı. Hazret-i Alînin oğlu Muhammed bin Hane-

-171-

fiyye diyor ki, (Ebû Bekr hacca gitdikden sonra, (Berâet) sûresi indi. Hazret-i Alîye okuyup, bunu Nahr günü Minâda hâcılara oku buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr, Mekkede hazret-i Alîyi görünce, Emîr olarak mı, yoksa me’mûr olarak mı geldin dedi. Hazret-i Alî de, me’mûr olarak geldim dedi. Hazret-i Ebû Bekr, herkese hac vazîfelerini yapdırdı. Nahr günü gelince, hazret-i Alî hâcılara ezân okuyup, Berâet sûresini ve Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” emrlerini okudu).

Vedâ’ haccında, Resûlullahın eşyâsı ile Ebû Bekrin eşyâsı bir devede idi. Resûlullah hasta olunca, mescide geldi. Uzun hutbeokudu. Önce, Uhud şehîdleri için düâ ve istigfâr etdi. Sonra, (Allahü teâlâ, bir kulunu dünyâda kalmak ile âhırete gitmek arasında serbest bırakdı. O da, Allahü teâlânın ni’metlerine kavuşmağı istedi) buyurdu. Bu sözlerin, Resûlullahın yakında vefât edeceğini gösterdiğini yalnız Ebû Bekr anlayıp ağladı ve (Yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sen ölme! Senin yerine biz ölelim. Çocuklarımız ölsünler!) dedi.

Hazret-i Ömer, Resûlullahdan önce, yirmi Sahâbî ile birlikde, Medîneye hicret etdi. Hazret-i Ebû Bekrin müşâviri ve kâdîsi idi.İlk islâm hâkimi hazret-i Ömerdir. Resûlullahın iki işi vardı. Biri Kitâbı ve Sünneti öğretmek idi. İkincisi, tedbîr-i menzil ve siyâseti medîne idi. Ya’nî islâmiyyeti yürütmek, yapdırmak idi. Hazret-iÖmer halîfe olunca, bu iki vazîfeyi tam yapdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, rü’yâsında, bir kadeh sütden içdi. Artanınıhazret-i Ömere verdi. Bunu ilm ile ta’bîr buyurdu. Hazret-i Ömerin, zemânının en âlimi olduğunu, Eshâb-ı kirâm sözbirliği ile bildirdiler. Onun halîfe olması, Allahü teâlânın müslimânlara büyük rahmeti oldu. Hicretin onbeşinci senesinde Hums şehri alınınca, rum kayseri Heraklius buradan Kostantiniyyeye [ya’nî İstanbula] kaçdı. Kadsiye muhârebesinde yedibin müslimân, altmışbin mecûsî aceme gâlib geldi. Onaltıncı senede Haleb ve Antakya sulh ilealındı. Bu senede Ebû Ubeyde, Kûfe şehrini yapdı. Hazret-i Ömer, Beyt-ül-mukaddese geldi. Yirmibirinci senede, Mısr alındı ve Nehâvend zaferi kazanıldı. Yirmiikinci senede, Mugîre bin Şu’be,Azerbaycânı ve Amr ibni Âs, Trablusgarbı aldı. (Ravdat-ül-ahbâb) da diyor ki, hazret-i Ömer zemânında binotuzaltı büyük şehr alındı. Dörtbin câmi’ yapıldı. Dörtbin kilise harâb oldu. Cum’a nemâzı için bindokuzyüz minber yapıldı. İlk islâm ordusunu kuran,asker ta’lîm ve terbiye eden, hazret-i Ömerdir “radıyallahü teâlâ anh”.

Peygamberler “aleyhimüsselâm”, bütün insanlara rahmet olarak gönderilmişlerdir. Cehâleti ve zulmü kaldırmışlardır. Bu hayr ve rahmet, Şeyhayn zemânında da tam hâsıl oldu. Halîfelik de bu

-172-

demekdir. Târîh gösteriyor ki, Şeyhaynden sonra, hiç kimse bu dereceye çıkamadı. Ayrılıklar, kan dökülmesi başladı. Şeyhayn, islâmiyyeti en za’îf hâlden, en kuvvetli hâle yükseltdiler. Bu hizmet, başkalarına nasîb olmadı. Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhümâ” zemânında icmâ’ yapılan bilgilerin hiçbirinde dört mezheb arasında ayrılık yokdur. Onların bildirmediklerinde ihtilâflar hâsıl olmuşdur. Bu sözümüzü, üsûl âlimleri anlar. Câhil din adamları anlamaz.

Her müslimân düşünmeli! Kâfirden, mecûsîlerden kendisini ayıran şeref nedir? Bu şereflerin birincisi, Kur’ân yoludur. Kur’ân-ı kerîmi toplıyan, Şeyhayndır. Akâ’id ve fıkh bilgilerini toplıyan, icmâ’ bilgilerini ortaya koyan, gizli kalmış bilgileri açıklıyan ve Eshâb-ı kirâmı toplayıp Kıyâs yapan, hazret-i Ömerdir. Her şehre Kur’ân hâfızı ve hadîs âlimi ta’yîn etdi. Bugün bilinen İslâm ilmlerinin hepsini, Şeyhayn ortaya koydu. Arabı, acemi hidâyete getiren, Şeyhayndır “radıyallahü teâlâ anhümâ”. Arab ve acem de, bütün insanların hidâyete kavuşmasına, medeniyyete ermelerine vâsıta oldu. Bunu kimse inkâr edemez. Şeyhayna bütün insanlar minnetdârdır. Bunu anlıyamamak, güneşi görememeğe benzer.

Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, Şeyhaynın üstün olduğunu, iki dâmâdı da sevmek lâzım olduğunu bildirdi. Çünki müslimânın birinci vazîfesi, Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uymağı istemekdir. İkinci vazîfe, bunları öğrenmekdir. Bunları öğrenmezse, islâmiyyete uyamaz. Mülhid olur. Bu bilgileri toplıyan, ortaya koyan, Şeyhayndır.

Dört mezhebden birinde bulunan kimse, kendi mezhebi imâmının dahâ üstün olduğunu bildirmeğe çalışır. Böyle bilmezse, o mezhebe uyması sahîh olmaz. Bunun gibi, Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri ortaya koyanların ve her ikisinin ma’nâlarını bildirenlerin üstün olduklarına inanmıyan kimse, onların bildirdiği dîne uymuş olamaz. Şî’îlere göre halîfenin bütün ümmetden efdal olması ve ma’sûm olması ve Allahü teâlâ ve Resûlullah tarafından seçilmiş olması lâzımdır. Bu sözleri hem doğru, hem de yanlış ma’nâya çekilebilir. Bütün ümmetden üstün olmak, Peygamber vekîli olan halîfeler için sahîhdir. Çünki, bunlar, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden ma’nâ çıkarır ve islâmiyyeti bildirirler. İslâmiyyeti heryere yayarlar. Bunlar bütün ümmetden üstün olmazsa, yapdıklarına güvenilmez. Ma’sûm yerine mahfûz demek lâzımdır. Ya’nî Allahü teâlâ onları korur ve kuvvetlendirir. Allah ve Resûlü tarafından seçilmek yerine de, nass ile işâret olunmak demek lâzımdır. Ehl-i sünnet vel-cemâ’at böyle söylemişdir. Böylece Şeyhaynın, hattâ dört halîfenin hak halîfe olduklarını bildirmişlerdir. İslâmiyyetin başlangıcında halîfelerin böyle olması lâ-

-173-

zımdır. Çünki, islâmiyyeti kurdular ve heryere yaydılar. Dört halîfeden sonra gelenler ise, (Melik-i adûd) idi. Devlet ve hükûmet reîsi idiler. İlm başka ellerde idi. Müftîler de böyledir. İlk zemânlarda, müftîlerin âlim olması lâzım idi. Şimdi ise müftî olmak için, eskilerin kitâblarını okuyup anlıyabilmek kâfîdir. Ma’sûm olmak da, âdet olarak yapılan işlerde ma’sûmlukdur. Çünki, şimdi insanların mu’âmeleleri, kazanmaları, geçimleri âdete göredir. Akla dayanan temel bilgilere göre değildir.

Hazret-i Osmân da, hakîkî halîfedir. Resûlullahın halası olan Bîda, hazret-i Osmânın anasının anasıdır. Câhiliyyet zemânında zinâ ve içki ile hiç kirlenmedi. İlk îmâna gelenlerdendir. Dinden çıkarmak için amcasının yapdığı işkencelere dayandı. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” iki kızı ile evlenmek şerefine kavuşdu. Allah yolunda evini, barkını, malını, mülkünü ve ticâretini bırakıp Habeşistâna hicret etdi. Sonra Medîneye de hicret etdi. Kur’ân-ı kerîmi toplıyan Muhâcirlerden birisidir. Vazîfe ile başka yere gönderildiği için, Bedr, Uhud gazâlarında ve Hudeybiyye bî’atinde bulunmadı. Diğer bütün gazâlarda bulundu. Bedr zemânında Medînede Resûlullahın sevgili kızının tedâvîsine çalışması emr olunmuşdu. Bedrde bulunanların sevâbına ve ganîmetine kavuşacağı bildirilmişdi. Uhudda bulunmıyanların afv oldukları, âyet-i kerîme ile bildirilmişdir. Hudeybiyyede Osmânın Allah işinde ve Resûlullah işinde olduğu hadîs-i şerîfde bildirildi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kendi mubârek eline, Osmânın elidir diyerek öteki eli ile müsâfeha etdi. Eshâb-ı kirâmı susuzlukdan kurtarmak için bir kuyu satın aldı. Tebük gazâsında dokuzyüzelli deve ve elli at ve sayısız para vererek yardım yapdı. (Osmâna bugünden sonra yapacakları hiç zarar vermez) hadîs-i şerîfi ile şereflendi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Mescidimizi genişletene, Cennetde dahâ iyisi vardır) buyurunca, etrâfındaki altı arsayı satın alıp mescide ekledi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, EbûBekr ve Ömer ve Osmân ile (Sübeyr) dağının üstünde iken zelzele olunca, (Ey Sübeyr! Sallanma! Üzerinde Nebî, Sıddîk ve Şehîd var!) buyurdu. Böylece Ömer ve Osmânın şehîd olacaklarını müjdeledi. Bir hadîs-i şerîfde, halîfe olacağı bildirilerek, (Allahü teâlâ sana bir gömlek giydirir. Onu çıkartmak isterlerse, çıkarma!) buyuruldu. Kur’ân-ı kerîmi toplamak ve yer yüzüne yaymak şerefi ona nasîb oldu. Kâbile kadar Asya ve İstanbula kadar Anadolu, onun zemânında müslimân oldu. Resûlullah, hazret-i Osmânın boynuna sarılarak, (Sen benim dünyâda ve âhıretde sevgilimsin!) buyurdu. Talhaya karşı da, (Ey Talha! Her peygambere ümmetinden biri arkadaş olacakdır. Benim Cennetde arkadaşım Osmândır) buyurdu.

-174-

Dinleri, îmânları za’îf olan birçok kimse, Mısrdan Medîneye geldi. Bunlar Eshâbdan ve Tâbi’înden değildi. Eshâb-ı kirâmakarşı kin besliyorlardı. Üç şeyden birini kabûl etmesi için hazret-i Osmânı sıkışdırdılar. Hilâfetden çekil veyâ âmirlerin, vâlîlerin ta’yîn ve azl edilmelerini bize bırak. Yâhud seni öldürürüz dediler. Hazret-i Osmân, Resûlullahın vasıyyetine uyarak, halîfelikden çekilmedi. Ta’yînleri onlara bırakmak da, hilâfet vazîfesini bırakmak olacağından, buna da râzı olmadı. Mısrlılar halîfenin evini sardılar. Medînede bulunan Eshâb-ı kirâmın bir kısmı, işin ölüme varacağını zan etmedi. Mısrlıları geri gidecek sandılar. Bir kısmı da, azgınlara karşı koyacak güçde değildi. Osmân “radıyallahüanh” Âdem aleyhisselâmın iki oğlundan hayrlısının yolunu tutdu. Sıkıntılara katlandıkdan sonra şehîd edildi. Bu habere Eshâb-ı kirâm çok üzüldü. Başka felâketler de başlamasın diye harekete geçdiler. Mısrlılar korkarak, kurtuluşu hazret-i Alîyi halîfe yapmakda buldular. Eshâb-ı kirâm da, buna karşı gelmediği için, hazret-i Alî halîfe seçildi. Eshâb-ı kirâmdan hazret-i Âişe, Talha, Zübeyr ve Benî Ümeyyeden birçoğu, kâtilleri yakalamak için, arkalarından Basraya gitdi. Halîfe seçimi, kâtillerin öncülüğü ile yapıldığı için fitneli seçim dediler. Halîfe de arkalarından gitdi. Mısrlılar halîfenin etrâfında idi. Anlaşma olamadı. Halîfe Kûfeye gitdi. Asker toplayıp, Basraya yürüdü. Cemel vak’ası oldu. Bunun üzerine Şâm vâlîsi Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” işe karışdı. Sıffîn harbi başladı ise de, iki tarafın hakemleri hazret-i Mu’âviyeyi halîfe yapdı. Eshâb-ı kirâmın çoğu ve müslimânların çoğu buna uydu. Niyyeti bozuk olan fitneciler (Harûrâ) denilen yerde toplandı. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” bunların üzerine yürüyüp, bu (Hâricî)leri öldürdü. Kurtulanlarından [Abdürrahmân ibni Mülcem isminde] biri, hazret-i Alîyi, sabâh nemâzına giderken şehîd eyledi.

İslâm âlimlerine göre, hazret-i Osmânın şehîd edilmesinde, hazret-i Alînin bir ilişiği yokdur. Bunu kendisi de çeşidli hutbelerinde söylemişdir. İmâm-ı Nevevî buyuruyor ki, (Hazret-i Osmân, hak halîfe idi. Zulm olunarak şehîd edildi. Fâsıklar tarafından şehîd edildi. Bu zulme hiçbir Sahâbî karışmamışdır. Alçaklar, Mısrdan geldi. Medînedeki Sahâbîler bunlara karşı koyamadı. Hazret-i Alînin hilâfeti de, sözbirliği ile sahîhdir. O hayâtda iken başka bir halîfe yokdur. Hazret-i Mu’âviye de âdildir, üstündür. Eshâb-ı kirâmdandır. Aradaki savaşlar, şübhe üzerine oldu. Taraflardan herbiri, kendinin hak yolda olduğunu bilmişdi. Bu harbler, hiçbirinin adâletden düşmesine sebeb olmamışdır. İctihâdda ayrıldılar. Bunların hâli, mezheb imâmlarının ayrılmaları gibidir. Bu ayrılıkları, hiçbirini sevmemeğe sebeb olmamışdır). Bu muhârebeler zemâ-

-175-

nında, Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ictihâdları üç dürlü oldu: Birinci kısm, hazret-i Alînin hilâfetini haklı gördü. Karşı tarafı bâğî bildi. Bunlara, bâğîlerle harb etmek vâcib oldu. İkinci kısm, karşı tarafı haklı gördü. Hazret-i Alîyi bütün müslimânlar seçmedi. Medîne ehâlîsi de zor ile, korku ile kabûl etdi. Kûfeliler ise, ictihâd ile değil, kötü maksad ile katıldı dediler. Üçüncü kısm, bir tarafı tercîh edemedi. Bunların harbe karışmamaları vâcib oldu. Çünki, bâğî olmıyan müslimân ile harb etmek halâl değildir.

Abdülkâdir-i Geylânî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” (Gunye) kitâbında diyor ki, (İmâm-ı Ahmed bin Hanbel, hazret-i Talhanın ve Zübeyrin ve hazret-i Âişenin ve hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü anhüm” muhârebelerini konuşmamalıdır. Çünki, Allahü teâlâ, kıyâmet günü Eshâb-ı kirâm arasında hiçbir geçimsizlik bulunmayacağını, Cennetde karşılıklı oturup sohbet edeceklerini bildirmekdedir dedi. Hazret-i Alî, bu muhârebelerde hak üzere idi. Çünki, kendinin sahîh halîfe seçildiğine inanıyordu. Kendine karşı olanlara bâğî diyordu. Onlarla harb etmesi câiz oldu. Hazret-i Alî ile harb eden hazret-i Mu’âviye ve Talha ve Zübeyr “radıyallahü anhüm” ise, şehîd edilen halîfenin kâtillerine kısâs yapılmasını istiyorlardı. Kâtillerin hepsi, hazret-i Alînin askeri içinde idi. Müslimânların, bu büyüklerin işine karışmamaları, işin çözülmesini Allahü teâlâya bırakmaları lâzımdır).

Hadîs-i şerîfde (Ammâr bin Yâseri bâğîler şehîd edecekdir. Onları Cennete çağırır. Onlar ise, onu Cehenneme çağırmakdadır) buyuruldu. Hadîs-i şerîfden bu fakîr [ya’nî Şâh Veliyyullah Ahmed Sâhib Dehlevî] şöyle anlıyorum ki, (Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, zemânının en üstünü idi. En üstün olan halîfe seçilirse, islâmiyyet dahâ iyi yürütülür. Başkası halîfe olursa, islâmiyyetin yürütülmesinde gevşeklik olur. Birincisinde millet Cennete, ikincisinde Cehenneme sürüklenir. Ammâr bin Yâser birincisini istiyordu. Hadîs-i şerîfi böyle anlamak, hazret-i Alînin şerefini artdırmakda, karşı tarafdakileri de ma’zûr göstermekdedir). Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Müctehid ba’zan doğruyu bulur. Ba’zan da yanılır) buyurdu. Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Sa’dbin Ebî Vakkâs ve Abdüllah bin Ömer ve Üsâme bin Zeyd ve Ebû Mûsel Eş’arî ve Ebû Mes’ûd ve dahâ birçok Sahâbî “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” bu muhârebelere katılmadı. Bunlar, (Fitne zemânında oturunuz!), ya’nî fitneye karışmayınız hadîs-i şerîfine uydular. Fekat bunların hepsi, hazret-i Alîyi çok sever ve çok överlerdi ve hilâfete lâyık olduğunu söylerlerdi. Ba’zısının sözleri, onun hilâfete hakkı olmadığını değil, halîfe seçilmesinde uygunsuzluk bulunduğunu göstermekdedir.

-176-

Tenbîh: Çok kimseler sanıyor ki, Eshâb-ı kirâmdan bu muhârebeye katılmıyanlar “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, (Müslimânlarla harb etmeyiniz!) emrine uymuşlardır. Hâlbuki bu emr, hükûmete karşı harb etmeyiniz demekdir. Harbe karışanlara gelince, bunlara göre, hükûmete yardım etmemek, fitne, fesâd çıkmasına sebeb olur. Fesâdı önlememiz emr olundu dediler. Bu fakîrin anladığına göre, fesâdı önlemek, cana kıymadan ve karışıklık çıkarmadan yapılamaz. Bunun için şartlarına uygun olmadan seçilmiş olan halîfe ile birlikde harb etmemeli ve böyle halîfeye karşı gelmemelidir.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, firâset nûru ile anladı ki, bu fesâd durmıyacakdır. Bunun için, (Benden sonra fitneler olacakdır. O zemân oturanlar, fitneye karışanlardan iyidir) buyurdu.

Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, sevdiği kullarından herbirini bir üstünlükle, ötekilerinden ayırmışdır. Hazret-i Ebû Bekrin merhameti, hazret-i Ömerin şiddeti, sertliği fazladır. Dâvüd ve Süleymân “aleyhimesselâm” devlet reîsi idiler. Îsâ ve Yûnüs ve Yahyâ “aleyhimüsselâm” ise, yalnızlığı severlerdi. Hassân bin Sâbit, şi’r ile Resûlullahı överdi. Bu yoldan Cennet ile müjdelendi. Ubeyy bin Kâ’b Kur’ân-ı kerîmi ezberlemekde, Abdüllah bin Mes’ûd, fıkh bilgilerinde, Hâlid bin Velîd savaşmakda meşhûr oldu. Sevgi ve ihlâs ile sohbetde en çok bulunmak ve kendini Resûlullahın rızâsı için her an fedâ etmek ve Resûlullah için ve İslâmiyyeti yaymak için canını, malını ve makâmını fedâ etmek üstünlüğü de en çok hazret-i Ebû Bekre ihsân edildi. İslâmiyyeti yaymak, hazret-iÖmere nasîb oldu. Her sıkıntıda mal ile imdâda yetişmekde ve hayâda ve gadabını yenmekde ve tahâret, kırâet ve fakîrlere yardımda, hazret-i Osmân cümleden ileri idi. Resûlullahın kanından olmak, Onun elinde büyüyüp, terbiyesi ile yetişmek, cesâret, zühd, vera’ ve zekâ ve fesâhatda hazret-i Alî, hepsinden ileri idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâbının bu üstünlüklerini bildirmiş ve herbirini övmüşdür “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, tercümân-ı gayb idi. İlerde olacak şeyleri haber verirdi. Eshâbının yapacakları üstün vazîfeleri bildirirdi. Hepsi, dediği gibi oldu. Olmıyacak şeyi haber verdiği hiç görülmedi. (Hilâfet, Alînin ve çocuklarının hakkıdır) demek doğru değildir. Böyle bir hak bildirilmiş olsaydı meydâna gelirdi. Hilâfeti onlar alır, ellerinden kimse kapamazdı. Halîfe olmamaları, Resûlullahın haber vermemiş olduğunu gösteriyor. Şî’îlerin haber diye söylediklerinin hep yalan olduğunu isbât ediyor.

-177-

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, herkesin hakkını gözetmekde, herkesden ileride idi. Bunun için, hazret-i Abbâsı (Amca, baba gibidir) diyerek övdü. Hazret-i Fâtıma için (Onu üzen, beni üzmüş olur) buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr için, (Niçin arkadaşımı inciterek, benim hâtırımı saymıyorsunuz?) buyurdu. Hazret-i Alî için, (O bendendir. Ben de ondanım) ve (Ben kimin mevlâsı isem, Alî de onun mevlâsıdır) buyurdu. Aklı ve insâfı olan kimse, akrabâlık bakımından olan övmek ile, dinde üstünlük ve hilâfete liyâkat bakımından olan övmeği birbirine karışdırmaz. (Ben ondanım. O da bendendir) sözü akrabâlık bakımındandır. Akrabâlık hakkını yerine getirmekdir. (Fadl-i küllî)yi, ya’nî her bakımdan üstün olmağı bildirmez. Çünki, bu sözler, hazret-i Alî ve hazret-i Fâtıma için söylenildiği gibi, hazret-i Abbâs için de söylendi. Hattâ, Ebû Lehebin kızı olan Dürre için de söylendi. İmâm-ı Ahmed bin Hanbelin kitâbında Dürre diyor ki, (Âişenin odasında idim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” geldi. (Abdest alacağım su getirin!) buyurdu. Âişe ile leğen ve ibrik getirdik. Abdest aldı. Bana dönüp, (Sen bendensin. Ben de sendenim!) buyurdu). Bu sözün, akrabâlık hakkı için olduğu, üstünlüğü göstermek için olmadığı, buradan pekiyi anlaşılmakdadır.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, çok kimse için (seviyorum) buyurdu. Hâle, vakte ve o kimseye göre, bu söze başka başka ma’nâlar verilmişdir. Zâten sevmek çeşid çeşid olur. Zevceyi, evlâdı, arkadaşı, üstâdı sevmek birbirine benzemez. İnsan birini sever. Başka bakımdan, diğer birini dahâ çok sevebilir. Bunun içindir ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Âişeyi çok seviyorum) buyurdu. Başka bir yerde (Üsâmeyi çok seviyorum) dedi. Üçüncü bir yerde (Ebû Bekri çok seviyorum) dedi. Dördüncü bir yerde de (Alîyi çok seviyorum) buyurdu. Bu sevgilerin başka bakımlardan oldukları meydândadır.

Bir kimsenin başkasından dahâ üstün olması, aynı üstünlüğün onda dahâ çok bulunması demekdir. Bu çokluk, bir üstün sıfatın bütününde olacağı gibi, parçalarında da olabilir. Birinde bir parçası, ötekinde başka parçası bulunabilir. Meselâ cesâretin bir kısmı, pehlivânın, [sporcunun] cesâretidir. Bir kısmı da, hükûmet reîsinin cesâretidir. Melikin cesâreti, pehlivânın cesâretinden elbet dahâ kıymetlidir. İlm sıfatının kolları çokdur. Süâli iyi anlamak, bunu başka mes’ele ile karışdırmamak bunlardan bir parçadır. Zühd de iki kısmdır: Evliyânın zühdü, harâmlardan sakınmakdır. Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” zühdü ise, islâmiyyeti yaymakdan başka birşey düşünmemekdir.

-178-

İslâmiyyetin yayılması, Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri yaymakla olur. Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bunun için, Eshâb-ı kirâm arasında ba’zılarının Kur’ân hâfızı ve ilmi çok olduğunu bildirerek, bunlardan öğrenilmesini diledi. Bu övmeler, onlar için diploma gibi oldu. Bunları sözlerinden tanıyamıyanlar, bu sûretle tanıdılar. Eshâb-ı kirâmın âlimlerinden hepsi, bu üstünlükde ortakdırlar.

Mekkenin fethinden önce, Allah yolunda mal verenlerin ve cihâd edenlerin dahâ üstün olduklarını Kur’ân-ı kerîm bildiriyor. Eshâb-ı kirâm, bu âyet-i kerîmenin Ebû Bekr-i Sıddîk için geldiğini bildiriyor. Çünki, herkesden önce mal veren ve cihâd eden o idi. Bu vazîfeyi bütün ömrünce yaparak, sonra başlıyanlardan veyâ önce başladı ise de, şehîd olarak uzun zemân yapmak nasîb olmıyanlardan dahâ üstün oldu.

Bir hadîs-i şerîfde, (Benden sonra Ebû Bekre ve Ömere uyunuz!) buyuruldu. Uyulacak kimsenin âlim olması lâzımdır. Hazret-i Ömer, bir süâl sorulunca, Eshâb-ı kirâmın âlimlerini toplar. Sözbirliği sağlardı. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” zemânında böyle olmadı. O “radıyallahü anh”, keskin zekâsı, derin bilgisi ile hemen cevâb verirdi. Hatîb ve edîb olduğu için, sözlerini yanlış anlıyanlar da olurdu. Hattâ, hazret-i Osmânın şehâdeti ile ilişiği olduğunu anlayanlar da oldu. Fıkhda, Müt’a nikâhının harâm olmasını ve ayakları yıkamanın farz olduğunu ve birçok mes’eleleri bildiren ince sözlerini yanlış anlıyanlar çok oldu. Âlimler arasında ayrılıklara sebeb oldu. Hazret-i Ömerin, sözbirliği yaparak verdiği cevâblar ise, iyi anlaşıldı. Dört mezheb bilgilerine esâs oldu. Meselâ, (Kur’a çekmek), hakları müsâvî kimseler arasından birini seçmek için yapılır. Birisini haklı göstermek için yapılmazsözünü Ömer “radıyallahü teâlâ anh” söylemişdir.

İmâm-ı Alînin sözlerini (Ehl-i sünnet) ve (İmâmiyye) ve (Zeydiyye) fırkaları incelemişdir. Herbiri başka dürlü anlamışdır. Zeydiyye ile İmâmiyye, evliyâlığı inkâr etdi. Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhümâ” zemânında, müslimânlar arasında ayrılık olmadı. Hep birlikde kâfirlerle cihâd etdiler. Alî “radıyallahü teâlâ anh” zemânında ayrılıklar olunca, kâfirlerle döğüşmeği bırakıp birbirlerini kırmağa başladılar. Hazret-i Alî, fitneyi önliyemedi. Hattâ, hilâfeti de elinden kaçırdı.

Süâl: İlk iki halîfe zemânında Eshâb-ı kirâm çokdu. Halîfeye yardımcı oldular. Hazret-i Alî zemânında, Eshâb-ı kirâm azaldı. Çeşidli memleketlerde yeni îmân eden câhiller, sapık kimseler fitne çıkardı. Bu fitneleri ilk iki halîfe de önliyemezdi. Bu bakımdan üstünlüklerini söylemek doğru olur mu?

-179-

Cevâb: Allahü teâlânın feyzleri, ni’metleri, fark gözetmeksizin herkese gelmekdedir. Fekat, Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, feyzlerini, ni’metlerini bir sebeble, bir kimse ile gönderir. Bu sebebin, o ni’mete vâsıta olabilmesi lâzımdır. İyiliğe sebeb olanın iyi olduğu, felâkete, azâba sebeb olanın iyi olmadığı anlaşılacağı gibi, iyiler arasındaki üstünlük dereceleri de, buradan anlaşılır. İlk halîfe zemânında, câhil ve sapık, bozuk kimseler yokdur demek doğru değildir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât eder etmez, Arabistân halkının çoğu irtidâd etdi. Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kendilerine vazîfe ile gelmiş olanları şehîd etdiler. İki halîfenin tedbîr ve gayretleri, büyük bir felâketi önledi. Aklı olan kimse, bu hâdiselere tesâdüf diyemez. Takdîr-i ilâhî böyle imiş diyerek, hizmetleri inkâra kalkışmak da, Emr-i ma’rûfü ve Nehy-i münkeri inkâr etmek olur. Hazret-i Alînin üstünlüğünü inkâr etmeğe de yol açar.

Süâl: Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” müslimânlarla harb etmesi, hakkı savunmak idi. Bâtılı yok etmek için idi. Bunun için, bu harbleri de cihâd sayılmaz mı?

Cevâb: Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” hak için, iyilik için uğraşdığı ortadadır. Bunun için ona bir leke sürülemez. Fekat, bu savaşları Resûlullahın emri ile yapdı demek doğru değildir. Çünki, onun fitneleri basdırması takdîr edilmiş olsaydı, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ona emr ederdi. O da, bu hayrlı işe sebeb olurdu.

Bilindiği gibi, Şâmın ve Irâkın feth olunacağını haber vermişdi. Bunun için, iki halîfenin bu çalışmaları meyveli oldu. Bu fesâdlar ise, kaldırılamadı. Alînin “radıyallahü teâlâ anh” söndürmek için aldığı tedbîrler, fitneyi dahâ da körükledi. Allahü teâlâdan Resûlüne va’d edilmiş olmadığı anlaşılmakdadır. Hazret-i Alînin hâricîlerle harb etmesi, öyle değildir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bu muhârebesini bildirmiş ve zafer kazanacağını müjdelemişdi.

Şeyhayn zemânında “radıyallahü teâlâ anhümâ” fıkh bilgilerine uymakda ve ihsân ve tarîkat denilen ma’rifetleri almakda müslimânlar birlik hâlinde idi. Kusûru olanları halîfe cezâlandırırdı. Hâlbuki, kendileri gibi, onların çoğu da, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sohbetinde bulunmuşlardı. Sa’d ibni Ebî Vakkâs “radıyallahü teâlâ anh” evinin kapısını acemler gibi yapdırınca, hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” yıkdırdı. Hâlid binVelid gibi ünlü bir kumandanı azl eyledi. Mısr vâlîsi Amr ibni Âsı payladı. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” zemânında, halîfeyi kabûl etmekde bile ayrılıklar oldu. Hazret-i Osmânın “radıyallahü

-180-

teâlâ anh” kâtillerine kısâs yapmakdaki ve halîfelik için hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü teâlâ anh” hakem talebini kabûl etmesindeki fikrlerini müslimânların çoğuna kabûl etdiremedi. Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ” sohbetinde bulunanlar, Sahâbî olmasalar bile, islâmiyyete uyar, kalblerini temizlerlerdi. Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” yanında bulunanların çoğu ise, asker idi. Kalbleri bozukdu. Kendisini bile sevmiyenler vardı. Halîfe minberde bunlardan şikâyet ederdi. Hazret-i Hasene “radıyallahü teâlâ anh” cefâ edenler ve hazret-i Hüseyni “radıyallahü teâlâ anh” vahşîce şehîd edenler, hep Kûfe ehâlîsinden oldu. Halîfeyi sevenlerin çoğu da, bu sevgide taşkınlık yapdı. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, bunlardan da şikâyet ederdi.

Süâl: Hazret-i Alînin rûhâniyyeti çokdu. Melek gibi idi. Onun için insanlarla anlaşamadı. Şeyhayn ise, herkes gibi insandı. Benzerleri ile kolay anlaşdılar. Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” akrabâları bile inanmadı. Bu kusûr, Resûlullaha değil, inanmıyanlara âid oldu?

Cevâb: Ehl-i sünnet âlimlerine göre “rahime-hümullahü teâlâ” hazret-i Alî “radıyallahü anh” için hiçbir kusûr söylemek câiz değildir. Biz bu kitâbda, Ehl-i sünnete uyarak, kusûr değil, üstünlük farklarını belirtmek istiyoruz. Allahü teâlâ, Habîbine “sallallahü aleyhi ve sellem” münâfıklarla müdârât etmesini, câhillere ince mes’eleleri anlatmamasını, herkesin hâline uygun davranmasını emr eyledi. Böylece, onları terbiye etmek, feyz vermek kolay oldu. Allahü teâlâ, zâten bunun için, Peygamberleri “aleyhimüsselâm” insan olarak gönderdi. Melek olarak göndermedi. Halîfeler içinde de böyle olan, elbet dahâ üstün olur. İslâmiyyeti yayması ve insanları terbiye etmesi başarılı olur. Her ne şeklde olursa olsun, böyle yapmağa mâni’ olan şeyler, hattâ şiddet, vera’, edebiyyât, halkdan uzaklaşmak gibi kıymetli şeyler bile, halîfenin derecesini azaltır. Hayr ve hasenât yapanların kazandığı sevâblar, bunların üstâdlarına da ve sebeb olanlara da verilir. Bu bakımdan da Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ”, Alîden “radıyallahü teâlâ anh” üstün olması lâzım gelmekdedir.

Hicretden evvel kâfirler Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve müslimânlara akla gelmedik eziyyet ve işkence yapdılar. Hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” onlara karşı çıkdı. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” o zemân çocukdu. Hicretden sonra hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” düşmanla dövüşmekde, Şeyhayn da “radıyallahü teâlâ anhümâ” Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile meşveret etmekde dahâ ileri oldular. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve

-181-

sellem” vefâtından sonra, Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhümâ” zemânında, İslâmiyyetin yayılması, memleketlerin alınması, o kadar çok ve o kadar çabuk oldu ki, hiçbir zemân ve hiçbir yerde böyle te’sîrli ve devâmlı başarı görülmemişdir. Alî “radıyallahü teâlâ anh” zemânında ise, hiçbir şehr alınmadı. Hattâ cihâd temâmen durdu.

Hazret-i Alîden “radıyallahü teâlâ anh” hadîs rivâyet edenlerin çoğu, öteden beriden toplanan askerlerdi. Kimlikleri belli değildi. Onların bildirdikleri sağlam değildir. Medînedeki ve Şâmdaki âlimlerden, hazret-i Alîden “radıyallahü teâlâ anh” hadîs bildiren pek azdır.

Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden sonra islâmın temel bilgisi (Fıkh)dır. Fıkhdan ana bilgiler, hazret-i Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” sözbirliği yaparak ortaya koyduklarıdır. Müslimânların çoğu Hanefî, Mâlikî ve Şâfi’îdir. Mâlikî mezhebinin kaynağı (Muvattâ) kitâbıdır. Muvatta kitâbında, hazret-i Alîden “radıyallahü teâlâ anh” gelme ancak birkaç mes’ele bulunmakdadır. Hanefî mezhebinin kaynağı olan imâm-ı Ebû Hanîfenin “rahime-hullahü teâlâ” Müsnedi ve imâm-ı Muhammedin “rahime-hullahü teâlâ” eserleri de böyledir. İmâm-ı Şâfi’înin “rahime-hullahü teâlâ” Müsnedinde ise, onlardakilerden dahâ az vardır. Fıkhdan sonra (Siyer) bilgileri gelir. Burada da, hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, öteki Sahâbîler gibidir. Tesavvufa gelince, (Sülûk) ve kalbi temizleme olan bu ilmde, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” sözleri, meselâ Abdüllah bin Mes’ûdun veyâ Abdüllah bin Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” sözlerinden dahâ çok değildir.

Süâl: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri herkesden iyi biliyordu. Ondan işitenlerin çürük olmaları, Mezheb imâmlarına doğru olarak iletememeleri, bu yüce imâma kusûr olur mu?

Cevâb: Onların kusûrları, İmâm hazretlerinin yüksekliğini elbet sarsamaz. Onun halîfe olmak hakkını elbet gidermez. Fekat, halîfenin hâkim, gâlib olması lâzımdır. Halîfe olmağa hakkı olanlar arasından, Allahü teâlâ, bilinmiyen sebeblerle, birini bu makâma seçince, onun için elbet, ayrı bir üstünlük olur. Kendinde olan üstünlüğe, bir de iş yapmakla olan üstünlük eklenir. Hizmeti çok olanın, üstünlüğü artar. Allahü teâlâ, bu üstünlüğü, kendinde üstünlük olana ve ayrıca çalışana verir.

Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ” kalb temizliği, ya’nî tesavvuf bakımından üstünlüğü, iki yoldan anlatılabilir: Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” zühdü, Velîlerin “rahime-hümullahü teâlâ” zühdü gibi idi. Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ”

-182-

zühdleri ise, Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zühdü gibi idi. Vera’ları da böyle idi. Târîhler sözbirliği ile bildiriyor ki, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” zühdü, hilâfetinin düzenini bozdu. Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ” zühdleri ise, hilâfetlerini düzene koydu. İkinci yoldan deriz ki, zühd, nefsin istediğini yapmamakdır. İslâmiyyetin izn verdiği şey olsa da, yapmamakdır. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, halîfe olmak için çok kan dökülmesine sebeb oldu. Bu işinde elbet haklı idi ve islâmiyyetin izn verdiği işi yapdı. Fekat Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhümâ” zühdlerinden dolayı, halîfeliği istemediklerini söylediler. Şeyhayn “radıyallahü teâlâ anhümâ”, ilm sâhiblerine ve hilâfete hakkı olanlara hep tevâdu’ gösterdi. Zühd, az şeyle geçinmek ise, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” bu bakımdan da Şeyhayndan “radıyallahü teâlâ anhümâ” ileri olduğu söylenemez. İmâm-ı Ahmedin “rahime-hullahü teâlâ” kitâbında, Muhammed bin Kâ’b-ı Kurazî diyor ki, hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” (Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zemânında açlıkdan karnıma taş bağladığım oldu. Şimdi ise, malımın zekâtı dörtbin altın oluyor) dedi.

Hiç şübhe yok ki, hazret-i Alî “radıyallahü anh” kâmil ve mükemmil idi. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kimse rızkını bitirmeden ölmez. Fekat, rızkınızı iyi yerlerde arayınız!) buyurdu.