SEYYİD ABDÜLHAKÎM EFENDİNİN HAYÂTI

1281 [m. 1865] - 1362 [m. 1943]

İşbu (Eshâb-ı kirâm) aleyhimürrıdvân kitâbını, büyük âlim Ahmed Fârûk-i Serhendî “rahmetullahi aleyh” hâzırlamış ve Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri şerh etmişdir.

Birkaç maddî bilgi çerçevesine sıkışmış kalmış olup, büyük âlimlerden ve bunların eserlerinden ve bilhâssa, dîn-i islâmın, Benî İsrâîl Peygamberlerine “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” benzetilen, çok mikdârda ve çok yüksek âlimlerinden, velîlerinden haberi olmıyan ve din bilgisi olarak, ana, babamızdan duyduğumuz, fekat etrâfımızda esen fırtınaların yavaş yavaş uçurduğu az bir sermâyeden başka hiçbir şeyi bulunmıyan bizlere, her biri, kıymetler, meziyyetler hazînesi ve se’âdet-i ebediyye kapısının anahtarı olan sayısız islâm kitâblarının ismlerini işitdiren ve bunların, rûh hastalarına devâ yazılarını okumak ve anlamak bahtiyarlığına kavuşduran ve Allahü teâlânın Türk milletine büyük ihsânı, kâfirlerin ve mürtedlerin yalan ve yaldızlı sözlerine aldanarak ebedî felâkete sürüklenen ma’sûmların kurtarıcısı ve Allahü teâlânın varlığını, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” üstünlüğünü, îmânın ve islâmın hakîkatini, fikr hastalarına içirerek, gençliğe şifâ sunan rûh mütehassısı ve kalbleri karartan, ecdâdımızın mukaddes yolunu örten, küfr ve irtidad bulutlarının dağıtıcısı serin sabâh rüzgârı ve îmân kaynaklarını temâmen örten, dinsizlik karanlığını ufuklardan sıyırıp dağıtan, ilm ve ma’rifet güneşi, dört mezhebin inceliklerine, evliyâlığın yüksekliklerine vâkıf, seyyid Abdülhakîm Efendinin “kuddise sirruh”, kitâblarını okumak nasîb olan tâli’lilere, bu dünyâ ve âhıret se’âdetinin rehberinin hâl tercemesini kısaca takdîm etmek ve hâtırasını yâdigâr bırakmak uygun görüldü.

Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ “kaddesallahü teâlâ esrârehümâ”, sôfiyye-i aliyye büyüklerinden ve ilmi ile âmil ulemânın kâmillerinden olup, tervîc-i din ve neşr-i ilm ve sehâyı tâbı’ ve şer’i şerîf-i Ahmedînin “sallallahü aleyhi ve sellem” icrâsında bezl-i vücûd ve sarf-ı mal ederek, akran ve emsâlinin üstünde bir zât-ı kerîmül-hisâl idi.

Van vilâyetinin Başkal’a kazâsında, 1281 [m. 1865] de tevellüd etdi. Binüçyüz sene-i hicriyyesi ibtidâsında icâzet [ya’nî diploma] aldı. İlm-i sarf, nahv, mantık, münâzara, vadı’, beyân, me’ânî, bedî, kelâm, usûl-i fıkh, tefsîr, tesavvuf, nush-i lil-müslimîn, iftâ-i a-

-157-

lel-mezhebîn, ulûm-i hikemiyye, ya’nî hikmet-i tabî’iyye [fizik, biyoloji], hikmet-i ilâhiyye, riyâziyye, ya’nî hesâb ve hendese ve hey’et [astronomi] gibi ulûm-i zâhiriyyeyi, allâme seyyid Fehîmden “kuddise sirruh” me’zûn olduğu gibi, yine onlardan tesavvufun Müceddidî, Kâdirî, Kübrevî, Sühreverdî, Çeştî kısmlarından dahî me’zûn olmuşdur. Babasının babası, seyyid Muhyiddîndir. Bunun babası, seyyid Muhammeddir. Bunun babası olan seyyid Abdürrahmân, seyyid Fehîmin babasının babasıdır “rahmetullahi aleyhim ecma’în”. Dedelerinin oniki imâmdan, Alî Rızâ bin Mûsâ Kâzıma “rahime-hümullahü teâlâ” dayandığı, Irakdaki mahkeme-i şer’ıyye kaydlarında yazılı olduğu gibi, seyyid Abdülkâdir-i Geylânînin “radıyallahü anh” torunu seyyid Abdürrezzâkın “kuddise sirruh” mubârek eli ile de tasdîklidir.

Binüçyüzotuziki 1332 [m. 1914] senesi Receb-i şerîfi birinci günü, Rus askeri Başkal’aya bir sâat mesâfeye yaklaşdıkda başlıyan ermenilerin yapdığı zulm ve katl-i âmdan halâs bulup, kadın, çocuk yetmiş kişilik yakınları ile, hicret ederek, Revandız, Erbil, Mûsul, Adana, Eskişehir ve nihâyet binüçyüzotuzyedi 1337 [m. 1919] senesinin şevvâli ibtidâlarında İstanbulda Eyyûb Sultân nâhiyesine geldiler. Önce çarşı içindeki (Yazılı medrese) ye yerleşdirildiler. Sonra, Gümüşsuyunda İdris köşkü civârındaki Mürtezâ efendi mescidinin imâmlığına ta’yîn olundu. Bu hicretinden evvel iki def’a hac etmişdir. Risâle büyüklüğünde müteaddid mektûbları vardır. Mevlid okunmasının ve tesbîh kullanmanın başlangıcı ve meşrû’iyyeti ve (Râbıtayı şerîfe) risâlesi ve islâm halîfelerinin sonuncusu olan sultân Vahîdeddîn hân zemânında (Medrese-i mütehassısîn) denilen islâm üniversitesinde tesavvuf müderrisi [profesörü] iken yazdıkları (Erriyâz-ut-tesavvufiyye) kitâbı ve (Sahâbe-i kirâm) ve (Ecdâd-ı Peygamberî) risâleleri ve islâm hukûku ismli eserleri, Arabî, Fârisî ve Türkçe şi’rleri pek kıymetlidir. Siyâsete hiç karışmamış, siyâsî fırkalara bağlanmamışdır. Bölücülüğe, tarîkatçılığa karşı idi. Tekkelerin lağvı kanûnu çıkdıkdan sonra, şeyhlik, mürîdlik üzerinde konuşduğu işitilmemişdir. Kanûnlara uymakda çok titiz davranır, konuşmalarında da bunu tavsiye ederdi. Dîni dünyâ çıkarlarına âlet eden yobazlara karşı Eyyûb Sultân, Fâtih, Bâyezîd, Bakırköy, Kadıköy, Beyoğlunda Ağa câmi’i şerîfleri kürsîlerindeki konuşmaları, bunların iftirâlarına sebeb oldu. Bunların tahrîki ile [1362] Ramezânının onsekizinci ve [1943] Eylülünün onsekizinci Cumartesi günü İstanbuldan İzmire götürüldü. Meserret otelinde, sonra bir evde kaldı. Zilka’denin onuncu Pazartesi günü Ankaraya hareket ederek, Salı günü Ankarada, Hâcı Bayram-ı Velî civârında, birâder zâdeleri seyyid Fârûk

-158-

Işıkın evine geldi. Fârûkun evinde onsekiz gün hasta yatdı. 1362 Zilka’desi yirmidokuzuncu ve 1943 teşrîn-i sânîsi (Kasım ayı) yirmiyedinci Cumartesi günü, güneş doğmadan onsekiz dakîka evvel, ezânî sâat onikide ve zevâlî sâat altı buçukda nâil-i vuslet-serây-i ebedî oldu. O gece hafîf bir zelzele olmuşdu. O gün Keçiören nâhiyesinde dâmâdı İbrâhîmin evine nakl ve orada, gasl, techîz ve tekfîn ve nemâzı edâ edilip, Ankara şehri şimâlinde ve şehre yirmidört kilometre kadar mesâfede Bağlum nâhiyesine gurûb-i şems ile berâber defn edildiler. Nemâzında bulunmak, telkîn vermek ve kabr-i şerîfine girmek vazîfeleri Hüseyn Hilmi Işıka nasîb olmuşdur. Kabristân, nâhiyenin garb cihetinde, hafîf meylli ve elli metre kadar mesâfede olup, kabrleri, kabristânın şimâl-i şarkîsindedir. Bağlum mescidinin kapısı yanında, seyyid Burhâneddîn Mûşî hazretlerinin kabri vardır. Allahü teâlâ derecesini yüksek eylesin! Hepimizi şefâ’atine kavuşdursun! Kitâblarını okuyup, gösterdiği yolda ilerlemek ve rûh-i mukaddesinden her an istifâde etmek nasîb eylesin! Âmîn. 288.ci sahîfede 7.ci maddeye bakınız!

Ağlasın, kan ağlasın her müslimân!

Çünki, seyyid Abdülhakîm terk etdi cân,

Âlim-ü âmil, veliyy-i kâmil idi,

Zâtına mevdu’ idi sırr-ı nihân.

 

Kaldılar birden yetîm-ü bî nevâ,

Hem islâmiyyet, hem hakîkat bîgümân.

Gördü amma ki, inanmaz gözlerim,

Oldu mu cidden, ol hazret kün fekân?

 

Şevk ile raks eyledi yer, bir gece,

Ertesi gün, etdi derâguş hemân.

Hayf kim, Hurşîdimiz etdi gurûb

Bir ferîd-i asr idi ol, bî gümân!

 

Olmuş idi, son zemânda çok elîm,

Derd ile âlâma, bir seng-i nişân.

Âlem-i islâm için, bu cidden mühim,

Bir musîbetdir, ey gönül kan ağla, kan!

 

Rûh-i bâkisinden istimdâd edip,

Söyledim târîhini nâ gehân,

“Hayl” çıkdı, kaldı bi ser-i râhdan.

Mâtem-i islâma ağlar âsumân.

                                 Mehmed Timüroğlu

-159-