(Menâkıb-ı çihâr yâr-ı güzîn) kitâbı, dörtyüz doksanıncı sahîfede diyor ki:
Birgün, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” evine geldi. İçeri gireceği sırada, Alî bin Ebî Tâlib
“radıyallahü anh” da geldi. Ebû Bekr geri çekilip, yâ Alî, sen buyur gir dedi. O
da cevâb verip, aralarında aşağıdaki uzun
konuşma oldu:
Alî - Yâ Ebâ Bekr! Sen önce gir ki, her
iyilikde önde olan, her hayrlı işde ileri olan,
herkesi geçen sensin.
Ebû Bekr - Sen önce gir yâ Alî, Resûlullaha
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dahâ yakın sensin.
Alî - Ben, senin önüne nasıl geçerim? Çünki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim, (Ümmetimden
Ebû Bekrden dahâ üstün bir kimse üzerine güneş doğmadı) buyurdu.
Ebû Bekr - Ben, senin önüne nasıl geçebilirim ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, kızı Fâtıma-tüzzehrâyı “radıyallahü teâlâ anhâ”
sana verdiği gün (Kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim) buyurdu.
Alî - Ben senin önüne geçemem. Çünki,
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (İbrâhîm aleyhisselâmı görmek istiyen, Ebû
Bekrin yüzüne baksın) buyurdu.
Ebû Bekr - Senin önüne geçemem. Çünki,
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Âdem
aleyhisselâmın hilm sıfâtını
ve Yûsüf aleyhisselâmın güzel ahlâkını görmek istiyen, Alî
Mürtezâya baksın!)
Alî - Senin önünden giremem. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (Yâ Rabbî! Beni ençok seven ve eshâbımın en iyisi kimdir?) dedi. Cenâb-ı Hak (Yâ Muhammed “aleyhisselâm” Ebû
Bekr-i Sıddîkdır) buyurdu.
Ebû Bekr - Ben senin önüne geçemem. Çünki, Resûl “aleyhisselâm” (İlmi bir kimseye veririm ki, Allahü teâlâ, onu sever. Ben de onu çok severim)
buyurdu. İlm şehrinin kapısı, sen oldun.
Alî - Senin önünde gidemem. Çünki, Resûl “aleyhisselâm” (Cennetin
kapıları üzerinde, Ebû Bekr habîbullah yazılıdır)
buyurdu.
Ebû Bekr - Senin önüne geçemem. Çünki, Resûl “aleyhisselâm” Hayber gazâsında, bayrağı sana verip (Bu
bayrak, melik-i gâlibin, Alî bin Ebî Tâlibe hediyyesidir) buyurdu.
Alî - Senin önüne nasıl geçebilirim? Çünki, Resûl “aleyhisselâm” (Yâ
Ebâ Bekr! Sen benim gören gözüm ve bilen gönlüm yerindesin) buyurdu.
Ebû Bekr - Senin önüne geçemem. Çünki, Resûl “aleyhisselâm” buyurdu ki (Kıyâmet günü, Alî Cennet hayvanlarından birine binmiş olarak gelir. Cenâb-ı Hak buyurur ki, yâ Muhammed “aleyhisselâm”! Senin baban İbrâhîm Halîl, ne güzel babadır. Senin kardeşin Alî bin Ebî Tâlib ne güzel kardeşdir).
Alî - Senin önüne geçemem. Çünki, Resûl “aleyhisselâm” buyurdu ki (Kıyâmet günü, Cennet meleklerinin reîsi
olan Rıdvân adındaki melek Cennete girer. Cennetin anahtarlarını getirir. Bana verir. Sonra, Cebrâîl
aleyhisselâm gelip, yâ Muhammed, Cennetin ve Cehennemin anahtarlarını, Ebû Bekr-i Sıddîka ver. Ebû Bekr, istediğini Cennete, dilediğini Cehenneme göndersin der).
Ebû Bekr - Senin önünden giremem. Çünki,
Resûl “aleyhisselâm” buyurdu ki (Alî kıyâmet günü benim yanımdadır. Havz ve Kevser yanında, benimledir. Sırât üzerinde benimledir. Cennetde benimledir. Allahü teâlâyı görürken, benimledir.)
Alî - Senden önce giremem. Çünki, Resûl “aleyhisselâm” (Ebû
Bekrin îmânı, bütün mü’minlerin îmânları toplamı ile dartılsa, Ebû Bekrin îmânı ağır gelir) buyurdu.
Ebû Bekr - Senin önüne nasıl geçebilirim? Çünki, Resûl “aleyhisselâm” (Ben ilmin şehriyim. Alî, bunun kapısıdır)
buyurdu.
Alî - Senin önünden nasıl yürüyebilirim? Çünki, Resûl “aleyhisselâm” (Ben sâdıklığın şehriyim. Ebû Bekr, bunun kapısıdır)
buyurdu.
Ebû Bekr - Senin önünden geçemem. Çünki,
Resûl “aleyhis-
selâm” buyurdu ki, (Kıyâmet günü, Alî, bir güzel ata bindirilir. Görenler, acabâ bu, hangi
Peygamberdir der. Allahü teâlâ, bu Alî bin Ebî Tâlibdir buyurur.)
Alî - Senin önünden gidemem. Çünki, Resûl “aleyhisselâm” (Ben
ve Ebû Bekr, bir toprakdanız. Tekrâr bir olacağız) buyurdu.
Ebû Bekr - Senin önünden gidemem. Çünki, Resûl “aleyhisselâm” buyurdu ki, (Allahü teâlâ, ey Cennet, senin dört köşeni, dört kimse ile bezerim. Biri,
peygamberlerin üstünü Muhammed “aleyhisselâm”dır. Biri, Allahdan korkanların üstünü Alîdir. Üçüncüsü, kadınların üstünü, Fâtıma-tüzzehrâdır. Dördüncü köşesindeki de temizlerin üstünü Hasen ile Hüseyndir, buyurdu).
Alî - Senin önünden nasıl gidebilirim? Çünki, Resûl “aleyhisselâm” buyurdu ki (Sekiz Cennetden şöyle ses
gelir: Ey Ebû Bekr, sevdiklerinle birlikde gel, hepiniz, Cennete girin!)
Ebû Bekr - Senin önünden gidemem. Çünki, Resûl “aleyhisselâm” (Ben
bir ağaca benzerim. Fâtıma, bunun gövdesidir. Alî budağıdır. Hasen ve Hüseyn, meyvasıdır) buyurdu.
Alî - Senin önünden geçemem. Çünki, Resûl
“aleyhisselâm” buyurdu ki (Allahü teâlâ, Ebû Bekrin
bütün kusûrlarını
afv etsin.Çünki O, kızı Âişeyi bana verdi. Hicretde bana yardımcı oldu. Bilâl-i Habeşîyi, benim için alıp
âzâd etdi).
Resûlullahın “sallallahü aleyhi
ve sellem” bu iki sevgilisi kapıda böyle konuşurken,
kendileri içeriden dinliyordu. Hazret-i Alînin sözünü kesip içeriden buyurdu
ki:
(Ey kardeşlerim Ebû Bekr ve Alî “radıyallahü anhümâ”! Artık içeri girin! Cebrâîl aleyhisselâm gelip dedi ki, yerlerdeki ve yedi kat
gökdeki melekler sizi dinlemekdedir. Kıyâmete
kadar, birbirinizi övseniz Allahü teâlâ yanındaki kıymetinizi anlatamazsınız). İkisi birbirine sarılıp, birlikde Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna girdiler. Resûl “aleyhisselâm”: (Allahü teâlâ, ikinize de yüzbinlerle rahmet etsin. İkinizi sevenlere de, yüzbinlerle rahmet etsin ve düşmanlarınıza da, yüzbinlerle la’net olsun) buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki (Yâ
Resûlallah! Ben, Alî kardeşimin düşmanlarına şefâ’at etmem).
Hazret-i Alî dedi ki (Yâ Resûlallah! Ben de, Ebû Bekr kardeşimin düşmanlarına şefâ’at etmem ve başını kılınçla, bedeninden ayırırım.) Ebû Bekr buyurdu ki (Ben senin düşmanlarını, sırat üzerinden geçirmem).
19 - (Ehl-i sünnet Ehl-i beyte düşmandır. Çünki, kurban bayramı günü, hatîb minberde, İsmâ’îli kurban etmeği okurken, âlim, câhil,
hepiniz feryadü figân ediyorsunuz, döğünüyorsunuz da, Muharremin onuncu âşûre günü, Hasen, Hüseynin şehîd olduğu
için döğünen şî’îlere, râfızî diyorsunuz) diyor. (Hüsniyye)
kitâbının böyle bozuk yazılarına (Eshâb-ı Kirâm) kitâbımızın 83.cü ve sonraki sahîfelerinde uzun cevâblar vardır.
Kurban bayramını ve onun hutbesini, Resûlullah emretdiği için yapıyoruz. Hutbeyi sessiz dinlemek lâzımdır. Burada kimse bağırmaz ve döğünmez. İslâmiyyetde, musîbetler için bağırmak, döğünmek, mâtem tutmak, Allahü teâlânın kazâ ve kaderine
karşı gelmek demekdir. Evet, sevdiği için ağlamak câizdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kıymetli zevcesi Hadîcet-ül kübrâ “radıyallahü anhâ” ve çok
sevdiği ciğerpâresi oğlu İbrâhîm vefât edince ve
her zemân medh etdiği amcası Hamzayı “radıyallahü anh” Uhud gazâsında şehîd olmuş
görünce, pekçok üzüldü, içi yandı. Eshâbının önünde çok ağladı. Fekat, hiç döğünmedi. Hiçbir zemân, mâtem tutmadı. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında, Muharremin onuncu
gününe önem verilir, oruç tutulur, fazla ibâdet yapılırdı. Fekat, o gün ve başka gün, dahâ büyük acılar çekdiği hâlde, mâtem tutulmazdı. Mâtem, hıristiyanlıkda olur. Kâfirler yapar. Ehl-i sünnet, İsmâ’îl “aleyhisselâm”
için de, Hasen, Hüseyn efendilerimiz için de, senede bir kerre değil, her zemân üzülür, ağlar. Her Cum’a hutbede
Hasen, Hüseyn “radıyallahü anhümâ” okununca, Ehl-i sünnetin ciğerleri yanmakda, gözleri kan ağlamakdadır. Fekat, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mâtem tutmağı yasak etdiği için, hiçbir zemân mâtem tutmazlar, taşkınlık yapmazlar.
Ehl-i sünnete, Ehl-i beytin düşmanıdır diyenlerin dili kurumalıdır. Ehl-i sünnet âlimlerinden, Ferîdeddîn-i Attâr “rahime-hullahü teâlâ”, (Tezkiretül-evliyâ) kitâbında, imâm-ı Ca’fer Sâdıkı “radıyallahü teâlâ anh” şöyle anlatıyor:
İmâm-ı Ca’fer Sâdık, millet-i islâmın sultânı, nübüvvet senedinin
burhânı idi. Her işi sâdık, her bilgide âlim idi. Evliyânın kalblerinin meyvası, Seyyid-i enbiyânın ciğerkûşesi idi. İmâm-ı Alînin“radıyallahü anh” nâkıdi, Resûl aleyhisselâmın vârisi idi. Ârif-i âşık imâm-ı Ca’fer Sâdık, Ehl-i beytden idi. Ehl-i beytin hepsi birdir. Birinin sözü, hepsinin
sözü demekdir. Onun yolu, oniki imâmın “radıyallahü anhüm” yolu demekdir. Benim dilim ve kalemim onu medh edemez.
Çünki, her ilmde ve işâretlerde üstâd idi. Bütün evliyânın reîsi idi. Hepsi ona güvenmişdir. Başka din sâhibleri de ona koşar. Ehl-i
islâm, ona uyar idi. Zevk sâhibleri, onunpeşinde, âşıklar onun yolunda idi.
Âbidlerin mukaddemi, zâhidlerin mükerremi idi. Hakîkatleri yazan odur. Kur’ân-ı kerîmin sırlarını çözen odur. Ehl-i sünnet ve cemâ’at için, Ehl-i beyti “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” sevmezler diyen ba’zı kimseler var. Bu câhillere şaşarım. Çünki, Ehl-i sünnet
demek, Ehl-i beyt demek-
dir. Ehl-i sünnet demek, Ehl-i beytin yolu demekdir. O kimseler ne kadar
yanlış hayâle saplanmışlar? Muhammed aleyhisselâmı sevenler, onun evlâdlarını sevmez mi? Hattâ, Ehl-i sünnetin imâmı, Muhammed bin İdrîs Şâfi’înin, Ehl-i beyte olan aşırı sevgisi dillerde
dolaşdığı için, bu büyük imâma şî’î diyenler oldu. Bu yüzden kendisini habs etdiler.
Bunun için, kendisi bir şi’r yazmışdır ki, bir beytinin ma’nâsı (Şî’îlik, Muhammed
aleyhisselâmın evlâdını sevmek ise, bütün ins ve cin şâhid olsun, ben şî’îyim. Çünki, Ehl-i beyt-i
nebevîyi çok seviyorum).
Ehl-i beyti sevmek elbet çok iyidir. Fekat,
Ehl-i beyti sevmek için, Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” bir kısmına düşman olmak lâzımdır demek, çok fenâdır. Böyle söyliyenlerin Cehenneme gidecekleri, hadîs-i şerîfde
bildirilmişdir.
(Ehl-i sünnet) demek, Ehl-i beyti ve Eshâb-ı kirâmın hepsini “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” seven, hepsinin izinde giden müslimânlar demekdir. Çünki, Ehl-i beytin ve Eshâb-ı kirâmın yolu, aynı bir yoldur ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” gösterdiği tek yoldur. Ba’zı kimseler, islâmiyyeti içerden yıkmak için düşmanlar tarafından uydurulmuş, bozuk yolda gidiyor. Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” çoğuna düşmanlık ediyorlar. Yurdumuzdaki müslimânları aldatabilmek için, biz Ehl-i beytin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” âşıklarıyız. Bizim yolumuz, Ehli beytin yoludur diyorlar. Böylece, kendi küfr ve zındıklıklarını, o din büyüklerine, Ehl-i sünnetin göz bebeklerine bulaşdırıyorlar. Allahü teâlâ, bunları doğru yola getirsin! Bütün müslimânları, bu felâket yoluna sapmakdan muhâfaza buyursun! Âmîn.