213 - Yeşilay, Kızılay,
Çocuk Esirgeme Kurumu, İhlâs Vakfı gibi çeşidli ismler altında kurulmuş olan
yardım teşkilâtı, dînin (Hibe) ahkâmına
tâbi’dirler. Ya’nî bunlar, yardım yerleridir. Vakf değildirler. Vakf malı, vakf
eden kimsenin koyduğu şartlara göre idâre edilir. Yardım müesseseleri
[dernekleri] ise, reîslerinin [başkanlarının] emrine, arzûsuna göre iş görür.
Dernekde toplanan hediyyeler [mallar, paralar], başkanın mülküdür. Bunlar,
başkanın emri ile, fakîrlere, âfet, zarar görenlere, her nev’ hayrât ve
hasenâta ve din, fen, ahlâk kitâbları basdırılıp, dağıtılmasına, mekteblere,
hastahânelere sarf olunur. İdâre heyeti üyeleri, başkanın müşâvirleridir.
Müşterek alınan karârlar, dinde, başkanın emri demekdir. Ücretli ve ücretsiz iş
görenler, başkanın memurları, vekîlleridir. Başkası başkan seçilince,
eskisinin, bütün malları buna temlîk ve teslîm etmesi lâzımdır. Derneğe yapılan
her bağış, başkanın şahsına hibe edilmiş olur.
(İhtiyâr) kitâbı (Hibe)yi
anlatırken diyor ki: Hibe, hediyye vermek, karşılıksız temlîk, bağışlamak
demekdir. Bağış sâhibleri verdim der, başkan [veyâ vekîlleri] de aldım der ve
sözleşilen yerde veyâ sonra, hibeyi yapanın izni ile kabz eder. Ya’nî teslîm
alır. Kabzdan önce, îcâb veyâ kabûlden vaz geçebilirler. Bu îcâb ve kabûl ve
kabz işlemleri yapılınca, bağış başkanın mülkü olur. Küçük çocuğa verilen
hediyyeyi, kendisi, anası veyâ velîsi kabz edebilir. Taksîmi mümkin olmıyan
malı hibe etmek câizdir. Mal hibe olunur. Menfe’at hibe olmaz. Bir malın yalnız
menfe’atini, ya’nî kullanılmasını hibe etmeğe (Âriyet)
denir. Bu mal, kullananın elinde emânet olur. Evi, oturmak için
âriyet vermek câizdir.
Taksîmi mümkin olan malın parçası taksîmden sonra
hibe olunur. Binânın parçası, ağaçdaki meyve ve tarladaki ekin böyledir. İki
kişinin ortaklaşa mâlik oldukları bir malı [meselâ bir evi], bir kişiye hibe
etmeleri câizdir. Bir kişinin [bir malı] iki [veyâ dahâ fazla] kişiye hibe
etmesi câiz olmaz. [Taksîmi mümkin ise, ayırıp, parçalarını herbirine ayrı ayrı
vermelidir. Bunun için, bağışın yardım kurumuna değil, kurumun başkanına
yapılması lâzımdır. Bağış, hükmî şahsa değil, hakîkî şahsa verilince, sahîh
olur.] [Bir malın] iki fakîre sadaka verilmesi câizdir. Fakîre hibe edince,
sadaka olur. Zengine sadaka diyerek verilen, hibe olur. Mahrem akrabâsı veyâ
nikâhlısı olmıyan kimseye hibe edilen malı geri almak câizdir. Fekat karşılığı
verilmiş ve kabz edilmiş ise, verilen şey çoğalmış ise yâhud ikisinden biri
ölmüş ise veyâ verilenin mülkünden çıkmış ise, geri alınamaz. Hayvânın
yaşlanması, büyümesi, nebâtın büyümesi, kumaşın boyanması, kesilip biçilmesi,
çoğalması sayılır. Verilen şeyin mikdârının veyâ kıymetinin azalması, geri
alınmasına mâni’ olmaz. Karşılığı bir başkası da verebilir. Karşılık olduğu
söylenmiyerek verilen şey karşılık olmaz. Karşılık az veyâ çok olabilir.
[Hibeyi alanın verdiği makbûz karşılık olur.] Belli bir şeyi karşılık vermesi
şartı ile hibe etmek câizdir. Karşılığı kabzdan önce herhangi biri
vazgeçebilir. Kabz edildikden sonra, ancak ikisinin rızâsı ile vazgeçilebilir.
Birisine, (Ölünciye kadar evimde otur!) demek câizdir. Ölünce ev, sâhibine,
ölmüş ise vârisine geri verilir. (Evimde otur. Birimiz ölünce, ev kalanın
olsun!) demek bâtıldır. Biri birinin ölmesini bekleyeceği için, buna (Rukbî) denildi. Mülk sâhibi olmağı ölüme ve
başka tehlükelere bağlamak sahîh değildir. [Yangın, ölüm, kazâ gibi sigortalar,
bu bakımdan câiz olmadıkları gibi, kumar oldukları için de harâmdırlar.] Sadaka
verilen şey, hiç geri alınamaz. Malından bir mikdârını sadaka vermeği adayan
kimse, bu sadakayı zekât malından verir. [Ticâret malı yoksa, altın veyâ
gümüşden geçerli olanı verir.] Başka mallardan veremez. Mikdâr bildirmedi ise,
her cins zekât malından mâlik olduklarının hepsini verir. [Kâğıd ve her metal
para, zekât malı değildirler. Altın ve gümüşden para olarak geçerli olanın
karşılığı olarak kullanılan senedlerdir. Bunların yerine, kıymetleri kadar,
altın, gümüş verilir.] Evini [veyâ belli bir malını] sadaka etmeği adayan
kimse, bunu veyâ kıymeti kadar altın, gümüş sadaka verir. (İhtiyâr)dan terceme temâm oldu.
214 - Aşağıdaki yazılar, (Mecelle) kitâbından alınmışdır:
833) Bir malı,
karşılıksız olarak başkasına vermeğe (Hibe) denir.
Malı teslîm aldığı zemân, onun mülkü olur.
834) Hibe etmek için
birisine getirilen veyâ gönderilen mala
(Hediyye) denir. [Birisine hediyye göndermek, ona olan
sevgiyi bildirmek olur. Hadîs-i şerîfde, (Bir din kardeşinizi seviyorsanız, sevdiğinizi kendisine
bildiriniz!) buyuruldu. Bunun için, hediyye vermek ve hediyye kabûl
etmek sünnetdir.]
835) Sevâb kazanmak için
fakîre hibe olunan mala (Sadaka) denir.
836) Birşeyi karşılıksız
yimesi için birine izn vermeğe (İbâha) etmek
denir.
839) Birşey demeden
karşılıklı vermek, hibe olur.
840) Birinin göndermesi,
ötekinin kabzı hibe olur.
841) Bu malı sana hibe
etdim dese, öteki de, orada kabz etse, ya’nî alsa hibe temâm olur.
845) Müşteri, malı teslîm
almadan başkasına hibe edebilir.
847) Alacağını borçluya
hibe etse veyâ borçluyu (ibrâ) etse,
ya’nî alacağım yokdur dese, borç kalmaz.
849) Kabz olunmadan önce,
ikisinden birisi ölse, hibe bâtıl olur.
850) Âkıl, bâlig olan
çocuğuna hibe edince, kabz etmesi lâzımdır.
853) Bâlig olmamış, âkıl
çocuğun da kabzı lâzımdır.
854) Gelecek ay başında,
şu malı sana hibe etdim demek sahîh olmaz.
855) Bir kimse, kendi
borcunu edâ etmek şartı ile birine birşey hibe etdikde, borç ödenince, hibe
lâzım olur. Ödemezse, hibeden vazgeçebilir. Ölünciye kadar nafakasını vermek ve
kendine hizmet etmek şartı ile evini birine hibe ve teslîm etdikde, hizmete
başlarsa, evi geri alamaz.
856) Hibe ederken malın
mevcûd olması şartdır. Hâzır olması şart değildir.
857) Başkasının malı,
ondan iznsiz hibe edilmez.
858) Mal ma’lûm ve
mu’ayyen olmalıdır.
859) Hibe edenin âkıl ve
bâlig olması şartdır. [Bundan dolayı, meyyitin günâhlarını, borçlarının iskâtı
için devr yapılırken, fakîrler arasına çocuk oturtulmaz.] Fekat, çocuğa hibe
etmek sahîhdir.
860) Cebr ve ikrâh ile
hibe sahîh değildir.
861) Hibe kabz edilince
mülk olur. Satın alınan mal ise, söz kesilince, kabz edilmeden evvel mülk olur.
862) Kabz edilmemiş hibe
geriye alınabilir.
873) Alacağını borçlusuna
veyâ başkasına hibe eden, vazgeçemez.
876) Düğünlerde getirilen
hediyye, getirilen kimse belli değil ise, memleketin âdetine bakılır.
879) Ölüm hastası,
vârislerinden bir kısmına hibe edemez. Malının üçde birini vârislerinden
başkasına hibe ve vasıyyet edebilir.
Bir kimse, birkaç kişi
arasından dilediğine hibe yapabileceği gibi, bunlar arasında (Kur’a) çekerek isâbet edene de hibe yapabilir.
Kur’a, başkası tarafından yapılan ikrâmiyyeye, yardıma kavuşmak istiyenler
arasında çekilir. Kur’aya katılacaklardan hiçbir karşılık istememek şartdır.
Birşey alırsa, aldıklarını dağıtmış olur. Aldıkları kendinde emânet olup,
bunları sâhiblerine vermesi lâzım idi. Kullanması harâm idi. O ise kullandı ve
çoğunun haklarını ödemeyip, diğerlerine verdi. Harâm olarak verdiklerine kendi
malından da ekledi.
215 - Birşey satan
kimsenin, akd yaparken, ya’nî söz kesilirken, müşterîye hediyye vereceğini şart
eylemesinin câiz olmadığı, fekat fâsid şartı akdden evvel söyleyip, akd
yaparken söylemezlerse, câiz olacağı (Se’âdet-i
Ebediyye) kitâbının (Fâsid olan satışlar) maddesinde yazılıdır. Buna
göre, ba’zı müşterîlerine ayrıca hediyye vereceğini ve hediyye vermenin kaç
satış devâm edeceğini ilk satışdan evvel haber verip, akd esnâsında şart etmez
ise, akdden sonra bu va’dini söylemesi ve yerine getirmesi câiz olur. Çünki
hediyyeyi böyle şart etmesi, akdden sonra, semenden bir mikdârını tenzîl etmek
olup câizdir. Semen kabz edilmiş ise, bu tenzîl, yeniden akd olur. Tenzîl
edilen mikdârı müşterîye geri verir. Semen kabz edilmemiş ise, birinci akd,
tenzîlli semen ile yapılmış olur. Her iki hâlde de, hediyye müşterinin malı,
mülkü olmakdadır. Müşterîler arasında piyango çekerek, hediyyeyi yalnız
kazananlara vermesi harâmdır. Çünki, kazanmayanların malını gasb edip, bunları
kazananlara vermiş olur.
İbnî Âbidîn
“rahime-hullahü teâlâ” (Redd-ül-muhtâr) dördüncü
cildi, Mısr baskısının yüzyirmibirinci sahîfesinde diyor ki, (Bey’in îcâbı
olmıyarak, satıcıya veyâ müşterîye fâidesi olan bir şart ile yapılan satış
fâsid olur. Bâyı’den buğdayı un yapdıkdan veyâ meyveyi topladıkdan sonra teslîm
etmesini veyâ peşin olarak pazarlık edince, semeni [parasını] vermeden önce
malı teslîm etmesini yâhud semeni başka köyde vermeği veyâ bâyı’in müşterîye
birşey hediyye etmesini, mebî’i belli bir zemân sonra teslîm etmesini şart
etmek, bey’i ifsâd eder. Fâsid satış yapmak harâmdır. Fesh etmeleri
[vazgeçmeleri] vâcibdir. Başka yerdeki birine, falanca malımı sana şu kadara
satdım veyâ seni nikâh etdim yazsa veyâ haberci gönderse, o da, teklîf olunanı
anlayınca, kabûl etse, sahîh olur.) Görülüyor ki, satıcının, alıcılara bir mal
hediyye edeceğini gazete ile
önceden ilân etmesi, okuyanların da, bu malı bunun
için satın almaları, fâsid satış olmaz. Meselâ, satın alınan mal arasından
çıkan kâğıdda, (Size şu hediyyemiz verilecekdir. Gelip alınız!) yazılı ise, bunu
alması câiz olur. Gazeteci önceden bildirip, gazete satın alınırken söylenmezse
alması câiz olur. Tüccârın ve gazetecinin şart eylediği hediyyeler, ilm kitâbı
ise, emr-i ma’rûf da olur.
(Hindiyye)de diyor ki, (Falandan alacağım para ile diyerek satın
almak fâsiddir.) Borçlusundan almış olduğu (Bono) denilen
senedi vererek birşey satın almanın câiz olmadığı, buradan da anlaşılmakdadır.
Kendisi, yeniden yazıp vermelidir.
216 - Birkaç kimse,
aralarında para, mal toplıyarak piyango çekip, isâbet etmiyenlerin, isâbet
edenlere mal, para vermelerini sözleşmelerine (Kumar)
denir. Oyun, yarış, torbadan ism, numara çekmek, içinde kendi ismi
yazılı birşeye kavuşmak veyâ bir zarara, felâkete yakalanmak, bir süâlin
cevâbını bulabilmek gibi şartların hâsıl olması şekllerinde piyangolar vardır.
Satıcıların yapdıkları piyangolar ve ziyân ve felâket sigortaları, milletleri,
fakîrleri, işçileri sömürme vâsıtalarıdır. Çünki, ziyân ve felâket sigortaları,
kumarhâneler ve bankerler, birçok kimsenin malını elinden alarak, bunu kumar ve
fâiz ile başkalarına vermekde, başkalarından aldıkları harâm paranın arslan
payı da piyangocunun, bankacının, ceblerine girmekdedir. İşçi sigortaları
yukarıdakiler gibi düşünülmemelidir. Bu sigortalarda ve emânetcide toplanan ve
ma’âşlardan kesilen malların, paraların (Lukata) hükmünde
olduklarını, büyük âlim Abdülhakîm efendi, va’zlarında bildirmişdir. Lukata,
yerde bulunan mal demekdir. Bunlar ve mâl-ı habîs, sâhiblerine geri verilir.
Sâhibleri bulunamazsa, fakîrlere verilir. Eline geçen fakîrin mülkü olurlar.
İbni Âbidîn
“rahime-hullahü teâlâ” beşinci cildde diyor ki, ok atmak ile, at koşusu ile
yarışmak câizdir. Yarışan iki kimseden yalnız birinin, (Beni geçersen, sana
şunu vereceğim. Ben geçersem, senden birşey istemem) demesi veyâ yarışmaya
karışmıyan birinin, (İkinizden kazanana şunu vereceğim. Kazanmıyan birşey
vermiyecek) demesi câizdir. (Kazanamıyan, kazanana şunu verecek) denirse, kumar
olur. Harâm olur. Kumar sözü, kamerden gelmekdedir. Kumarcılardan herbirinin
malının artmak ve azalmak ihtimâli vardır. Birinin malının yalnız artması,
ötekinin yalnız azalması ihtimâli varsa, kumar olmaz. Eğer, üçüncü bir kimse,
ikisinin atlarını geçmesi şübheli olan bir at ile yarışa katılıp, (Sizi
geçersem, ikinizden de alırım. Siz beni geçerseniz, size birşey vermem,
hanginiz ötekini geçerse, ondan alır) demesi de câiz olur. İki ilm adamı, bir
süâle farklı cevâb verdiklerinde, mal üzerinde
sözleşmeleri de böyledir. Evkaf idâre meclisi reîsi
Kemâl Âtıf beğ “rahime-hullahü teâlâ”, 1330 [m. 1912] târîhli (Mecelle şerhi), 1151. maddesinde diyor ki,
(Kur’a üç nev’dir: Ortaklardan ba’zısının hakkını ibtâl etmek, bunu hakkından
mahrûm etmek için olur ki, bâtıldır. Harâmdır. Aynı vasfları, şartları hâiz
kimseler arasından birini seçerken, kalbleri kırılmasın diye aralarında kur’a
çekmek câizdir. Bir mala müşterek mâlik olanlardan her birinin hissesini
ayırmak için de, kur’a çekmek câizdir.)
217 - Büyük fıkh âlimi
İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” (Ukûd-üd-dürriyye)
fetvâ kitâbında diyor ki:
Bir mescide vakf veyâ
hediyye edilen mumun yarıdan azı kalsa, imâmın, müezzinin alıp evine götürmesi
âdet olan yerlerde almaları câiz olur.
Tarladan alacağı mahsûlün
belli kısmını Ömere vereceğini va’d edince, vermesi lâzım olmaz. Verirse, iyi
olur.
Yabancı kadınla bir yerde
yalnız kalmağa (Halvet) denir ki,
harâmdır. Fekat, borclusu kadın kaçarsa, arkasından evine girip, borcunu almak,
ihtiyâr kadınla kalmak ve aralarında perde olunca kalmak câiz olur.
Erkeğin, nikâh ile alması
ebedî harâm olan kadınların, meselâ zevcesinin annesinin ve büyük annelerinin
ve kendi halasının, teyzesinin ve anası, babası halalarının, teyzelerinin
başlarına, kollarına ve bacaklarına şehvetsiz bakması câizdir. Süt ile akrabâ
da, neseb ile akrabâ gibidir. [Âhıret kardeşi, böyle akrabâ değildir.]
Çalgı ve oyun âletlerini
satmak, satın almak ve bunları ve çalgıcı, şarkıcı insanları ve zinâ eden
kadını kirâ ile tutmak câiz değildir.
Evliyânın kabrlerine
örtü, sarık koymak, üzerlerine türbe yapmak, câhilleri, gâfilleri edebli,
terbiyeli yapacağı için câizdir. Onların mubârek rûhları, kabrlerinde hâzır
olurlar. Burada edebli, terbiyeli bulunanlar, rûhlarından feyz, bereket
alırlar. [Sanduka, türbe yapmak, örtü, sarık koymak, ölüler için değildir.
Dirilerin edebli olarak feyz almaları, fâidelenmeleri içindir. Görülüyor ki,
bunlar, ölü için değil, diriler için yapılmakdadır.]
Dirilerin yapdığı
düâların ölülere fâide vereceğini, âlimler sözbirliği ile bildirmişlerdir.
Kur’ân-ı kerîm okuyup da sevâbını ölülerin rûhlarına gönderince, onlara fâide
vereceğini üç mezheb âlimleri bildirmişdir.
Kandil, bayram
gecelerinde minârelerde ve başka yerlerde fazla ışık yakmak câiz değildir.
Kadının güzelliğini ve
başka harâm şeyleri bildiren şarkı,
bunları tegannî harâmdır.
Âlimin, delîllerini
bilerek [dîne hizmet niyyeti ile] mezheb değişdirmesi câizdir. Câhilin,
dünyâlığa, şehvetine kavuşmak için başka mezhebi taklîd etmesi câiz değildir,
mekrûhdur. Âlimin böyle yapması harâmdır. Bulunduğu mezhebin fıkh bilgilerini
öğrenmesi güç olan kimsenin, öğrenmesi kolay olan mezhebe geçmesi vâcib olur.
Zîrâ, dört mezhebden birinin fıkh bilgilerini öğrenmek, câhil kalmakdan
hayrlıdır.
Fenâ kokulu şey
yiyenlerin ve üstü, başı, yarası fenâ kokanların câmi’lere ve toplantılara
girmeleri câiz değildir.
Biti, akrebi ve her
hayvânı diri iken yakmak câiz değildir. İçinde karınca bulunduğu zan olunan
odunu [bir yere çarparak silkeledikden sonra] yakmak câizdir. Kuduz köpek gibi
zararlı hayvânları eziyyet etmeden öldürmek câizdir. Başka çâre olmayınca
yakmak câiz olur. Zarar vermiyen hayvânları öldürmek mekrûhdur.
Kabûl edeceği zan olunan
kimseye emr-i ma’rûf yapmak vâcibdir. Kul hakkıdır.
Hadîs-i şerîfde, (Sakalınızı
uzatarak ve bıyığınızı kırkarak müşriklere muhâlefet ediniz!) buyuruldu.
Üstü, başı, elbisesi temiz, güzel olanın sözü, nasîhatı, te’sîrli, kıymetli
olur. Böyle olmak sünnetdir. Bunun için, bıyığın kısa olması sünnetdir. [İbni
Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” (Redd-ül-muhtâr)da,
orucun mekrûhlarında diyor ki, (Hadîs-i şerîfde (Sakalı
uzatın!) buyuruldu. Bu emr, sakalı bir tutamdan kısa yapmayın ve
kazımayın demekdir. Sakalı bir tutam, ya’nî dört parmak eninde uzatmak
sünnetdir. Fazlasını kesmek de sünnetdir. Bir tutamdan kısa olmasına hiçbir
âlim izn vermemişdir. Bir tutam, çeneyi alt dudak kenârından avuçlıyarak
ölçülür. Kazımak da, yehûdîlere ve mecûsîlere benzemek olur.) Kâfirlerin kötü
işlerini taklîd etmenin mekrûh olduğu, nemâzın mekrûhlarında yazılıdır. Zemâna
uymak için kazımak mekrûhdur. Sakalı, kadınlara benzemek için kazımak harâmdır.
Özr ile kazımak câizdir. Ba’zan fitneye sebeb olmaması için kazımak lâzım olur.
Sakalı bir tutamdan kısa yaparak, sünnet olan sakalı uzatdığını zannetmek
bid’atdir. Bid’at işlemek harâmdır. Büyük günâhdır. Böyle kısa sakalı bir
tutama kadar uzatmak vâcib olur.]
Peygamberimizin
“sallallahü aleyhi ve sellem” dedeleri, nineleri, Âdem aleyhisselâma kadar, hep
mü’min idi. Mâlikî âlimlerinden Ebû Bekr Arabî “rahime-hullahü teâlâ”,
(Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek babası Cehennemdedir diyen
mel’ûndur) buyurdu. Bu, i’tikâd mes’elesi değildir. Kalb ile bir ilgisi yokdur.
Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
incitecek şey söylemek câiz değildir.
Müctehid bulunmadığı
zemânda, evvelce vefât etmiş olan müctehidin fetvâsı ile amel etmek câizdir. Menfe’ati
olan bir şeyin harâm olduğu bildirilmemiş ise, o şey mubâh olur. Zararlı olan
şeyi yimek, içmek harâmdır. Menfe’ati ve zararı bilinmiyen şeye halâl denir.
Bunun için, tütün içmeğe harâm dememelidir. Hem de, dinde bid’at değildir.
Âdetde bid’atdir. Ba’zı kimselere zarar verirse, yalnız bunlara zarar verecek
mikdârda içmek harâm olur.
Bir şeyin, zemânın, yerin
uğursuz olması, yehûdîlikde vardır. İslâmiyyetde uğursuzluk yokdur. Câhillerin
sünnet veyâ vâcib sanacakları şeyi yapmak mekrûh olur.
Avâmın, ya’nî câhillerin
fıkh kitâblarına göre amel etmeleri lâzımdır. Âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i
şerîflerden hükm çıkarmaları câiz değildir. Yüzdokuzuncu sahîfeye bakınız! Fıkh
kitâblarına uymıyan bir âyet-i kerîme veyâ bir hadîs-i şerîf görülürse, bunun mensûh
veyâ te’vîlli, yâhud mercûh olduğu anlaşılmalıdır. Bunun için, imâm-ı a’zam Ebû
Hanîfenin “rahime-hullahü teâlâ” bir sözü, bir hadîs-i şerîfe uygun olmazsa, bu
hadîs-i şerîfi bilmiyormuş demek câiz değildir. Çünki, bu hadîsi işitmiş, fekat
sahîh olduğuna inanmamış veyâ te’vîl edilmesi lâzım olduğunu anlamışdır
demelidir. [Bu satırlar, (Berîka)nın
doksandördüncü sahîfesinde de yazılıdır. Vehhâbîlerin, Seyyid Kutubcuların ve
Teblîg-ı cemâ’atcı denilen mezhebsizlerin yanlış yolda ve haksız olduklarını
göstermekdedir.]
Câizdir demek, sahîh
olur, halâl olur demekdir.
Bağlı olduğu mezhebe
sâdık olmak, her işini mezhebine uygun yapmak vâcibdir. Fekat, teassub câiz
değildir. Teassub, diğer üç mezhebi haksız bilmek, onları incitmekdir. Çünki,
dört mezhebin herbiri hakdır, doğrudur.
[Bir mezhebde bulunan,
diğer üç mezhebdeki müslimânları kardeş bilir. Onları incitmez. Birbirlerini
severler, yardım ederler. Allahü teâlâ, müslimânların îmânda birleşmelerini,
Eshâb-ı kirâm gibi inanmalarını emr ediyor. Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ
anhüm ecma’în” îmânlarını öğrenip, kitâblarına yazanlara, (Ehl-i sünnet) denir. Bütün müslimânların, Ehl-i
sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” bildirdikleri gibi îmân etmeleri
lâzımdır. Sonradan çıkan selefiyye ve mezhebsizlik inanışlarının bozuk olduğunu
bilmemiz lâzımdır.
İnanışları birbirine
uymayan ve Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” inanışlarına hiç
benzemeyen kimselerin birleşmeleri, kardeş olmaları düşünülemez. Müslimânları
aldatmak için, kendi felâket yollarına sürüklemek için, kardeşlik maskesi
altında bölücülük yapıyorlar.
Bütün müslimânların tek
ve doğru olan Ehl-i sünnet inanışında birleşerek Allahü teâlânın emrine
uymaları, bu ortak inanışın hâsıl edeceği rahmet-i ilâhiyyeye, kardeşliğe, sevişmeğe
kavuşmaları lâzımdır. Ehl-i sünnetin amelde dört mezhebe ayrılmalarını dînimiz
emr etmekde, bu ayrılığın rahmet ve merhamet netîcesi olduğunu bildirmekdedir.
Amelde mezheblerin bir
aded olmayıp, dört olmasının, lüzûmlu, fâideli olduğu, akl ile de kolay
anlaşılmakdadır. İnsanların yaratılışları birbirlerine benzemediği gibi, sıcak
çölde yaşıyanlara, bir mezhebe uymak kolay olurken, kutublara yakın yerlerde
yaşıyanlara, başka mezhebe uymak kolay geliyor. Dağda yaşıyanlara, bir mezheb
kolay iken, denizcilere, bu mezheb güç oluyor. Bir hastaya bir mezheb kolay
iken, başka hastalık için, başka mezheb kolay oluyor. Tarlada çalışanlarla,
fabrikada, askerlikde çalışanlar için de, bu farklılık görülmekdedir. Herkes,
kendine dahâ kolay gelen mezhebi seçip, taklîd ediyor veyâ bu mezhebe temâmen
intikal ediyor. (Cemâ’at-i teblîgıyye) denilen mezhebsizlerin, Mevdûdîcilerin,
Abdühün ve Seyyid Kutb gibilerin istedikleri gibi, tek bir mezheb olsaydı ve
herkes tek bir mezhebe uymağa zorlansaydı, bu hâl çok güç, hattâ imkânsız
olurdu.]
Hakkını kurtarmak için ve
zâlimden kurtulmak için, yalan söylemek [ve rüşvet vermek] câiz olur.
Arabîden başka dillerdeki
fıkh kitâbları delîl, sened olamaz. İçlerinde terceme hatâsı bulunabilir.
Nemâzdan sonraki
tesbîhleri okurken otuzüç adedine dikkat etmek lâzımdır. İslâmiyyetin
emrlerinde, hikmetler, fâideler vardır. Bu adedler, ilâcın mikdârı gibidir.
Ziyâde veyâ noksan olursa, istenilen fâide hâsıl olmaz.
Ekmeği öpmek, âdetde
bid’atdir. Niyyete göre müstehab veyâ mekrûh olur.
İmâm-ı Muhammed Gazâlî
“rahime-hullahü teâlâ”, kendi zemânındaki fıkh âlimlerinin en üstünü idi.
Şâfi’î fıkh kitâbları, hep onun kitâblarından vesîkalar vermekdedir.
[Kâfirler, mezhebsizler,
vehhâbîler, bu büyük islâm âlimine ve benzerlerine, (İslâm
felesofu), yazılarına ve bütün (İlm-i
kelâm), ya’nî (Akâid) kitâblarına
da, (İslâm felsefesi) diyorlar. Hâlbuki,
islâmiyyetde felsefe yokdur. İslâm âlimleri, felesof değildir. Felsefe, din,
rûh ve ictimâî bilgi câhillerinin, bu bilgilerden, kendi kısa aklları ile ve
zemânlarındaki fennî keşflere göre, anladıklarına, ya’nî bozuk düşüncelerine
denir. İslâm âlimlerinin ki-
tâbları ise, ilm sâhiblerinin, Kur’ân-ı kerîmden ve
hadîs-i şerîflerden çıkardıkları bilgilerdir. İslâm bilgilerine felsefe demek,
pırlantayı cam parçalarına benzetmek gibidir. İslâm âlimlerine felsefeci demek
de, aslana kedi demek gibi olup, bu yüksek âlimlere hakâret etmek olur.]
Hadîs-i şerîfler,
Kur’ân-ı kerîmin örtülü ma’nâlarını açıklamakdadır. Müctehidlerin ictihâdları
bu ikisini açıklamakdadır. Hanefî mezhebindeki müctehidler, İmâm-ı a’zamın
“rahime-hullahü teâlâ” sözlerini açıklamakdadır. Fıkh ve fetvâ kitâbları da, bu
imâmların sözlerini açıklamakdadır.
Diğer üç mezheb de
böyledir.
Fetvâ vermek ve ilm
öğretmek farz-ı kifâyedir.
Müslimânlar arasında sene
târîhleri, hazret-i Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” emri ile başladı. Târîh
başlangıcının, hicret senesi Muharrem ayının birinci günü olması, Eshâb-ı
kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” sözbirliği ile kabûl edildi.
Tarladaki meyve ağaçları
kesilip satılınca uşru verilmez. Meyvelerinin uşru verilir. Meyvesi olmayıp
bey’ için yetişdirilen ağaçların ve istifâde edilen dut yapraklarının uşru
verilir. Bağçedeki meyvelerin uşru verilmez.
Nemâz borçlarının iskâtı
için vasiyyet etmek ve iskâtı defnden sonra da yapmak sahîhdir.
[Mezhebsizlerin, vehhâbîlerin, dînimizde, iskât diye birşey yokdur. İskâtı,
devri hocalar uydurmuşdur, gibi sözlerine inanmamalıdır.]
Hac etmemiş fakîrin
başkası yerine hacca gitmesi câiz ise de, Kâ’beyi görünce kendisine de hac
etmek farz olur. Bunun için Mekkede kalıp, sonraki sene de kendi haccını
yapması lâzım olur. Evvelki haccında, memleketine dönmediği için, meyyitin
haccı noksan kalmış olur. Hac için vekîl yapılan kimseye para verilirken,
istediğini yap dense, bunun meyyit için bir başkasını vekîl etmesi câiz olur.
Bâliga, âkile ve reşîde
olan kızı, babası bundan iznsiz ve vekâletini almadan tezvic etse, kız haber
alınca red edebilir. Bâliga, âkıle, reşîde kız, babasından, amcasından izn
almadan kendini küfvüne nikâh edebilir.
İlm, din ve salâh
sâhibinin kızını, vekîli olan kimse, bir câhile, fâsıka nikâh etse câiz olmaz.
Çünki, zevc ile zevcenin küfv [denk] olmaları lâzımdır.
Vefât eden adamın
zevcesine, iddeti zemânında, adamın bırakdığı maldan nafaka vermek lâzım olmaz.
[Çünki bu malda, vârislerin hakları da vardır.] İddet zemânı dört ay on gündür.
Bu ze-
mân temâm olmıyan kadın evlenemez.
Zevcesini bırakıp kaçan
kimsenin babasının, gelinine nafaka vermesi vâcib olmaz. Zevcenin birisinden
ödünç istemesi, zevci gelince ödemesi lâzım olur.
Hasta kadının zevci
zengin ise, zevcesinin ve hizmet eden kadının nafakasını vermesi lâzım olur.
Fakîr olan yetîmlere,
amcalarının oğlunun nafaka vermesi lâzım olmaz. Çünki, bunların vârisi ise de,
mahremleri değildir. Çalışamaz hâlde fakîr adamın kızının oğulları, fıtra
verecek kadar zengin iseler, bunun ve zevcesinin nafakalarını verirler. Fakîr
ve âciz kadının, erkek kardeşinin yetîm oğlu zengin ise, bunun malından kadına
nafaka vermesi için, vasîsine emr olunur. Vasî, vasıyyeti kabûl eden kimsedir.
Buğday öğütemiyen ve
ekmek pişiremiyen kadına zevcinin hâzır ekmek ve ta’âm getirmesi lâzımdır.
Ana, çocuğunu emzirmek
istemezse, babanın süt anne tutması lâzım olur. Kızının çocuklarını besliyen,
masrafını babalarından istiyebilir.
Fakîr ve âciz kadının
nafakasını, zengin olan erkek ve kız çocukları müsâvî olarak verirler.
Fakîr, hasta adamın
nafakasını zengin kardeşi verir. Zengin akrabâsı yoksa, Beytül-mâl verir.
[Hasta veyâ ihtiyâr
olduğu için çalışamayan adam ve her kadın fakîr iseler, zengin olan yedi mahrem
akrabâsının bunlara bakmaları vâcibdir. Bakmazlarsa, mahkemenin ta’yîn etdiği
ma’âş bunlardan alınır. Zengin akrabâları yoksa, devlet, beytülmâlın uşr ve
hayvân zekâtları bedellerinin toplandığı kısmından bol ma’âş verir.
Dâr-ül-islâmda bulunan her müslimân fakîre böyle yardım edilmesini islâm dîni
emr etmekdedir. Bunun için, dâr-ül-islâmda muhtâc kimse yokdur. İslâm dîninin
bu ni’metinden fâidelenmek için, dâr-ül-harbdeki müslimânların dâr-ül-islâma hicret
etmeleri vâcibdir. Dâr-ül-islâmdaki ve dâr-ül-harbdeki müslimânların
zekâtlarını kolay verebilmeleri için, (Zekât
toplama merkezleri) kurmaları iyi olur.]
Mürted olanın nikâhı
hemen fesh olur. Talâk adedi azalmaz. Tecdîd-i nikâh etmeden evvel olan çocuğu
veled-i zinâ olur. [Bir kadını nikâh etmeden evvel, bununla cimâ’ yapmak, zinâ
olur. Zinâdan hâsıl olan çocuk (veled-i zinâ) olur. Bunun babası olmaz
(Feyziyye). Bu kadını sonra nikâh ederse, bu çocuk bu erkeğin meşrû çocuğu
olur.] Mürted, âdet üzere kelime-i şehâdet söylemekle müslimân olmaz. Küfrüne
sebeb olan sözünden tevbe et-
mesi lâzımdır. Sözünün küfre sebeb olacağını
bilmemesi özr olmaz.
Veresiye satışda, paranın
kıymeti değişse, sözleşilen mikdârda ödenmesi lâzım olur. Ödünç almak da böyledir.
(Ukûd-üd-dürriyye)den terceme temâm
oldu. İşbu tercemenin arabî aslı, Hakîkat Kitâbevinin basdırdığı (Habl-ül-metin) kitâbının sonuna ilâve olarak
basdırılmışdır.
İbni Âbidîn
“rahime-hullahü teâlâ”, hazar bahsinin sonunda diyor ki, (Ba’zı yerleri altın
ve gümüş ile kaplı eşyâyı, kaplı yerlerine temâs etmeden kullanmak câizdir.
Üzerlerine temvîh, tılâ yapılmış, ya’nî yaldızlanmış ise, buna temâs ederek de
kullanmak câizdir.
Her kâfirin, müslimândan
satın aldığını söyliyerek verdiği eti yimek câizdir. Mecûsîden, mürtedden satın
aldığını söylerse, yinilmez. Zîrâ, bu sözleri dünyâlık işleri haber
vermekdedir. [Çünki, eskiden kasablar kendileri kesip satarlardı.] Bu eti satın
almış ise, bey’ bâtıl olmaz. Semenini kâfire öder. Bu eti müslimân veyâ mürted
kesdi derse, inanılmaz. Zîrâ, bu söz din işini haber vermekdedir. Kâfirin,
fâsıkın, mu’âmelâtdaki sözü kabûl edilir. Diyânâtdaki sözü kabûl edilmez.
Diyânâtda âdil bir müslimânın sözü kabûl edilir. Mülk zâil olması için haber
verenin iki kişi olması lâzımdır. Fâsıkın ve hâli bilinmiyenin mu’âmelâtdaki
haberinin doğru olup olmadığı (Teharrî) edilir,
araşdırılıp, kendi zann-ı gâlibine göre hareket eder. Bir âdil bir suya temiz
dese, diğer âdil necs dese, tâhir kabûl edilir. Biri ete tâhir dese, diğeri
necs dese, necs kabûl edilir. İki âdilin sözü bir âdile tercîh edilir. Tahtâvî
“rahime-hullahü teâlâ”, (Merâk-ıl-felâh) hâşiyesi
başında, (Teharrî) faslında diyor ki,
([Dâr-ül-harbdeki veyâ ıssız bir yerdeki] bir ete, bir âdil müslimân, bunu
mürted kesdi dese, diğer bir âdil müslimân ise, bunu müslimân kesdi dese,
yimesi halâl olmaz. Çünki, bu hayvânın kendiliğinden ölerek veyâ dinsiz
keserek, vurarak leş olması asldır, esâsdır. Müslimânın ahkâm-ı islâmiyyeye
uygun kesdiği anlaşılınca [veyâ zan edilince, yimesi halâl olur. Dâr-ül harbde
müslimân kasab aramalı. Bundan, bu niyyetle satın almalıdır.] halâl olur. Bu
misâlde, müslimânın kesdiği anlaşılmamış, esâs olan harâmlık devâm etmişdir.
Müslimânların ve dinsizlerin karışık olduğu bir yerde, ele geçen eti, müslimânın
kesdiği anlaşılmadıkca, yimesi halâl olmaz. Çünki, harâm olması asldır,
esâsdır. Harâmlığın gitmiş olduğu ise, şübhelidir. Müslimânlar çok ise, yimesi
halâl olur. Bir suyun necs olması şübheli ise, temiz kabûl edilir. Çünki, suyun
aslı temizdir. Malı harâm ile karışık olanın bu malını satın almak, alınan
harâm malın kendisi olduğu bilinmedikce, câiz olur. Çünki, malının aslının
nasıl olduğu bilinmemekdedir. Bunun için, bundan satın almak mekrûh olur.)
[Sığır, koyun, tavuk gibi eti yinen hayvân-
ların etlerini yimek halâl olması için, ahkâm-ı
islâmiyyeye uygun kesilmeleri lâzımdır. Ya’nî bir müslimânın veyâ ehl-i kitâbın
kesmesi ve keserken Allah ismini söylemesi lâzımdır. Ahkâm-ı islâmiyyeye uygun
kesilmiyen hayvân leş olur. Bunun etini yimek ve satmak harâm olur. Hayvân
kesenlerin ve satan müslimânların bunu iyi bilmeleri lâzımdır. Et satın
alırken, bunun nasıl kesildiğini sormak lâzım değildir. Çünki müslimâna hüsn-i
zân olunur.]
Düğün yemeğine da’vet
olunanın gitmesi sünnetdir. Başka ziyâfetlere gitmek müstehabdır. Harâm şarkı,
[çalgı, kumar, içki, kadın], oyun, bid’at, gîbet bulunan da’vetlere gidilmez.
Düğün, bayram gibi günlerde yerlere ipek örtüler sermek ve altın, gümüş zînet
eşyâsını raflara koymak, sultânın emrine uymak için olup, kibrlenmek, öğünmek
için olmazsa câizdir. Fekat, bunlara temâs etmemek, kullanmamak lâzımdır.
Meş’ale, kandil, mumlar, elektrik lambaları yakmak isrâf oldukları için câiz
değildir. Böyle şeyleri yapmak, ancak hükûmetin cezâ, ikâb yapmasından
korkulunca câiz olur. Harâm şeyler bulunan, kadın erkek karışık olan yere (Fısk
Meclisi) denir. Bunlara gitmek de böyledir. Tegannî, düzgün sözü düzgün ses ile
okumakdır. Kadın, içki, çalgı, gîbet bulunan sözü veyâ bunların bulunduğu yerde
okumak harâm olur. Düğünlerde davul, zilsiz def ve sahur davulu, hamam borusu
ve harbde, resmî yerlerde, belli zemânlarda [müzika, mehter ile millî ve
askerî] şarkılar çalmak câizdir. Tekkelerde, ibâdethânelerde her nev’ çalgı
harâmdır.)
218 - İşbu (Ey Oğul) kitâbında yazılı olan hadîs-i şerîfler
ve kelâmlar sahîhdir. [Lâtin harfleri ile basılırken ilâve edilen tenbîhler de,
(Ehl-i sünnet) âlimlerinin kitâblarından
alınmışdır. Bu kitâbı kalbine yerleşdir! Müslimânlığı, mezhebsizlerin
kitâblarından öğrenmiş kimselerin sözlerine ve yazılarına ve yurd dışındaki
vehhâbî kitâblarından yapılan tercemelere aldanıp da, îmânını ve amelini zâyi’
eyleme!]
Bu eseri tasnîf ederken,
müellif fakîr Süleymân ibni Cezâ’ın “rahime-hullahü teâlâ” istifâde eylediği
kitâblar şunlardır:
İhyâ-i Ulûm,
Câmi-ül-Usûl, Resûl-i Enver, Bostânül ârifîn, Mesâbih, Meşârık, İrşâdüssâbirîn,
Kûtül kulûb, Câmi-i Tirmüzî, Câmi-ül-Cinân, Behcet-ül Envâr, Mev’izâ-i Mûsâ,
Vasıyyet-i Ebû Hüreyre. Bu onüç kitâbdan ihtisâr edip çıkardığım şu eseri,
müslimânların çocukları için, hâzırladım.