212 - Tam mülk olan mâlın
zekâtını ve uşrunu vermek farzdır. Kullanılması câiz ve mümkin olan mala (Tam mülk) denir. Dört dürlü zekât malı vardır:
1- Altın ile gümüş.
2- Ticâret için satın
alınan her dürlü eşyâ.
3- Kırda ve çayırda
otlayan dört ayaklı hayvânlar.
4- Toprak mahsûlleri,
ya’nî uşr.
Ebû Hanîfe
“rahime-hullahü teâlâ” buyuruyor ki:
Yağmur veyâ nehr ile
sulanıp yerden çıkan ekinin, meyvanın ve sebzenin ve balın mikdârı ne kadar
olursa olsun, mahsûlü alır almaz, satarak onda birini fakîrlere vermek farzdır.
Buna (uşr) denir. Uşrunu vermeden yimek
harâmdır.
Altın ve gümüşün ve
ticâret eşyâsının zekâtını vermek için, nisâb mikdârı olmaları lâzımdır. (Nisâb) zenginlik ile fakîrlik arasındaki sınır
demekdir. Nisâb mikdârı, altın için yirmi miskaldir. Gümüş için ikiyüz
dirhemdir. İhtiyâc eşyâsından başka, nisâb mikdârı her cins malı olana (Zengin) denir. Bu kadar malı olmıyana (Fakîr) denir. Altın para ve eşyâ ve kadın
zînetlerinin ve diş üzerindeki altın kaplamaların ve her cins ticâret eşyâsının
ağırlıklarının toplamı yirmi miskal olursa, gümüş eşyânın ise, ikiyüz dirhem
olursa ve bundan sonra bir hicrî sene, ya’nî arabî sene elde kalırsa, o zemân
ağırlıklarının kırkda biri ayrılıp Kur’ân-ı kerîmde bildirilen sekiz sınıf
insandan birine veyâ birkaçına verilecekdir. Buna (Zekât)
denir. Bir miskal yirmi kırâtdır. Bir kırât-ı şer’î beş arpa, ya’nî
yirmidört santigramdır. Bir miskal, dörtondasekiz [4,8] gram olur. Yirmi
miskal, doksanaltı [96] gram oluyor. Doksanaltı gram altını olan, bir arabî
sene sonra, ikibuçuk [2,5] gram altını, zekât niyyeti ile ayırıp, istediği
zemân, istediği fakîre verecekdir. Bir dirhem-i şer’î ondört kırât-ı şer’îdir.
Ya’nî
üç gram ve üçyüzaltmış miligram [3,360 gram] olup,
gümüşün nisâbı altıyüzyetmişiki gram [672 gram] veyâ yirmisekiz mecîdiyyedir.
Bir mecîdiyye, yüz kırât-ı şer’î veyâ yirmidört gramdır.
Ticâret eşyâsının, nisâbı
hesâb edilirken alış fiyâtının, para olarak kullanılan damgalı altına veyâ
gümüşe nazaran kıymetleri nisâb mikdârı olunca, bu ticâret eşyâsının zekâtı,
altın veyâ gümüş yâhud, ticâret eşyâsından verilir. Şimdi, alışverişde
kullanılan kâğıd paralar altın lira karşılığı olan senedlerdir. Şimdi, gümüşün
altına nazaran kıymeti, islâmiyyetdekinden, ya’nî yedide birden çok düşük
olduğu için, zekât hesâblarının yalnız altın lira ile kıymetlendirilmesi
lâzımdır. [(İbni Âbidîn) 1271 Bulak baskısı, cild 4, sâhife 28 ve 182.]
Alacağı olan bir insanın,
elinde senedleri varsa, zekâtını vermesi lâzımdır. Fekat, senedlerin kırkda
birini veremez. Çünki senedler (deyn) olan,
ya’nî elde bulunmıyan malı gösterir. Deyn olan malın zekâtını vermek lâzımdır.
Fekat zekât, (ayn) olarak verilir. Deyn
olan mal verilmez. Ya’nî elde bulunan maldan verilir. Fakîre malı teslim etmek
lâzımdır. Sened, ayn olan mal değildir, kâğıd parçasıdır. Senedde yazılı olan
altın ise, altın vermesi, gümüş ise gümüş vermesi lâzımdır.
Kâğıd liralar da ayn olan
mal değildir. Deyn olan malı göstermekdedirler. Hükûmetlerin imzaladığı bir
deyn senedidir ve altın karşılığıdırlar. Gümüş karşılığı değildirler. Elinde
onbin liralık kâğıd parası bulunan bir kimse, bunun karşılığı olan altını
bankaya veyâ sarrafa ödünç vermiş kimse demekdir. Elindeki kâğıd para, o
altınların senedi demekdir. O hâlde, bu kimsenin, o altınların zekâtını ayn
olarak vermesi, hem de altın olarak vermesi lâzımdır. Nitekim, fulûsun, ya’nî
bakır paranın zekâtı kıymetinden verilir. Fulûs olarak verilmez. Bir malın
kıymeti, piyasaya göre karşılığı olan altın lira adedi demekdir. Bunun için,
kırkbin kâğıd lirası olan, gazetede yazılı altın fiyâtlarından fiyâtı en az
olan altın lira üzerinden,
nisâbı hesâb eder. Fiyâtı en az olan Hamîd altını
ise ve bir Hamîd altınının karşılığı binbeşyüz kâğıd lira ise, o gün için,
kâğıd paranın zekât nisâbı: 13,3 x 1500 = 19950 lira olup, kırkbin liranın
zekâtını altın olarak vermek lâzım gelir. Bunun zekâtı bin liradır. Fakîre, bin
kâğıd liranın karşılığı olan bir yarım altın lira ile bir çeyrek altın veyâ bir
altının üçde ikisi kadar, ya’nî yaklaşık beş gram ağırlığında bir altın
parçası, meselâ bileyzik veyâ yüzük verir.
Eski Libya hükûmeti,
Evkaf müdirliğindeki ilm hey’eti tarafından çıkarılan aylık (Hedy-ül-islâmî) mecellesinin 1393 Ramezân [m.
1973] târîhli sayısında, şeyh Milâd Celâsî imzâsı ile diyor ki, (Evrâk-i
mâliyyenin, ya’nî kâğıd paraların da zekâtını vermek lâzımdır. Kâğıd paraların
nisâbı, zekât verecek kimsenin bulunduğu yerdeki hükûmetin çıkardığı altın lira
karşılığındaki kıymetleri ile altın olarak hesâb edilir. Gümüş ile hesâb
edilmez. Kâğıd paraların nisâbı, yalnız altın lira ile hesâb edilir. Çünki
kâğıd paralar, altın karşılığı değerlenmekdedir.) Mısrdaki islâm âlimlerinden
şeyh Abdürrahmân Cezîrînin riyâsetindeki bir hey’etin dört mezhebe göre yazdığı
(Kitâb-ül-fıkh alel-mezâhib-il-erbe’a) kitâbı
beş cild olup, basılması 1392 [m. 1972] de temâmlanmışdır. Hakîkat Kitâbevi
tarafından İstanbulda ofset baskısı da yapılmışdır. Kâğıd paraların altın
karşılığı borç senedi oldukları, bu kitâbda da uzun yazılıdır.
Hulâsa, hükûmetin
çıkarmış olduğu altın liralardan, piyasadaki geçer değeri en aşağı olanından
onüç altın ve üçde bir altın karşılığı kadar veyâ dahâ fazla kâğıd parası
olanın, bir arabî sene sonra, bu kâğıd paranın kırkda biri değerinde altını
zekât olarak vermesi lâzımdır. [Bu kâğıd paraların altın karşılıklarının
mikdârı, borsaya tâbi’ olarak, zemânla değişmekdedir.] Çünki, zekât fakîrlere
olan borçdur. Her dürlü borç, zekât malından verilir. Zekât borcu, ayn olan
malın kendisini fakîre temlik etmekle, ya’nî fakîrin veyâ vekîlinin eline
vermekle ödenir. Kâğıd para olarak verilmez ve kabûl olmaz. Evvelce kâğıd
olarak verilen zekâtları, altın olarak devr sûretiyle kazâ etmek lâzımdır.
Mülkünde gümüşü de bulunan bir kimse, fakîrlere fâideli olmak için, nisâbı
gümüşden hesâblıyabilirse de, bu takdîrde, kâğıd paranın zekâtını da, gümüş
olarak vermesi lâzım olur ki, bu kadar gümüş para bulunsa da, fukarâya yaramaz.
Bir kimse, yanındakine söyliyerek veyâ uzakda olana mektûbla yâhud birisi ile
haber göndererek, (Benim için, şu kadar altın zekât ver. Ben sana sonra öderim)
dese, o da altınları fakîrlere verse, câiz olur. Kendisine onbin kâğıd lira
verilip veyâ gönderip, (Bu benim zekâtımdır. Bunu islâmiyyete uygun olarak,
falanca hayr müessesesine [derneğine] ver!) diye emr alan kimse,
o günkü piyasaya göre, değeri en az olan altın
lirayı öğrenir. Değeri en az olan altın lira meselâ Hamîd altını ise ve bunun o
günkü fiyâtı binbeşyüz kâğıd lira ise, onbin liranın karşılığı, 6,6 adet Hamîd
altın lirası olur. Bu kimse, yedi adet, herhangi bir cins altın lirayı veyâ
bunların ağırlığı kırkyedi buçuk gram veyâ dahâ fazla yüzük, bileyzik gibi
altını bir müesseseden veyâ sarrâfdan satın alır. Bunları, bu işleri bilen,
güvendiği fakîr bir şahsa verir. Fakîr bu altınları teslîm aldıkdan sonra, bu
kimseye hediyye eder. Böylece, zekât altın olarak verilmiş olur. Bu kimse
sonra, bu altınları emr edilmiş olan hayr müessesesine verir. Hanefî
mezhebindeki büyük âlimlerden İbni Nüceym Zeynül-Âbidîn-i Mısrî, (Eşbâh) kitâbının son kısmında buyuruyor ki,
(Elindeki malın zekâtını ayrıca vermeyip, fakîrdeki alacağını buna karşılık
yapmak isteyen kimse, fakîre zekâtını [altın olarak] verip, sonra borcu için
bunu tekrâr geri alır. Çünki, ayn olan malın zekâtı, deyn olan maldan verilmez.
Bunun gibi, bir fakîrdeki alacak veyâ bunun bir kısmı başkasındaki alacağın
zekâtı olmaz. Bir zengin, bir fakîrde olan alacağını, ona vereceği zekât yerine
sayamaz. Ya’nî fakîr, borcunu ödemiş olmaz ve zengin, bu fakîre o kadar zekât
vermiş olmaz. Zenginin bu kadar zekâtı fakîre teslim etmesi, fakîrin de bu
aldığı zekâtı zengine geri vererek borcunu ödemesi lâzımdır. Fakîr, aldığı
zekâtı geri vermezse, zengin bundan zor ile alır. Zor ile alamazsa, mahkeme
vâsıtası ile alır. Yâhud, borclu, zekâtını almak ve bunu alacaklısına vererek
borcunu ödemek için, zenginin gösterdiği birini vekîl yapar. Vekîl, zekâtı
alınca, fakîrin mülkü olur. Bununla fakîrin zengine olan borcunu öder. Fakîrin
başkasına da borcu varsa, zengin verdiği zekât ile, onun borcunun ödenmesinden
korkuyorsa, fakîr aldığı zekâtı zengine hediyye ederek geri verir. Zengin
hediyyeyi alınca, alacağını borçlusuna halâl eder, bağışlar.) (Fetâvâ-ı Hindiyye)nin altıncı, ya’nî son
cildinde de bunlar yazılıdır. Yâhud, (Fakîr başka birinden, zengine olan borcu
kadar altın ödünç alıp, bunu zengine hediyye eder. Zengin, bunu zekâtı niyyeti
ile fakîre geri verir. Sonra, alacağını fakîre halâl eder.) Kâğıd parasının
zekâtını kâğıd para olarak dağıtmak istiyen zengin de böyle yapar. Bunun için,
bir tanıdığından, dağıtacağı kâğıd liraların karşılığı kadar altın ödünç alıp,
bunları tanıdığı ve güvendiği bir fakîre zekât niyyeti ile verir. Fakîr teslîm
aldıkdan sonra zengine hediyye ederek geri verir. Sonra zengin dağıtacağı kâğıd
parasının bir kısmını bu fakîre hediyye eder. Geri kalanı dilediği hayr ve hasenâta
sarf eder. İslâmiyyete uymağa mâni’, fesâd bulunduğu zemân, bu vazîfeyi
yapabilmek için, kolay olan bir çâre aramağa, (Hîle-i
şer’ıyye) denir. İslâmiyyete uyabilmek için, Hîle-i şer’ıyye
yapmak lâzım olduğu (Hadîka)
ve (Hindiyye) kitâblarında
yazılıdır. İslâmiyyete uygun olması için, zekâtı altın olarak vermek ve
fakîrlere kolaylık olmak için kâğıd lira olarak dağıtabilmek niyyeti ile,
yukarda bildirilen hîle-i şer’ıyyeyi yapmak lâzımdır. Fekat, fakîrden veyâ
vekîlinden altınları geri aldıkdan sonra, zekât verilmiş oldu diyerek
fakîrlere, islâma hizmet eden yerlere kâğıd para vermemek, böylece islâmiyyete
uymakdan kaçmak için hîle-i şer’ıyye yapmak harâmdır. Büyük günâhdır.
Müslimânlara, böyle harâm olan hîle-i şer’iyyeyi ya’nî (Hîle-i bâtıla) yapmağı öğreten, fıkh kitâblarını
okumamalıdır. Kendi düşüncelerini din bilgisi olarak söyliyen, müslimânları
mezhebsiz yapan câhil din adamına, (Müftî-yi mâcin)
denir. Müftî-yi mâcini hâkimin ta’zîr etmesi, cezâlandırması lâzım
olur. Ticâret yapan, zekâtını altın olarak da, ticâret malından da verebilir.
292. ci ve sonraki sahîfelere bakınız!