205 - Sabr, derd ve elemi
şikâyet etmemekdir. Derd ve elemden kurtulmak için (Se’âdet-i
Ebediyye)nin 110.cu sahîfesini okuyunuz. Üç şeye sabr edersen, büyük
derece kazanırsın:
1- Herhangi bir belâya
sabr etmenin üçyüz sevâbı vardır. Belâya çâre, devâ aramak, düâ etmek, sabr
sevâbını azaltmaz.
2- İslâm bilgilerini
öğrenirken zahmet çekmeğe ve ibâdetleri yapmağa sabr etmeğe, Cennetde altıyüz
derece verilir.
3- Günâh işlememek için
sabr etmek.
Nefsin arzûlarına sabr
etmenin yediyüz derecesi vardır. Musîbet için de her nefesi için ayrı bir
derece ve sevâb alır. Malın, evlâdın gitmesi büyük musîbet olup, bunlara sabr
edenleri, Allahü teâlâ, terâzî başına getirmeğe hayâ ederim, buyuruyor.
206 - Ölümden korkma! Ve
ölümü isteme! Peygamberimiz “aleyhisselâm” buyurdu
ki: (Ölümü hâtırlayınız ve düâ ederek deyin ki: Yâ
Rabbî! Hakkımda ölmek hayrlı ise, beni öldür, çok yaşamak hayrlı ise beni yaşat!)
Cenâzelerde hizmet
etmekde bulun! Allah rızâsı için cenâzenin mezârına bir kürek toprak atıver! O
atdığın toprak, kıyâmetde terâzîne konacakdır. Cenâzeye yapılacak hizmetler (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbımızda uzun yazılıdır.
207 - Ey Oğul! Peygamberimiz “aleyhisselâm” buyurdu ki: (Bir mü’minin kabrini ziyâret eyleyen, Hak teâlâ huzûrunda
nâfile bir hacdan ziyâde sevâba nâil olur!) Allahü teâlânın rızâsı
için, (Âyetelkürsî), (Fâtiha) ve (Kulhüvellahü)yü oku ve sevâbını mevtâların
rûhlarına bağışla! Düânı bütün mü’minlerin rûhlarına şâmil et! Bütün ölülerin
adedince sevâb alasın.
208 - (Vehhâbîlik) denilen
fırkayı, Abdülvehhâb oğlu Muhammed adında Necdli bir kimse vâsıtası ile,
ingilizler kurdu. Bu alçak adam, 1206 [m. 1791] da öldü. İngiliz plânlarını
yaymak için çeşidli kitâblar yazdı. (Kitâb-üt-tevhîd)
kitâbını, torunu Abdürrahmân şerh ederek (Feth-ul-mecîd)
adını verdi. 1258 [m. 1842] de öldü. Bu şerhin çeşidli yerlerinde
diyor ki, (Ölüde his yokdur. Rûhu da ind-i ilâhîdedir. Mülhidler, ervâh
tesarruf ederler diyerek, ölülerden yardım, şefâ’at istiyorlar. Bu hareketleri
şirkdir. Melek, Nebî, Velî, kimseye yardım edemezler. Ölü, yâ hazret-i Hüseyn
gibi Cennet ni’metlerindedir, yâhud, Ticânî müşriki ve habîsi gibi veyâ
Muhyiddîn-i Arabî ve Ömer ibnül Fârıd putları gibi azâbdadırlar.
Kendilerine yapılan
düâlardan haberleri olmaz. Ölü işitir, yardım eder diyenler, dinden îmândan
çıkıyorlar. Allahın izn verdiği kimse, şefâ’at olunmasına izn verilene şefâ’at
edecekdir. Ölüye düâ etmekle, yalvarmakla izn verilmez. Mısr halkının en büyük
tanrıları olan Ahmed Bedevînin ne olduğu belli değildir. Ölülerin mezârlarına
türbe yapmak, ta’zîm etmek şirkdir. Abdülkâdir Geylânî, kendine yalvaranı
işitir, yardım eder diyorlar. Bu sözleri küfrdür. Bunların türbeleri birer
puthânedir. Hepsini yıkmak vâcibdir.) diyorlar.
Yukarıdaki yazılar
gösteriyor ki, vehhâbîlik fırkasının zuhûru, sonra (Sü’ûdî arab) devletinin
kurulması, ingilizlerin islâmiyyete hücûmlarının bir zaferi oldu. Bunlar Ehl-i
sünnete, ya’nî bize kâfir diyorlar. (Türbeler bid’atdir. Resûlullah zemânında
türbe yokdu. Sonradan yapıldı) diyorlar. Bunlara deriz ki, biz (Ehl-i sünnet) mezhebindeyiz. Bizim i’tikâdımıza
göre, (Edille-i şer’ıyye) dörtdür. Ya’nî
din bilgilerinin kaynağı dörtdür. Bu dört kaynak, kitâb, sünnet, kıyâs-ı fukahâ
ve icmâ’ı ümmetdir. Kitâb, Kur’ân-ı kerîmdir. Sünnet, hadîs-i şerîflerdir. Kıyâs-ı
fukahâ, dört mezhebin fıkh kitâblarıdır. İcmâ’ı ümmet, ilk iki asrın
âlimlerinin sözbirliğidir. Bu âlimlerden, hiçbiri, türbelere karşı birşey
demedi. Fıkh kitâbları, türbelerin câiz olduğunu yazıyorlar. Şu hâlde, türbe
yapmak ve türbe ziyâret etmek dînimizde yasak değildir. Vehhâbîler inkâr
ediyorlar. İslâm dîni, vehhâbî câhillerinin ve dinde reformcu denilen
mezhebsizlerin sakat mantıkları, sapık düşünceleri ve yaldızlı sözleri
değildir. İslâm dîni, (Edille-i şer’ıyye)den
elde edilen bilgilerdir. Vehhâbîliğin kurucusu Muhammedin kardeşi Süleymân bin
Abdülvehhâb, Ehl-i sünnet âlimi idi. Kardeşinin tutduğu yolun bozuk olduğunu
bildirmek ve müslimânların ona aldanmalarını önlemek için çok kitâb yazdı. (Savâik-ul-ilâhiyye firreddi-alel-vehhâbiyye) kitâbında
vehhâbîlere cevâb vermekde, yollarının yanlış olduğunu isbât etmekdedir. Bu
kitâb, (Hakîkat Kitâbevi) tarafından İstanbulda neşr edilmişdir. Altıncı
sahîfesinde diyor ki, (Evet, vehhâbîlerin şeyhul-islâm ismini verdikleri ve
yazılarını sened olarak aldıkları İbni Teymiyye ve talebesi İbnülkayyım
Cevziyye, gâib olandan ve ölüden yardım istemek, onun için adak yapmak veyâ
Allahdan başkası için kurban kesmek, kabri öpmek, toprağını alarak
bereketlenmek harâmdır dediler. Şirk-i ekber demediler. Hiçbir âlim, böyle
yapan müşrik olur demedi. Dört mezheb âlimleri, küfre sebeb olan şeyleri uzun
yazdılar. Böyle yapanın mürted olacağını hiçbiri bildirmedi. Böyle yapanların
müslimân olduklarını bildirdiler.) Yûsüf Nebhânî “rahime-hullahü teâlâ” (Şevâhid-ülhak) kitâbının yüzkırkbirinci
sahîfesinde diyor ki, şâfi’î âlimlerinden Şihâbüddîn Remlî “rahime-hullahü
teâlâ” fetvâsında buyur-
du ki, (Peygamberler “aleyhimüssalevâtü
vetteslîmât” öldükden sonra mu’cizeleri, Velîler de “kaddesallahü teâlâ
esrârehümül’azîz” öldükden sonra kerâmetleri devâm eder. Bunun için, öldükden
sonra da bunlara istigâse, tevessül edilir.) Abdülhay Şernblâlî de,
Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ile ve Evliyâ “kaddesallahü teâlâ
esrârehümül’azîz” ile tevessülün câiz olduğunu uzun isbât etmekdedir. İbni
Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ”, birinci cild sonunda buyuruyor ki, (Âlimlerin,
Seyyidlerin, Velîlerin, umûma vakf edilmiş olmıyan yerdeki kabrleri üzerine
türbe yapmak câizdir.) Beşinci cildde lebs faslında diyor ki, (Evliyânın, sâlihlerin
kabrleri üzerine, sanduka, örtü, sarık sarmak mekrûh denildi. Bize göre,
meyyite ta’zîm ve hurmete sebeb olmak, hakâret edilmemek, gâfillerin edebli
olmaları için, bunlar câizdir. Ameller niyyete göredir.) Vehhâbîler, Kur’ân-ı
kerîme ve hadîs-i şerîflere yanlış ma’nâ veriyorlar. Kendi anladıklarına
inanmıyanlara kâfir diyorlar. [(Feth-ul-mecîd) adındaki
vehhâbî kitâbında yazılı olan yalanlara ve iftirâlara, (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbımızda vesîkalarla uzun
cevâblar verilmiş, kitâbın yazarı rezîl edilmişdir.]
[Tenbîh: İbni
Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ”, bâgîleri anlatırken diyor ki, (Hâricî denilen
kimseler, şübheli olan (birkaç ma’nâ çıkarılabilen) delîlleri te’vîl ediyorlar.
Ya’nî ba’zı âyet-i kerîmelere ve mütevâtir olan hadîs-i şerîflere, açık ve
meşhûr olmıyan ma’nâlar veriyorlar. Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh”
askerinden ayrılarak ona karşı harb edenler böyle idi. Hâkim ancak Allahdır.
Hazret-i Alî, iki hakemin hükmüne uyarak, hilâfeti Mu’âviyeye “radıyallahü
teâlâ anh” bırakmakla büyük günâh işledi, dediler. Onunla harb etmelerine bu
yanlış te’vîlleri sebeb oldu. Kendileri gibi inanmıyanlara kâfir dediler.
Hâricîler ve vehhâbîler gibi, şübheli delîlleri yanlış te’vîl ederek, kat’î
delîle uymıyan iş yapanlara, müctehid olan fıkh âlimleri kâfir demediler. Bâgî,
âsî, bid’at ehli olduklarını söylediler. Türkçede sapık, denilmekdedir.
Delîllerde kat’î, (açık olarak) anlaşılan tek bir ma’nâya inanmıyan ise kâfir
olur. Âlemin yok olacağına, ölülerin tekrâr dirileceklerine inanmamak böyledir.
Alî ilahdır, Cebrâîl vahy getirirken yanıldı diyen de kâfir olur. Çünki bu
sözler, te’vîl ederek, ictihâd için uğraşarak anlaşılan ma’nâlar değildir.
Nefse uymakdandır. Hazret-i Âişeyi “radıyallahü teâlâ anhâ” kazf eden [ya’nî
kötüleyen] ve babasının “radıyallahü teâlâ anh” sahâbî olduğuna inanmıyan da
kâfir olur. Çünki ikisi de, Kur’ân-ı kerîmde açık olarak bildirilen delîli
inkârdır. Fekat, hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömeri seb eden ve
halîfeliklerine inanmıyanın te’vîli varsa, kâfir olmaz. Müslimânların
mallarına, canlarına saldırmak gibi kat’î açık olan harâm-
lara te’vîli olmadan halâl diyen kâfir olur.
Kitâbdan ve sünnetden, şübheli bir delîli te’vîl ederek söyleseydi, kâfir
olmazdı.)
Görülüyor ki, müslimân
olduğunu söyleyip ibâdetlerini yapan, ya’nî (Ehl-i
kıble) denilen bir kimsenin Ehl-i sünnete uymıyan bir inanışı,
ma’nâsı açık olan bir delîli inkâr olursa, te’vîl ile olsa da, olmasa da küfr
olur. Buna (Mülhid) denir. Bu inanış,
açık olmayıp, şübheli olan bir delîli inkâr olursa veyâ açık delîle uymayan bir
iş ise, te’vîli varsa, küfr olmaz. Bid’at olur. Te’vîlden haberi olmayıp,
bid’at sâhibi âlimleri taklîd ile veyâ nefse uyarak, dünyâ çıkarları için ise,
yine küfr olur.
İster Ehl-i sünnet olsun,
ister bid’at sâhibi olsun, dînini dünyâ çıkarlarına âlet eden, ya’nî dünyâlığa
kavuşmak için dîninden veren câhillere, (Din
yobazı) denir. Îmânı olmadığı hâlde, müslimânları aldatarak
îmânlarını yok etmek, islâmiyyeti içerden yıkmak için, müslimân görünüp, küfre
sebeb olan şeyleri isbât etmek için, delîlleri yanlış te’vîl edene, (Zındık) denir. Kendisini müslimân ve fen adamı
tanıtıp, dîni, îmânı bozan şeyleri fen bilgisi diyerek söyliyen yalancı
kâfirlere, (Fen yobazı) denir. Fen
yobazlarının da zındık oldukları evvelki maddelerde bildirilmişdi. Fen
yobazları, ittihâdcılar tarafından, Tanzîmâtın i’lânından beri, ingilizlerden,
masonlardan para, mevkı’ gibi menfe’atler sağlıyarak, islâmiyyete saldırmışlardır.
Hakîkî islâm âlimleri, din yobazlarına, kuvvetli cevâblar vererek onları
susdurmuşlar, müslimânları bunların şerlerinden kurtarmışlardır. Fen yobazları
ise, islâm düşmanı, ilerici denilen devlet adamlarından yardım görmüşler,
istediklerini çekinmeden söylemişler ve yazmışlar, birbirlerini överek,
yalanlarının yayılması kolay olmuş, islâmiyyete dahâ çok zarar vermişlerdir.]
İslâm bilgilerinde âlim olan bid’at sâhiblerine ve mülhidlere ve bunların
yolunda olan câhil taklîdcilere, (Mezhebsiz) denir.
Mezhebsizler ve îmân hırsızları olan zındıklar, (Dinde
reformcu) olarak ortaya çıkmakdadırlar. İcmâ’, delîl değildir diyen
kâfir olmaz. Bid’at sâhibi olur. Hâricîler, şî’îler, vehhâbîler böyledir.
Bunların icmâ’a muhâlif sözleri küfr olmaz.
209 - Âdetler, (Delîl-i şer’î) olamaz. Din, âdetlere tâbi’
olamaz. Âdetlerin, modaların islâmiyyete uygun olması lâzımdır. Bir işin
islâmiyyete uygun olmasını sağlamak için, bu iş ile ilgili çeşidli kavller
varsa, bunlardan zemâna ve şahsa uygun, elverişli olan kavle uygun olması
sağlanır. (Ahkâm zemân ile değişir) sözünün bu demek olduğu, (Berîka)da, fitne bahsinde yazılıdır.
210 - Çocuklarına
dinlerini, îmânlarını öğretmek, kul hakkıdır. Yarın öğretmeğe vakt bulamazsın.
211 - Beş kısm insanlar
Cehenneme gideceklerdir:
1- Beş vakt nemâzı özrsüz
terk edenler. Kazâ etmeyenler.
2- İçki içip ve tevbe
etmeyen.
3- Zekât ve uşur
vermeyen.
4- Ana-babasına karşı
gelen.
5- Câmi-i şerîflerde
dünyâ için konferans verenler, nutuk söyleyenler. Hele hutbe esnâsında
cemâ’atin veyâ hatîbin hutbeden başka konuşmaları büyük günâhdır.
Âkıl ve bâlig olan her
müslimânın, hergün vaktleri gelince, beş kerre nemâz kılmaları ve her birisini
vaktinde kıldığını bilmeleri farzdır. Câhillerin, mezhebsizlerin hâzırladıkları
takvîmlere uyarak, vaktinden evvel kılmak büyük günâh olur ve bu nemâz sahîh
olmaz. Kız ve oğlan çocuk yedi yaşına gelince, nemâz kılmalarını emr etmek
velîsi üzerine vâcib olur. Oruc tutmaları için de emr eder. İçki içmemesi için
de emr eder. İyi işlere alışdırır. Kötü işleri yapmamasını emr eder. On yaşına
gelince, nemâz kılmaları için, el ile vurulur. Değnek ile döğülmez. Falaka ile
vurulmaz. El ile üçden ziyâde dahî vurulmaz. Velîsinden başkası döğmez. [Velîsi
izn verirse, hocası el ile, üç kerre döğer. Falakaya bağlayıp ayaklarına sopa
ile vurmak câiz değildir.] Değnek ile döğmek, âkıl, bâlig olup cinâyet işliyen kimseye
[ve hâkimin karâr vermesi ile] câiz olur. [Erkeğin zevcesini sopa ile döğmesi
de câiz değildir.] On yaşındaki çocukların yatakları da ayrılır. Kimse,
kimsenin yerine, onun borcu olan nemâzı kılamaz. Kendi kıldığı nemâzın ve başka
ibâdetlerinin sevâbını, diri veyâ ölü olan başkasına hediyye etmek câizdir.
Alacaklının, alacağını istememesi için, nemâz kılıp, sevâbını ona bağışlamak
câiz değildir. Bir Dank, ya’nî bir dirhem gümüş kıymetinin altıda biri kadar
[Takrîben iki buçuk kırât-ı şer’î veyâ yarım gram gümüş kadar] borc için,
şartlarını gözeterek kılmış olduğu nemâzlardan, yediyüz nemâzının sevâbı,
kıyâmet günü, alacaklısına verilecekdir. Borclunun sevâbları biterse
alacaklısının o kadar günâhı, ona yükletilecekdir. [Zevcesini boşayınca, mehr
parasını ona hemen vermek de, kul hakkıdır. Ödemezse, dünyâda cezâsı ve
âhıretde azâbı çok şiddetlidir. Kul haklarından en mühimmi ve azâbı en çok
olanı, akrabasına ve emri altında olanlara Emr-i ma’rûf yapmamakdır. Bunlara
din bilgisi öğretmeği terk etmekdir. Onların ve bütün müslimânların dinlerini
öğrenmelerine ve ibâdetlerini yapmalarına, işkence ederek veyâ aldatarak mâni’
olanın kâfir olduğu, islâm düşmanı olduğu anlaşılır. Bid’at sâhiblerinin,
mezhebsizlerin, sözleri ile, yazıları ile, Ehl-i sünnet i’tikâdını
değişdirmeleri, dîni, îmânı bozmaları da böyledir. Nemâzın farz olduğuna,
birinci vazîfe olduğuna inanmıyan, ehemmiyyet vermiyen, kâfir olur.] Farz
olduğuna inanıp da,
tenbellik ile, özrsüz kılmıyan fâsık olur.
Kılıncaya veyâ ölünceye kadar, hâkim tarafından habs olunur. Arada bir nasîhat
verilir. Hadîs-i şerîfde, (Kâfiri müslimândan ayıran şey, nemâz kılmamasıdır) buyuruldu.
Bunun için, tenbellik ederek nemâz kılmıyana, hanbelî mezhebinde kâfir
denilmişdir. Terk etmek, tenbellikle, bile bile kılmamak demekdir. [Özr ile
kaçırmağa, fevt etmek denir.] Özr ile vaktinde kılınmıyan nemâzları acele kazâ
etmek farzdır. Âilesinin nafakasını kazanacak kadar tehîr etmesi câiz olur.
İbni Teymiyyenin (Kazâ nemâzı kılmıyanın, hayrâtü hasenâtı kazâ nemâzı olur.
Bunun kazâ kılması lâzım gelmez) sözü dalâletdir.