127 - Bayram günü âile,
çoluk çocuk ve yakın akrabâna güzel ve güler yüzlülükle muâmele eyle! Ramezân
ayında ayırmış olduğun zekâtını, bayram günlerinde fakîrlere ver! Oruc
tutamıyan, fıtrasını verir (Feyziyye). [Sadaka-i fıtrını bir kişi için yarım
sâ’ buğday olarak hesâb edip, kendinin ve fıtra nisâbına mâlik olmıyan küçük
çocuklarının fıtralarını buğday olarak veyâ kıymeti kadar altın, gümüş,
müslimân fakîrlere bayramın birinci günü bayram nemâzından evvel ver. Nemâzdan
sonra ve Ramezânda vermek de câizdir. [(Tergîbüssalât)
da ve (Ni’met-i islâm) da
diyor ki, (Zekât nisâbı mikdârı kadar her nev’ malı bulunan kimseye zengin
denir. Bayramın birinci günü, fecr tulû’ ederken zengin olan müslimânın fıtra
vermesi vâcib olur. Bu vaktden önce vefât eden veyâ fakîr olan kimsenin ve
sonra îmân eden veyâ doğan ve zengin olanın vermesi vâcib olmaz. Önce îmân
edenin ve sonra fakîr olanın fıtra vermesi lâzımdır. Bayram nemâzından evvel
vermek efdaldir. Nisâba mâlik oldukdan sonra, sene dolmadan fakîr olanın, zekât
vermesi ise, afv olunmakdadır. Sadaka-i fıtr vermek, şâfi’îde, Ramezânın son
günü, güneş gurûb ederken vâcib olur.)] Sâ’ (8) rıtl mercimek alan bir hacm
ölçüsüdür. Bir rıtl 130 dirhem veyâ 91 miskaldir. Bir miskal hanefîde 4,8 ve
şâfi’îde 3,45 gramdır. Yarım sâ’ buğday hanefîde 1748 gramdır. Şâfi’îde bir sâ’
694 dirhem veyâ 1680 gramdır. Bir dirhem-i şer’î, hanefîde 14 kırat veyâ 3,36
gramdır. Şâfi’îde, 16,8 kırat veyâ 2,42 gramdır. Bir kırat, hanefîde
128 - İlm meclisine
gitmenin fazîlet ve derecesi çok büyükdür. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir
kimse din âlimlerinin ve sâlihlerin [ya’nî İslâmın beş şartını devâm
üzere yapanların] yanına gitse, her bir adımına Hak
teâlâ, kabûl olmuş nâfile bir hac sevâbı ihsân eder. Zîrâ, âlimleri ve
sâlihleri Hak teâlâ sever. Allahü teâlânın evi olsaydı, bu kimse o evi ziyâret
eyleseydi, ancak bu sevâbı kazanırdı.)
129 - Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz
buyurdu ki: (Yâ âlim, yâ müteallim [ya’nî
talebe] veyâhud bunları dinleyici ol! [Kitâblarını
oku!] Bu üçünden olmayıp dördüncüsünden olursan, [ya’nî
hiçbirinden olmazsan] helâk olursun.) [İlmihâl
kitâbı okumayan dînini öğrenemez. Dînini öğrenmiyenin dîni, îmânı gider. Din
düşmanlarının yalanlarına aldanıp kâfir olur.]
130 - Birbirine dargın
olanları barışdırmağa çalış! Hazret-i Mû-
sâ aleyhisselâm, Allahü teâlâya sordu: Yâ Rabbî!
Birbiri ile dargın olan iki kişiyi barışdıran ve Senin rızânı bulmak için zulm
etmeyen kimseye ne ecr verirsin? Hak teâlâ
buyurdu ki, (Kıyâmet gününde onlara selâmet verir,
korkduğu şeylerden emîn eder, umduğu şeylerle şereflendiririm.) Rivâyet
edilir ki, Mûsâ aleyhisselâma cenâb-ı Hak
sordu: (Yâ Mûsâ, sana Peygamberlik vermeme sebeb
olan şeyi biliyor musun?) Mûsâ aleyhisselâm hayır dedi. Hak teâlâ
buyurdu ki, (Sen birgün koyun bekliyordun. Bir
koyun sürüden ayrılarak kaçdı. Sen onu sürüye katmak için arkasından yürüdün.
Bir hayli yol gitdin. Hem sen ve hem de koyun yoruldu. Nihâyet koyunu
yakaladığın zemân, koyunu tutup şöylece hitâb eyledin: Yâ koyun, ne zorun vardı
da, böylece hem kendini ve hem de beni zahmete sokdun ve her ikimizi de yordun?
Hâlbuki, o ânında son derece yorgun ve hiddetli idin. İşte, o hiddetli ve
gazablı zemânında hırsını yenip rıfk ile [ya’nî güzellikle] muâmele etdiğin için, sana Peygamberlik derecesini ihsân
eyledim.)
131 - Fakîrlere merhamet
ile muâmele eyle! Zenginlere ise zenginlikleri için tevâzu’ gösterme! Din
düşmanlarını, islâmiyyeti beğenmeyenleri, nemâz kılmayanları sevme ki, kıyâmet
gününde selâmet ve se’âdet bulasın.
Bir çocuk gördüğün zemân,
bunun günâhı yokdur, benim günâhım vardır. Binâenaleyh bu çocuk benden dahâ
fazîletlidir. Bir yaşlı müslimân gördüğün zemân, bu benden dahâ fazla ibâdet
eylemişdir, binâenaleyh benden dahâ fazîletlidir. Bir islâm âlimi görünce, ben
câhilim, bu benden ziyâde âlimdir, öyle ise, benden dahâ fazîletlidir. Bir
câhil görünce, bu bilmeden günâh işler. Fekat ben bilerek işlerim, öyle ise, bu
benden efdaldir. Bir kâfir görsen, olur ki, dünyâdan îmân ile gider. Benim
îmânla gidip gitmeyeceğim ise, belli değildir. Şu hâlde, benden dahâ
fazîletlidir diye düşünmelisin! Müslimânlara karşı kibr yapmazsan, Hak teâlâ
indinde yüksek derecelere vâsıl olursun.
132 - Peygamberimiz “aleyhisselâm”: (O kimseye bakma ki, dinde senden aşağıdır, zîrâ kendini
beğenip, helâk olursun. Dinde senden yukarısına bak ki, senden hayrlıdır. Malı
çok olana bakma ki, Allahın kısmetine gazab edersin. Şu kimseye bak ki, yiyeceğini
zahmet çekerek alın teri ile hâzırlar, o zemân da, Hak teâlânın sana verdiği
ni’mete şükredersin) buyurdu.
133 - Peygamberimiz “aleyhisselâm” buyurdu ki, (Bir kimsenin dünyâsı selâmetli olursa, dîni eksik olur.) [Ya’nî,
dünyâ lezzetlerine kavuşmak için, islâmiyyetin dışına taşan kimse, âhıret
lezzetlerine kavuşamaz.] Yine buyurdular ki, (Yâ
Ebâ Hüreyre!
İslâmiyyetden çıkana doğru yolu göster,
câhile ilm öğret ki, sana şehîdlik mertebesi verilir.) [Çocuklarına Ehl-i sünnet i’tikâdını, farzları,
harâmları öğretmeli, tanıdıklara din kitâbı vermelidir.]
134 - Çok mal ve mevki’
sâhibi olunca, kalbini karartıp Allahü teâlâyı unutma ve malına, rütbene
güvenip de, ibâdetden geri kalma! Malı az olan, dahâ fazla Allahü teâlâyı
hâtırlar ve Ona dahâ fazla bağlanır.
Tenbîh: Müslimânlıkda çok mal ve mevki’ sâhibi olmak fenâ değildir. Alkollü
içkileri satmakla ve çalgı, şarkı ücreti ile ele geçen ve sirkat, yalan, gasb,
rüşvet ve fâiz ile toplanılan mallar, paralar, az olsalar da, habîsdir. Bunları
kullanmak harâmdır. Halâldan kazanılan ve zekâtı verilen mal, para, ne kadar
çok olursa olsun, makbûldür. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmde, halâl olan malı
hayr diye ismlendirmişdir.
İmâm-ı Gazâlî
“rahime-hullahü teâlâ” (Kimyâ-i se’âdet) kitâbı,
üçüncü faslında buyuruyor ki: Kendini ve âilesini ve çocuklarını kimseye muhtâc
etdirmeyecek kadar çalışıp halâlden kazananlara cihâd sevâbı verilir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” bir sabâh
oturmuşdu. Sahâbeden, kuvvetli bir genç, erkenden dükkânına doğru geçdi.
Birisi, (Yazıklar olsun buna ki, Allah için biraz burada sizi dinlemeyip geçdi)
deyince, (Böyle söyleme! Eğer kendini, ana-babasını
ve ehl ve evlâdını muhtâc etmemek için gitdi ise, Allah yolundadır. Eğer zînet
için, zengin olup müslimânlara gösteriş niyyetinde ise, Cehennem yolundadır) buyurdu.
Bir hadîsi şerîfde, (Doğru
olan tüccâr, kıyâmetde sıddîklarla ve şehîdlerle berâberdir) ve bir
kerre de, (Allahü teâlâ, san’at sâhibi mü’mini
sever) buyurdu.
Bir kimse, Ehl-i sünnet
âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” meclisine kırk gün devâm eylese, kalbi
nûrlanır. Çünki, islâmiyyetin emr etdiği ilmler kalbin ışığıdır. [İlmi olmıyan
kimse, şeytâna ve islâm düşmanı olan kimselere ve gazetelerine aldanır. Ehl-i
sünnet i’tikâdında olmıyan din adamlarının yazılarını okuyanın kalbi kararır.]
Allahü teâlâ, sana fazla mal verirse bahîl olma! Din uğruna sarf et! Hâlis
müslimânların yazdığı doğru ilmihâl kitâblarını al, dağıt! Cihâd sevâbına
kavuşursun. Peygamberimiz “aleyhisselâm”
birgün, (Yâ Ebâ Hüreyre! Mü’minlerin büyüğü, benden
sonra o kimsedir ki, Allahü teâlâ ona mal verir, o da gizli ve âşikâre Hak
yoluna harcar ve yapdığı iyilikleri kimsenin başına kakmaz) buyurdu.
135 - Mahlûkatın hepsine
merhamet eyle! Peygamberimiz “sallallahü aleyhi
ve sellem” buyurdu ki, (Yer yüzündeki mevcûdâta
merhamet eyleyin ki, göklerdeki mahlûkat size merhamet ey-
lesin. Sıddîkların nişânı odur ki,
sadaka verirken gizli verir, bir belâya uğradığı zemân, bağırıp çağırmaz,
kimseye şikâyet eylemez ve o belâyı herkesden gizler ve bir günâh işlediği
zemân ardından hemen sadaka verir ki, günâhına keffâret olsun.)
136 - Fazla konuşma,
kimse ile münâkaşa etme! Her zemân sükût etmeğe devâm eyle ki, iki cihânda
selâmet bulasın. Hak teâlâ hazretlerini çok zikr edersen, kalbin ölmez ve
şeytâna da gâlib gelmiş olursun. Hak teâlâ hazretlerini çok zikreyleyenlerin
kalblerine hikmet akar.
137 - Peygamberimiz “aleyhisselâm” Ebû Hüreyreye
“radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, (Bir kimse Hak
teâlâ hazretlerine Nûh aleyhisselâmın ömrünce ibâdet eylese, kendisinde üç
haslet bulunmayınca yapdığı ibâdetden bir fâide edinemez.)
1- İlmi ile amel etmek.
2- Yidiği yemeğin halâl
olması ve halâlı da israf etmemesi. [Besmelesiz kesilen hayvânlar ve kitâbsız
kâfirlerin [müşriklerin] kesdikleri necsdir. Bunları yimek harâmdır. Bunları
Besmele ile kesen de bulunduğu takdîrde, satın alınan etin Besmelesiz kesildiği
kat’î bilinmedikçe, yimesi halâl olur. Balık tutanın müslimân olması ve Besmele
ile tutması şart değildir.]
3- Allaha âsî olmakdan
kaçınmak. [Ehl-i sünnet i’tikâdını öğrenmiyen, îmânı bunlara uygun olmıyan ve
harâmları ve farzları bilmiyen ve bunlara uymayan kimse, Allahü teâlâya âsî
olur.]
Tenbîh: Allahü teâlâya âsî olmak, ya’nî harâm işlemek
insanı dünyâda ve âhıretde felâkete götürür. Harâmlardan en büyüğü Ehl-i sünnet
i’tikâdını bilmemekdir. İkincisi nemâz kılmamakdır. Üçüncüsü içki içmekdir. (Enisül-vâizîn) kitâbı onuncu meclisinde diyor
ki: Şerâb ve serhoş eden her içki harâmdır. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem”: (Şerâb içmek, büyük
günâhların en büyüğü ve bütün fenâlıkların ve günâhların anasıdır) ve
(Bütün fenâlıklar bir yere toplanmışdır. Bu yerin
kilidi zinâ, anahtarı şerâbdır ve bütün iyilikler bir yerde toplanmışdır. Bu
yerin kilidi nemâz, anahtarı abdest almakdır) ve (Allahü teâlâyı seven ve Kıyâmete inanan kimse, içki içilen
yerde oturmasın) ve (Şerâbı yapmak,
üzümünü sıkmak, taşımak, dağıtmak, satmak ve içmek, günâhda berâberdir ve
bunların nemâzlarına, oruclarına, haclarına, zekâtlarına ve sadakalarına sevâb
verilmez. Meğer ki tevbe ederler) ve (Hurma
şerâbı da harâmdır) ve (Üzüm şirası taze
olup değişmemiş ise halâldir) buyurdu. (Buhârî-yi
şerîf) ve (Müslim)de Ebû Mûsâ
“rahime-hullahü teâlâ” buyurdu ki, (Baldan ve arpadan yapılan içkiler ve serhoş
eden her içki harâmdır.)
İmâm-ı Muhammed “rahime-hullahü teâlâ”, (Çok
içilince serhoş eden içkinin azı da harâmdır) buyurdu. Fetvâ da bunun
üzerinedir. Başka ilâç varken, bunları ilâc olarak içmek de harâmdır. Hâricden
kullanmak câiz ise de, necsdirler, uçmakla temizlenemez, yıkamak lâzımdır. [(El-fıkhü alel mezâhibil-erbe’a) kitâbında diyor
ki, (Serhoş eden sıvıların hepsi, dört mezhebde de şerâb gibi galîz, fenâ
necâsetdir. Hanefîde avuç içi yüzeyinden fazlası ile, diğer üç mezhebde
görülebilen az mikdârı ile kılınan nemâz sahîh olmaz. Şâfi’îde ve hanefînin bir
rivâyetinde, ilâc ve kolonya yapmakda kullanılan mikdârı, çok olsa da afv
edilmiş olup, nemâzın sıhhatine mâni’ olmaz.)] Esrar, afyon, eroin gibi
uyuşdurucu şeyleri keyf için yimek, içmek harâm olup, tedâvî için câizdir. Enîs-ül-vâizînin
kelâmı temâm oldu. 380. ci sahîfeye bakınız!
Sigaraya gelince, İbni
Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” (Dürr-ülmuhtâr) şerhinde
buyuruyor ki, (Tütüne halâl ve harâm diyenler oldu. Allahü teâlâ, her şeyi
halâl edip sonra, harâmları bunlardan ayırmışdır. İslâmiyyetin harâm
demediğine, kimse harâm diyemez. Tütün zâtında mubâh ise de, soğan gibi
tabî’aten mekrûhdur.) Şâfi’î ulemâsı tütünü nafakadan addetmişdir. O hâlde, az
mikdârda tütün içmeğe harâm diyen yanılıyor. İsrâf başkadır. O zemân gazete parası
da isrâf ve harâm olur. Doydukdan sonra yimek de harâmdır.
İbni Âbidîn (El-ukûd-üd-dürriyye) kitâbının sonunda, tütün
içmek harâmdır diyenlerin sözünü red etmekde, tütünün mubâh olduğunu
vesîkalarla isbât etmekdedir. Bu fetvâ kitâbının son kısmı, 1977 senesinde
İstanbulda, Hakîkat Kitâbevi tarafından (El-hablül-metin)
kitâbının sonunda basdırılmışdır.
Muâmelâtda, kâfir, fâsık
sözüne inanmak câizdir. İbâdetlerde, yalnız âdil olan müslimâna inanılır. Âdil
mi, fâsık mı belli değilse, zann-ı gâlib ile amel olunur. İslâm düşmanlarının
yaldızlı, okşayıcı yalanlarına aldanarak, ibâdetleri değişdirmemelidir.
Radyoya gelince: Radyo,
sinema, televizyon ve kitâb ve gazeteler neşr âletleridir ve propaganda
vâsıtalarıdır. Meselâ tabanca da bir âletdir. Bir kimse, tabancasını bir gâziye
verirse, gâzi cihâd ederken, o kimse de sevâba girer. Yok eğer bir şakîye, yol
kesiciye verirse, bu şakî cinâyeti işlerken, o kimse de günâha girer. Aynı
tabanca, insanı hem sevâba, hem günâha sokduğu gibi, radyo, sinema ve
gazeteler, müslimânlar tarafından idâre edilip, yalnız îmân, ibâdet, ilm,
ahlâk, san’at, ticâret gibi Allahü teâlânın emr ve müsâade etdiği şeyleri
bildirirlerse, câiz ve sevâbdırlar. Yok eğer bunlar kâfirlerin, mürtedlerin
elinde olup da, dinsizlik neşriyyâtı yapar, müslimânlıkla alay eder ve bunlarda
bid’at
veyâ harâm şeyler bulunursa, bunları almak,
dinlemek, bakmak ve okumak, bunlara gitmek, para vermek harâmdır. Bir müslimân,
evlâdını da bu harâmlardan muhâfaza etmelidir. Sıkıntı gidermek için kendi
kendine tegannî günâh değildir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”
Kur’ân-ı kerîm okurken, cenâze götürürken, harb ederken, va’z ederken bağırmağı
kerîh görürdü.
Tekkelerde bağırmak
çağırmak harâmdır. Evvel zemânda böyle bağırmazlardı. Celâleddîn-i Rûmî
“rahime-hullahü teâlâ” ney çalmadı, raks etmedi, dönmedi. Bunları, sonradan
câhiller uydurdu. Hikmet [ya’nî fen ve san’at ve fâideli şeyler] ve nasîhat
bildiren şi’rler yazmak ve sesle okumak halâldir. Şehvete âid şi’rler okumak
harâmdır. Bunları okumak kalbde nifâk yapar. Üflemekle, vurmakla, temâs veyâ
tel ile çalınan bütün çalgıları çalmak, dinlemek ve dinlemeğe gitmek harâmdır.
Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” çalgı çalınan bir yere
tesâdüf etdiğinde, mübarek parmaklarını kulaklarına tıkadılar. [Kur’ân-ı
kerîmi, mevlidi, ezânı ve ilâhileri çalgı çalarken okumak veyâ çalgı âletleri
ile okumak küfrdür.] Harâm bulunan şi’rleri okumak mekrûh, tegannî ile okumak
ve fuhş olanları okumak harâmdır. Hamam borusu, sahur davulu çalmak halâldir.
138 - İbâdetleri, meselâ
Kur’ân-ı kerîmi, mevlid, ezân okumağı, imâmlığı, düâyı para karşılığı yapmak,
bunlarda pazarlık etmek alana da, verene de harâmdır. Bunları Allahü teâlânın
rızâsı için yapmalı, hediyye verilirse, kabûl etmelidir. Hediyye veren hasîs
olmamalı, çok vermelidir. Ne kadar çok verirse, o kadar sevâbı çok olur. Dünyâ
işleri için çok verip, Allahü teâlânın rızâsı için az vermekden dahâ fenâ
bahîllik, hasîslik olmaz. İmâm, müezzin ve diğer ilmiyyenin ihtiyâcı
Beyt-ül-mâlden te’mîn edilir. Nisâba mâlik olsalar bile, ilm öğrenen ve
öğretenlere zekât ve uşr vermek efdaldir.
[(Mektûbât-i Ma’sûmiyye) ikinci cild, 36. cı
mektûbunda diyor ki, (Farz ve sünnet olan amelleri, zikri, hayrâtı, hasenâtı ve
düâ, âyet-i kerîme okumağı sevâb kazanmak için yaparken, kimseden izn almağa
lüzûm yokdur. Bunları, şifâ için, bir ihtiyâcın hâsıl olması, bir müşkülün hal
olması için okurken, te’sîr etmeleri, mürşidin, üstâdın izn vermesine
bağlıdır.) [Mürşidlerin kitâblarından öğrenip okumak, izn almak olur.] İmâm-ı
Rabbânî, üçüncü cild 25. ci ve 34. cü mektûblarında buyuruyor ki, (Zikr etmek
çok sevâbdır. Fekat, kalbi tathîr etmesi için, zikri izn ile yapmak lâzımdır.)
İzn alan, izn verenin vekîli olur. Bunun okuması, vekîl edenin okuması gibi
te’sîrli, fâideli olur.]
İbni Âbidîn buyuruyor ki:
(Büyüklerin giymeleri ve içmeleri ve yimeleri harâm olan şeyleri çocuklara
giydirmek, yidirmek ve
içirmek de harâmdır.
Abdest havlusu ve burun mendili kullanmak günâh değildir. Kur’ân-ı kerîm ile ve
düâ ile olan mıskaları yapmak ve kullanmak câizdir ve insanı korurlar. Kur’ân-ı
kerîm, maddî ve ma’nevî her derde şifâdır ve her harfi mubârekdir ve
muhteremdir. İnsanlara, hayvânlara ve eşyâya nazar değer.)
139 - Takvânın en yüksek
mertebesi Allahü teâlânın farz eylediğini işleyip, harâm kıldığını terk
etmekdir.
140 - Mü’min kardeşlerini
sevindirmeğe çalış! Zîrâ Peygamberimiz, (Bir kimse,
bir mü’min kardeşini sevindirirse, Hak teâlâ o kimsenin kalbini kıyâmet gününde
ferahlandırır) buyurdu. Yine, (Bir
kimse, bir ma’sûm çocuğu sevindirirse, Hak teâlâ o kimsenin şirkden başka
geçmiş günâhlarını afv eder) ve (Her kim
dünyâda bir mü’min kardeşinin işini görürse, Hak teâlâ, o kimsenin yetmiş işine
kolaylık ihsân buyurur. O yetmiş işin on dânesi dünyâda, altmış dânesi kıyâmet
günündedir. Bir kimse, bir mü’min kardeşinin aybını kapatırsa, Allahü teâlâ o
kimsenin bütün ayblarını kıyâmet günü kapatır!) buyurdu.
141 - Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (İnsanın işlediği hayrlı amel dâimî olmalı, dâimî olarak işlenen amel, insanı maksadına ulaşdırır.)