106 - Bir kimse Cum’a
günleri çok salevât-i şerîfe getirirse, Hak teâlâ o kimsenin yüz hâcetini revâ
kılar, bunun otuzu dünyâ, yetmişi âhıret hâcetidir.
Peygamberimiz “aleyhisselâm” buyurdu ki, (Her kim günde yüz def’a, [ma’nâsını düşünerek,] salevât-i şerîfe okursa, kıyâmet gününde güneşin
sıcaklığından kurtulup, Arşın gölgesi altında benimle berâberdir. Ve her kim
benim için bir salevât-ı şerîfe getirirse, rahmet melekleri onun günâhlarının
afv olması için düâ ve istiğfar ederler.)
107 - Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” üzerine
çok salevât-ı şerîfe getir! Zîrâ bir hadîs-i şerîfde
buyurdu ki: (Yanında ismim anılıp da, üzerime
salevât-ı şerîfe getirmeyenlere yazıklar olsun. Bir de, Ramezân-ı şerîfe
kavuşup, onu kemâl-i ta’zîm ile karşılayıp râzı etmeyen ve ana-babasının birine
veyâ ikisine kavuşup da, onların rızâlarını almayanlara da yazıklar olsun.)
108 - Bil ki, her kim bir
fakîre, onun gönlünün dilediği şeyi yidirse, Hak teâlâ hazretleri, o kimseye
Cennet-i a’lâda bin derece verir ve Cennetde kendisine birçok ni’metler ihsân
eder.
109 - Fakîrlere tasadduk
etmeği unutma! Ehline ve çoluk çocuğuna ve akrabâna verdiğin şeyler de, sadaka
yerine geçecekler. Ebû Emâmenin “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” rivâyet
etdiği hadîs-i şerîfde, (Ehline ve akrabâsına ihsân
etmekden büyük derece ne olabilir?) buyuruldu. Önce, ehline,
evlâdına halâl yidirmeli, halâl giydirmeli, sonra artan paranın zekâtını
vermeli, ondan sonra da sadaka vermelidir.
110 - Sana nasîhat şudur
ki, bu dört huy ile huylan. Zîrâ muhsinler [ya’nî iyiler] zümresinden olursun.
1- Genişlikde
[zenginlikde] zekât, darlıkda sadaka vermek.
2- Gazab zemânında
gazabını ve hırsını yenmek.
3- Başkasının aybını
görünce, onu açmayıp, kapatmağa çalışmak.
4- Hizmetciye, ehline,
evlâd ve akrabâya ihsân ederek onları hoş tutmak.
111 - Susamış kimseye su
vermek de çok sevâbdır. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Allahü
teâlâ, Cebrâîl aleyhisselâma sordu: Yer yüzüne insen ne iş yapardın?
Cebrâîl
aleyhisselâm buyurdu ki: Yâ Rabbî! Yapacağım amel, sence ma’lûmdur. Dört şey
yapardım:
1- Susamış
kimselere su verirdim.
2- Çoluk
çocuğu fazla olana yardım ederdim.
3- İki
dargın arasını bulurdum.
4-
Müslimânların ayblarını kapatırdım.)
Yine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Susamış bir kimseye su içirenlerin amel defterine yetmiş
senelik sevâb yazılır. Eğer su bulunmadığı yerde içirirse, İsmâ’îl aleyhisselâm
evlâdından birini kâfir elinden kurtarıp âzâd etmiş gibi sevâb verilir.)
112 - Her zemân çok
iyilik yap! Hak teâlâ hazretleri hayrlı iş yapan kullarını çok sever. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir kimse bir fakîre bir lokma ta’âm verse, lokma o kimseye
beş şey ile müjde eder:
1- Bir dâne
idim, beni çoğaltdın.
2- Ben
küçük iken, beni büyütdün.
3- Düşman
iken, beni dost eyledin.
4- Fânî,
yok olmak üzere iken, beni bâkî, sonsuz kalıcı eyledin.
5- Şimdiye
kadar sen beni muhâfaza ederdin. Bundan sonra ben seni muhâfaza ederim.)
113 - Sadaka ve zekât
vermekle mal eksilmez, artar. Abdürrahmân ibni Avf “radıyallahü anh”,
Peygamberimiz aleyhisselâmdan işiterek buyurdu ki, üç şeye yemîn ederim:
1- Zekât vermekle mal
eksilmez, çoğalır.
2- Zulm edilen kimse,
zâlime hakkını bağışlarsa, Hak teâlâ, kıyâmet gününde bu kulun derecesini
yükseltir.
3- Dâimâ isteyici olan
kimseyi, Hak teâlâ fakîrlikden kurtarmaz.
114 - Ebû Hüreyre
“radıyallahü anh”, Peygamberimizden
“aleyhisselâm” şöyle işitdim, diyor: (İnsanlar
tasadduk etdiği şeyi, Allah
rızâsı için verirse, Hak teâlâ
hazretlerine verilmiş gibi sayılır ki, mukâbilinde bin sevâb, [diğer bir rivâyete göre ikibin sevâb] alır.) Bir kimseye ödünç verir isen, iyilikle
ver ve iyilikle al! Ödünç verilen adam fakîr ise ve nemâz kılıyor, harâmlardan
sakınıyorsa, veren kimse, verdiğini ona bağışlarsa kıyâmet günü arş-ı a’lânın
gölgesinde gölgelenecek ve Cennetde büyük bir dereceye nâil olacakdır.
Tenbîh: Sadaka vermek nâfile ibâdetdir. Zekât vermek ve borç ödemek, birinin
hakkını iâde etmek ise, farzdırlar. Üzerinde farz borcu olanların sünnetleri ve
nâfileleri kabûl olmaz. O hâlde, bir kuruş zekâtı veyâ bir kuruş borcu olan
kimsenin sadakaları kabûl olunmaz. Milyonlarca sadaka verse, binlerce hayr
yapsa, zekâtını vermedikce veyâ borcunu ödemedikçe, hiçbiri kabûl olmaz, ya’nî
hiç sevâb kazanamadığı gibi, zekât ve borç günâhından da kurtulamaz. Zekât
hakkında, 212. ci maddede geniş bilgi verilmişdir.
115 - Bir kimseye ödünç
vermek, tasadduk etmekden dahâ hayrlıdır. Zîrâ, Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ödünç
vermek, tasadduk etmekden onsekiz derece dahâ fazîletlidir.)
Bir kişiye bir iş
yapdırdığın vakt, hemen ücretini ver! Şâyed vermeyip, hakkı kıyâmet gününe
kalacak olursa, kıyâmet günü, o şahsın da’vâcısı, Allahü teâlâ hazretleri
olacakdır. Birbirinize iş gördüğünüz zemân, ödünc alıp verdiğiniz vakt, güzel
muâmele yapın! Birbirinizin gönlünü kırmayınız. Zîrâ iyilik yapacağınız yerde,
günâh işlemiş olursunuz. Ödünç alan, ödemek niyyetiyle almalıdır. Üç sebeble
ödünç alınır:
1- Çok fakîr olup
çalışmağa kudreti olmayanın nafakasına sarf edecek kadar ödünç alması.
2- Bulunduğu yerin
âdetine göre, kirâ ile veyâ mülk olarak, korunacak bir mesken te’min etmek
için.
3- Evlenmek için.
Bu şeyler için Allahü
teâlâya tevekkül ederek ve ödemeğe niyyet etmek şartı ile borç alanlara, Allahü
teâlâ çabuk ödemek nasîb eder. Çok borç almayınız ki, râhat olasınız. Zîrâ,
borcu alan, köle gibi olur, gece gündüz üzüntülü olur.
116 - Alış veriş yaparken
ve ödünç verirken ribâdan, ya’nî (Fâiz) alıp
vermekden sakın! Ödünç verdiğin kimseden menfe’ât bekleme! Zîrâ, azıcık aldığın
veyâ verdiğin fâizin günâhı Allahü teâlâ indinde, annesiyle yetmiş def’a zinâ
etmiş gibidir. Ya’nî, fâizin azı da, çoğu da, alması da, vermesi de harâmdır.
Fâize şâhid olan, kâtib olan ve vekîl olan da, Allahü teâlâ indinde mel’ûn ve
sorumludur. Çok sakınmak lâzımdır.
Tenbîh: İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i elf-i sânî Ahmed
Fârûkî-yi Serhendî “kaddesallahü sirreh” hazretleri (Mektûbât)ın
birinci cildi, yüzikinci mektûbunda buyuruyor ki: Bir müslimâna bir mikdâr
fazla ödemesi şartı ile borç verildikde, ödenilen paranın fazlası fâiz olmakla
kalmıyor. Evvelce yapılan (akd), ya’nî
mukâvele, sözleşme fâiz oluyor. Böyle bir mukâvelenin kendisi harâmdır ve harâm
sebebi ile alınan herşey de harâmdır. O hâlde, yüz lira borç verip,
karşılığında, yüzon lira almak şartı ile yapılan akd, ya’nî pazarlık harâm
olup, alınan yüzon liranın hepsi fâiz olur, harâm olur. (Câmi’ur-rumûz) fıkh kitâbında ve İbrahîm Şâhînin
kitâbında da bu, güzel anlatılmakdadır. Fâiz ile para almağa ihtiyâcı olanlara
gelince, ribânın harâm olduğu Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça
yazılıdır ve umûmîdir. Ya’nî ihtiyâcı olana da, olmıyana da harâmdır. İhtiyâcı
olanları ayırmak, Allahü teâlânın ve Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem”
emrlerini değişdirmek olur. (Kınye) kitâbının,
bu emrleri değişdirmeğe haddi ve salâhıyyeti yokdur. Lâhor şehrindeki âlimlerin
en büyüğü olan Mevlânâ Cemâl “rahime-hullahü teâlâ” Kınye kitâbının birçok
sözlerine güvenilmez ve kıymetli kitâblara muhâlifdir, buyuruyor. Kınyedeki,
ihtiyâcı olanların fâiz ile borç alması câiz olur, sözünü doğru kabûl etsek
bile, eğer her ihtiyâcı olana câiz dersek, fâizin harâm edilmesine sebeb
kalmazdı. Çünki, herkesi, fâiz ile para almağa götüren, elbette bir ihtiyâcdır.
Kimse ihtiyâcı yokken, kendi zararına iş görmez ve hakîm olan, hamîd olan
Allahü teâlânın bu emri fâidesiz ve lüzûmsuz olurdu. Allahü teâlânın kitâbı
olan Kur’ân-ı kerîme böyle iftirâda bulunmak, çok çirkin bir cesâretdir. Farz-ı
muhâl olarak her ihtiyâcı da özr kabûl edersek, ihtiyâc, lüzûm demekdir.
Lüzûmun da bir mikdârı ve derecesi vardır. Ziyâfet vermek için fâiz ile ödünç
almak ihtiyâc değildir ve buna zarûret yokdur. Meselâ bir cenâze için yalnız
kefen ihtiyâcdır, buyurmuşlardır. Onun rûhu için helva pişirmek ihtiyâc
değildir, buyurmuşlardır. Hâlbuki onun sadakaya ihtiyâcı her ihtiyâcın
üstündedir. Böyle olunca, fâiz ile para alanların ihtiyâcları, ihtiyâc olur mu,
olmaz mı ve böyle para ile hâzırlanan yemekleri yimek halâl olur mu? Âilenin
çok kişi olmasını ve askerliği ihtiyâca behâne etmek ise, müslimânlığa
yakışacak bir şey değildir. Eğer denirse ki, bugün halâl lokma bulmak mümkin
olmuyor. Evet bu söz doğrudur. Fekat, mümkin olduğu kadar harâmdan kaçmak
lâzımdır. Mahsûlün bereketsiz olmaması için tarlayı abdestsiz ekmemelidir,
buyurmuşlardır. Hâlbuki bugün bundan kurtulmak imkânsızdır. Fekat, fâiz ile
para almamak çok kolaydır. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde harâm olduğu
bildirilen şeyleri harâm bilmek, halâl olduğu bildirilen şey-
leri de halâl bilmek lâzımdır. Bunlara inanmayan,
kâfir olur. Açıkça bildirilmeyen halâl ve harâm ise, böyle değildir. Meselâ,
birçok şeyler Hanefî mezhebinde harâm iken, Şâfi’îde halâldir. O hâlde,
ihtiyâcı olanın fâiz ile para alması câiz değildir, diyene, (Sus! Halâle harâm
deme! Kâfir olursun) denemez. Çünki onun sözü hakîkate yakındır, belki de tâm
hakîkatdir ve ona verilen cevâb, tehlükelidir. Harâm şübhesi olan şeyleri terk
etmek evlâdır. Tekrâr edelim ki, ihtiyâc dâiresi çok genişdir. Eğer geniş tutulursa
fâiz almıyacak kimse kalmaz ve Allahü teâlânın fâizi harâm etmesi, hâşâ, abes
ve boşuna olmuş olur. Kınye kitâbı da nihâyet ihtiyâcı olanın fâiz ile para
almasına cevaz vermekdedir. Yoksa herkese değil. İhtiyâcı böyle şübheli yoldan
ise, halâl yoldan aramalıdır ve takvâ bereketi ile ve ufak bir teşebbüs ile,
ihtiyâc ortadan kalkar. Mektûbâtdan terceme temâm oldu.
İbni Nüceym
Zeyn-ül-Âbidîn Mısrî “rahime-hullahü teâlâ” (Eşbâh)
kitâbında, beşinci kâidenin sonunda, (Ba’zı ihtiyâclar zarûret kabûl
edilir. Meselâ muhtâc olanın fâiz ödeyerek ödünç alması câiz olur) diyor.
Seyyid Ahmed Hamevî “rahime-hullahü teâlâ” burayı açıklarken, (Meselâ on altın
ödünç alıp, her gün belli mikdâr bir şeyi fâiz olarak öder) diyor. Bundan
anlaşılıyor ki, nafakaya muhtâc olup, çalışamıyan ve karz-ı hasen bulamıyan
âciz kimsenin nafaka için, fâiz ile ödünç alması câiz olur. Fekat, bu hâlde de (Mu’âmele satışı) yolu ile almalıdır. Meselâ, on
altın alıp, oniki altın ödemekde uyuşulunca, on altını alırken, kalem, defter,
kitâb gibi herhangi bir şeyi de iki altına satın alıp, oniki altın borçlanır.
Böyle, fesâd ile, bid’at ile karşılaşıldığı zemân, islâmiyyete uymak için,
ihtiyâtlı yol aramağa, (Hîle-i şer’ıyye) denir.
Âciz olanın, zarûrete düşenin, ibâdetini kaçırmaması veyâ harâm işlememesi için
(Hîle-i şer’ıyye) yapması lâzım olur. İslâmiyyete uymakdan kaçmak için çâre
aramağa (Hîle-i bâtıla) denir ki,
harâmdır.
Tenbîh 2: Dâr-ül-harbde ya’nî Fransa, İtalya gibi putlara tapınan kâfir
hükûmetlerin toprağında, kâfirlerden, kendi rızâları ile mal çekmek, meselâ
onlara fâizle ödünç vermek câizdir. Fekat fâizle ödünç para almak orada da câiz
değildir. Dâr-ül-harbdeki bir bankaya para yatırıp, fâiz almak, fâiz ile ödünç
vermek için banka ile ortak olmak demekdir. Bu bankadan para çekenlerin hepsi
kâfir ise, bankaya yatırılan paranın fâizini almak halâl olur. Bankadan fâiz
ile para alanların hepsi müslimân ise, bankaya yatırılan paranın fâizini almak
harâmdır. Bankadan ödünç para alan müşteriler, müslimân ile kâfir karışık ise,
alınan fâiz mekrûhdur, ya’nî tahrîmen mekrûhdur. Kâfir mikdârı fazla ise,
halâle yakın tenzîhen mekrûh olur. Mekrûhdan da sakınmalı, fâize
bulaşmamalıdır. Ban-
kaya yatırılan paranın fâizini (Mu’âmele satışı) semeni olarak almalıdır. Peygamberimiz “aleyhisselâm”: (Fâiz yiyenin şâhidliğini kabûl etmeyin! Eğer kabûl
ederseniz, Allahü teâlâ ibâdetlerinizi kabûl etmez. Cemâ’at ile nemâzı terk
edenin de, kabûl etmeyiniz) buyurdu. Muhtâc olduğu malı satın almak
için, bankadan fâiz ile ödünç para almamalı, banka bu malı satın alıp, üzerine
kâr koyarak bu kimseye taksîd ile ödemek üzere veresiye satmalıdır. (Riyâd-unnâsıhîn) kitâbında, kırk nev’ fâiz
olduğu misâller ile yazılıdır.