[Osmânlı devleti
âlimlerinden Kâdı-zâde Ahmed bin Muhammed Emîn efendi “rahime-hullahü teâlâ”,
îmânın altı şartını bildiren (Âmentü billâhi...)yi
türkçe olarak şerh etmiş, böylece ikiyüzelli sahîfelik bir kitâb meydâna
gelmişdir. Bu kitâba (Ferâidül-fevâid) ismini
vermişdir. Büyük velî, derin âlim, Seyyid Abdülhakîm Efendi “rahime-hullahü
teâlâ” bu kitâbın ve diğer eseri olan (Birgivî
vasıyyetnâmesi şerhi)nin çok kıymetli olduklarını söyler, gençlere
tavsiye buyururdu. Kâdı-zâde Ahmed efendi 1197 [m. 1783] de İstanbulda vefât
etmişdir. Bu kitâbında diyor ki, Allahü teâlânın (Sıfât-i
zâtiyye)si altıdır. Bunlara, (Sıfât-i
vücûdiyye) ve (Ülûhiyyet sıfatları) da
denir. Bu sıfatlar, Vücûd (var olmak), Kıdem (varlığının evveli, başlangıcı olmamak), Bekâ (varlığının âhırı, sonu olmamak), Vahdâniyyet (nazîri ve şerîki olmamak), Kıyâm-ı binefsihî (mekâna muhtâc olmamak. Madde,
mekân yok iken o vardı), Muhâlefetün lilhavâdis (mahlûklara,
hiçbirşeye benzememek)dir. Allahü teâlânın (Sıfât-ı
sübûtiyye)si sekizdir. Bunlara, (Sıfât-i
hakikiyye) de denir. Bu sıfatlar, Hayât (diri
olmakdır), İlm (bilici olmakdır), Sem’ (işitici olmakdır), Basar (Görücü olmakdır), Kudret (güçlü olmakdır), İrâdet (dilemesi olmakdır), Kelâm (söylemesi olmakdır), Tekvîn (yaratıcı olmakdır.) Âdet-i ilâhiyyesi
şöyledir ki; herşeyi bir sebeb ile yaratmakdadır. Fekat, sebeblerin,
vâsıtaların, Onun yaratmasına hiç te’sîrleri yokdur. Vâsıtasız mâlikdir. Ondan
başka yaratıcı yokdur. Bütün varlıkları yokdan var etdi. İnsanların ve
hayvânların hareketlerini, sükûnlarını, düşüncelerini, hastalıklarını,
şifâlarını, hayrlarını, şerlerini, fâidelerini, zararlarını yaratan yalnız
Odur. İnsan, kendi hareketlerini, düşüncelerini, hiçbirşeyi yaratamaz. İnsanın
düşüncelerini, hareketlerini, keşflerini, buluşlarını hep o îcâd etmekde,
yaratmakdadır. Ondan başkasına yaratıcı demek, câhilce, bâtıl bir sözdür.
Allahü teâlânın sıfât-i sübûtiyyesi de, sıfât-i zâtiyyesi gibi kadîmdirler. Bu
sıfatları da, zâtından ayrılmazlar. Ya’nî sıfatları zâtının, kendinin aynı da
değildirler, gayrı da değildirler.]
Tevhîd, (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlüllah) demekdir.
Ma’nâsı şudur: (Hak teâlâ hazretleri birdir, şerîki
ve benzeri yokdur ve Muhammed
aleyhisselâm sevgili kulu ve hak Peygamberidir.) Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu
ki: (Bir kimse, kelime-i tevhîdi dese, Hak teâlâ
hazretleri ile o kelime arasından perdeler kalkar ve kelime, doğrudan doğruya
Allahü teâlâ hazretlerine gider. Allahü teâlâ buyurur ki, ey
kelime, dur!
Kelime der ki, beni söyleyen kulu afvetmeyince duramam. Hak teâlâ hazretleri, o
zemân buyurur ki, izzetim, celâlim, kudretim, kemâlim hakkı için beni zikreden
kulumu afv etdim.)
87 - Bu kelime-i tevhîdi
söyleyen kulu kıyâmet gününde melekler ziyâret ederler. Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma meâlen, (Yâ Mûsâ! Kıyâmet gününde meleklerin seni ziyâret etmesini
istersen, kelime-i tevhîdi çok söyle) buyurdu. Bu kelime-i tevhîdi
dilinle söyleyip kalbinle şübhe etme! Aksi takdîrde, ebedî olarak Cehennemde
kalırsın.
Mûsâ aleyhisselâm dedi
ki, yâ Rabbî, bir kulun, dili ile kelime-i tevhîdi söyleyip, kalbi ile şübhe
etse, sen ona nasıl bir cezâ verirsin? Allahü teâlâ
meâlen buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Ben onu dâimî olarak
Cehennemlik yaparım. O kimseye ne Peygamber, ne Velî, ne Şehîd ve ne de
Meleklerden şefâ’at eden olmaz.)
88 - Bu kelime-i tevhîdi
çok zikreyle! Zîrâ Mûsâ aleyhisselâm cenâb-ı Hakka sordu. Yâ Rabbî! Bir kulun
kelime-i tevhîdi söylese, sen o kula ne ecr verirsin? Allahü
teâlâ hazretleri cevâbında meâlen, (Ben o
kulumdan râzı olup, Cennet ve cemâlimle onu mesrûr eylerim) buyurdu.
İşte bu kelime-i tevhîd
söyleyen kimseye, Hak teâlânın vereceği in’âm ve ihsânı Allahü teâlâdan başka
kimse bilmez. Kelime-i tevhîd söyleyince, Arş-ı a’lâ titrer. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (ve Hak teâlâ hazretleri bir direk yaratmışdır. Kelime-i
tevhîdden bu direk de titrer Arşı titretir. Arş titreyince, Hak teâlâ
hazretleri Arşa, sâkin ol emrini verir ve Arşın mukabelesiyle yine o kelime-i
tevhîdi söyliyen kimse afv-ı ilâhîye mazhar olur.)
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Her kim cân-ü gönülden, hâlisen, muhlisen bir kerre kelime-i
tevhîd söylese, Hak teâlâ hazretleri, o kimseye Cennet-i a’lâda dörtbin derece
ihsân eder ve dörtbin günâhını bağışlar.) Eshâb-ı kirâm
“aleyhimürrıdvân” sordular, yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”! O
kimsenin dörtbin günâhı olmazsa? Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ehlinin,
evlâdının ve akrabâ ve teallukâtının günâhlarından bağışlanır.)
89 - Kelime-i tevhîdi
dilinle çok söyle! Sevâbı, bütün günâhlardan ağır gelir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (göz gördüğü kadar genişdir. Hiç birinde iyiliği olmayıp
Mahşer günü bir kişi gelecek, doksandokuz defteri olup, her bir defterin sathı,
yalnız bir parmak kadar, o kimsenin dünyâda söylediği bir kelime-i tevhîd
bulunur. O doksandokuz defter terâzînin
bir
kefesine ve bir kelime-i tevhîdi diğer kefesine koyarlar. Kelime-i tevhîd
tarafı ağır gelir.)
90 - Kelime-i tevhîdin sevâb
hâssası çokdur.
Tenbîh: İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânî Ahmed Fârûkî
Serhendî “kuddise sirruh” hazretleri [971-1034 Hindistândadır] (Mektûbât) kitâbının ikinci cildinin otuzyedinci
mektûbunda Kelime-i tevhîdin fazîletini uzun bildirmekdedir. Bu mektûbun
fârisîden türkçeye tercemesi (Se’âdet-i Ebediyye) ilmihâl
kitâbında mevcûddur.