19 - Nemâzın dışında
olan, ya’nî nemâza başlamadan önce yapması farz olan şartları yedidir:
1) (Hadesten tahâret), ya’nî abdest almakdır. Eğer
su bulunmazsa teyemmüm etmekdir.
2) (Necâsetden tahâret), ya’nî elbisesini, vücûdünü
ve nemâz kılacağı yeri pislikden temizlemekdir. Gerek ağır, gerekse hafîf olsun,
az veyâ çok olsun pisliği temizlemek iyi olur. Peygamberimiz
aleyhisselâm buyurdu ki, (Kan ve cerâhat pisdir.
Nemâz kılınan yeri de pislikden temizlemek lâzımdır. Bedenini de, bevlden ve
menîden ve bütün pisliklerden temizlemek lâzımdır.)
[Hanefî mezhebinde kan,
idrâr, ispirto kaba necâsetdir. Küçük havza damlayınca, suyun hepsi kaba
necâset olur. Bulaşdıkları yer, avuç içindeki suyun yüzeyinden az ise, nemâz
sahîh olur. Cebde bulunan kapdaki ispirto, kan ve alkollü içkiler, bir
miskalden [beş gramdan] az ise, nemâz sahîh olur. Bu mikdârlardan çok ise,
nemâz sahîh olmaz. (Dürr-ül-muhtâr)da,
İstincâ bahsi sonunda diyor ki, (Su ile toprakdan biri temiz ise, karışımları
olan çamur temiz kabûl edilir. Fetvâ da böyledir.) (İbni
Âbidîn), (Bahr), (Eşbâh), (Feth) ve (Bezzâziyye)de
de böyle yazılıdır. Bu söze za’îf diyenler de var ise de, harac, meşakkat
olunca, za’îf kavl ile amel olunur. Fıkh âlimlerinin bu sözlerinden, ihtiyâcı
karşılamak için yapılan kolonya, ilâc, vernik ve boya gibi ispirtolu
karışımların temiz kabûl edilecekleri anlaşılmakdadır. Nemâz kılarken
necâsetden korunmakda harac, meşakkat olduğu zemân, bu kavl ile amel edilir.
Şâfi’î ve mâlikî mezhebinde de böyle olduğu, (Ma’füvât)
kitâbında yazılıdır. İspirtolu ilâcların temiz kabûl edilmeleri, bunları
içmenin câiz olacağını göstermez. Zarûret olmadıkca, yinmeleri ve içilmeleri
yine câiz olmaz. Alkollü içkiler, ihtiyâc eşyâsı değildirler. Necâset olmaları,
bu kavle göre de, afv edilmez.]
3) Avret yeri açık olarak
kılınan nemâz sahîh olmaz.
4) Kıble cihetine
dönmekdir. Kıble, Mekke şehrinde bulunan Kâ’bedir. Nemâz Kâ’beye karşı kılınır.
Kâ’beye karşı secde edilir. Kâ’be için secde edilmez. Allahü teâlâ için secde
edilir. Vapurda, trende de, nemâz kılarken, kıbleye dönmek farzdır. Bunlarda
kıbleye dönemiyen hanefîler, mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini taklîd ederek, iki
nemâzı cem’ eder. Takvîmde yazılı (Kıble sâati) vaktinde,
güneşe dönen, kıbleye dönmüş olur.
5) Her nemâzı vaktinde
kıldığını bilmekdir. İbni Âbidîn, diyor ki, (Ezân, vaktinde okununca, islâm
ezânı olur. Vaktinden evvel okunursa, konuşmak olur. Din ile alay etmek olur.)
Âkıl ve bâlig olan, ya’nî
aklı olup, evlenme yaşına gelmiş olan her müslimân erkeğin ve kadının, hergün
beş vakt nemâzı, zemânlarında kılmaları farzdır. Bir nemâz zemânının başladığı
vakte, o nemâzın vakti denir. Bir nemâz, vakti gelmeden önce kılınırsa, sahîh
olmaz. Hem de büyük günâh olur. Nemâzın sahîh olması için, zemânında kılmak
lâzım olduğu gibi, zemânında kıldığını bilmek, şübhe etmemek de farzdır.
Hadîs-i şerîfde, (Nemâz zemânının
bir evveli vardır. Bir de sonu vardır) buyuruldu. Bir mahalde, bir
nemâz zemânının evvel vakti, güneşin o mahallin zâhirî üfk hattından belli bir
irtifâ’a geldiği vaktdir. Üzerinde yaşadığımız (Erd
küresi), mihveri (ekseni) etrâfında,
boşlukda dönmekdedir. Bu mihver, Erdın merkezinden geçen ve Erdın sathını
[yüzeyini] iki noktada delen bir doğrudur. Bu iki noktaya (Erdın kutubları) denir. Güneşin ve yıldızların,
üzerinde hareket etdikleri zan olunan küreye (Semâ
küresi) denir. Güneş hareket etmez. Fekat, Erd küresi döndüğü için,
güneş hareket ediyor zan ediyoruz. Etrâfımıza bakınca yer ile gök, büyük bir
dâirenin kavsi üzerinde birleşmiş gibi görünüyor. Bu dâireye (Üfk-ı zâhirî hattı) denir. Güneş, sabâhları, bu
hattın şark tarafından doğuyor. Semânın ortasına doğru yükseliyor. Öğle vakti,
tepeye kadar yükselip, tekrâr alçalmağa başlıyor. Sonra, üfk-ızâhirî hattının
garb tarafında, bir noktadan batıyor. Üfk-ı zâhirî hattından i’tibâren en
yüksek olduğu vakt (Zevâl vakti)dir. Bu
vaktde, güneşin (Üfk-ı zâhirî hattından) olan yüksekliğine, güneşin (Gâye-i irtifâ’)ı denir. Semâya bakan insana (Râsıd) denir. Râsıdın ayaklarından geçen Erdın
yarı çapı istikâmetine râsıdın (Şâkûl)ü
denir. Râsıd, yer küresinin hâricinde herhangi bir yükseklikdeki bir M
noktasındadır. ME hattı, râsıdın şâkûlüdür. Bu şâkûle dik olan düzlemlere
râsıdın (Üfk düzlemleri) denir. Altı üfk
düzlemi vardır: 383.cü sahîfedeki resmde 3 numaralı, Râsıdın ayaklarından geçen
MF (Riyâdî üfk) düzlemi. Yer küresine
temâs eden BN (Hissî üfk) düzlemi. 3–
Râsıdın etrâfını çeviren (Zâhirî üfk hattı) dâiresinin
[LK dâiresinin] çizildiği LK düzlemi (Mer’î üfk) düzlemi.
4– Erdin merkezinden geçen (Hakîkî üfk) düzlemi.
5– Râsıdın bulunduğu yerin en yüksek noktasının Pq zâhirî üfk hattından geçen
şer’î üfk düzlemidir ki, bu düzlemin yer küresini kesdiği dâireye, bu râsıdın (Şer’î üfk hattı) denir. Bu beş düzlem,
birbirlerine paraleldir. 6– Bunlara paralel olmıyan (Sathî
üfk düzlemi) vardır. Râsıdın bulunduğu yer yükseldikçe, (Zâhirî üfk hattı)
büyür ve hakîkî üfk hattına yaklaşır. Bundan dolayı, bir şehrde, muhtelif
yükseklikler için, bir nemâzın muhtelif vaktleri olur.
Hâlbuki, bir şehrde, bir
nemâzın tek bir vakti vardır. Bundan dolayı, nemâz vaktleri için, zâhirî üfk
hatları kullanılmaz. Yükseklik ile değişmiyen (Şer’î üfk) hattından olan Pq
şer’î irtifâ’ kullanılır. Her üfk düzleminin semâ küresini kesdiği dâirelere,
bu üfkun (hattı) denir. Râsıdın bulunduğu yer yükseldikçe, (Zâhirî üfk hattı)
dâiresi büyür. Her mahallin altı üfkundan üçü için, bir nemâzın birer vakti
vardır: Hakîkî, zâhirî ve şer’î vaktler. Bunlardan herbirinin Riyâdî ve Mer’î
kısmları vardır. Riyâdî vaktler, güneşin irtifâ’ından hesâb ile bulunur. Mer’î
vaktler, riyâdî vaktlere 8 dakîka 20 sâniye ekliyerek hâsıl olur. Çünki ziyâ,
güneşden Erda 8 dakîka 20 sâniyede gelmekdedir. Güneşi görerek de anlaşılır.
Riyâdî ve hakîkî vaktlerde nemâz kılınmaz. Nemâzlar mer’î vaktlerde kılınır.
Riyâdî vaktler, mer’î vaktlerin bulunmalarına vâsıta olurlar. Güneşi görenler
için, bir nemâzın zâhirî mer’î vakti, görmiyenler için hesâb ile bulunan şer’î
mer’î vakti kullanılır. Zâhirî mer’î vakt, güneşin ön kenârının, bu mahaldeki
zâhirî üfuk hattına nazaran, bu nemâz vaktine mahsûs olan irtifâ’a geldiği
görülünce başlar. Bu irtifâ’a (Zâhirî irtifâ’) ve
bu vakte (Zâhirî vakt) denir. Şer’î
vakt, güneşin ön kenârının, şer’î üfuk hattına nazaran, bu nemâzın irtifâ’ına
geldiği hesâb ederek anlaşılır. Zâhirî üfklara nazaran olan irtifâ’ dereceleri,
gündüz, güneş doğarken başlar. Gece, güneşin gurûb etdiği zâhirî üfkdan başlar.
Şer’î üfk, öğleden evvel, hakîkî üfkdan evveldir. Tulû’ ve gurûb vaktlerinde
güneşin irtifâ’ı sıfırdır. Fecr-i sâdık vaktinin başlaması irtifâ’ı, dört
mezhebde de, üfk-ı zâhirî hattının şark tarafından -19 derecedir. Yatsı nemâzı
vaktinin başlaması irtifâ’ı, İmâm-ı a’zama göre, üfk-ı zâhirî hattının garb
tarafından -19 derece, iki imâma ve diğer üç mezhebe göre -17 derecedir.
Güneşin merkezinin, üfk-ı hakîkîden, gâye irtifâ’ına yükseldiği görülünce, mer’î
hakîkî (Zevâl vakti) olur. Güneşin ön ve
arka kenârlarının gâye irtifâ’larına geldiklerindeki gölge uzunlukları aynı
olup, vaktleri farklıdır. Bu iki vaktin ortalamasında, zevâlî sâat
makinalarının ayârları 12 yapılır. Bu vakt, hesâb ile bulunan riyâdî zevâl
vaktinden 8 dakîka 20 sâniye sonradır ve yere dik çubuğun gölgesinin en kısa
olduğu vaktdir. Öğle ve ikindi vaktlerinin irtifâ’ları hergün değişmekdedir. Bu
iki irtifâ’ hergün yeniden ta’yîn edilir. Bir beldede, güneşin hakîkî gâye
irtifâ’ derecesi , o beldenin arz derecesinin temâmîsi ile, o günkü meyl-i
şemsin cebrî toplamıdır. Güneşin kenârının, zâhirî üfuk hattından, nemâzın
irtifâ’ına geldiği vakt görülemiyeceği için, fıkh kitâbları bu mer’î vaktin
alâmetlerini, işâretlerini bildirmekdedir. Semâda bu alâmetleri görebilenler,
nemâzlarını bu mer’î (Zâhirî vaktler)de
kılar. Güneşi veyâ zâhirî vaktlerin alâmetleri-
ni göremiyenler ve takvîm hâzırlıyanlar, güneşin
kenârının, şer’î üfuklara göre olan (riyâdî şer’î) irtifâ’lara geldiği vaktleri
hesâb eder. Nemâzlarını, sâate bakarak bu (Riyâdî
şer’î vaktler)de kılarlar. Sâat makinelerinin bu riyâdî şer’î
vaktleri gösterdiği vakt, (mer’î şer’î) vakt
olur. Nemâzlar, bu mer’î vaktlerinde kılınmış olur.
Tenbîh: Hesâb ile, güneşin, şer’î üfka nazaran irtifâ’ noktasına geldiği, riyâdî vaktler bulunmakdadır. Güneşin, bu riyâdî vakte geldiği, bu riyâdî vaktden 8 dakîka 20 sâniye sonra görülür ki, bu vakt, mer’î vaktdir. Ya’nî, mer’î vakt, riyâdî vaktden 8 dakîka 20 sâniye sonradır. Sâat makinelerinin başlangıçları, ya’nî hakîkî zevâl ve şer’î gurûb vaktlerinin sıfır olduğu vaktler, mer’î vaktler olduğu için, sâat makinelerinin ayârları, riyâdî vakt sıfır oldukdan 8 dakîka 20 sâ-
K =
Güneşin merkezinden geçen Semt düzleminin LK zâhirî
üfuk hattını kesdiği nokta.
MS = Erd
küresine K noktasında mümâs olan [değen] üfk–ı hissî düzlemine Râsıdın (üfk–ı
sathî)si denir.
HK = Güneşin
kenârının üfk-ı zâhirî hattı üzerindeki K noktasından irtifâ’ıdır. Bu irtifâ’,
güneşin sathî üfka nazaran olan ZS irtifâ’ına müsâvîdir.
D = C = Ç =
İnhitât-ı üfuk zâviyesi.
M = Mahallin herhangi bir yüksek yeri.
ZS = Güneşin,
sathî üfka nazaran irtifâ’ını gösteren, semâdaki semt dâiresi kavsidir. Bu
kavsin derecesi, HK kavsinin derecesine müsâvîdir.
O =
Üfk-ı hakîkî ile üfk-ı sathînin kesişdiği doğru
noktalarından biri.
1- Üfk-ı
hakîkî, 2-Üfk-ı hissî, 3- Üfk-ı riyâdî, 4-Üfk-ı sathî düzlemleri, 5-Üfk-ı
zâhirî hattı. 6- Üfk-ı şer’î hattı.
G =
Güneşin merkezinin görünüşü.
GA =
Güneşin hakîkî irtifâ’ı kavsi.
B = Mahallin en
alçak yeri.
ZMF = Güneşin
riyâdî irtifâ’ zâviyesi.
niye sonra sıfır yapıldıkları için, sâat
makinelerinin gösterdikleri riyâdî vaktler, mer’î vaktler olmakdadır. Şer’î
vaktler, hesâb ile bulunduğu ve takvîmlerde riyâdî vaktler yazılı olduğu hâlde,
sâat makinelerinde mer’î vaktler hâline dönmekdedirler. Hesâb ile, önce güneş
merkezinin, hakîkî üfk hattına göre, nemâzın irtifâ’ına geldiği (Riyâdî hakîkî vaktler) bulunmakdadır. Bunlar,
sonra temkin ile mu’âmele olunarak,(riyâdî şer’î) vaktlere
çevrilir. Sâat makinelerinde, riyâdî vaktlere 8 dakîka 20 sâniye ilâve etmek
lâzım olmaz.
Herhangi bir yükseklikde
bulunan Râsıdın, o mahallin, ova ve deniz gibi en aşağı noktaları ile semânın
birleşmiş gibi gördüğü dâireye râsıdın (Zâhirî üfuk
hattı) denir. Bu dâireden geçen üfuk düzlemine bu yüksekliğin (Üfk-ı mer’î)si denir. Râsıdın bulunduğu mahallin
en aşağı yerine, ya’nî Erd küresinin sathına [yüzüne] temâs eden BN üfuk
düzlemine râsıdın (Üfk-ı hissî)si denir.
Râsıdın bulunduğu M noktasından geçen ve Erd küresine K noktasında temâs eden
[değen] MS düzlemine râsıdın, <
b>(Sathî üfuk)u
denir ki, râsıdın gözünden çıkan şu’â’ istikâmetidir. Bir mahaldeki muhtelif
yükseklikler için, muhtelif sathî üfuklar vardır. Herbiri için, güneşin ayrı
irtifâ’ları vardır. Belli bir yüksekliğe mahsûs olan bir sathî üfuk, râsıdın
şâkûlü etrâfında devr ederse Erd küresine temâs eden K noktaları, zâhirî üfuk
hattını meydâna getirirler. Râsıd, mahallin en yüksek noktasında iken, zâhirî
üfk hattına (Şer’î üfuk) denir. Erd
küresinin merkezinden geçen AE üfuk düzlemine râsıdın (Üfk-ı hakîkî)si denir. Merkezinde Erd küresi
bulunan ve üzerinde güneş ile yıldızların bulundukları düşünülen büyük küreye (Semâ küresi), şâkûlün semâ küresini deldiği
noktaya, bu mahallin (Semt noktası) denir.
Şâkûlden geçen sonsuz mikdârdaki düzlemlere (Semt
düzlemi) denir. Güneşden geçen ZMS semt düzlemi, sathî üfuklardan
birini keser. Semt düzlemleri ve sathî üfk düzlemleri M den geçdikleri için,
semt düzlemleri ile sathî üfk düzlemleri birbirlerini bir doğru üzerinde
keserler. Bu MS doğrusuna, (Sathî üfuk hattı) denir.
Bu hat, K noktasında, EK yarı çapına amûddur, [dik]dir ve râsıdın gözünden
geçer. Semt düzlemlerinin semâ küresini kesdiklerini düşünürsek, küre sathında
hâsıl olan bu dâirelere, bu mahallin (Semt
dâireleri) veyâ (İrtifâ’ dâireleri) denir.
Bu dâireler, bu mahallin üfuk düzlemlerinden beşini dik olarak keserler.
Güneşin merkezinden geçen semt dâiresinin, hakîkî üfuk düzlemini kesdiği A
noktası ile güneşin merkezi arasında kalan AG kavsinin derecesine, güneşin o
mahalde ve o andaki (Hakîkî irtifâ’ı) denir.
Şems, her an, başka semt dâirelerinden geçmekdedir. Şemsin bir Z kenârından
geçen semt dâiresinin, bu kenârı kesdiği Z noktası ile
hissî, mer’î, sathî ve riyâdî ve hakîkî üfuk
düzlemlerini kesdiği iki nokta arasında kalan semt kavsinin derecesine, güneşin
bu üfuklara göre (İrtifâ’)ları denir.
Şemsin bu üfuklardan aynı irtifâ’da olduğu vaktler farklıdır. Güneş bir
mahallin sathî üfkunun altına girince, ya’nî bu üfka nazaran irtifâ’ı sıfır olunca,
bu üfkun her yerindeki Râsıdlar, güneşin bu üfukdan gurûb etdiğini görürler.
Yüksekde bulunan Râsıd, LK kendi üfk-ı zâhirîsi hattının bir K noktasından
geçen, üfk-ı sathîden gurûbunu görür. LK, Üfk-ı zâhirî dâiresinin her
noktasından geçen birer sathî üfuk düzlemleri vardır. Güneşden geçen ZS semt
dâiresi, bu üfuklardan birini S noktasında dik olarak keser. K noktasındaki MKO
sathî üfku, Râsıdın (Sathî üfk)udur.
Sathî üfuk ve MF riyâdî üfku, Râsıdın bulunduğu aynı düzlem içinde, aynı
yükseklikden geçiyorlar. Fekat, aralarında bir C zâviyesi [açı] vardır. Bu
açıya (İnhitât-ı üfuk zâviyesi) denir.
Ahmed Ziyâ beğ diyor ki, (râsıdın bulunduğu mahallin, üfk-ı hissîden, metre
olarak, irtifâ’ının kare kökü 106,92 ile çarpılınca, bu mahallin inhitât-ı üfuk
açı sâniyesi olur). Yüksekdeki Râsıda nazaran güneşin gurûb etmesi, üfk-ı
sathîye nazaran irtifâ’ının sıfır olmasıdır. Diğer nemâzlar zevâlden sonra
oldukları için, bunların şer’î vaktleri de, bunun gibidir. Ya’nî, güneşin sathî
üfka nazaran irtifâ’ları ile hesâb edilir. Güneşin sathî üfka nazaran (ZS)
irtifâ’ı, Râsıdın bulunduğu mahallin şâkûlünden geçen semt dâirelerinden,
güneşin kenârından geçen dâirenin kavsidir. Bu kavs, Râsıdın gözünden çıkıp, bu
kavsin iki ucundan geçen iki yarım doğru arasındaki zâviyenin derecesini
göstermekdedir. Bu kavse muvâzî [paralel] olarak, zâviyenin iki kenârı arasında
çizilen sayısız mikdârdaki kavslerin hepsi de, güneşin bu irtifâ’ derecesini
göstermekdedirler. Râsıd, bu kavslerden, sathî üfkun, üfk-ı zâhirî hattını
kesdiği K noktasından geçen HK kavsini, güneşin sathî üfk hattına nazaran
irtifâ’ı olarak görmekdedir. Bunun için, sathî üfka nazaran irtifâ’ olan, ZS
kavsi yerine, zâhirî üfuk hattına nazaran olan, HK (zâhirî
irtifâ’ı) kullanılmakdadır. Bu irtifâ’, hakîkî üfka göre olan ZA
irtifâ’ı ile C inhitât-ı üfk zâviyesi toplamı kadar olmakdadır. Mer’î şer’î
vaktler, bu irtifâ’ ile hesâb edilmekdedir. Şemsin zâhirî irtifâ’ı, Sekstant ve
Rub’-ı dâire tahtası ile bulunmakdadır.
Erd mihverinin
[ekseninin] semâ küresini kesdiği iki noktaya (Semâ
kutbu) denir. Mihverden geçen düzlemlerin semâ küresinde hâsıl
etdikleri dâirelere (Meyl dâireleri) denir.
Erd merkezinden geçen ve mihverine amûd [dik] olan düzleme (Ekvator) sathı denir. Güneşin merkezi ile
Ekvator sathı arasında kalan meyl dâiresi kavsinin derecesine (Güneşin meyli) denir.
Bir mahalde, bir meyl
düzlemi ve birçok semt düzlemleri vardır. Bir mahallin şâkûlü ile Erdın
mihveri, Erdın merkezinde birleşirler. Hâsıl etdikleri zâviyenin düzlemine (Nısf-ün-nehâr düzlemi) denir. Bu düzlemin semâ
küresini kesdiği dâireye (Nısf-ün-nehâr
dâiresi=Meridiyen), hakîkî üfku kesdiği doğruya (Nısf-ün-nehâr hattı) denir. Güneşin günlük
mahrekleri, birbirlerine ve Ekvator düzlemine paralel olan dâirelerdir. Bu
dâirelerin bulundukları düzlemler, Erdin mihverine ve Nıfs-ün-nehâr düzlemine
dikdirler. Üfuk düzlemlerini eğik [mâil] olarak keserler. Güneş bir mahallin
üfk-ı zâhirî hattı üzerinde kaldığı zemân, o mahalde şemsî gündüz olur.
Güneşden geçen semt dâiresi, üfk-ı zâhirî hattını dik olarak keser. Güneş, bir
mahallin Nısf-ün-nehâr dâiresi üzerine gelince, ya’nî merkezi hakîkî üfukdan
gâye irtifâ’ında iken, merkezinden geçen meyl dâiresi ile, o mahallin semt
dâiresi aynı olur. Bu dâirenin, güneş merkezi ile Ekvator arasındaki kavsi (Meyl), üfk-ı hakîkî arasındaki kavsi, (Hakîkî gâye irtifâ’ı) derecesi olur. Râsıd
Ekvatorda ise, hakîkî üfku, Erdin mihverinden geçer. Her zemân, gece ve gündüz
oniki sâat olurlar. Râsıd Kutubda ise, hakîkî üfuk düzlemi, Ekvator düzlemi ile
aynı olur ve güneş, Râsıdın bulunduğu yarım kürede iken, altı ay gündüz, diğer
yarım kürede olunca, altı ay gece olur. Güneşin senelik hareketini yapdığı (Husûf düzlemi), Ekvator düzlemini Erdın bir
kutru [çapı] istikâmetinde keser. Aralarında dâimâ 23 derece 27 dakîkalık zâviye
vardır. Güneş Ekvatorun bir tarafında iken, bu mahallerde yaz, diğer yarım
kürede kış olur.
Sabâh nemâzının zemânı,
dört mezhebde de, (leyl-i şer’î) sonunda,
ya’nî (Fecr-i sâdık) denilen beyâzlığın
şarkdaki üfk-ı zâhirî hattının bir noktasında görülmesinden, (leyl-i şemsî)nin sonuna, ya’nî güneşin üst
kenârının, o mahaldeki üfk-ı zâhirî hattından doğuncaya kadardır. Beyâzlık, üst
kenârı bir mahallin üfk-ı zâhirî hattına 19 derece yaklaşınca, bir noktada
görülür. Oruc da bu vakt başlar. İslâm âlimleri, -19 derece irtifâ’ ile hesâb
etdikleri imsâk vaktlerinin, bulutsuz ve berrak havada, üfk-ı zâhirî hattına ve
sâate bakarak, beyâzlığın, üfk-ı zâhirî hattının bir noktasında başladığı vakt
ile aynı olduklarını görmüşlerdir. Biz de böyle gördük. Şimdi, oruc tutmağa bu
vaktlerden sonra başlıyanların orucları sahîh olmamakdadır. Dahâ sonra, irtifâ’
-18 olunca, beyâzlık bu üfuk hattı üzerine yayılır. Sabâh nemâzını bu vakt
kılmak ihtiyâtlı olur. Avrupalılar, bu vakte fecr diyorlar. Müslimânların, din
işlerinde, hıristiyanlara değil, islâm âlimlerine uyması lâzımdır. Beyâzlık,
üfuk hattı üzerinde kırmızılığın başlamasından iki derece evvel başlar. -20
derece yaklaşınca beyâzlığın başladığını bildirenlerin de bulunduğu, İbni
Âbidînde ve M.Ârif beğin takvîminde ya-
zılı ise de, islâm âlimleri, -19 derece olduğunda
ittifâk etmişlerdir. Kırmızılığın yayılması, güneşin üst kenârı, üfk-ı zâhirî
hattına 16 derece yaklaşıncadır. Fecr ve imsâk vakti için -16 derece irtifâ’ı
kabûl etmek, islâm âlimlerine uymamak olur.
Zâhirî zuhr mahalli ile
hakîkî zuhr mahalli aynı değildir. Güneşi görenler için, öğle nemâzının evvel
mer’î vakti, güneşin arka kenârı zâhirî zevâl mahallinden ayrılınca başlar. Bu
vakt, güneşin arka kenârının, üfk-ı şer’î hattından gâye irtifâ’ına yükseldiği
vaktdir ve feyyi zevâlden, ya’nî dik bir çubuk gölgesinin, en kısa iken,
uzamağa başladığını görmekle anlaşılır. Bu vakt, güneş merkezinin, o mahaldeki
gündüz müddetinin ortasından [semâdaki Nısfün-nehâr dâiresinden] ya’nî hakîkî
üfk hattına göre, hakîkî gâye irtifâ’ına yükseldikden, ya’nî (Hakîkî zevâl vakti)nden sonra, arka kenârının,
Erd üzerindeki üfk-ı şer’î hattının garb tarafından, zâhirî gâye irtifâ’ına
indiği görülünce başlar. Güneşi görenler için, nemâz vaktlerinin, [güneşin
merkezinin] üfk-ı hakîkîye nazaran olan, hakîkî irtifâ’ları ile değil, arka
kenârının üfk-ı şer’î hattından zâhirî irtifâ’ına geldiği, ya’nî nemâz
vaktinin, hakîkî irtifâ’ına gelmesinden sonra temkin zemânı geçdiği görülünce
başlıyacağı, Tahtâvînin (İmdâd hâşiyesi)nde
yazılıdır. Zâhirî zuhr vaktinin, güneşin, şer’î gâye-i irtifâ’dan alçaldığı
görüldüğü vakt başladığı (Mecma’ul enhür)de
de yazılıdır. Etrâfımızda, bir dâire şeklinde gördüğümüz (zâhirî üfuk hattı) dâiresinin mahalli, Râsıd, en
aşağı yerde iken, üfk-ı hissî üzerinde bir B noktasıdır. Semâda zâhirî gâye
irtifâ’ındaki (Zâhirî zevâl mahalli) de,
semâdaki zâhirî zevâl noktası olur. Râsıd, insan boyu kadar bile yükseldikce,
üfk-ı zâhirî hattı, üfk-ı hissîdeki B noktasının etrâfında, nısf kutru,
inhitât-ı üfuk derecesi kadar bir kavs olan, bir dâire şeklini alır ve üfk-ı
hakîkîye doğru alçalır. Semâdaki, zâhirî zevâl mahalleri de, üfk-ı zâhirî
hattından gâye irtifâ’ında olan noktaların, zâhirî zevâl noktası etrâfında
husûle getirdikleri bir dâirenin, güneşin mahrekini kesdiği iki nokta
arasındaki mahrek kavsi olur. Bu zevâl dâireleri, Nısf-ün-nehâr düzlemine
dikdir ve nısf kutrları olan kavsler, inhitât-ı üfuklar kadardır. Zâhirî zevâl
kavsinin başı ve sonu, güneşin günlük mahrekinin, zâhirî zevâl dâiresini
kesdiği iki noktadır. Güneşin ön kenârı, birinci noktaya gelince, gölgenin
kısalması fark edilmez, zâhirî zevâl vakti başlar. Arka kenârı, ikinci noktadan
çıkınca, temâm olur. Bu vakt, gölgenin uzamağa başladığını görmekle anlaşılır. (Zevâl mahalli dâireleri)nden her biri, Erd
üzerindeki, râsıdın bulunduğu mahalle mahsûs olan zâhirî üfuk hattı dâiresinin
noktalarından aynı gâye irtifâ’ında bulunan noktalardan meydâna gelmişdir. (Şer’î zevâl vakti), güneşin ön kenârının, bu
dâirelerin en dışındaki, en büyüğü üzerindeki iki noktadan birincisi-
ne geldiği vakt başlar. Arka kenâr, bu dâireden
ayrılırken, şer’î zevâl vakti temâm olarak (şer’î
zuhr vakti) başlar. Riyâdî şer’î vaktler hesâb ile bulunarak
takvîmlere yazılır. Zuhr vakti, asr-ı evvele kadar, ya’nî bir şeyin gölgesi,
zevâl vaktindeki boyundan, bu şeyin boyu mikdârı uzayıncaya veyâ asr-ı sânîye,
ya’nî boyunun iki misli uzayıncaya kadar devâm eder. Birincisi, iki imâma ve
diğer üç mezhebe göre, ikinci vakt ise, İmâm-ı a’zama göredir.
İkindi nemâzının vakti, öğle
vakti bitince başlıyarak, güneşin arka kenârı üfk-ı zâhirî hattından batıp,
gayb olduğu görülünciye kadar ise de, güneş sarardıkdan sonra, ya’nî alt [ön]
kenârı üfk-ı zâhirî hattına bir mızrak boyu yaklaşınca, her nemâzı kılmak ve
ikindiyi bu vakte gecikdirmek harâmdır. Güneşin veyâ ziyâsının geldiği yerlerin
sararması, merkezinin üfk-ı hakîkîye beş derece irtifâ’a geldiği vakt başlar.
Bu vakte (İsfirâr vakti) veyâ (Kerâhet vakti) denir. [Güneşin ön kenârının
üfk-ı şer’îden ayrıldığı zemân başlar.] Bu vakt, üç kerâhet vaktinin
üçüncüsüdür. Türkiyede şehrlerde ikindi ezânları, iki imâma göre okunduğundan,
ikindi nemâzını, bu ezândan, kışın 36 dakîka, yazın ise 72 dakîka sonra
kılmalıdır ki, böylece İmâm-ı a’zama da uyulmuş olur. Arz derecesi 40 ile 42 arasındaki
mahallerde, ocak ayından başlıyarak, her ay için 6 dakîka, 36 ya ilâve, kışa
doğru temmuz ayından başlıyarak, 72 den tarh edilince, bu aydaki iki asr vakti
arasındaki zemân farkı olur.
Akşam nemâzı, şemsî ve
şer’î gecenin başlaması ile birlikde başlar. Güneş zâhirî gurûb edince, ya’nî
üst kenârının Râsıdın bulunduğu mahallin üfk-ı zâhirî hattından gayb olduğu
görülünce başlar. Hadîs-i şerîfde, (Gece başlayınca, orucu bozunuz! Gecenin başlaması, güneş
ziyâsının, şark tarafında, en yüksek tepeden gayb olması ile olur) buyuruldu.
Bu hadîs-i şerîf ve (İbni Âbidîn) ile (Tahtâvî)nin “rahmetullahi aleyhimâ” açıklamaları
gösteriyor ki, güneşin zâhirî üfuk hattından gurûb etmesinin görülmediği
yerlerde ve hesâb yapılırken, gurûb, güneş ziyâsının en yüksek tepeden
çekildiği mer’î şer’î gurûb vaktidir. Ezânî sâat makineleri, bu vakt 12
yapılır. Akşam nemâzının vakti, şafak kararıncaya, ya’nî garbda, iki imâma ve
diğer üç mezhebe göre, kırmızılık gayb oluncaya veyâ İmâm-ı a’zama göre, bundan
iki derece sonra, beyâzlık gayb oluncaya kadar devâm eder. Akşam nemâzını,
vaktin evvelinde kılmak sünnetdir. (İştibâk-i
nücûm) vaktinden, ya’nî yıldızlar çoğaldıkdan, ya’nî güneşin arka
kenârının üfk-ı zâhirî hattı altına on derece irtifâ’a indikden sonraya
bırakmak harâmdır. Bu vakt ile gurûb vakti arasındaki zemân, İstanbul gibi,
arzı 41 derece olan mahaller için, bir senede, 53 ile 67 dakîka arasında
değişmekdedir. Hastalık, seferî olmak, hâzır ta’âmı
yimek için, yıldızlar çok görülünceye kadar
gecikdirilebilir.
Yatsı nemâzının vakti,
İmâmeyne göre, işâ-i evvelden, ya’nî garbdaki zâhirî üfuk hattı üzerinde
kırmızılık gayb oldukdan sonra başlar. Diğer üç mezhebde de böyledir. İmâm-ı
a’zama göre, işâ-i sânîden, ya’nî beyâzlık gayb oldukdan sonra başlar. Şer’î
gecenin sonuna, ya’nî Fecr-i sâdıkın ağarmasına kadardır. [Güneşin üst kenârı,
zâhirî üfukdan 17 derece irtifâ’a inince kırmızılık, 19 derece inince, beyâzlık
gayb olur.] Şâfi’î mezhebinde yatsı nemâzının âhır vakti, şer’î gecenin, ya’nî
gurûb ile fecr-i sâdık arasındaki zemânın yarısına kadar diyenler vardır.
Yatsıyı, şer’î gecenin yarısından sonra kılmak, bunlara göre câiz değildir.
Hanefîde ise, mekrûhdur. Mâlikîde de fecre kadar kılmak sahîh ise de, şer’î
gecenin üçde birinden sonra kılmak günâhdır. Öğle ve akşam nemâzlarını iki
imâmın bildirdiği vaktlerde kılamıyan, kazâya bırakmayıp, İmâm-ı a’zamın
kavline göre edâ etmeli, bu takdîrde, o gün ikindi ve yatsı nemâzlarını da,
İmâm-ı a’zama göre kılmalıdır.
Beş vakt nemâzın ve
bilhâssa sabâh ve yatsı nemâz vaktlerinin başlangıcı, her memleketin arz
[Enlem] derecesine, ya’nî Hatt-ı istivâdan uzaklığına ve güneşin meyline, ya’nî
ay ve günlere göre başkadır. Kutba yaklaşdıkca, fecr ve şafak vaktleri güneşin
tulû’ [doğma] ve gurûb [batma] vaktlerinden uzaklaşır. Ya’nî sabâh ve yatsı
nemâzlarının ilk vaktleri, birbirlerine yaklaşır. Tenvîr sathı ile Erdın
mihveri arasındaki (Tenvîr zâviyesi),
güneşin meyline müsâvî olduğu için, 90 - arz < meyl +19 ya’nî arz
dereceleri ile meyl-i şemsin toplamı, yetmişbir [90-19=71] veyâ dahâ ziyâde
olan yerlerde ve zemânlarda, meselâ Parisde güneşin meyli, çok olduğu Hazîranın
12 ile 30 u arasında, şafak kırmızılığı gayb olmadan, fecrin beyâzlığı başlar.
Bunun için, yatsı ve sabâh nemâzlarının vaktleri başlamaz. (Se’âdet-i Ebediyye) sahîfe 175’e bakınız! Hanefî
mezhebinde vakt, nemâzın sebebidir. Sebeb bulunmazsa, nemâz farz olmaz. O
hâlde, hanefî mezhebi âlimlerinin çoğu, böyle memleketlerde, bu iki nemâz farz
olmaz, dedi. Ba’zı âlimlere göre ise, arz dereceleri bunlara yakın yerlerdeki
veyâ böyle bir yerde, böyle zemânların başlamadan evvelki günlerdeki
vaktlerinde kılmalıdır.
Nehâr-ı şer’înin, ya’nî
oruc zemânının dörtde birine, ilm-i nücûm âlimleri, ya’nî astronomi âlimleri, (Dühâ) vakti diyor. Bu vakt, kerâhet zemânının
sonudur. Din âlimleri, bu vakte (İşrak vakti) ya’nî
kuşluk zemânının başladığı vaktdir, diyorlar. Dühâ vaktinde güneş merkezinin
üfk-ı hakîkîden irtifâ’ı beş derecedir. Alt kenârı, üfk-ı mer’îden bir mızrak
boyu irtifâ’ındadır. Dühâ vakti, güneşin tulû’undan takrîben 40 dakîka
sonradır. Bu iki vakt
arasındaki zemân, (Kerâhet
zemânı)dır. Dühâ vakti olunca, hergün iki rek’at (İşrak nemâzı) kılmak sünnetdir. Bu nemâza (Kuşluk nemâzı) da denir. Bayram nemâzı da, bu
vaktde kılınır. Nehâr-ı şer’înin yarısı, (Dahve-i kübrâ)
vaktidir. Ezânî Fecr vaktinin yarısı, Dahve-i kübrâ vaktidir. Vasatî
sâate göre, gece yarısından i’tibâren imsâk ve iftâr vaktleri toplamının
yarısıdır.
Öğle ve ikindi
nemâzlarının vaktlerini kolayca anlamak için, Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî
Serhendînin talebesinden Abdülhak Sücâdilin “rahmetullahi aleyhimâ” yazmış
olduğu, fârisî (Mesâil-i şerh-ı Vikâye) kitâbının
Hindistânda Hayderî matbaasında 1294 [m. 1877] senesi baskısında ve (Mecma’ul-enhür)de şöyle yazıyor: Güneş gören düz
bir yere, bir dâire çizilir. Bu dâireye (Dâire-i
hindiyye) denir. Dâirenin ortasına, dâire kutrunun [çapının] yarısı
kadar uzun, düz bir çubuk dikilir. Çubuğun tepesi dâirenin üç muhtelif
noktasından aynı uzaklıkda olmalıdır ki, tam dik olsun! Bu dik çubuğa (Mikyâs) denir. Bu mikyâsın gölgesi, sabâhları,
dâirenin dışına kadar uzundur ve garb tarafındadır. Güneş yükseldikce, ya’nî
irtifâ’ı artdıkça gölge kısalır. Gölgenin dâireye girdiği noktaya işâret konur.
Öğleden sonra şark tarafında, dâireden dışarı çıkar. Çıkdığı noktaya da bir
işâret konur. Dâire çenberi üzerindeki bu iki işâret arasında kalan kavsin
[yayın] ortası ile, dâirenin merkezi arasına düz bir hat çizilir. Bu hat, o
mahallin (Nısf-ünnehâr hattı) olur.
Nısf-ün-nehâr hattının istikâmeti, şimâl ve cenûb cihetlerini gösterir. Güneşin
doğduğu tarafa dönen kimsenin sol omuzu, şimâl cihetidir. Güneşin ön kenârı,
üfk-ı zâhirî hattından, gâye irtifâ’ına yükselince, (Zâhirî
zevâl vakti) başlar. Bundan sonra gölgenin uzayıp kısaldığı his
edilmez. Gölgenin en kısa uzunluğuna (Fey-i zevâl )
denir. Arka kenâr, alçalmağa başlıyarak, sathî üfka [zâhirî üfuk
hattına] nazaran gâye irtifâ’ına gelince, (Zâhirî
zevâl vakti)nin sonu ve (Zâhirî zuhr
vakti) olur. Gölgenin uzamağa başladığı görülür. Zâhirî zevâl
zemânının, ya’nî gölgenin kısalmasının sonu ile uzamağa başlaması arasındaki
zemânın ortasında, güneşin merkezi, semâdaki Nısf-ün-nehâr dâiresi üzerine
geldiği mer’î vakt olup, hakîkî üfukdan gâye irtifâ’ında olur. Bu an gündüz
ortası, ya’nî (Mer’î hakîkî zevâl vakti)dir.
Bu mer’î hakîkî zevâl vaktinde, hakîkî zevâlî sâat 12 dir. 12 ile ta’dîl-i
zemânın cebrî toplamı, gündüzün başlangıcı yapılmakdadır. Bu vakt, mahallî,
vasatî zevâlî sâat 12 yapılır. Zevâlî sâat makinelerinin başlangıcıdır. (Hakîkî mer’î zevâl vakti), güneşin zevâle geldiği
(riyâdî zevâl vakti)nden 8 dakîka 20
sâniye sonradır. Çünki, güneşin ziyâsı, Erda 8 dakîka 20 sâniyede gelmekdedir.
Hesâb ile bulunan riyâdî nemâz vaktlerine 8 dakîka 20 sâniye eklenerek, mer’î
vaktle-
re çevrilir. Bu çevirmeyi sâat makineleri yapmakdadır.
Riyâdî vaktlerin ve sâat makinelerindeki mer’î vaktlerin, birbirlerinin aynı
oldukları anlaşılmakdadır.
1193 [m. 1779] senesinde
Erzurûmda hâzırlanmış olan (Mi’yâr-ı evkat) ceb
takvîminde diyor ki, (Gölgenin en kısa görüldüğü (mer’î) zevâl vaktinde, ezânî
sâat makinesi, takvîmde yazılı zuhr vaktinden temkin zemânı geri getirilerek
ayârı tashîh edilir.) Çünki, zevâl vakti, zuhr vaktinden temkin kadar öncedir.
Ezânî sâat makinesini ayârlamak için, vasatî sâat makinesi herhangi bir nemâz
vaktini gösterince, ezânî sâat makinesi de, bu nemâzın ezânî vaktine getirilir.
Fey-i zevâl, arz ve meyl derecelerine göre, ya’nî her arz derecesinde ve her
gün başka boydadır.
İkindi nemâzı vaktindeki
güneş irtifâ’ını bulmak için, (İrtifâ’gölge uzunluğu) cedveli kullanılır. Bu
cedveli, 1924 (Takvîm-i sâl) sonunda görerek, kitâbımızın 572. ci sahîfesine
koyduk. Meselâ, 13 Ağustosda, İstanbulda, güneşin gâye irtifâ’ı 64 derece
olduğundan, bir metre, dik çubuğun gölgesinin en kısa uzunluğu, cedvelde,
Pergel, fey-i zevâl boyu
kadar açılıp, bir ayağı, Nısf-ün-nehâr hattının dâireyi kesdiği noktaya konur.
Diğer ayağının Nısf-ün-nehâr hattının dâire dışındaki kısmını kesdiği nokta ile
merkez arasındaki mesâfe nısf kutr olmak üzere ikinci bir dâire çizilir.
Mikyâsın gölgesi bu ikinci dâireye geldiği vakt, (Hakîkî
asr-ı evvel) vakti olur. İkinci dâireyi her gün yeniden çizmek
lâzımdır.
Şer’î nemâz vaktlerini,
güneşin kenârının şer’î üfukdan olan irtifâ’ına göre hesâb etmek lâzımdır.
Nemâz vaktlerinin irtifâ’ları, hakîkî üfukdan olamaz. Hakîkî üfka göre olan
irtifâ’ ile hesâb edilen hakîkî gurûb vaktinde, güneş yüksek yerlerin zâhirî
üfuk hatlarından batmamış olarak görülmekdedir.
Güneş merkezinin,
Nısf-ün-nehârdan iki gündeki geçişleri, ya’nî iki gündeki hakîkî zevâl vaktleri
arasındaki zemâna (Hakîkî güneş günü) denir.
Bunların uzunlukları birbirlerine müsâvî olmadığı için (Vasatî gün) kullanılır. Vasatî gün uzunluğu, bir
güneş senesindeki 365,24 günün 360 da biri zemândır. Vasatî günler,
birbirlerine müsâvîdir. Bunların hakîkî güneş günlerinden farkına, bir günlük (Ta’dîl-i zemân) denir. Vasatî gün fazla ise,
ta’dîl-i zemân (-), noksan ise (+) dır. Ta’dîl-i zemân, her gün değişerek, bir senede
+16 ile -14 dakîka arasında değişmekde, senede dört def’a sıfır olmakdadır.
Güneşin merkezinin hakîkî
üfukdan gurûb etdiği (Riyâdî gurûb) vaktinden
sonra, arka kenârının, üfk-ı şer’îye inerek, ziyâ-
sının en yüksek tepeden gayb olması için geçen
zemâna (Temkin Zemânı) denir. Bir
beldenin [şehr veyâ köyün] temkini, yükseklik ile ve arz derecesi ile değişir,
artar. Günlük değişmesi birkaç sâniyedir. Bütün nemâz vaktleri ve iftâr vakti
hesâb edilirken, her beldede, en yüksek yerin temkini kullanılır. Meselâ
İstanbulda, Çamlıca tepesinin
Sâat makineleri, bir
vasatî günde 24 sâati gösterir. Vasatî veyâ ezânî zemânları ölçerler. Bir
beldenin vasatî sâati, hakîkî mer’î zevâl vaktinden ta’dîl-i zemân kadar farklı
olarak 12 yapılır. Ezânî sâat makinesi, güneşin üfk-ı şer’îden, ya’nî en yüksek
tepeden gurûb etdiği görülünce, 12 yapılır. Bu sâat makineleri gurubî vaktleri
göstermez. Ezânî vaktleri gösterir. Şarka doğru gidildikce, ya’nî tûl derecesi
artdıkca, mahallî sâat makinelerinin ayârları ileri alınmakda, bunun için, tûl
dereceleri değişince, sâat makinelerindeki nemâz vaktleri değişmemekdedir.
Gurûbî ve ezânî gün uzunlukları, birbirlerine takrîben müsâvîdir. Mebde’leri,
temkin mikdârı farklıdır. Hakîkî [zevâlî] gün uzunluğundan 1-2 dakîka
farklıdırlar. Hesâb ile, nemâzların zevâlî veyâ gurûbî riyâdî vaktleri bulunur.
Bu riyâdî vaktler, sâat makinelerinin gösterdikleri mer’î vaktlerin aynıdır.
Arz derecesi artdıkca, [yatsı hâriç] dört nemâzın vakti önce olur. Tûl derecesi
artdıkca mahallî sâatlerdeki vaktler değişmez ise de, müşterek sâate göre, tûl
derecesi artdıkca ileri [önce] olur.
İbni Âbidîn, oruclunun
yapması müstehab olan şeyleri bildirirken ve Tahtâvî (Merâkıl-felâh) hâşiyesinde, nemâz vaktlerinde diyorlar ki,
(Bir kimse, güneşin üst kenârının, zâhirî üfuk hattından gurûb etdiğini
görmedikçe iftâr yapamaz. Alçakda bulunan kimse, gurûbu dahâ önce görünce,
yüksekdekinden önce iftâr yapar. Güneşin üfk-ı zâhirî hattından gurûbunu
göremiyenler için gurûb, şarkdaki tepelerin kararmasıdır.) Ya’nî şer’î üfukdan
olan gurûbdur. Nemâz vaktleri ve iftâr yapmak hesâb edilirken, (Temkin) kullanmak, ya’nî irtifâ’ları şer’î
üfuklara göre düşünmek lâzım olduğu, buradan anlaşılmakdadır. Hesâb yaparken,
her yükseklik için ayrı olan zâhirî üfuk hatlarından olan zâhirî irtifâ’lar
kullanılamaz. Çünki muhtelif zâhirî üfuk hatları ve bunların her birine göre
muhtelif irtifâ’lar ve bir mahalde, bir nemâzın muhtelif riyâdî vaktleri olur.
Güneşin kenârının şer’î
üfukdan, nemâz vaktinin irtifâ’ına geldiği, riyâdî şer’î vaktini hesâb etmek
için, evvelâ bu nemâza mahsûs olan (Fadl-ı dâir =
Zemân farkı) hesâb edilir. Fadl-ı dâir, güneşin bulunduğu yer ile,
gündüz veyâ gece yarıları arasındaki zemân farkıdır. Fadl-ı dâiri bulmak için,
muhtelif düstûrlar [formüller], logaritme ile veyâ hesâb makineleri ile
çözülürler. Öğle (zuhr), ikindi (asr), isfirâr, akşam (gurûb), iştibâk ve işâ
(yatsı) vaktlerinin Fadl-ı dâirleri, [sâat makinelerinin gösterdiği mer’î]
hakîkî zevâl vaktine eklenerek, ba’zı makinelerde, bulunan yatsı nemâzının
Fadl-ı dâiri gece yarısından çıkarılarak, fecr ve tulû’ için gece yarısına
eklenerek, işrak için hakîkî zevâl vaktinden çıkarılarak, hakîkî veyâ gurûbî
zemânlara nazaran riyâdî (hakîkî vaktler) bulunur.
Zuhr, asr, gurûb, iştibâk ve işânın hakîkî vaktlerine temkin ilâve ve fecr ile
tulû’ riyâdî hakîkî vaktlerinden tarh edilince, (Şer’î
vaktler) olur. Çünki, bir nemâzın hakîkî vakti ile şer’î vakti
arasındaki zemân farkı, hakîkî üfuk ile şer’î üfuk arasındaki zemân farkı
kadardır. Bu da, (Temkin zemânı)dır. Her
şehr için tek bir temkin vardır. Bu da, şer’î vaktleri bulmak için kullanılır.
Bunlar da, (Ezânî) veyâ (Vasatî) zemânlara çevrilerek takvîmlere yazılır.[1] Hakîkî vakti vasatîye tahvîl için,
(Ta’dîl-i zemân) ile muâmele edilir. Gurûbî vakti ezânîye tahvîl için, dâimâ
bir (temkin) çıkarılır. Görülüyor ki,
zuhr, asr, gurûb ve işâ nemâzlarının gurûbî vaktleri ile ezânî vaktleri,
birbirinin aynıdırlar. İslâm âlimleri, asrlarca evvel, (Rub’-ı dâire) âleti veyâ Üstürlâb [Oktant]
denilen âlet yaparak, bununla güneşin riyâdî üfka göre veyâ Sekstant ile zâhirî
üfuk hattına göre irtifâ’ını ölçmüşler, bundan her nemâz vaktinin hakîkî
irtifâ’ını hesâb etmişlerdir. Zevâlden evvelki vaktler, şer’î tulû’ üfkuna,
zevâlden sonraki vaktler, şer’î gurûb üfkuna olan irtifâ’ları ile hesâb edilir.
Zuhr vakti, gündüz ortasından sonra olduğu için, (şer’î
zevâl vakti), hakîkî zevâl vaktinden temkin zemânı sonra olması
lâzım olur. Hüsâmeddîn efendinin (Şemâil-i şerîfe) tercemesine
bakınız! Ahmed Ziyâ beğ 1339 [m. 1921] târîhli (Rub’-ı
dâirenin sûret-i isti’mâli) kitâbında diyor ki, (Hakîkî mer’î zevâl
vaktindeki 12 sâata tevâfuk eden vakt-i vasatîye o mevkie âid temkin mikdârı
cem’ olundukda, mahallî vasatî sâat ile şer’î zuhr vakti olur.) (Kedûsî)nin (İrtifâ’
risâlesi)ni terceme eden, Fâtih medresesi ders-i âmlarından, ya’nî
islâm ilmleri ordinaryüs profesörü Hezargradlı Hasen Şevkı efendi, dokuzuncu
bâbında, imsâk vaktini bulmağı bildirin-
---------------------------------
[1] Nemâz
vaktlerini hesâb etmek için, (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında
misâller verilmişdir.
ce diyor ki, (Bulduğumuz imsâk vaktleri
temkinsizdir. [Ya’nî güneşin merkezinin gurûbî sâate göre, hakîkî üfka -19
derece irtifâ’a yaklaşdığı [riyâdî] vaktdir.] Oruc tutacak kimsenin, bundan iki
temkin mikdârı [onbeş dakîka] evvel imsâk etmesi lâzımdır. Böylece, [oruca
güneşin ön kenârının şer’î üfka ve ezânî sâate göre olan imsâk vaktinde
başlıyarak] orucu fâsid olmakdan kurtulur.) Görülüyor ki, bu büyük âlim de,
şer’î ezânî vakti bulmak için hakîkî vaktden temkin zemânının iki mislini
çıkarmakda, temkin çıkarılmaz ise, orucun fâsid olacağını bildirmekdedir.
Çünki, İstanbulda temkin sekiz dakîka hesâb edilmekde, ihtiyâten on dakîka
kabûl olunmakdadır. Ahmed Ziyâ beğ de, (Rub’-ı dâire ile bulunan hakîkî fecr
vaktinden temkinin iki misli çıkarıldıkdan sonra, ezânî şer’î imsâk vakti
başlar) diyor. İki temkinden birisi, hakîkî vakti şer’î vakte çevirmek içindir.
İkincisi, gurûbî sâati, ezânîye çevirmek içindir. Hesâb ile veyâ Rub’-ı dâire
ile bulunan hakîkî fecr vaktinden, ezânî sâat için temkin zemânının iki mislini
çıkarmak lâzım olması, mahallî vasatî sâat için, bir temkin çıkarmak lâzım
olduğunu göstermekdedir. Vasatî zemân için bir temkin çıkarılmazsa, oruc fâsid
olur. Kedûsînin irtifâ’ risâlesinin önsözünde, (Meârif nezâretinin 1310 [m.
1892] senesi 230 numaralı ruhsatı ile basıldı) yazılıdır. Bunun için, Osmânlı
âlimlerinin zemânında, meselâ Osmânlı âlimlerinin en yüksek makâmı olan (Meşîhat-i islâmiyye)nin hâzırladığı 1334 [m.
1916] senesinin (İlmiyye sâlnâmesi) ismindeki
takvîmde ve 1982 ye kadar hâzırlanan takvîmlerin hepsinde ve İstanbul
üniversitesi Kandilli rasadhânesinin 1958 târîh ve 14 sayılı (Evkat-ı şer’ıyye) kitâbında imsâk vaktleri,
hakîkî vaktlerinden iki temkin zemânı evvel başlamakdadır. Oruca, bu
takvîmlerdeki şer’î imsâk vaktinden beş dakîka bile sonra başlayanın orucu
sahîh olmaz. Şer’î zevâl vaktinde gölgenin boyu, hakîkî zevâl vaktindeki fey-i
zevâlden dahâ uzundur. İkisi arasındaki fark, temkin zemânında hâsıl olan
uzunlukdur.
Martın 21.ci ve Eylülün
23.cü günleri gece ve gündüz uzunlukları 12 sâat olup, güneş dâimâ hakîkî
zevâlden altı sâat evvel tulû’ ve altı sâat sonra gurûb eder. Diğer günlerde,
Gece ile gündüz müddetleri müsâvî olmadığı için, yaz aylarında, hakîkî zevâl
vakti ile hakîkî tulû’ ve hakîkî gurûb vaktleri arasında 6 sâatdan bir mikdâr
fazla zemân vardır. Kış aylarında, bu vaktler arasında, bir mikdâr az zemân
bulunur. Altı sâatden olan bu zemân farkına (Nısf
fadla) zemânı denir. Yaz aylarında, hakîkî tulû’ ve gurûb vaktleri,
zevâl vaktinden, 6 ile Nısf fadlanın toplamı kadar farklı olmakdadır. Gurûb
vakti, zevâl vaktinden uzaklaşınca, gurûbî
sâatın sabâh mebdei, zevâl vaktine yaklaşır. Gurûbî
sâate göre zevâl vakti, yaz aylarında, Nısf fadlanın 6 sâatden farkı olur.
Herhangi bir mahalde:
sin Nısf fadla = tan arz-ı belde x tan meyl
müsâvâtından (Nısf fadla =
Yarı fark) derecesi bulunur. Bunun dört misli, zemân dakîkası olur.
Meyl ile arz derecelerinin işâretleri aynı ise, ya’nî aynı nısf kürede iseler,
Nısf fadla zemânının mutlak kıymeti 6 ya ilâve edilince, hakîkî zemâna göre,
riyâdî hakîkî gurûb vakti ve gece yarısı 12 den, sabâh gurûbî 12 ye kadar olan
zemân olur. Şemsin hakîkî tulû’ vakti ile zevâli vakti arasında da bu kadar
zemân vardır. 6 dan çıkarılırsa, gurûbî zemâna göre riyâdî hakîkî zevâl vakti
ya’nî sabâh 12 den zevâl kadar zemân olur ki, aynı zemânda, ezânî zemâna göre
şer’î zuhr vakti ve hakîkî zemâna göre, hakîkî tulû’ vaktidir. Bulunulan mahâl
ile güneş başka nısf kürelerde ise, nısf fadlanın mutlak kıymeti 6 ya ilâve
edilince, o mahallin gurûbî zemâna göre hakîkî zevâl vakti ve hakîkî zemâna
göre, hakîkî tulû’ vakti olur. 6 dan çıkarılınca, hakîkî zemâna göre o
mahaldeki riyâdî hakîkî gurûb vakti olur. 1 Mayısda, meselâ Privileg hesâb
makinesinin 14.55
◦ﻭﻭﻭ→
tan x 41 tan = arc sin x 4 =
→◦ﻭﻭﻭ
düğmelerine basılınca,
makinenin levhasında, Nısf fadla 53 dakîka 33 sâniye görünür. Hakîkî zemâna
göre, riyâdî hakîkî gurûb vakti 6 sâat 54 dakîka, mahallî vasatî zemâna göre 6
sâat 51 dakîka ve müşterek zemâna göre 18 sâat 55 dakîkadır. Şer’î gurûb vakti
19 sâat 5 dakîka olur. Gurûbî zemâna göre hakîkî zevâl vakti 5 sâat 6 dakîka
olur. Bundan, İstanbul için gurûb vaktindeki 10 dakîka temkin zemânı dâimâ
çıkarılıp 4 sâat 56 dakîka, ezânî zemâna göre zevâl vakti olur. Buna zuhr
vaktindeki, yine 10 dakîka temkin zemânı ilâve edince, ezânî sâate göre zuhr
vakti, yine 5 sâat 6 dakîka olur. Zuhr vaktindeki temkin, gurûb vaktindeki
temkinin aynı olduğu için, gurûbî zemâna göre hakîkî zevâl vakti ile ezânî zuhr
vakti aynı olmakdadırlar. İkindi ve yatsının ezânî vaktleri de böyledir.
Müşterek sâat ile şer’î tulû’ vakti 4 sâat 57 dakîka olur. 5 sâat 6 dakîka,
hakîkî gece müddetinin yarısıdır. Hakîkî gece müddeti olan 10 sâat 12 dakîkadan
2 temkin zemânı çıkarılınca, ezânî zemâna göre şer’î tulû’ vakti 9 sâat 52
dakîka olur. Türkiyenin her yerinde, imsâk vaktinden onbeş dakîka sonra sabâh
nemâzı kılınır. Yüksek bir yerin D inhitât-ı üfuk zâviyesi:
Erdın nısf kutru (metre) 6367654
Cos D = —––––––––—–––––—– = –—–—––—–– veyâ
Nısf kutr + Yükseklik 6367654 + Y
D= 0,03 x √Y ile de, derece olarak bulunur.
Y = metre olarak
yükseklikdir.
(Fadl-ı
dâir sâati), H, her yerde,
aşağıdaki düstûr ile bulunur ki, aranılan vakt ile nısf-ün-nehâr arasındaki
zemândır. Ezânî imsâk vakti: [12 + zuhr - H - (1 ÷ 3) = Sâat] ve işâ vakti: [H
- (12 -zuhr)] Sâat olur. Ziyâ
te’sîri ile işliyen Privileg hesâb makinesinde, H:
h sin -
φ sin
× δ =
÷
φ cos
÷
δ cos = arc cos
÷ 15 =
◦ﻭﻭﻭ→
h = irtifâ’, φ = arz, δ = meyl,
h irtifâ’ı, geceleri ve ª ile ∞ da cenûb nısf kürede (-) olacakdır.
Nemâz vaktleri de,
Casio hesâb makinesi ile, şu şeklde müşterek sâat olarak bulunur:
H + S-T = ÷ 15 + 12-E+N = INV ◦ﻭﻭﻭ
S = sâat başı tûl, T =
tûl, E = ta’dîl, N = temkin,
H, S, T değerleri derece;
E, N değerleri sâat olarak alınacakdır.
H ve N öğleden önce ( -),
öğleden sonra ( + ) dır.
Temkin müddeti N, arz
derecesi 44 dereceden aşağı ve en yüksek yeri 500 metreden az olan yerler için,
aşağıdaki düğmeler ile sâat olarak bulunur. Ya’nî, âletin levhasında görülen 0
sâat ile dakîka ve sâniye rakamları temkin olur:
0,03 × Y √+ 1.05 = sin ÷ φ cos ÷ δ cos × 3,82 = INV ◦ﻭﻭﻭ
Pil ile işliyen CASIO fx
3600 P hesâb makinesinde H Fadl-ı dâiri bulmak için, makine, tertîb edildikden
sonra, P1 irtifâ’ RUN meyl RUN arz RUN düğmelerine basılır. Meselâ,
meyl 21°.
Tertîb edilmiş hesâb
makineleri ile, tûl ve arz dereceleri verilen herhangi bir mahaldeki, bütün
nemâz vaktlerini, bir günlük veyâ bir senelik olarak, hemen, cedvel hâlinde
vermekdedir. Bu cedvel, telefona merbût (Faks) ile
hemen, dünyânın her yerindeki bir telefon faksına gönderilmekdedir. (Se’âdet-i Ebediyye) 200.cü sahîfeye bakınız!
Herhangi bir günde,
güneşin meyli ve ta’dîl-i zemân ma’lûm ve arz derecesi 41 olan yerlerde nısf
fadla ve fadl-ı dâir ve nemâz vaktleri, hiçbir hesâba ve düstûra ve hesâb
makinesi kullanmağa lüzûm olmadan, (Rub’-ı dâire) ile
kolayca ve sür’at ile anlaşılmakdadır. Rub’-ı dâire ve bunun isti’mâlini
bildiren ta’rifesi, Hakîkat Kitâbevi tarafından i’mâl ve tevzî’ edilmekdedir.
İbâdetlerin vaktlerini
ta’yîn ve tesbît etmek, ya’nî anlayıp anlatmak, din bilgisi ile olur. İbâdetlerin
vaktlerini, din âlimleri, ya’nî müctehidler anlamış ve bildirmişlerdir. Fıkh
âlimleri, müctehidlerin bildirdiklerini (Fıkh) kitâblarında
yazmışlardır. Bildirilmiş olan vaktleri, hesâb etmek ise, astronomi bilen
müslimânların vazîfesidir. Hesâb edilmesi câiz olan vaktleri, astronomi
âlimleri bulur. Bunların bulduğunu, din âlimlerinin tasdîk etmeleri şartdır.
Nemâz vaktlerini sâat ile ve kıbleyi pusula ile anlamanın câiz olduğu (İbni Âbidîn)de (Nemâzda kıbleye dönmek) bahsinde
ve (Fetâvâ-i Şemsüddîn Remlî)de
yazılıdır. (Mevdû’ât-ul-ulûm)da diyor
ki, (Zemânımızda nemâz vaktlerini hesâb etmek, farz-ı kifâyedir. Müslimânların
güneşin hareketinden veyâ takvîmlerden anlamaları farzdır.)
İbni Âbidîn ve Şâfi’î (El-envâr) ve mâlikî (El-mukaddemet-ülizziyye)
şerhinde diyor ki, (Nemâzın sahîh olması için, vakti girdikden sonra
kılınması ve vaktinde kılındığını bilmek şartdır. Vaktin girdiğinde şübheli
olarak kılıp, sonra vaktinde kılmış olduğunu anlarsa, bu nemâzı sahîh olmaz.
Vaktin bilinmesi, vaktleri bilen âdil bir müslimânın okuduğu şer’î ezânı
işitmekle olur. Ezânı okuyan âdil değil ise, [veyâ âdil müslimânın hâzırladığı
takvîm yoksa], kendisi vaktin girdiğini araşdırıp, kuvvetli zan edince
kılmalıdır. Fâsıkın veyâ âdil olduğu bilinmeyen kimsenin, kıbleyi göstermesi,
temiz, necs, halâl, harâm demesi gibi dinden olan haberleri de, ezân okuması
gibi olup, ona değil, kendi araşdırıp anladığına uyması lâzımdır.) Yalnız
kılanların, hastaların, yolcuların, işe dalıp nemâzı kaçırmak korkusu
olanların, her nemâzı, vaktinin evvelinde kılmaları lâzımdır. Sabâh nemâzını
vaktinin sonunda kılmak, hanefî mezhebinde efdaldir.
Sabâh nemâzının ve orucun
evvel vakti, fecr-i sâdık vakti ile başlar. Bu vakt, gurûb vaktinde 12 den
başlayan ezânî sâatin fecr vaktine gelmesinden anlaşılır. Yâhud gece yarısı 12
den başlayan vasatî sâatin fecr vaktine gelmesinden anlaşılır.
Şemsin tulû’u, gece
yarısı 12 den, gece müddetinin yarısı sonra veyâ gurûb vaktindeki 12 den, gece
müddeti kadar sonra veyâ zevâlden gündüz müddetinin yarısı kadar evvel başlar.
Sabâh gurûbî sâatin 12 vakti, gurûb vaktindeki 12 den, 12 sâat sonra veyâ gece
yarısı 12 den gündüz müddetinin yarısı kadar sonra veyâ hakî-
kî zevâl vaktinden gece yarısı müddetinin yarısı
kadar evveldir.
Tulû’ vakti ile sabâhın 12
vakti arasında, gece ve gündüz uzunluklarının yarıları arasındaki fark kadar
zemân vardır.
Cemâ’at ile öğle
nemâzını, yazın sıcakda geç, kış günleri ise, erken kılmak müstehabdır. Akşam
nemâzını her zemân erken kılmak müstehabdır. Yatsıyı, şer’î gecenin üçde biri
oluncaya kadar geç kılmak müstehabdır. Gecenin yarısından sonraya bırakmak
tahrîmen mekrûhdur. Bu gecikdirmeler, hep cemâ’at ile kılanlar içindir. Evinde
yalnız kılan, her nemâzı vakti girer girmez kılmalıdır. (Künûz-üd-dekâık)da yazılı ve Hâkimin ve
Tirmüzînin bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (İbâdetlerin en kıymetlisi, evvel vaktinde kılınan nemâzdır)
buyuruldu. (İzâlet-ül hafâ)nın
beşyüzotuzyedinci sahîfesinde yazılı, (Müslim) kitâbındaki
hadîs-i şerîfde, (Bir
zemân gelecek, âmirler, imâmlar, nemâzı öldürecekler, [nemâzın
edâsını] vaktinden sonraya bırakacaklardır. Sen,
nemâzını vaktinde kıl! Senden sonra, cemâ’at olurlarsa, onlarla da, tekrâr kıl!
İkinci kıldığın nâfile olur) buyuruldu. İkindiyi ve yatsıyı, İmâm-ı
a’zamın kavline göre kılmak ihtiyâtlı olur. Uyanamayan, vitri yatsıdan hemen
sonra kılmalıdır. Yatsıdan evvel kılarsa, sonra tekrâr kılar. Uyanabilen ise,
gecenin sonunda kılmalıdır.
Bir beldede, bir nemâz
vakti, mahallî veyâ müşterek vasatî zemâna göre ma’lûm iken, bu nemâzın ezânî zemâna
göre vaktini bulmak için, şu iki düstûr kullanılmakdadır:
Müşterek
zemâna göre vakt = Ezânî zemâna göre vakt + Müşterek zemâna göre şer’î gurûb
vakti.
Ezânî
zemâna göre vakt = Müşterek zemâna göre vakt - Müşterek zemâna göre şer’î gurûb
vakti. Gurûbdan evvelki
zemânlarda, çıkarma yapabilmek için, önce 12 ilâve edilir. Ahmed Ziyâ beğin
kitâbında, gurûb vakti yerine, zevâl vakti düstûru kullanılmakdadır.
Bu ikinci düstûr,
herhangi bir vaktde, ezânî sâati ayârlamak için de kullanılır.
Mâlikî ve şâfi’î
mezheblerinde, öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı nemâzları cem’ edilebilir. Bu
iki nemâzdan biri, ikincisinin vaktinde kılınabilir.
Nemâz
kılması tahrîmen mekrûh, ya’nî harâm olan vaktler üçdür: Bu üç vakte (Kerâhet
zemânı) denir. Bu üç zemânda başlanan farzlar sahîh olmaz. Nâfileler
sahîh olursa da, tahrîmen mekrûh olur. Bu nâfileleri bozmalı, başka zemânda
kazâ etmelidir. Bu üç zemânın birincisi, sabâhları güneş doğarken başlayıp, 40
dakîka devâm eden zemândır. Bu zemânın sonuna (Dühâ
vakti) ve (İşrak vakti)
denir. Kerâhet zemânının ikincisi, güneş zevâlde
ikendir. Güneşin gurûbundan 40 dakîka evvel üçüncü kerâhet zemânı
başlamakdadır. Güneşin doğması, tulû’ vaktinden, ya’nî üst kenârının mer’î üfuk
hattından görünmeğe başlayıp, bakamıyacak kadar yükselmesine, ya’nî (Dühâ vakti)ne kadar olan zemândır. Ya’nî kerâhet
zemânının sonuna kadardır. Güneşin zevâlde olması, semâdaki şer’î zevâl mahalli
olan dâirenin içinde bulunmasıdır. Ya’nî hakîkî zevâl vaktinden temkin zemânı
evvel ve sonra olan iki vakt arasındaki zemândır. Bu zemân, öğle nemâzı
vaktinden İstanbul için, 20 dakîka evvel başlamakdadır. Güneşin batması da,
bakacak kadar sararmağa başladığı vaktden batıncaya kadar olan zemân demekdir.
Bu zemânın mikdârı, İstanbul gibi 41 derece olan mahaller için, 37 dakîka ile
42 dakîka arasında değişmekdedir. Ortalama olarak 40 dakîkadır. Bu zemânın
evvel vaktine (İsfirâr-ı şems) veyâ (Kerâhet vakti) denir. Güneş batarken, yalnız o
günün ikindisi kılınır. Fekat, ikindiyi isfirâr vaktine gecikdirmek tahrîmen
mekrûhdur. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre, yalnız Cum’a günü güneş tepede iken, nâfile
kılmak mekrûh olmaz. Bu kavlza’îfdir. Önceden hâzırlanmış cenâzenin nemâzı,
secde-i tilâvet ve secde-i sehv de câiz değildir. Bu vaktlerde hâzırlanan cenâzenin
nemâzını, bu vaktlerde kılmak sahîh olur.
Yalnız nâfile kılmak
mekrûh olan iki vakt vardır. Sabâh Fecr-i sâdık [tan yeri] ağardıkdan, güneş
doğuncaya kadar, sabâh nemâzının sünnetinden başka nâfile kılınmaz. İkindiyi
kıldıkdan sonra, akşam nemâzından önce nâfile kılmak tahrîmen mekrûhdur. Cum’a
günü imâm minbere çıkınca ve mü’ezzin ikâmet okurken, diğer nemâzlarda imâm
nemâzda iken nâfileye, ya’nî sünnete başlamak mekrûhdur. Yalnız sabâh sünnetine
başlamak mekrûh değildir. Bunu da safdan uzak veyâ direk arkasında kılmalıdır.
Minbere çıkmadan başlanan sünneti temâmlamalı denildi.
Sabâh nemâzı kılarken,
güneş doğmağa başlarsa, bu nemâz sahîh olmaz. İkindiyi kılarken güneş batarsa,
bu nemâz sahîh olur. Akşamı kıldıkdan sonra, tayyâre ile batıya gidince, güneşi
görse, güneş batınca akşamı tekrâr kılar. Orucunu bozmuş ise, bayramdan sonra
kazâ eder.
Hanefî mezhebinde, yalnız
Arafât meydânında ve Müzdelifede hâcıların iki nemâzı cem’ etmeleri lâzımdır.
Hanbelî mezhebinde, seferde ve hastalıkda, kadının emzikli veyâ müstehâza
olmasında, abdesti bozan özrlerde, abdest ve teyemmüm için meşakkat çekenlerde
ve a’mâ ve yer altında çalışan gibi, nemâz vaktini anlamakda âciz olanın ve
canından, malından ve nâmûsundan korkanın ve ma’îşetine zarar gelecek olanın,
iki nemâzı cem’ etmeleri câiz olur. Nemâzı kılmak için işlerinden ayrılmaları
mümkin olmıyanların, bu nemâzlarını kazâya bırakmaları, hanefî mezhebinde câ-
iz değildir. Bunların, yalnız böyle günlerde, (Hanbelî mezhebi)ni taklîd ederek, öğle ile
ikindiyi veyâ akşam ile yatsıyı takdîm yâhud te’hîr ederek, cem’ etmeleri,
ya’nî birlikde kılmaları câiz olur. Cem’ ederken, öğleyi ikindiden ve akşamı
yatsıdan önce kılmak, birinci nemâza dururken, cem’ etmeği niyyet etmek,
ikisini ard arda kılmak ve abdestin, guslün ve nemâzın hanbelî mezhebindeki
farzlarını ve müfsidlerini öğrenmek ve bunlara uymak lâzımdır.
6) Nemâzın şartlarından
altıncısı, nemâza niyyet etmekdir. Niyyet kalb ile olur.
7) Nemâzın şartlarından
yedincisi, (İftitâh tekbîri)dir. Ya’nî,
nemâzın evvelinde, (Allahü ekber) demekdir.
Bu yedi şartın birini, sehven veyâ kasden, terk eden kimsenin nemâzı sahîh
olmaz.
İslâmiyyete uyan
kişi, hayrlı olur her işi,
bilmeden
uymak olamaz, önce lâzım fıkh bilgisi.