Allahü teâlâya hamd olsun
ve Onun seçdiği, sevdiği kullarına selâm olsun! Bu yolda çalışmak [Allahü
teâlânın sevgisine kavuşmak] istiyenin, önce i’tikâdını, hak yoldaki âlimlerin
[ya’nî Ehl-i sünnet âlimlerinin] bildirdiklerine göre düzeltmesi lâzımdır. [Bu
derin âlimler, bütün bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan aldılar. Kendi düşüncelerini
ve felsefecilerin fikrlerini, bunlara karışdırmadılar.] Allahü teâlâ, onların
çalışmalarına bol bol mükâfat [karşılık] versin! Sonra, herkese lâzım olan fıkh
bilgilerini öğrenmelidir. Bundan sonra, bu öğrendiklerini yapmalıdır. Ondan
sonra, her zemânında, Allahü teâlâyı zikr etmelidir. [Ya’nî kalb hep Onun
ismini ve sıfât-ı zâtiyyesini düşünmelidir.] Fekat, zikr yapmasını kâmil ve
mükemmil olan bir zâtdan öğrenmesi şartdır. Nâkıs olandan [hele câhil ve sapık
şeyhlerden] öğrenirse, kemâle eremez. Başlangıçda o kadar çok zikr etmelidir
ki, farz nemâzları ve bunların sünnetlerini kıldıkdan sonra, zikrden başka bir
ibâdet yapmamalı, Kur’ân-ı kerîm okumağı ve nâfile ibâdetleri başka zemâna
bırakmalıdır. Abdestli de, abdestsiz de zikr etmelidir. Ayakda iken, otururken,
yürürken, yatarken, hep bu vazîfeyi yapmalıdır. Sokakda giderken, yirken ve
uyuyacağı zemân, zikrsiz olmamalıdır. Fârisî beyt tercemesi:
Zikr et hep zikr,
oldukça cânın!
Kalbin pâklığı,
zikrîledir Cânânın.
Zikri o kadar çok
yapmalıdır ki, zikr olunandan [Allahü teâlâdan] başka, kalbinde hiçbir arzû,
düşünce kalmamalıdır. Ondan başka şeylerin ismleri ve nişânları kalbine
gelmemelidir. Başka şeyleri düşünmek için kendini zorlasa da, kalbine
getirememelidir. Kalbin, Allahü teâlâdan başka herşeyi böyle unutması, Ona
kavuşmanın başlangıcıdır. Bu nisyân, matlûbun rızâsına, sevgisine kavuşmanın
müjdecisidir. Arabî beyt tercemesi:
Nasıl Sü’âda
kavuşulur acabâ!
Dağlar ve uçurumlar
var arada.
[Sü’âd, bir ma’şûkanın
ismidir.] İnsanı herşeye kavuşduran, yalnız Allahü teâlâdır. Doğru yolda
olanlara selâm olsun! [Üçüncü cild, 17. ci mektûbda buyuruyor ki, (Kalb ile
zikr etmek, onu Allahü teâlâdan başka şeylere düşkün olmakdan kurtarır. Bu
düşkünlük, kalbin hastalığıdır. Kalb bu hastalıkdan kurtulmadıkca, hakîkî îmâna
kavuşamaz ve ahkâm-ı islâmiyyeye, ya’nî Allahü teâlânın emrlerine, yasaklarına
uyması güç olur. Bunlara uyarken niyyet etmek ve mubâhları yaparken, nefsin
lezzet alma-
sını düşünmemek de zikr olur.) Kalbin hastalığına
sebeb, nefse uymasıdır. Nefs, Allahü teâlânın düşmanıdır. Ona itâ’at etmek
istemez. Kendine de düşmandır. Kalbin her uzva, harâmları, kötü, zararlı
şeyleri yapdırmasından zevk alır. Bu zevklerine kavuşmak için, dinsiz, îmânsız
olmak ister. Kâfirlerle, mezhebsizlerle arkadaşlık etmek, onların kitâblarını,
gazetelerini okumak, radyolarındaki, televizyonlarındaki zararlı yayınları da,
kalbi hasta yapar. İslâmiyyete uymak, kalbi hastalıkdan kurtarır. Nefsi ise,
hasta yapar. Zevklerini, arzûlarını, kalbe te’sîr kuvvetini azaltır.]
Kim bulur, zor ile,
maksûda her zemân zafer?
Gelir elbet zuhûra,
ne ise hükm-i kader.