Ve dahî, zekâtın farz
olmasına delîl, Bekara sûresinin kırküçüncü ve yüzonuncu âyet-i kerîmeleridir.
Ve dahî, oniki kimseye
zekât verilmesi câiz değildir:
Mecnûn olana, Meyyitin
kefenine, Kâfire, Zenginlere, Usûl ve fürûuna, Zevcesine, Kölesine,
Mükâtebesine, [Efendisine belirli bir mikdâr para vermekle âzâd olacak köle.]
Müdebberesine, [Efendisi ölünce âzâd olacak köle.] Kadının, kocasına zekât
vermesi ihtilâflı olup, esah olan vermemekdir.
Ve dahî bir kimseyi
yabancı sanarak, evlâdı çıksa ve müslimân sanarak, kâfir çıksa, bunlara zekât
verilmez ise de, bilmiyerek verilmiş olduğu takdîrde, -esah olan- iâde etmez.
Zekâtı sekiz
kimseye vermek lâzımdır:
1- Istılâh-ı din üzere
miskîn olana,
2- Kurban nisâbına mâlik
olmıyan fakîrlere,
3- Borclu olan müslimâna,
4- Zekât malı ve uşr
toplamağa me’mur olan kimseye (ücret mikdârında),
5- Memleketinde zengin
olsa bile, bulunduğu yerde fakîr olana,
6- Cihâd ve hac yolunda
muhtâc kalana,
7- Âzâd olması için
efendisine belli para ödemesi lâzım olan köleye,
8- Müellefe-i kulûb
denilen kâfirlere, ki bunlar şimdi yokdur.
Nafakadan fazla, fekat
kurban nisâbından az malı olana (fakîr) denir.
Ma’âşı kaç lira olursa olsun, evini idârede güçlük çeken her memûr, zekât
alabilir ve kurban kesmesi, fıtra vermesi vâcib olmaz. Din bilgilerini
öğretmekde ve öğrenmekde olan, kırk senelik nafakası olsa da, zekât alabilir.
Zekât parası ile câmi’, cihâd, hac yapılmaz. Meyyite kefen alınmaz. Zenginin
küçük çocuğuna, kendi analarına, babalarına, çocuklarına, zevceye verilmez.
Kardeşlere, geline, dâmâda, kayın valde, kayın pedere, hala, amca, dayı,
teyzeye vermek dahâ sevâbdır. Fakîre nisâbdan az verilir. Fekat, çoluk, çocuğu
da varsa, herbirine nisâb mikdârı düşmiyecek kadar çok verilebilir. Mâlını
isrâf edene, harâmda kullanana verilmez. Seyyidler, şimdi ganîmetden haklarını
alamadıkları için bunlara da verilir.
Zekâtın farz
olmasının şartı altıdır:
1- Müslimân ola,
2- Bâliğ ola,
3- Akllı ola,
4- Hür ola,
5- (Zekât nisâbı) mikdârı
halâl zekât malına mâlik ola,
6- Elindeki malı
ihtiyâcından ve borcundan fazla ola.
[Zekât farz oldukdan
sonra müslimân fakîre vermiyenin veyâ başka borcu olanın, hayrat, hasenât
yapması ve sadaka vermesi sevâb olmaz, günâh olur. Bunun zekâtını vermesi ve
borcunu ödemesi farzdır. (Hadîka) cild
II, 635. ci ve (Berîka) 1369. cu
sahîfelerde diyor ki, parasını harâm yerlere sarf eden veyâ isrâf eden
kimselere [zekât ve] sadaka vermek câiz değildir. Çünki, harâma yardım etmek
harâmdır.]
Verene hiç menfe’ati
kalmaması lâzımdır. Zevc ve zevce, birbirine zekât verirse, verene menfe’ati
tam olarak kesilmez. Her ibâdetde olduğu gibi, zekât vermekde de niyyet etmek
lâzımdır. Zekât malının borcundan fazla olması ve (Hâcet-i
asliyye)sinden fazla olması ve bu fazla malın (Nisâb mikdârı) olması lâzımdır. Altının nisâbı
20 miskal [96 gram, 13,3 altın lira]dır. Gümüşün nisâbı 200 dirhem [672 gram]dır.
Zekâtı vermenin, farz olması için, zekât malının, nisâb mikdârı oldukdan
i’tibâren, bir hicrî sene sonra da mülkünde bulunması lâzımdır. Zekâtın farz
olmasına mâni’ olmak için, bir sene temâm olmadan, hîle-i şer’ıyye yapmak,
imâm-ı Muhammede göre mekrûhdur. İmâm-ı Ebû Yûsüf mekrûh değildir. Çünki, farz
olunca, itâ’at etmemek günâh olur. Günâhdan sakınmak (Tâ’at) olur dedi. Fetvâ imâm-ı Muhammed kavli iledir.
(Zekât
malı), artan, çoğalan mal
demekdir. Bu da dört nev’dir: Senenin yarıdan fazlasında, çayırda otlıyan dört
ayaklı, dişi erkek karışık, yâhud yalnız dişi, (sâime)
hayvânlar, ticâret için satın alınan mallar, altın ve gümüş eşyâ,
toprakdan çıkan gıdâ maddeleridir. Çayırda, yalnız erkek hayvânı olanlara ve
katırı, eşeği olanlara, bunların zekâtlarını vermek farz değildir. Devenin,
sığırın ve koyunun yavruları, büyükleri ile birlikde olunca, zekât hesâbına
katılırlar. Zekât, uşr, keffâret ve sadaka-i fıtr olarak verilecek mal yerine,
bunların kıymetlerini de vermek câizdir. Şâfi’îde câiz değildir. Zekât farz
oldukdan sonra, mal helâk olursa, sâkıt olur. Sâhibi telef ederse sâkıt olmaz.
Âkıl ve bâliğ olan
müslimânın, tam mülkü olan ve halâl yoldan gelmiş olan zekât malının mikdârı,
nisâb mikdârı oldukdan bir sene sonra, bu mâlın belli mikdârını sekiz sınıf
müslimândan bir veyâ birkaçına vermesine zekât denir. Verilen kimsenin müs-
limân olması lâzımdır. Tam mülkü demek, kullanması
mümkin ve câiz olan malı demekdir. Satın alınan mal, söz kesilince mülk olur
ise de, teslîm alınmadan önce, kullanılması mümkin olmadığı için, tam mülk
olmaz. Gasb edilen, ya’nî zulm ile, zor ile alınan ve sirkat edilen, ya’nî
çalınan ve fâiz, rüşvet, kumar ile alınanı ve çalgı çalmak, şarkı söylemek
ücreti ve alkollü içki satışı bedeli olarak alınan ve fâsid bey’ ile satın
alınan mallara (Mâl-ı habîs) denir.
Habîs malların zekâtları verilmez. Çünki bunlar, alanın mülkü olmaz.
Sâhiblerine, sâhibleri ölmüş ise vârislerine, vârisleri de yoksa, fakîr
müslimânlara verilmeleri lâzımdır. Habîs malları, birbirleri ile veyâ kendi
halâl malı ile karışdırırsa, bu karışım, mülkü olur ise de, buna (Mülk-i habîs) denir. Mülk-i habîsi de, başkasına
vermek ve kullanmak harâmdır ve tâm mülk olmadığı için, zekâtı verilmez. Buna
karışmış bulunan habîs malın mislini, misli yoksa kıymetini kendi halâl, zekât
malından, sâhiblerine tazmîn etdikden [ödedikden] sonra, mülk-i habîsi
kullanması halâl olur ve zekât nisâbına katması lâzım olur. Bu borçlarını
ödemek için, halâl malı yoksa, ödünç alıp öder. Borcunu ödemeden evvel mülk-i
habîsi kullanmak, başkasına vermek harâm ise de, satarsa, hediyye ederse, alana
harâm olmaz. Sâhibleri ve vârisleri bilinmiyorsa veyâ çeşidli kimselerden
toplanan harâm mallar birbirleri ile karışdırılıp mülk-i habîs olurlarsa,
hepsinin müslimân fakîrlere sadaka verilmesi lâzım olur.
Fakîr, aldığını geri
hediyye ederse, verenin geri alması câiz olur.
Altın ve gümüş, hâlis
olarak kullanılmaz. Hâlisi yarıdan fazla ise, zekâtları her hâlde verilir ve
ağırlıkları ile hesâb edilir. Bunlardan çarşıda semen olarak kullanılan iki
nev’ bulunursa, hâlisi dahâ çok olana (Ceyyid) denir.
Hâlisi az olanına (Züyûf) denir.
Hâlisleri yarıdan az ise, ticâretde kullanılınca ve kıymetleri altın veyâ gümüş
nisâbı kadar olunca, zekâtlarını vermek lâzım olur.
Yağmur veyâ nehr suyu ile
sulanan uşrlu toprak mahsûlü, mikdârı az olsa da ve çabuk çürüyen, bozulan
sebze, meyve olsa da, onda biri uşr olarak uşr memûruna verilir. Memûr, bunları
satarak, parasını (Beyt-ül-mâl) denilen
hazîneye kor. Meyve görününce veyâ olunca, yâhud toplandığı zemân vermek farz
olur denildi. Hayvân ile veyâ dolab ile, makina, motor ile sulananın yirmide
biri verilir. Hiçbir masraf çıkmadan önce vermek lâzımdır. Hükûmetin uşru, mal
sâhibine bağışlaması, afv, lağv etmesi câiz değildir. Dağdan ve uşrlu toprakdan
elde edilen balın da uşru verilir.
Zimmîye zekât verilmez.
Fekat fitre, keffâret, nezr ve sada-
ka verilir. (Bahr)de
diyor ki, (Zimmî olmıyan kâfire, ister müste’min olsun, ister harbî olsun,
farz, vâcib ve nâfile sadaka verilmez.) Borcu olmıyan bir fakîre nisâb mikdârı
veyâ dahâ çok zekât vermek mekrûhdur. Fakîrin ıyâli, ya’nî çoluk çocuğu varsa,
herbirine nisâbdan az noksan olacak kadar vermek câiz olur.
Râyic olan, ya’nî geçer
akça olan fülûs ile mal satmak câizdir. Fülûs, altından ve gümüşden başka metalden
veyâ kâğıddan para demek olup, âdete göre semen olduğu için, ta’yîn edilmesi,
ya’nî işâret edilmesi, gösterilmesi lâzım değildir. Fülûs kâsid olursa, ya’nî
çarşıda pazarda geçmez olursa, İmâm-ı a’zama “rahime-hullahü teâlâ” göre, bey’
bâtıl olur. İmâmeyne, ya’nî İmâm-ı Ebû Yûsüf ile İmâm-ı Muhammede
“rahime-hümallahü teâlâ” göre, bâtıl olmaz. Kıymeti kadar geçer akça verilir.
Ödünç aldıkdan sonra, fülûs kâsid olursa, İmâm-ı a’zama göre, mislini, ya’nî
aldığı kadar fülûs öder. İmâmeyne göre, kıymeti kadar geçer akça öder. Râyic
olmayan fülûs ile alışveriş yapabilmek için, fülûsu ta’yîn etmek, göstermek
lâzımdır. Ta’yîn edilen mal, te’ayyün eder. Ya’nî onu vermek lâzım olur.
Benzerini veremez. Sarrafa bir dirhem ağırlığında gümüş verip, bunun yarısı ile
fülûs ve yarısı ile de yarım dirhemden bir habbe noksan gümüş ver dese, bu bey’
fâsid olur. Çünki, yarım dirhem gümüşü, dahâ az ağırlıkda gümüşe satmak fâiz
olur. Eğer, bunun yarısı ile fülûs ver ve yarısı ile de yarım dirhemden bir
habbe noksan gümüş ver derse, fülûsün bey’i sahîh olur. Eğer, bu bir dirhem
gümüş ile bana yarım dirhem ağırlığında fülûs ve yarım dirhemden bir habbe
noksan gümüş ver derse, bey’in ikisi de sahîh olur. Bir habbe noksan gümüş aynı
ağırlıkdaki gümüş karşılığı ve yarım dirhem fülûs da, yarım dirhemden bir habbe
fazla ağırlıkdaki gümüş karşılığı satılmış olur. Fülûs ile, bunun karşılığı
olan gümüşün ağırlıkları farklı ise de, cinsleri başka olduğundan câiz olur.
(Bedâyı’us-sanâyı’)da diyor ki, (Zekât olarak verilecek mal, zekâtı
lâzım olan malın cinsinden veyâ başka cinsden zekât malı olmalıdır. [Altın
yerine, fakîre elbise, ayakkabı, buğday, yağ gibi şeyler vermek câiz değildir.]
Zekât malı, ayn veyâ deyn olur. Ayn olan zekât malı, vezn ile veyâ hacm ile
ölçülür veyâ ölçülmez. Ölçülmez ise, yâ sâime hayvân olur. Yâhud, ticâret urûzu
olur. Sâime ise, nass ile bildirilen hayvânın kendi verilince, orta hallisi
verilir. Aşağı hâlde olanı verilirse, orta halliden farkı kadar altın veyâ
gümüş de verilir. Hayvânın kıymeti verilince, yine orta hallinin kıymeti
verilir. Aşağı hâlde olanın kıymeti verilirse, altın veyâ gümüş ile temâmlanır.
İki orta koyun yerine kıymetleri topla-
mında bir semiz vermek câiz olur. Çünki, fâiz malı
olmıyanlarda, kıymete i’tibâr olunur. Ticâret urûzundan nass ile bildirilenin
kırkda biri verilir. Kendi cinsinden olan başka mal verilirse, iyi yerine orta
veyâ aşağı mal verilince, aradaki farkı temâmlamak lâzım olur. Çünki urûz,
ağırlıkla veyâ hacm ile ölçülmiyen eşyâ demekdir. Bunlarda mikdâr farkı fâiz
olmaz. Meselâ, bir iyi elbise yerine, iki âdî elbise vermek câiz olur. Kendi
cinsinden olmıyan başka mal verilirse, farz olan mikdârdan az verirse, aradaki
farkı temâmlaması lâzım olur. Zekât malı, vezn veyâ hacm ile ölçülür ise, malın
kendinin kırkda biri verilir. Kendi cinsinden olmayan başka zekât malı verirse,
kendi kıymeti kadar vermesi lâzım olur. Kendi cinsinden başka mal verirse,
Şeyhayne göre “rahime-hümallahü teâlâ”, kıymeti kadar değil, mikdârı kadar
verilir. Meselâ, ikiyüz kilo ticâret malı iyi cins buğdayın kıymeti ikiyüz
dirhem gümüş olsa, bunun zekâtı olarak beş kilo âdî buğday vermek câiz olur.
Bunun gibi, ikiyüz dirhem ceyyid gümüşün zekâtı olan beş dirhem ceyyid gümüş
yerine, beş dirhem züyûf verilebilir. Nezr vermek de böyledir.
Altın ile gümüş mutlak (Semen)dirler. Semen olarak yaratılmışlardır.
İnsanın herhangi bir ihtiyâcını gidermek için kendileri kullanılmaz. İhtiyâc
eşyâsını satın almak için vâsıtadırlar. Başka eşyâ ise, hem semen olarak, hem
de kendileri kullanılmak için yaratılmışlardır.) (Bedâyı’)dan
terceme temâm oldu.
İnsanın râhat ve
islâmiyyete uygun olarak yaşayabilmesi için kullanılması lâzım olan şeylere, (İhtiyâc eşyâsı) denir. 41. ci sahîfeye bakınız!
İhtiyâc eşyâsı, insanın hâline ve zemâna göre değişir. Râhat yaşayabilmek için
lâzım olmayıp, zevk için, süs için, saygı toplamak için kullanılan fazla
şeylere, (Zînet eşyâsı) denir. Altın ile
gümüş, ihtiyâc eşyâsı değil, zînet eşyâsıdırlar. Erkeklerin evde ve sokakda,
kadınların yalnız evde, mubâh şeylerle zînetlenmeleri câizdir.
Görülüyor ki, râyic olan
fülûs, her zemân ticâret malıdır. Kıymeti, çarşıda kullanılan altın liralardan
değeri en az olana göre nisâb mikdârı olur ise, zekâtını vermek farz olur.
Çünki ticâret malının nisâbı, İmâmeyne “rahime-hümallahü teâlâ” göre, altın ile
gümüş liradan, ticâretde dahâ çok kullanılanı ile hesâb edilir. Zekâtı da,
kıymeti hesâb edilen para ile veyâ mâlın kendinin kırkda biri verilir. Fakîr
bunu ihtiyâc eşyâsı olarak kullanır. Fülûs, altın ile gümüşden başka olan para
demekdir. Bakır, tunc ve başka alaşımlardan olduğu gibi, kâğıddan da
yapılmakdadır. Ya’nî, kâğıd liralar fülûsdur. Bunların zekâtını vermek
lâzımdır. Fekat, bunların kıymetleri, altın ile gümüşün kıymetleri gibi, (Ha-
kîkî kıymet) değildir. (İ’tibârî
kıymet)dir. Hükûmetlerin verdikleri kıymetdir. Verdikleri gibi, geri
de alırlar. İ’tibârî kıymetleri gidince, (Semen) olamazlar.
Zekât malı olmakdan çıkarlar. İbni Âbidîn buyuruyor ki, (Ticâret malının
kıymeti, ticâretde çok kullanılan, para olarak basılmış altın veyâ gümüş ile
hesâb edilir. Gümüş ile hesâb edilince, ikiyüzkırk dirhem gümüş kıymetinde
olsa, altın ile hesâb edilince, yirmi miskal altın kıymetinde olsa, iki kıymeti
de nisâb mikdârı ise de, bu malı gümüş ile kıymetlendirmek lâzım olur. Çünki,
zekât olarak altı dirhem gümüş veyâ yarım miskal altın vermesi lâzım olur. Bu
ise, beş dirhem gümüş kıymetinde olduğu için, fakîre fâidesi az olur. [Çünki,
yirmi miskal altın ve ikiyüz dirhem gümüş, aynı nisâbı gösterdikleri için,
kıymetleri aynıdır.] Bir miskal ağırlığındaki altın liraya, bir (Dinâr) denir. [Türk altın liralarının hepsi
birbuçuk miskal, ya’nî 7,2 gr. ağırlığındadır.] Râyic olan fülûsun zekâtını,
nisâbı hesâb edilmiş olan [altın veyâ gümüş] ile vermek vâcibdir.) Bundan
anlaşılıyor ki, kâğıd liraların nisâbını, ticâretde kullanılan altın liraların,
en aşağı değerlisi ile hesâb etmek ve zekâtlarını altın olarak vermek lâzımdır.
Çünki gümüş, para olarak, şimdi hiç kullanılmamakdadır. Kâğıd liraların zekâtı,
nisâblarını hesâb etmekde kullanılan metal ile, ya’nî altın ile verilir.
Kendilerinin kırkda biri, kâğıd lira olarak verilemez. Çünki kâğıd liraların
kendileri, ihtiyâc eşyâsı olarak kullanılamaz. Âdî kâğıd var iken, kâğıd
liraları kâğıd olarak kullanmak isrâf olur. İsrâf da, harâmdır. Kâğıd para
zekâtını, para olarak kullanması için, kâğıd olarak vermek de câiz değildir.
Çünki, para olarak kullanması için, kıymeti hakîkî ve dâimî olan altın verilir.
Altın, lira hâlinde ve
başka her şeklde verilebilir. Her zemân, her yerde bulunur. Kendi şehrinde
altın bulamıyan, altın eşyâ satılan yerdeki arkadaşına kâğıd lira gönderip,
bununla altın alarak zekâtını vermesini ona yazar. Kâğıd liraları sonradan da
ödemesi câizdir. Kâğıd liraların zekâtlarını vermek, bu kadar kolay iken, fıkh
kitâblarının bu emrlerine uymak istemeyip, altın yerine, kıymeti i’tibârî ve
muvakkat olan kâğıd liralar vermek doğru değildir. Fıkh kitâblarına uymak
istemeyip de, ibâdetleri âyet-i kerîmelerden, kendi anladığına göre yapmaya
kalkışanlara (Mezhebsiz) veyâ (Sapık) denir. Böyle sapıklara karşı, (Ben,
ibâdetlerimi, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden senin anladığına göre
değil, mezheb imâmlarının anlayıp bildirdiklerine göre yaparım) demelidir.
Mezheb imâmlarının “rahimehümullahü teâlâ” anladıklarını bildiren kitâblara, (Fıkh kitâbları) denir.
(Câmi’ul
ezher) medresesi müderrislerinden
Abdürrahmân Cezîrînin riyâset etdiği âlimler hey’etinin hâzırladığı (Kitâb-ül fıkh alel-mezâhib-il-erbe’a) kitâbında,
bütün fıkh bilgileri dört mezhebe göre ayrı ayrı yazılıdır. Bu kitâb beş cüz
olup, hepsi 1392 hicrî ve 1972 mîlâdî senede, Kâhirede basılmışdır. (Evrâk-ı
mâliyye “Banknot” zekâtı) başlığı altında diyor ki, (Fıkh âlimleri, evrâk-ı
mâliyye, ya’nî kâğıd liralar için zekât vermek lâzımdır dediler. Çünki bunlar,
ticâretde altın ve gümüş yerine kullanılmakdadır. Bunlar, her zemân, altın veyâ
gümüş ile kolaylıkla değişdirilebilmekdedir. Çok kâğıd lirası olanın bunları
altın ve gümüş zekâtı nisâbına katmaması ve bunların zekâtlarını vermemesi,
aklın kabûl edeceği şey değildir. Bunun için, üç mezhebin fıkh âlimleri, kâğıd
paraların zekâtlarını vermek lâzım olduğunu sözbirliği ile bildirdiler. Yalnız
Hanbelî mezhebi, bundan ayrıldı. Hanefî mezhebinin âlimleri, kâğıd paraların, (Deyn-i kavî) senedi olduğunu, her
istenildiğinde, altınla ve gümüşle hemen değişdirilebileceklerini söylediler.
Bunun için, zekâtlarının hemen verilmesi lâzımdır dediler. Çünki, alınacak
borcun zekâtını vermek, altın, gümüş ele geçince farz olur. Ele geçmeden önce
zekât farz olursa da, vermek farz olmaz.) İsterse, alabilinceye kadar bekleyip,
alınca geçmiş senelerin zekâtlarını verir. İsterse, beklemeyip, elinde bulunan (Ayn) olan altın ve gümüşden onların da
zekâtlarını her sene verir. Alacağı altınların zekâtı olarak elindeki senedleri
veremez, senedde yazılı altın ve gümüşleri, borçlusundan alınca, bunların
kırkda birini ayırarak, geçmiş senelerden herbiri için ayrı ayrı, fakîrlere
vermesi farz olur. Bunun gibi, zekât olarak kâğıd para verilemez. Bunların
kırkda biri ile, sarrafdan değeri en düşük olan altın liralar alıp, bu liraları
veyâ bunların ağırlıkları kadar altın yüzük, bileyziği fakîrlere vermek
lâzımdır.
Borçlusuna zekât vererek
onu borçdan kurtarmak için, (Sana zekât vereceğim. Fekat, senden alacağımı,
vereceğim zekâtıma karşılık sayıyorum. Sen de kabûl et!) demek câiz olmaz.
Zekâtı fakîre vermesi, fakîrin de aldığını zengine geri vererek borcunu ödemesi
lâzımdır. Fakîrin geri vermesine güvenemiyen alacaklı için, (Fetâvâ-yı Hindiyye)nin altıncı cildi sonunda
diyor ki, (Alacaklı, güvendiği bir kimseyi borçlusuna göstererek, sana
vereceğim zekâtı teslim almak ve sonra senin bana olan borcunu ödemek için,
bunu vekîl yap der. Fakîr de o kimseyi böylece vekîl yapar. O kimse zekâtı
alınca, aldığı mal, fakîrin mülkü olur. Sonra, bunu zengine geri vererek,
fakîrin borcunu ödemiş olur. İki kimsenin bir fakîrden alacakları olsa,
bunlardan biri, fakîre alacağı –
kadar zekât verip, onu kendine olan borcundan
kurtarmak istese, fakîre o kadar zekât verir. Sonra, alacağını fakîre sadaka
eder. Ya’nî halâl eder, bağışlar. Sonra fakîr, elindeki zekâtı bu zengine
hediyye eder. Yâhud fakîr, borcu kadar altını birisinden ödünc alıp zengine
hediyye eder. Zengin bunu zekât niyyeti ile bu fakîre geri verir. Sonra, fakîri
borcundan ibrâ eder. Ya’nî, ona bağışlar. Fakîr, zekât olarak aldığı altınları,
evvelce ödünc almış olduğu kimseye geri verir. Zekât ile [ve nezr edilen mal
ile] hayrât ve hasenât yapılamaz. Yapmak için, bunları tanıdığı bir fakîre
verir. Fakîr de, bunlar ile o hayrlı işleri yapar.) Bunlardan anlaşılıyor ki,
kâğıd para ile zekât verebilmek için, vereceği kâğıd paranın değeri kadar altın
lira ağırlığındaki altın zînet eşyâsını zevceden veyâ bir tanıdığından ödünç
alır. Altınları, tanıdığı veyâ akrabâsından bir fakîre zekât niyyeti ile verir.
Böylece kâğıd paraların zekâtı verilmiş olur. Sonra, fakîr bu altınları bu
zengine hediyye eder. Zengin de alıp, sâhibine geri vererek borcunu öder.
Zekâtı verilmiş olduğundan, zengin zekât vermek için ayırmış olduğu elindeki
kâğıd paraların bir kısmını bu fakîre verir. Geri kalanı her dürlü hayrâta ve
hasenâta verir. Fakîr de bu hayrâtın sevâblarına kavuşmak isterse, zekât olarak
aldığı altınları bu zengine satar. Sonra, hayrlı işler yapması için zengini
vekîl edip, kâğıd paraları zengine geri verir.
Dört mezheb ilmlerinde
mütehassıs, büyük âlim, seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” buyurdu
ki, (Kâğıd paraların kıymeti, kıymet-i i’tibâriyyedir. İ’tibârdan düşünce,
kıymeti kalmaz. Bu sebebden, fıtra ve zekâtı, kâğıd para ile vermek câiz olmaz.
Kâğıd ile, evvelce verilmiş zekâtlar, altın ile devr edilerek, kazâ
edilmelidir. Hacdan başka, diğer mâlî ibâdetlerin kazâsı, devr tarîkı ile
yapılır.)
(Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Bâgîler, ya’nî hükûmete isyân ederek
memleketi ellerine geçirmiş olan müslimânlar ve zâlim olan müslimân sultânlar,
hayvân ve uşr denilen toprak mahsûllerinin zekâtlarını alırlarsa ve bunları
Allahü teâlânın emr etdiği yerlere verirlerse, bu aldıkları mallar zekât olur.
Aldıklarını başka yerlere verirlerse, aldıkları zekât sayılmaz. Mal
sâhiblerinin zekâtlarını tekrâr müslimân fakîrlere vermeleri lâzım olur.
Ticâret mallarının zekâtlarını ve para zekâtlarını toplarlarsa, âlimlerin
çoğuna göre zekât yerine geçmez. Fetvâ da böyledir. Ba’zı âlimlere göre ise,
zâlim sultânlar, müslimân oldukları için ve ellerindeki mallar milletin hakları
olduğundan fakîr sayılacakları için, bunlara zekât niyyet edilerek verilenler
zekât yerine geçer.) İbni Âbidîn de
diyor ki, (Vergi olarak, gümrük diyerek ve başka ism-
ler ile aldıkları mallar, paralar da böyledir.
Niyyet edilse dahî, zekât yerine geçmez diyenlerin sözleri sahîhdir. Ya’nî,
zâlim olan müslimânların bu malların zekâtlarını toplamağa hakları yokdur.)
Fetvânın da böyle olduğu (Tahtâvî) hâşiyesinde
yazılıdır. Görülüyor ki, hayvân zekâtını ve uşru vermenin sahîh olması için,
bunları toplıyan hükûmetin müslimân olması ve topladıklarını (Beyt-ülmâl) denilen devlet hazînesinin dört
kısmından alacaklı olanlara dağıtması lâzımdır. Hükûmete verilen her çeşid
vergi, âlimlerin çoğuna göre, ticâret malının ve paranın zekâtları olmaz. Ba’zı
âlimler, toplıyan hükûmetin müslimân olduğunu bilmek ve verilen malları ve
paraları zekât niyyeti ile vermek şartı ile câiz olur dediler ise de, bu söz
za’îfdir.
Gel kardeşim, inkâr
etme, kıl insâf!
Kıymetli ömrünü, eyleme isrâf!
Kalbini nefsin
arzûsundan koru!
Dışın gibi için dahî olsun saf!
Bakır ile karışınca
bir altın,
alırsa, beğenir mi onu sarrâf?
Liseyi bitirdim diye
övünme!
Sakın hem, düşünmeden söyleme lâf!
Me’ârif ehlini bul,
onu dinle!
Böylece Hakdan ire sana eltâf!
Hakîkat denizine
varıp dal, ve,
çıkar bir cevheri ki, ola şeffâf!
Diplomalı din
câhiline kanma,
doğru yolu sana
gösterdi eslâf!