Aşağıdaki yazı (Dürr-ül-muhtâr)dan ve bunun şerhı olan (İbni Âbidîn)den terceme edilmişdir:
İlmihâl kitâblarında
bildirilmiş olan belli kelimeleri, akllı bir müslimânın belli şeklde okumasına,
(Ezân-ı Muhammedî) denir. Ya’nî minâreye
çıkıp, arabî kelimeleri ayakda okumak lâzımdır. Başka dillerde tercemelerini
okumak, ma’nâsını anlasa bile ezân olmaz. Ezân, beş vakt nemâz vaktlerinin
geldiğini bildirmek için okunur. Erkeklerin, mescidin dışında yüksek yere çıkıp
okumaları müekked sünnetdir. Kadınların ezân ve ikâmet okumaları mekrûhdur.
Kadınların seslerini erkeklere duyurmaları harâmdır.
Müezzin efendinin,
mescidin dışında yüksekde ve yüksek sesle okuyarak, komşulara duyurması lâzımdır.
Fazla bağırması câiz değildir. Ekber derken son harfi cezm ederek durulur veyâ
üstün okunarak vasl edilir. Ötre okumaz. Kelimelerin başına veyâ sonuna hareke,
harf, med ekleyecek şeklde fazla tegannî ile okumak ve bunu dinlemek halâl
olmaz. Salât ve felâh derken yüzünü sağa ve sola çevirmesi sünnetdir. Ayakları
ve göğsü kıbleden ayırmaz. Yâhud minârede dönerek okur. İlk minâreyi hazret-i
Mu’âviye yapdırmışdır. Resûlullahın mescidi üzerine yüksek birşey yapılmışdı.
Bilâl-i Habeşî buraya çıkıp ezân okurdu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” Bilâle, parmaklarını kulaklarına koymasını emr eyledi. Arada konuşursa
tekrâr okuması lâzımdır. Birkaç kişinin birlikde okumaları câizdir. Bir
kısmının okuduğunu diğerleri okumazsa sahîh olmaz. Ezânı oturarak okuması
tahrîmen mekrûhdur. Müezzinin sâlih olması, ezânın sünnetlerini ve vaktlerini
bilmesi, her gün devâmlı okuması, Allah rızâsı için ücretsiz okuması sünnetdir.
Ücret ile okuması da câizdir. Âkil olmamış çocuğun ezânı sahîh olmaz. Çünki
bunun sesi kuş ve âlet sesi gibidir. [Bunun için, ezânı, kameti hoparlör ile
okumak sahîh olmaz. Fâsıkın ezânına ve imâmın tekbîrlerini nakl etmesine
güvenilmez. Bunun okuması mekrûh olur. Müezzinin, ezânı vaktinde okuduğunu,
başkalarının da nemâzı vaktinde kıldığını bilmeleri şartdır. Vaktin geldiğinde
şübhe ederek nemâza duran kimsenin vaktinde kılmış olduğu sonradan anlaşılsa
bile, nemâzı sahîh olmaz. Kâfirin, fâsıkın hâzırlamış olduğu takvîme uyarak
kılınan nemâz sahîh olmaz. Dâr-ül-harbde kullanılan takvîmin doğru olduğunu,
sâlih ve âlim olduğuna güvendiği bir müslimândan sorup öğrenmek lâzımdır.]
Sünnete uygun okunan çeşidli ezânlardan yalnız birincisini işitenlerin
işitdiğini söylemele-
ri ve kendi mescidinin ezânı ise, cemâ’ate
gitmeleri lâzımdır. Kur’ân-ı kerîm okuyanların da söylemeleri lâzımdır. Cenâze
nemâzı kılanın, hâlâda, yimekde, mescidde olanın, din bilgisi öğretmekde ve
öğrenmekde olanın, ezânı tekrâr etmeleri lâzım değildir. Arabî olmıyan ve fazla
tegannî ile okunan ezân sünnete uygun değildir. Ezânı işitenin oturuyorsa
kalkması, yürüyorsa durması müstehabdır. Yemîn bahsinde nezri anlatırken diyor
ki, (Her beldede, her mahallede mescid yapmak, hükûmet üzerine vâcibdir.
Beyt-ülmâl parasından yapdırılır. Hükûmet yapdırmazsa, müslimânların
yapdırmaları vâcib olur.)
[Görülüyor ki islâmiyyete
uyarak, her mahallede mescid yapılırsa, her mahallede ezân okunacak, herkes
mahallesinin ezânını işitecekdir. Müezzinin çok bağırmasına, ho-parlör
kullanmasına lüzûm kalmıyacakdır. Ho-parlör, ezânın sünnetlerinin terk
edilmesine sebeb olan bir bid’atdir. Ezân okurken ve nemâz kılarken bu bid’ati
kullanmak büyük günâhdır. Bu ibâdetlerin bozulmasına da sebeb olmakdadır. Bunun
içindir ki, Diyânet işleri reîsliğinin müşâvere ve dînî eserleri inceleme
heyetinin 1.12.1954 târîh ve 737 sayılı karârının onbeşinci maddesinde,
(Ho-parlörün mihrâba konulması, sûret-i kat’iyyede memnû’dur. Şâyed imâmın
tekbîr ve tesmî’i duyulamayacak derecede cemâ’at kesretli olursa, müezzinlerden
biri veyâ dahâ uzakda diğeri de iblâğ vazîfesini görürler) denilmekdedir.
Radyoda, teypde ve ho-parlörde okunan Kur’ân-ı kerîmin ve ezânın insan sesi
olmadığını, bunları okuyan insanların seslerinin hâsıl etdikleri miknâtis ve
elektrik tarafından meydâna getirilen çalgı sesleri olduklarını ve meydâna gelmelerine
sebeb olan insan seslerinin kendileri değil iseler de, onlara çok benzedikleri
için okuyanların sesleri zan edildiği (El-fıkh-u
alel-mezâhib-il-erbe’a)nın secde-i tilâvet bahsinde ve (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının (tegannî ve müzik)
kısmında uzun bildirilmişdir. İslâmiyyetin emr etdiği (Ezân-ı Muhammedî), sâlih müslimânın sesine
denir. Borudan çıkan ses ezân değildir. Asrımızın hakîkî din âlimlerinden
Elmalılı Hamdi efendi “rahimehullahü teâlâ”, tefsîrinin üçüncü cildi, 2361. ci
sahîfesinde diyor ki, (Görülüyor ki bu “istimâ’ ve insât” emrleri kırâete
terettüb etdirilmişdir. Kırâet ise bir lisân fi’l-i ihtiyârîsidir ki, âkıl ve
nâtık bir insanın ağzından mehâric-i mahsûsaya i’timâd ile çıkan ve kasd-ü
fehmine iktirân eden savtı ile yapılır. Ve nitekim, Cibrîlin fi’li bile kırâet
değil bir ikra ya’nî kırâet etdirmekdir. Fi’l-i ilâhî de tenzîl ve halk-ı
kırâetdir. Binâenaleyh gayr-ı âkılden ve cimâdâtdan sâdır olan savtlara kırâet
denilemiyeceği gibi, sadâdan
ya’nî savtın aksinden hâsıl olan fi’le de kırâet
denilmez. Bunun içindir ki, fukahâ bir kırâetin aksinde hâsıl olan sadây-ı
mün’akise kırâet ve tilâvet hükmü terettüb etmiyeceğini ve meselâ: Secde-i
tilâvet lâzım gelmiyeceğini beyân etmişlerdir. Bir kitâbı sessiz mutâlea etmek
kırâet etmek demek olmadığı gibi, çalan veyâ çınlayan mün’akis bir sadâyı
dinlemek de bir kırâet dinlemek değil, bir çalma ve çınlama dinlemekdir. Şu
hâlde, Kur’ân-ı kerîm okuyan bir kâriin sadâsını aks etdiren gramofondan veyâ
radyodan gelen savt veyâ sadâ, bir kırâet değil, bir kırâetin aksi ve tayfıdır
ve bunlara istimâ’ ve insât emrinin hükmü terettüb etmez. Ya’nî dinlenmesi,
susulması vâcib olan Kur’ân-ı kerîm, çalınan Kur’ân değil, kırâet olunan
Kur’ândır. Ma’amâfih istimâi vâcib veyâ müstehab olmamakdan, istimâi gayr-ı
câiz, adem-i istimâ’ı vâcib olmak lâzım gelir zan edilmemelidir. Zîrâ Kur’ânı
çalmak, başka bir fi’il, çalınan Kur’ânı dinlemek de başka bir fi’ildir.
Kur’ân-ı kerîmi çalmak, çalgılar miyânına koymak şayân-ı tecviz olmıyan bir
fi’il olduğu zâhirdir. Nitekim Kur’ân-ı kerîm okumak bir kurbet olduğu hâlde,
muhıll-i ta’zîm olan yerlerde okumak bir kabâhatdir. Fekat, okunmuş bulunursa,
istimâı kabâhat değil, adem-i istimâı kabâhat olur. Meselâ, hamamda Kur’ân-ı
kerîm kırâet eden günâha girer. Bununla berâber, okunduğu takdîrde, dinlememek
de sevâb değildir. Bunun gibi, bir aks-i sadâ ile çınlayan, kezâlik bir
gramofon veyâ radyoda çalınan bir Kur’ân-ı kerîm in’ıkâsını dinlemek bir vazîfe
değildir diye dinlememek vazîfedir gibi de zan edilmemelidir. Zîrâ, bir kırâet
değilse de, kırâete müşâbihdir. Çünki, kelâm-ı nefsîye dâldır. Binâenaleyh
istimâı kırâet gibi, vâcib veyâ müstehab değilse de, lâ-ekal câizdir, evlâdır
ve hattâ ona da hurmetsizlik etmek gayr-ı câizdir. Öyle bir hâl karşısında
bulunan bir müslimân, lâyık olmıyan yere konmuş bir Kur’ân-ı kerîm sahîfesi
karşısında bulunuyormuş gibidir ki, ona karşı lâübâlîlik etmemesi ve elinden
geldiği kadar onu oradan alıp lâyık olduğu bir yere kaldırması vazîfe-i
diyâneti iktizâsındandır.)]
Fıkh ve fetvâ kitâblarının
çoğunda, meselâ (Kâdihân)da diyor ki,
(Ezân okumak sünnetdir. İslâm dîninin şi’ârından, alâmetlerinden olduğu için,
bir şehrde, bir mahallede ezân terk edilirse, hükûmetin oradaki müslimânlara
zorla okutması lâzımdır. Müezzinin Kıble cihetini ve nemâz vaktlerini bilmesi
lâzımdır. Çünki, ezânı başından sonuna kadar Kıbleye karşı okumak sünnetdir.
Ezân, nemâz vaktlerinin ve iftâr zemânının başladığını bildirmek için okunur.
Bu vaktleri bilmiyenin ve fâsıkın okuması, fitne çıkmasına sebeb olur. Aklı
olmıyan çocuğun, serhoşun, delinin, cünüb olanın ve kadının ezân okumaları
mekrûhdur. Müezzinin
tekrâr okuması lâzım olur. [Mevlid okumak, okutmak
ve dinlemeğe gitmek çok sevâbdır. Fekat, kadının, mevlid, ezân okuyarak, şarkı
söyliyerek, lüzûmundan fazla konuşarak, sesini yabancı erkeklere duyurması ve
bunların dinlemeleri harâmdır. Kadın, yalnız kadınlara okumalı, sesini, teybe,
radyoya, televizyona vermemelidir.] Oturarak, abdestsiz, şehrde hayvân üstünde
okumak da mekrûh ise de, bunların ezânı iâde edilmez. Ezân minârede veyâ
mescidin dışında okunur. Mescidin içinde okunmaz. Telhîn ile, ya’nî kelimeleri
bozacak şeklde uzatarak tegannî yapmak mekrûhdur. Arabîden başka dil ile ezân
okunmaz). (Hindiyye)de diyor ki,
(Müezzinin, sesini tâkatinden fazla yükseltmesi mekrûhdur). (İbni Âbidîn) “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki,
(Ezânın uzaklardan işitilmesi için, müezzinin yüksek yere çıkıp okuması
sünnetdir. Birkaç müezzinin, bir ezânı birlikde okumaları câizdir.) Âlimlerin
bu yazılarından anlaşılıyor ki, ho-parlörle ezân, kâmet okumak ve nemâz
kıldırmak bid’atdir. Bid’at işlemek büyük günâhdır. Hadîs-i şerîfde, (Bid’at işliyenin hiçbir ibâdeti kabûl olmaz!) buyuruldu.
Ho-parlörün sesi, insanın sesine çok benziyor ise de, insan sesinin kendisi
değildir. Miknâtisin hareket etdirdiği parçalardan hâsıl olan sesdir. Yüksek
yere çıkıp ayakda duran insanın sesi değildir. Ho-parlörleri minârenin, çatının
sağına, soluna, arka tarafına koyarak, sesin Kıbleye doğru çıkmaması da, ayrıca
günâh olmakdadır. Sesin uzaklara ulaşmasına ve hoparlörün tırmalayıcı, metalik
sesine ihtiyâc da yokdur. Çünki, her mahallede mescid yapmak vâcibdir. Her
mahallede ezân okunacak, her evden, mahallesinin ezânı işitilecekdir. Bundan
başka, (Ezân-ı cavk) da câizdir. Birkaç
müezzinin, bir ezânı birlikde okumalarına, (Ezân-ı
cavk) denir. Hazîn olan insan sesleri uzaklardan işitilmekde,
kalblere ve rûhlara te’sîr etmekde, îmânları tâzelemekdedir. [Müezzin ezânı ve
imâm efendi kırâeti, câmi’ civârında bulunan ve câmi’deki cemâ’ate işitdirecek
kadar tabî’î sesleri ile okur. Uzaklardan işitilmesi için, kendilerini
zorlamaları mekrûhdur. Ho-parlör kullanmağa lüzûm olmadığı buradan da
anlaşılmakdadır.] Hulâsa, ho-parlör denilen borudan çıkan ses, ezân değildir.
Müezzin efendinin ağzından çıkan ses, (Ezân-ı Muhammedî)dir.
Büyük islâm âlimi Ebû Nuaym İsfehânînin (Hilyetül-Evliyâ)
kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (Çalgıdan çıkan ezân sesi, şeytân ezânıdır. Bunu okuyanlar,
şeytânın müezzinleridir) buyuruldu.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki, (Kıyâmet
yaklaşınca, Kur’ân-ı kerîm mizmârdan okunur) ve (Bir zemân gelir ki, Kur’ân-ı kerîm mizmârlardan okunur.
Allah için değil, keyf
için okunur) ve (Kur’ân-ı kerîm
okuyan çok kimseler vardır ki, Kur’ân-ı kerîm onlara la’net eder) ve
(Bir zemân gelecekdir ki, müslimânların en
sefîlleri, müezzinlerdir) ve (Bir zemân
gelir ki, Kur’ân-ı kerîm mizmârlardan okunur. Allahü teâlâ bunlara la’net eder).
Mizmâr, her nev’i çalgı, düdük demekdir. Ho-parlör de, mizmârdır.
Müezzinlerin, bu hadîs-i şerîflerden korkmaları, ezânı, ho-parlör ile
okumamaları lâzımdır. Ba’zı din câhilleri ho-parlörün fâideli olduğunu, sesi
uzaklara götürdüğünü söyliyorlar. Peygamberimiz, (İbâdetleri
benden ve eshâbımdan gördüğünüz gibi yapınız! İbâdetlerde değişiklik yapanlara (bid’at
ehli) denir. Bid’at sâhibleri, muhakkak Cehenneme gidecekdir. Bunların hiçbir
ibâdetleri kabûl olmaz) buyurdu. İbâdetlere fâideli şeyler ilâve
ediyoruz demek doğru değildir. Böyle sözler, din düşmanlarının yalanlarıdır.
Bir değişikliğin fâideli olup olmıyacağını yalnız İslâm âlimleri anlar. Bu
derin âlimlere (Müctehid) denir.
Müctehidler kendiliklerinden bir değişiklik yapmazlar. Bir ilâvenin,
değişikliğin bid’at olup olmıyacağını anlarlar. Ezânı (Mizmâr) ile okumağa söz
birliği ile bid’at denildi. İnsanları Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine
kavuşduran yol insanın kalbidir. Kalb, yaratılışında temiz bir ayna gibidir.
İbâdetler, kalbin temizliğini, cilâsını artdırır. Bid’atlar, günâhlar kalbi
karartır. Muhabbet yolu ile gelen feyzleri, nûrları alamaz olur. Sâlihler bu
hâli anlar, üzülür. Günâh işlemek istemezler. İbâdetlerin çok olmasını
isterler. Her gün beş kerre nemâz kılınması yerine, dahâ çok kılmak isterler.
Günâh işlemek nefse tatlı, fâideli gelir. Bütün bid’atler, günâhlar, Allahü
teâlânın düşmanı olan nefsi besler, kuvvetlendirir. Ho-parlör ile ezân okumak
böyledir. Abdüllah-ı Dehlevînin halîfelerinden Rauf Ahmed, (Dürr-ül me’ârif) önsözünde diyor ki, (Kur’ân-ı
kerîmi ve diğer vazîfeleri (Mizmâr) çalgı âleti ile okumak harâmdır). Ezânı
ho-parlör ile okumak böyledir.
[Şâfi’î (El-mukaddimet-ül-hadremiyye) ve (Envâr) kitâblarında diyor ki, (Câmi’in hâricinde
olanın câmideki imâma uymasının şâfi’î mezhebinde sahîh olması için, imâmı
görmesi ve sesini işitmesi ve son safdan takrîben üçyüz zrâ’ (300 x 0,42 =
dadır. Ho-parlörden, radyodan işitilen ses, ezânın
kendisi değildir, benzeridir. Aynada, kâğıdda görülen de, insana tam benziyor
ise de, kendisi değil, benzeridir.]