Guslün farzları hanefîde
üç, mâlikîde beş, şâfi’îde iki, hanbelîde birdir. Hanefîde:
1- Bir kerre ağzına su
vermek. Dişlerin arasını ve diş çukurunun içini ıslatmak farzdır. [Hanefî
mezhebinde olan kimse, zarûret olmadan diş dolduramaz ve kaplatamaz. Takma diş
yapdırır ve gusl abdesti alırken, bunları çıkarıp altını yıkar. Zarûret olursa,
dolgu veyâ kaplama yapdırması câiz olur. Fekat, gusl ve abdest alırken ve
nemâza dururken (Şâfi’î veyâ mâlikî mezhebini taklîd ediyorum) diye niyyet
etmesi lâzımdır.]
2- Bir kerre burnuna su
vermek.
3- Bir kerre cemî’i
bedenini yıkamakdır. Bedenin, ıslatmasında harac olmıyan yerlerini yıkamak
farzdır. Bedenin bir yeri, zarûrî olan, ya’nî insanın yapmadığı, yaratılışda
bulunan bir sebeb ile ıslatılmazsa afv olur, gusl sahîh olur.
(Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, dişler arasında veyâ diş çukurunda
kalan yemek, guslün sahîh olmasına mâni’ olmaz. Fetvâ böyledir. Çünki, bunların
altı ıslanır. Kalan şey, katı ise, mâni’ olur denildi. Doğrusu da budur. (İbni Âbidîn) “rahime-hullahü teâlâ”, bunu
açıklarken buyuruyor ki, (Hülâsa) kitâbında
da, mâni’ olmaz. Çünki su, akıcı olduğu için, yemeğin altına sızar demekdedir.
Suyun sızmadığı anlaşılırsa, bu âlimlere göre de, gusl sahîh olmamakdadır. (Hilye) kitâbı bunu açık bildirmekdedir. Kalan
şey, ağızda ezilerek katılaşmış ise, suyu sızdırmıyacağı için, gusl sahîh
olmaz. Çünki, burada zarûret yokdur. [Ya’nî, kendiliğinden hâsıl olan birşey
değildir. Bunları temizlemekde] harac, ya’nî güçlük de yokdur.
(Halebî-i
sagîr)de diyor ki, bir kimsenin
dişleri arasında ekmek
ve yemek ve başka şey artıkları varken gusl abdesti
alsa, fetvâlara göre, altına su geçmediğini zan etse bile, guslü sahîh olur.
Çünki su, akıcı olduğu için, altına geçer. Böyle fetvâ verildiği (Hulâsa)da yazılıdır. Ba’zı âlimlere göre, kalan
şey katı ise, guslü câiz olmaz. (Zahîre) kitâbında
da böyle yazılıdır. Esah olan da budur. Çünki, altına su geçmez. Zarûret ve
harac da yokdur.
(Dürr-ül-müntekâ)da diyor ki, diş çukurunda yemek artığı varken,
gusl eden kimsenin guslü sahîh olur ve olmaz diyenler vardır. İhtiyât olarak,
yemek artıklarını önceden çıkarmalıdır. (Merâk-ılfelâh)ın
(Tahtâvî) hâşiyesinde diyor ki, diş
çukurunda veyâ dişleri arasında yemek artığı kalmış ise, gusl sahîh olur. Çünki
su, akıcı olduğu için, her yere sızar. Artıklar çiğnenerek sertleşmiş ise,
gusle mâni’ olur. (Feth-ül-kadîr)de de
böyle yazılıdır.
(Bahr-ür-râık)da diyor ki, diş çukurunda veyâ dişlerin arasında
yemek kalmış ise, gusl sahîh olur. Çünki su latîf olduğu için, her yere sızar. (Tecnis)de de böyle yazılıdır. Sadr-üş-şehîd
Hüsâmeddîn, guslü sahîh olmaz. Bunu çıkarıp dişin içinden suyu akıtması
lâzımdır dedi. Çıkarıp altını yıkamak ihtiyâtlı olur.
(Fetâvâ-i
Hindiyye)de diyor ki, diş
çukurunda veyâ dişleri arasında yemek artığı kalanın guslü sahîh olur sözü dahâ
doğrudur. (Zâhidî)de de böyle yazılıdır.
Fekat, artığı çıkarıp, çukura su akıtmak ihtiyâtlı olur. (Kâdihân)da diyor ki, dişlerinde yemek artığı
kalanın guslü temâm olmıyacağı (Nâtifî)de
yazılıdır, bunu çıkarıp, altını yıkaması lâzımdır.
(El-mecmû’at-üz-zühdiyye)de diyor ki, gerek kalîl, gerek kesîr olsun
dişlerin arasında kalan ta’âm kırıntısı, katı hamur gibi olup da, suyun
nüfûzuna mâni’ olursa, gusle dahî mâni’dir. (Halebî)de
de böyle yazılıdır. (Yemek artıklarını çıkarmakda harac, zorluk yokdur. Dolgu
ve kaplama ise, çıkarılamaz. Çıkarılmasında harac vardır) denilemez. Evet harac
vardır. Fekat, insanın yapdığı birşey haraca sebeb olunca, başka mezhebi taklîd
etmek için özr olur. Farzı terk etmek için özr olmaz. Farzın sâkıt olması için,
başka mezhebin taklîd edilememesi ve bu hâlde, zarûret ile haracın birlikde
bulunmaları lâzımdır. (Diş doldurması veyâ kaplatması, diş ağrısını önlemek ve
dişi telef olmakdan kurtarmak içindir. Bunun için zarûret olmaz mı?) denilirse,
cevâbında deriz ki, zarûret olmak için, başka mezheb taklîd edememek şartdır.
(Gusl abdesti alırken,
dişlerin yıkanması hükmü, kaplamanın ve dolgunun zâhirine intikal eder) demek,
islâmiyyete uygun bir söz değildir. Tahtâvî, (İmdâd)
hâşiyesinde diyor ki, (Abdest aldıkdan sonra mestlerini giymiş
olanın abdesti bozulunca, abdestin bozulması ayaklara değil, mestlere intikâl
eder). Fıkh kitâblarının,
yalnız abdest almakda ve yalnız mest için söylemiş
oldukları bu sözü, diş kaplatmak için, hem de gusl abdesti için söylemek, kendi
tarafından uydurma fetvâ vermek olur. Dolgu veyâ kaplama olan dişi, sık olan
sakala benzetmek de doğru değildir. Çünki, abdest alırken, sık olan sakalın
dibini yıkamak mecbûrî değil ise de, guslde bunun altındaki deriyi de yıkamak
farzdır. (Abdest alırken sık sakal altındaki deriyi yıkamak farz olmadığı için,
guslde de sık sakalın altını yıkamak farz olmaz) diyen kimse, gusl abdesti alırken,
sık sakalın altını yıkamaz. Böylece bunun ve buna inananların gusl abdestleri
ve dolayısıyle nemâzları sahîh olmaz.
Kaplamayı ve dolguyu,
ayakdaki yarık içine konan merheme yâhud yara ve kırık üzerine konan cebîre
denen tahtalara, alçıdan kalıplara ve sargılara benzetmek de, fıkh kitâblarına
uygun değildir. Çünki, bunları yara ve kırık üzerinden çıkarmakda harac veyâ
zarar olunca, başka mezhebi taklîd imkânı yokdur. Bu üç sebebden dolayı,
altlarını yıkamak sâkıt oluyor.
Şiddetli ağrı yapan çürük
dişi çıkarmak, bunun yerine, çıkarılabilen müteharrik sun’î diş, yâhud yarım
veyâ bütün damaklı dişler yapdırmak istemeyip de, dolgu veyâ kron denilen
kaplama yapdırmakda insan serbest olduğu için, dolgu, kaplama veyâ köprü
denilen sâbit diş yapdırmak, zarûret olmaz. Zarûret olduğunu söylemek, zâten
altlarının ıslanmasının sâkıt olmasına sebeb olamaz. Çünki, başka mezhebi
taklîd etmeleri mümkindir. Zarûret var diyerek, fıkh kitâblarına uyup, Şâfi’îyi
veyâ Mâlikîyi taklîd edenlere dil uzatmağa kimsenin hakkı yokdur.
İnsanı birşey yapmağa
zorlıyan semâvî sebebe, ya’nî insanın elinde olmıyan sebebe (Zarûret) denir. İslâmiyyetin emr ve yasak etmesi
ve şiddetli ağrı ve bir uzvun yâhud hayâtın telef olmak tehlükesi ve başka
birşey yapamamak mecbûriyyeti, hep zarûretdir. Yapılan birşeyin, bir farza
mâni’ olmasını veyâ harâm işlemeğe sebeb olmasını önlemenin meşakkatli, güç
olmasına (Harac) denir. Allahü teâlânın
emrlerine ve yasaklarına, (Ahkâm-ı islâmiyye) denir.
Ahkâm-ı islâmiyyeden bir hükm yapılacağı zemân, ya’nî bir emri yaparken veyâ
bir yasak işi yapmakdan sakınırken, kendi mezhebinin âlimlerinin meşhûr olan,
seçilmiş olan sözlerine uyulur. İnsanın yapdığı birşeyden dolayı, âlimlerin bu
sözlerine uymakda harac olursa, seçilmemiş, za’îf sözlerine uyulur. Buna uymakda
da harac olursa, bu hükm, başka mezhebi taklîd ederek yapılır. Başka mezhebi
taklîd etmekde de harac olursa, haraca sebeb olan şeyin yapılmasında zarûret
bulunup bulunmadığına bakılır:
1- Haraca sebeb olan
şeyin yapılmasında zarûret bulunduğu
zemân, o farzı yapmak sâkıt olur.
2- Haraca sebeb olan
şeyin yapılmasında zarûret yoksa [oje gibi] veyâ zarûret olduğu zemân, birkaç
şey yapılabilir ve bunlardan harac bulunan şeyi yapmak isterse, o ibâdeti sahîh
olmaz. Harac bulunmıyan şeyi yaparak, o farzı îfâ etmesi lâzım olur. Zarûret
olsa da, olmasa da, yalnız harac, meşakkat bulunduğu için, başka mezhebin
taklîd edileceği, (Fetâvel-hadîsiyye)de
ve (Hulâsat-üt-tahkîk)de ve Tahtâvînin
“rahime-hullahü teâlâ” (Merâk-ılfelâh) hâşiyesinde
ve molla Halîl Es’irdînin “rahime-hullahü teâlâ” (Ma’füvât)
kitâbında yazılıdır. Molla Halîl, 1259 [m. 1843] da vefât etdi.
Ağrıyan, çürüyen dişini çıkararak, takma protez veyâ damaklı diş yapdırmak
istemeyip de, dolgu veyâ kaplama ya’nî kron yapdıran bir hanefî, gusl abdesti
alırken, Şâfi’î veyâ Mâlikî mezhebini taklîd eder. Çünki, bu iki mezhebde, gusl
abdesti alırken, ağız ve burnu yıkamak farz değildir. Şâfi’î veyâ Mâlikî
mezhebini taklîd etmek de pek kolaydır. Guslde ve abdestde ve nemâza başlarken
veyâ unutursa, nemâzdan sonra, hâtırladığı zemân, Şâfi’î veyâ Mâlikî mezhebini
taklîd etdiğine niyyet etmeli, ya’nî kalbinden geçirmelidir. Bu kimsenin
abdestinin, guslünün ve nemâzının Şâfi’î veyâ Mâlikî mezhebine göre sahîh
olmaları lâzımdır. Şâfi’î mezhebine göre sahîh olması için, nikâh etmesi ebedî
harâm olan onsekiz kadından başka bir kadının derisine kendi derisi ve kendi
kaba avret yerine elinin içi değince, abdest almalı ve imâm arkasında, içinden
Fâtiha okumalıdır. Mâlikî mezhebini taklîd etmek için 525. ci sahîfeye bakınız!
Başka mezhebi taklîd etmek, mezheb değişdirmek demek değildir. Taklîd eden bir
hanefî, hanefî mezhebinden çıkmış değildir. Yalnız, o ibâdetin, o mezhebdeki
farzlarına ve müfsidlerine tâbi’ olur. Vâciblerde, mekrûhlarında ve
sünnetlerinde kendi mezhebine tâbi’ olur.
Fıkh âlimlerinin, gusl
abdesti hakkındaki beyânları ortada dururken, diş mes’elesini, salâhiyyetsiz,
hattâ mezhebsiz kimselerin yazıları ile halletmeğe kalkışanlar işitilmekdedir.
Diş doldurtmanın câiz olduğu, Sebil-ür-reşâd mecmû’asının 1332 [m. 1913]
senesindeki nüshasında yazılı olan fetvâda bildirilmişdir diyorlar. Evvelâ şunu
bildirelim ki, bu mecmû’a, reformcuların, mezhebsizlerin yazıları ile doludur.
Muharrirlerinden Manastırlı İsmâ’îl Hakkı, sinsi bir masondur. Bunlardan İzmirli
İsmâ’îl Hakkı ise, mason olan Kâhire müftisi, reformcu, Mehmed Abduha
aldananların başında gelmekdedir. Lise tahsilini İzmirde yapmış, İstanbulda
öğretmen okulunu bitirmişdir. Din tahsili, din kültürü za’îfdir. İttihâdcıların
gözlerine girerek medreselerde hoca olmuş,
derslerinde ve kitâblarında, Abduhun reformcu,
bölücü fikrlerini yaymağa çalışmışdır. Zehrlediği, sapdırdığı talebesinden
Ahmed Hamdi Aksekinin (Telfîk-ı mezâhib) ismindeki,
mezhebsiz Mısrlı Reşîd Rızâdan terceme kitâbına yazdığı medhiyyesi, İsmâ’îl
Hakkının iç yüzünü ortaya sermekdedir.
İşte bu İsmâ’îl Hakkı,
adı geçen mecmû’ada, dişleri altın tel ile bağlamanın câiz olup olmaması
hakkında, fıkh âlimlerinin ihtilâflarını uzun uzun yazmış, dişlerin gümüş
yerine, altın tel ile bağlanmasının zarûret olduğundaki âlimlerin sözbirliğini
bildiren kitâbları, meselâ (Siyer-i kebîr) şerhini
ileri sürerek, diş mes’elesi bir zarûretdir demişdir. Hâlbuki, kendisine
sorulan şey; dişlerin altın ile mi, gümüş ile mi bağlanması mes’elesi değil,
dolgu veyâ kaplaması olan kimsenin gusl abdesti sahîh olur mu? süâlidir.
İzmirli İsmâ’îl Hakkı, kendisine sorulmıyan, herkesce bilinen şeyi uzun uzun
yazıp, bunun netîcesini, soruya cevâb olarak bildirmişdir. Bu hareketi, ilmde
sahtekârlıkdır. Kendi görüşlerini, islâm âlimlerinin fetvâsı olarak yazmağa
yeltenmişdir. Bu kadarı yetmiyormuş gibi, fıkh âlimlerinin gusl abdestindeki
yazılarını yazarak, kendi görüşünü bunlara benzetmekdedir. Meselâ, (Bahrde
açıklandığına göre, ulaşdırmak güç olan yere suyu temâs etdirmek şart değildir)
diyor. Hâlbuki, (Bahr) kitâbında,
(Bedenin, suyu ulaşdırmak güç olan yerlerine) yazılıdır. İnsanın zarûrî olarak
yapdığı şeyi, insanda zarûrî bulunan şeye benzetmekdir. (Dürrül-muhtâr)ın, (Kadına başını yıkamak zarar
verir ise, yıkamaz) yazısını, diş dolgusu olanın guslünün câiz olacağına delîl
göstermesinde de haklı değildir. Su değmesinin başa zarar vermesi, bedende
bulunan bir hastalıkdır. Dişdeki kaplama, dolgu ise, insanın yapdığı bir
şeydir. Bunun içindir ki, (Dürr-ül-muhtâr)da,
diş çukurunda yemek artığı kalanın guslünün câiz olup olmaması, ayrıca
yazılmışdır.
İzmirli İsmâ’îl Hakkı, bu
hiyle ve hatâları ile de iktifâ etmemiş, islâm âlimlerini kendine yalancı
şâhidi göstermekden çekinmiyerek, (Suyu, altın veyâ gümüş kaplamanın, dolgunun
altına ulaşdırmak, buraları yıkamak şart değildir. Diş mes’elesinde zarûret
bulunduğu ve zarûret bulunan yerlere suyun ulaşdırılmasının şart olmadığı, fıkh
âlimleri tarafından ittifakla bildiriliyor) demişdir. Diş kaplatmanın ve
doldurtmanın zarûret olduğunu, Hanefî fıkh âlimlerinden hiçbiri bildirmedi.
Zâten fıkh âlimleri zemânında diş kaplatmak, dolgu yapdırmak yokdu. Vesîka
olarak ileri sürdüğü (Siyer-i kebîr şerhi) tercemesinin
altmışdördüncü sahîfesinde, imâm-ı Muhammed Şeybânînin “rahime-hullahü teâlâ”,
dişi düşen kimsenin, bunun yerine altından diş koymasına yâhud
altından tel ile dişleri bağlamasına câiz dediği
yazılıdır. Diş kaplatmak yazılı değildir. Bunu, İzmirli İsmâ’îl Hakkı
eklemişdir. Sonradan ortaya çıkan mason din adamları, mezhebsizler, sapıklar,
müslimânları aldatmak, bölücülük yapmak için, her hîleye başvurdular. Yanlış,
bozuk şeyler yazdılar.
İmâm-ı Muhammed
“rahime-hullahü teâlâ”, sallanan dişin gümüşle bağlanacağı gibi, altın tel ile
de bağlanabileceğini bildirmişdir. Altın ile kaplamak, doldurmak câiz olur
dememişdir. Bunları İsmâ’îl Hakkı gibiler, kendileri eklemişlerdir.
İzmirli İsmâ’îl Hakkının
yukarıdaki yanlış ve hiyleli yazısına, o zemânki müftiler ve kıymetli din
adamları cevâb vermişler, hakîkati ortaya koymuşlardır. Bu değerli âlimlerden
birisi, Bolvadinli müderris Yûnüs-zâde Ahmed Vehbî efendidir “rahime-hullahü
teâlâ”. Geniş din bilgisi olan bu zât, diş oyuğunu doldurtmuş olanın gusl
abdestinin sahîh olmıyacağında, âlimlerin sözbirliği olduğunu isbât etmişdir.
(Sebîl-ür-reşâd)
mecmû’ası, İzmirlinin yazısının
derme-çatma, hiyleli olduğunu anlamış olacak ki, (Mecmû’a-i
Cedîde) ismindeki fetvâ kitâbının 1329 [m. 1911] târîhli ikinci
baskısındaki (Gusl câiz olur) fetvâsını da vesîka olarak eklemeği lüzûm
görmüşdür. Hâlbuki, bu fetvâ, bu kitâbın 1299 târîhli birinci baskısında
yokdur. İkinci baskıya, ittihâdcıların şeyh-ül-islâmı Mûsâ Kâzım tarafından
sokulmuşdur. Sebîl-ür-reşâd mecmû’ası, bir reformcunun yazısını bir masonun
yazısı ile isbâta kalkışmışdır. Hiçbir fıkh âlimi, diş kaplatmağa, dolgu
yapdırmağa zarûret dememişdir. Bunu yalnız mason olan din adamları ve dinde
reformcular, mezhebsizler ve vehhâbî sapıklarına satılmış veyâ aldanmış olan
din câhilleri söylemekde ve yazmakdadırlar.
Ahmed Tahtâvî
“rahime-hullahü teâlâ”, (Merâk-ıl-felâh) hâşiyesinde
diyor ki, (Başka mezheblerdeki bir imâma uymanın sahîh olması için, uyanın
mezhebine göre, nemâzı bozan birşeyin imâmda bulunmaması, eğer varsa, uyanın
bunu bilmemesi lâzımdır. Güvenilen kavl budur. İkinci kavle göre, imâmın kendi
mezhebine göre, nemâzı sahîh olursa, uyanın mezhebine göre sahîh olmadığı
görülse bile, buna uyması sahîh olur). İbni Âbidînde de böyle yazılıdır.
Tahtâvînin ve İbni Âbidînin “rahime-hümullahü teâlâ” bu sözlerinden anlaşılıyor
ki, kaplaması veyâ dolgusu olmıyan hanefînin, kaplaması veyâ dolgusu olan imâma
uymasının sahîh olup olmaması üzerinde, âlimlerin iki ayrı kavlleri vardır:
Birinci kavle göre, kaplaması, dolgusu olmıyan hanefînin, kaplaması, dolgusu
olan imâma uyması sahîh olmaz. Çünki, bu imâmın nemâzı Hanefî mezhebine göre
sahîh değildir. İkinci kavle gö-
re, bu imâm, Şâfi’î veyâ Mâlikî mezhebini taklîd
ediyorsa, kaplaması veyâ dolgusu olmayan hanefînin, buna uyması sahîh olur.
İmâm-ı Hindûvânî “rahmetullahi aleyh” böyle ictihâd etmişdir. Mâlikî mezhebi de
böyledir. Kaplaması veyâ dolgusu olan sâlih bir imâmın mâlikî veyâ şâfi’î
mezhebini taklîd etmediği bilinmedikce, kaplaması, dolgusu olmıyan hanefîler
de, bu imâma uymalıdır. Buna, mâlikî veyâ şâfi’îyi taklîd edip etmediğini sormak,
tecessüs etmek câiz değildir. Bu ikinci kavl, her ne kadar za’îf ise de, harac
olduğu zemân, za’îf kavl ile amel etmek lâzım olduğu, yukarda bildirilmişdi.
Fitneye mâni’ olmak için de, za’îf kavl ile amel edileceği, (Hadîka)da da yazılıdır. Mezheblere kıymet
vermeyip, fıkh kitâblarına uygun ibâdet etmiyen kimsenin, Ehl-i sünnet olmadığı
anlaşılır. Ehl-i sünnet olmıyan da, yâ bid’at sâhibi, sapıkdır, yâhud, îmânı
gitmiş, mürted olmuşdur. Biz, dolgu, kaplama yapmayınız demiyoruz. Yapdırmış
olan kardeşlerimizin ibâdetlerinin kabûl olması için yol gösteriyoruz. Bunlara
kolaylık gösteriyoruz.
Gusl abdesti, onbeş
nev’dir: Beşi farz, beşi vâcib, dördü sünnet, biri müstehab. Farz olan gusl,
hâtunun hayz ve nifâsdan kesildikde, erkeğin cimâ’ yapınca, ya’nî avrete
mukârenetinde, şehvetle menî akdıkda, ihtilâm olup, döşeğinde veyâ donunda meni
görünce, kılmadığı nemâzın vakti çıkmadan evvel, gusl farzdır.
Vâcib olanlar: Meyyiti
yıkamak, bir sabî bâliğ olunca gusl etmek ve bir arada yatan er ve avretin
arasında bulunmuş olan menînin hangisinden olduğu bilinmese, ikisi dahî gusl
etmek ve bir kimsenin üzerine bulaşmış olup da, bunun ne zemândan olduğunu
bilmese, gusl etmek. Ve bir hâtun çocuk getirdiğinde, kan gelmemiş olsa bile,
gusl etmek. (Kan gelmişse, gusl farz olur).
Sünnet olanlar: Cum’a
günü için ve bayram günleri için ve ihrâm vaktinde -ne niyyetle olursa olsun-
ve Arafata çıkmadan evvel gusl etmek. Müstehab olan gusl, bir kâfir îmâna
geldiğinde -küfr hâlinde iken, cünüb ise, gusl farz olur- ve cünüb değil ise,
müstehab olur.
Guslün harâmı
üçdür:
1- Erlerin erlere ve
avretlerin avretlere, gusl vaktinde, göbeği altından dizinin altına kadar olan
yerlerini birbirine göstermek.
2- Alâ kavlin- müslimân
hâtunlar, kâfir avretlerine, gusl ederken, görünmek (sâir vaktlerde dahî hükm
yine böyledir).
3- Suyu isrâf eylemek.
Guslün
sünnetleri, hanefîde onüçdür:
1- Su ile istincâ etmek.
Ya’nî mak’adı ve zekeri yıkamak.
2- Ellerini bileklerine
kadar yıkamak.
3- Bedeninde hakîkî
necâset var ise gidermek.
4- Mazmaza ve istinşâkda
mübâlağa etmek. Ağızda ve burunda ıslanmadık iğne ucu kadar kuru yer kalsa,
gusl sahîh olmaz. Evvelinde nemâz abdesti almak.
5- Gusl abdesti için,
niyyet etmekdir.
6- Her a’zâsını, suyu
dökünürken oğuşdurmak.
7- Evvelâ başına, sonra sağ,
sonra sol omuzlarına üçer kerre su dökmek.
8- El ve ayak
parmaklarını hilâllamak. Ya’nî parmak aralarını ıslatmak.
9- Ardını ve önünü
kıbleye döndürmemek.
10- Gusl ederken, dünyâ
kelâmı söylememek.
11- Mazmaza ve istinşâkı
üçer kerre etmek.
12- Her a’zâda, sağdan
başlamak.
13- Gusl etdiği yerde
bevl birikiyorsa, bevl etmemek. Bu saydıklarımızdan başka sünnetler de vardır.
(El-fıkh-ü
alel-mezâhib-il-erbe’a)da diyor
ki, (Cünüb olan erkeğin ve kadının, gusl abdesti almadan evvel, abdestsiz
yapılması câiz olmıyan, a’mâl-i şer’ıyyeden birini yapması, dört mezhebde de
harâmdır. Meselâ, cünüb iken, farz veyâ nâfile nemâz kılması halâl değildir. Su
bulamaz ise veyâ hastalık gibi bir sebeb ile, suyu kullanamaz ise, teyemmüm
etmesi lâzım olur. Cünüb iken, farz veyâ nâfile oruc tutması sahîh olur.
Kur’ân-ı kerîmi tutması ve okuması harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi abdestsiz tutmak
da halâl değildir. Mescide girmesi de harâmdır. Düşmandan korunmak için veyâ
bir hükm çıkarmak için, bir-iki kısa âyet okuması, mescidden koğa, ip, su almak
için veyâ başka yol bulamadığı için, girip hemen çıkması câiz olur. Düâ niyyeti
ile bir kısa âyet, meselâ Besmele okuyabilir. Mescide girmeden teyemmüm eder.)
TEVHÎD DÜÂSI Yâ Allah, yâ Allah. Lâ ilâhe illallah
Muhammedün Resûlullah. Yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ afüvvü yâ Kerîm, fa’fü annî
verhamnî yâ erhamerrâhimîn! Teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn.
Allahümmagfirlî ve li-âbâî ve ümmehâtî ve li âbâ-i ve ümmehât-i zevcetî ve
li-ecdâdî ve ceddâtî ve li-ebnâî ve benâtî ve li-ihvetî ve ehavâtî ve li-a’mâmî
ve ammâtî ve li-ahvâlî ve hâlâtî ve li-üstâzî Abdülhakîm-i Arvâsî ve li
kâffetil mü’minîne vel-mü’minât. “Rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în.”