İslâm dîninin bildirdiği
emrlere ve yasaklara (Ahkâm-ı islâmiyye) veyâ
(İslâmiyyet) denir. Ahkâm-ı islâmiyye
sekizdir: Farz, vâcib, sünnet, müstehab, mubâh,
harâm, mekrûh, müfsid.
Farz odur ki, onu Allahü
azîm-üş-şân buyurmuş ola. Ve buyurduğu şübhesiz delîl ile, belli olmuş ola.
Ya’nî âyet-i kerîmeden açıkça anlaşılmış ola. İnanmıyan, ehemmiyyet vermiyen
kâfir ola.Îmân, Kur’ân, abdest almak, nemâz kılmak, oruc tutmak, zekât vermek,
hacca gitmek, cünüblükden gusl etmek [ya’nî boy abdesti almak] gibi.
Farz dahî üç nev’dir:
Farz-ı dâim, farz-ı muvakkat, farz-ı alel-kifâye. Farz-ı dâim (âmentü billâhi)yi sonuna kadar ezberleyip ve
ma’nâsını bilip ve inanıp, dâimî i’tikâd etmeğe derler. Farz-ı muvakkat, amelin
vakti geldikde, işlediğimiz farz olan amellere derler. Beş vakt nemâz kılmak ve
Ramezân-ı şerîf ayında oruc tutmak ve san’atine ve ticâretine lâzım olan din ve
fen bilgilerini öğrenmek gibi. Farz-ı alel-kifâye, onu, elli kişiden veyâ yüz
kişiden biri işlese, sâirlerden sâkıt olur. Verilen selâmın cevâbını söylemek
gibi. Ve cenâze nemâzı kılmak ve cenâzeyi gasl etmek gibi, sarf ve nahv okumak
ve hâfız olmak ve vücuh ilmini öğrenmek ve san’atine, ticâretine lâzım olandan
ziyâde din ve fen bilgilerini öğrenmek gibi.
Ve dahî, bir farz içinde,
beş farz vardır. Bu farzlar, ilm-i farz,
amel-i farz, mikdâr-ı farz, i’tikâd-ı farz, ihlâs-ı
farz, inkâr-ı farzdır. İnkâr-ı farz küfrdür.
Vâcib odur ki, onu Allahü
azîm-üş-şân buyurmuş ola. Buyurduğu, şübheli delîl ile belli olmuş ola. Vâcib
olduğuna inanmayan, kâfir olmaz. Lâkin, işlemeyen, Cehennem azâbına lâyık olur.
Meselâ, vitr nemâzında, kunût düâsını okumak ve hâcı bayramında kurban kesmek
ve Ramezân-ı şerîf bayramında fıtra vermek ve secde âyeti okununca, (Secde-i tilâvet) yapmak gibi. Vâcib içinde, dört
vâcib ve bir farz vardır. İlmi vâcib, ameli vâcib, mikdârı vâcib, i’tikâdı
vâcib, ihlâsı farz. Farzın ve vâcibin riyâsı harâmdır.
Ve dahî sünnet, onu,
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretleri, bir kerre veyâ iki kerre
terk etmiş ola. Terk edene, azâb olmaz. Lâkin, özrsüz ve devâmlı terk eden,
itâba ve sevâbından mahrûm olmağa lâyık olur. Meselâ, misvâk isti’mâl etmek ve
ezân ve ikâmet ve cemâ’at ile nemâz kılmak ve evlendiği gece ta’âm yidirmek ve
çocuğunu sünnet etdirmek gibi. Sünnet dahî üç nev’dir: Sünnet-i müekkede,
sünnet-i gayr-ı müekkede, sünnet-i alel-kifâye.
Sünnet-i müekkede
olanlar, sabâh nemâzının sünneti ve öğle nemâzının evvel ve son sünnetleri ve
akşam nemâzının sünneti ve yatsı nemâzının son sünneti gibi. Bunlar, sünnet-i
müekkededir. Sabâh nemâzının sünnetine vâcib diyen âlimler de vardır. Bu
sünnetler aslâ özrsüz terk olunmaz. Beğenmiyen kâfir olur.
Sünnet-i gayr-ı müekkede
olanlar, ikindinin sünneti ve yatsı nemâzının evvel sünneti. Bunlar çok kerre
terk olunursa, bir şey lâzım gelmez. Özrsüz olarak büsbütün terk olunursa,
itâba ve şefâ’atden mahrûm olmağa sebeb olur.
[(Halebî)de ve (Kudûrî)de
diyor ki, ibâdetler, (Ferâiz) ve (Fedâil) olmak üzere ikiye ayrılır. Farz ve vâcib
olmayan ibâdetlere (Fedâil) veyâ (Nâfile ibâdet) denir. Beş vakt nemâzın sünnetleri,
nâfile ibâdetdir ve farzlardaki noksanları temâmlar. Ya’nî yapılan farzdaki
kusûrları temâmlar. Yoksa, kılınmayan farz nemâz yerine sünnet geçmez. Sünnet
kılmak, farzı terk edeni Cehennemden kurtarmaz. Farzı özrsüz terk edenin,
kıldığı sünnet sahîh olmaz. Sahîh olan [kusûrsuz kılınan] sünnete niyyet etmek
lâzımdır. Niyyet edilmezse sünnet sevâbına kavuşmaz. Bunun için, senelerce
nemâz kılmamış olanlar, dört vakt nemâzın sünnetlerini kılarken, hem, o vaktin
ilk kazâya kalmış farzını kazâ etmeğe, hem de, o vaktin sünnetini edâ etmeğe
niyyet etmelidir. Böyle niyyet edince, hem kazâ, hem de sünnet kılmış olur.
Sünneti terk etmiş olmaz.]
Sünnet-i alel kifâye, beş
on kimseden birisi işlese, sâirlerinden sâkıt olur. Selâm vermek ve i’tikâfa
girmek ve meşrû’ olan işlerinin evvelinde Besmele-i şerîfeyi söylemek gibi.
Eğer, ta’âmın evvelinde,
Besmele-i şerîfeyi demezse, üç zararı vardır: 1- Şeytân kendisiyle birlikde,
ta’âm yir. 2- Yidiği ta’âm bedenine maraz olur. 3- Ta’âmda bereket olmaz.
Besmele söylerse, üç
fâidesi vardır: 1- Şeytân ta’âma ortak olmaz. 2- Ta’âm bedenine şifâ olur. 3-
Ta’âmda bereket olur. [Yimeğe başlarken Besmele söylemeği unutursa, hâtırladığı
zemân söylemelidir.]
Müstehab demek,
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ömründe bir iki kerre işlemiş ola.
İşlemeyene azâb ve itâb olmaz. Şe-fâ’atden mahrûm kalmak dahî yokdur. Lâkin,
işleyene sevâb çokdur. Meselâ, nâfile nemâz kılmak ve nâfile oruc tutmak ve
ömreye, nâfile hacca gitmek ve nâfile sadaka vermek gibi.
Ve dahî, mubâh odur ki,
onun iyi niyyetle işlenmesinde sevâb, kötü niyyetle işlenmesinde azâb vardır.
Terkinde azâb olmaz. Yürümek, oturmak, ev almak, halâlinden dürlü ta’âm yimek,
halâl olmak şartiyle, dürlü elbise giymek gibi.
Harâm odur ki, onu Allahü
azîm-üş-şân, Kur’ân-ı kerîmde açık nehy etmiş ola. Ya’nî, işlemeyiniz, demiş
ola. Harâma, ehemmiyyet vermiyen, inanmıyan kâfir olur. İnandığı hâlde işliyen
kâfir olmaz, fâsık olur. [İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” imâmlığı anlatırken
buyuruyor ki, (Fâsık imâmın arkasında nemâz kılmamalıdır. Fâsık demek, şerâb
içmek, zinâ etmek, fâiz yimek gibi büyük günâh işliyen demekdir. [Küçük günâha
devâm etmek de büyük günâh olur.] Birden çok câmi’de Cum’a nemâzı kılınan
yerlerde, fâsık hatîbin arkasında Cum’a nemâzı kılmamalı, imâmı sâlih olan
câmi’de kılmalıdır. Fâsıka ihânet etmek, hakâret etmek vâcibdir. Çok âlim olsa
da, onu imâm yapmamalıdır. İmâm yapmak, ona ta’zîm etmek, saygı göstermek olur.
Fâsıkın da, mezhebsizin de, imâm yapılmaları, her zemân tahrîmen mekrûhdur.
Harâmlardan sakınmağa (Takvâ) denir.
Halâl veyâ harâm olduğu şübheli olan şeylerden de sakınmağa (Vera’) denir. Şübheli şey işlememek için bir
halâlı terk etmeğe (Zühd) denir.
Dâr-ül-harbde îmâna gelenin, Dâr-ül-islâma hicret etmesi vâcib olur)].
Harâm iki nev’dir: Biri, (Harâm li-aynihî) ve biri, (Harâm ligayrihî). Evvelkisi, kendisi harâm olup,
her zemân harâmdır. Adam öldürmek, zinâ ve livâta etmek, hamr ve alkollü
içkiler içmek, kumar oynamak, hınzır eti yimek ve kadınların, kızların başı,
kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları böyledir. Bir kimse bu günâhları
işlerken, Besmele-i şerîfe dese veyâ halâl i’tikâd etse, ya’nî Allahü teâlânın
harâm etmesine ehemmiyyet vermese, kâfir olur. Ammâ, bunların harâm olduğuna
inanıp, Allahdan, azâbından korkarak yapsa, kâfir olmaz. Fekat, Cehennem
azâbına lâyık olur.
Harâm li-gayrihî, kendisi
harâm değil ise de, harâm yoldan elde edildiği için, harâm olur. Bir kimse, bir
kişinin bağına girip, sâhibinin izni yokken, meyvesini koparıp yimek, ev
eşyâsını ve akçasını çalıp harcamak gibi. Bunları yapan kimse, yaparken Besmele
dese yâhud halâldir söylese, kâfir olmaz. Bir kimsede, bir arpa ağırlığında
haksız olan mal varsa, yarın kıyâmet gününde, cemâ’at ile kılınmış yediyüz
rek’at, -kabûl olunmuş- nemâzının sevâbını, hazret-i Mevlâ bu kimseden alıverse
gerekdir. Harâmın her iki kısmından kaçınmak, ibâdet yapmakdan dahâ çok
sevâbdır.
Ve dahî mekrûh, amelin
sevâbını gideren şeye derler. Mekrûh dahî, iki nev’dir: Kerâhet-i tahrîmiyye ve
kerâhet-i tenzîhiyye.
Kerâhet-i tahrîmiyye,
vâcibin terkidir. Harâma karîbdir [yakındır]. Kerâhet-i tenzîhiyye, sünnetin
terkidir. Halâla karîbdir. Kerâhet-i tahrîmiyye işleyen, eğer kasd ile işlerse,
âsî ve günâhkâr olur. Cehennem azâbına lâyık olur. Nemâzda ise, o nemâzın
iâdesi vâcib olur. Eğer sehv ile işlerse secde-i sehv yapar. İâdesi sâkıt olur.
Kerâhet-i tenzîhiyyeyi işleyene azâb olmaz. Lâkin, ısrâr ederse, itâba ve
sevâbdan mahrûm kalmağa müstehak olur. At etini ve kedi ve fâre artığını yimek,
şerâb yapana üzüm satmak gibi.
Müfsid, amelleri,
temelinden giderene denir. Îmânı ve nemâzı, nikâhı ve haccı ve zekâtı, alış ve
satışı bozmak gibi.
[Farzları, vâcibleri ve
sünnetleri yapan ve harâmdan, mekrûhdan sakınan müslimâna, âhıretde (Ecr) ya’nî (Sevâb) ya’nî
karşılık verilir. Harâmları, mekrûhları yapana ve farzları, vâcibleri yapmıyan
müslimâna (Günâh) yazılır. Harâmdan
sakınmanın sevâbı, farzı yapmanın sevâbından katkat çokdur. Bir farzın sevâbı,
bir mekrûhdan sakınmanın sevâbından, bu da, bir sünnetin sevâbından çokdur.
Mubâhlar içinde, Allahü teâlânın sevdiklerine (Hayrât)
ve (Hasenât) denir. Bunları
yapana da sevâb verilir ise de, bu sevâb, sünnet sevâbından azdır. Sevâb
verileceğini bilerek yapmağa (Kurbet) denir.
Allahü teâlâ, kullarına
çok acıdığı için, râhat ve se’âdet menba’ı olan, dinleri gönderdi. Dinlerin
sonuncusu, Muhammed aleyhisselâmın dînidir. Diğer dinler, kötü insanlar
tarafından, değişdirildi. Müslimân olsun, kâfir olsun, herhangi bir insan,
bilerek veyâ bilmiyerek, bu dîne uygun yaşarsa, dünyâda hiç sıkıntı çekmez. Râhat
ve neş’e içinde yaşar. Şimdi, Avrupada ve Amerikada, bu dîne uygun çalışan
kâfirler, böyledir. Fekat, kâfirlere âhıretde hiç sevâb ve mükâfât verilmez.
Böyle çalışan, eğer müslimân ise ve islâmiyyete uymağa niyyet ederse, âhıretde
de, sonsuz se’âdete kavuşacakdır.]