Küfr [Allaha düşman
olmak] üç nev’dir: Küfr-i inâdî, küfr-i cehlî, küfr-i hükmî.
Küfr-i inâdî, Ebû Cehl ve
Fir’avn ve Nemrûd ve Şeddâd küfrü gibi, dîni, îmânı bilerek, inanmamak olup,
bunlar Cehennemlikdir demek câizdir.
Küfr-i cehlî, kâfirlerin
avâmına, bu dînin hak olduğunu bilir ve ezân-ı Muhammedî okunur iken, işitirler
de, gel müslimân ol, desen, biz atamızdan ve anamızdan böyle bulduk, böyle
gideriz, derler.
Küfr-i hükmî, ta’zîm
olunacak yerde tahkîr ve tahkîr olunacak yerde, ta’zîm etmekdir.
Allahü azîm-üş-şânın
Evliyâsını ve Enbiyâsını ve Ulemâsını, bunların sözlerini ve fıkh kitâblarını
ve fetvâları ta’zîm edecek iken tahkîr ederse, o dahî küfrdür. Kâfirlerin dînî
âyinlerini beğenmek ve zarûret yok iken zünnâr kuşanmak ve papaslara mahsûs
olan başlık, salib [birbirine dik çakılmış iki çubuk, haç] gibi küfr
alâmetlerini kullanmak. Ve bunlara, muhabbet, küfrdür.
Küfrün yedi zararı
vardır: Dîni ve nikâhı giderir. O kimsenin boğazladığı yinmez. Halâli ile
etdiği, zinâ olur. O kimseyi öldürmek vâcib olur. Cennet ondan uzaklaşır.
Cehennem ona yakındır. O hâlinde ölürse nemâzı kılınmaz.
Rızâsı ile, filân şey,
filân kimsededir, yâhud yokdur, kâfir olayım, cühûd [ya’nî yehûdî] olayım diye,
yemîn eylemiş olsa, o şey, o kimsede olsun veyâ olmasın, o kimse, kendi rızâsı
ile küfre varmışdır. Îmânının ve nikâhının tecdîdi lâzımdır.
Zinâ, fâiz, yalan gibi
her dinde harâm olan bir şey için, halâl olaydı da, ben dahî, işleseydim, diye
temennî eder ise, bu dahî küfrdür.
Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü
vetteslîmât” inandım, ammâ Âdem “aleyhisselâm” Peygamber midir, bilmiyorum
dese, kâfir olur. Hazret-i Muhammed “aleyhisselâm”ın âhır zemân Peygamberi
olduğunu bilmeyen kâfir olur.
Bir kimse, Peygamberlerin
“aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”
dediği doğru ise, biz kurtulduk demiş olsa, kâfir
olur, demişlerdir. Birgivî merhûm buyurur ki: (Bu sözü şübhe yolu ile söylerse
küfrdür. Eğer ilzâm tarîkiyle söylerse küfr değildir.)
Bir kimseye, gel nemâz
kıl deseler, o dahî, kılmam dese, kâfir olur, demişler. Ammâ murâdı, senin
sözünle kılmam, Allah emri ile kılarım dese kâfir olmaz.
Bir kimseye, sakalını bir
tutamdan kısa yapma veyâ bir tutamdan fazlasını kes ve tırnaklarını kes, zîrâ,
Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sünnetidir deseler, o da
kesmem dese, kâfir olur. Sâir sünnetler dahî böyledir. Husûsiyle, sünnet olduğu
ma’rûf ve sübûtü, tevâtür ile sâbit ola. Misvâk gibi. Birgivî merhûm buyurur
ki: Bu sözü, sünnetliğini inkâr tarîkiyle dese, küfrdür. Murâdı, senin emrinle
işlemem, Resûlullahın sünneti olduğu için işlerim dese, küfr değildir.
[Yûsüf Kardâvî (El-halâl-ü vel-harâm-ü fil-İslâm) kitâbının,
dördüncü baskısının, seksenbirinci sahîfesinde diyor ki: (Buhârî)deki hadîs-i
şerîfde, (Müşriklere muhâlefet ediniz!
Sakalınızı uzatınız! Bıyığınızı kısaltınız!) buyuruldu. Bu hadîs-i
şerîf, sakalı kazımağı ve bir tutamdan kısa yapmağı men’ etmekdedir. Ateşe
tapanlar, sakallarını kesiyor. Kazıyanları da oluyordu. Hadîs-i şerîfde,
bunlara muhâlefet etmemiz emr olundu. Fıkh âlimlerinin ba’zısı bu hadîs-i
şerîf, sakal uzatmanın vâcib olduğunu, sakal kazımanın harâm olduğunu
gösteriyor dedi. Bunlar arasında İbni Teymiyye, sakalı kesmeğe karşı pek
şiddetli yazmakdadır. Ba’zı âlimler ise, sakal uzatmanın âdet olduğunu, ibâdet
olmadığını bildirdi. Feth kitâbı, Iyâddan alarak, [özrsüz] sakal kazımanın
mekrûh olduğunu yazmakdadır. Doğrusu da budur. Bu hadîs-i şerîf, sakal
uzatmanın vâcib olduğunu gösteriyor denilemez. Çünki, (Buhârî)de yazılı hadîs-i
şerîfde, (Yehûdîler ve hıristiyanlar [saçlarını,
sakallarını] boyamıyorlar. Siz onlara muhâlefet
ediniz!). Ya’nî, siz boyayınız buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, saç
sakal boyamanın vâcib olduğunu göstermiyor. Müstehab olduğunu gösteriyor.
Çünki, Eshâb-ı kirâmın bir kısmı boyadı. Çoğu boyamadı. Vâcib olsaydı hepsi
boyardı. Sakal uzatmağı emr eden hadîs-i şerîf de böyle olup, sakal uzatmanın
vâcib olduğunu değil, müstehab olduğunu bildirmekdedir. İslâm âlimlerinden hiç
birinin sakalını kazıdığı haber verilmedi. Çünki, onların zemânlarında sakal
bırakmak âdet idi. [Müslimânların âdetine uymamak, şöhret olur. Mekrûh olur.
Fitneye sebeb olursa, harâm olur.] Kardâvîden terceme temâm oldu. Kardâvî,
kitâbının önsözünde, dört mezhebin fıkh bilgilerini birbirlerine
karışdırdığını, tek bir mezhebi taklîd etmenin uygun olmadığını yazıyor. Böy-
lece, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan ayrılıyor.
Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, her müslimânın dört mezhebden
birini taklîd etmesi lâzım olduğunu, mezhebleri karışdıranın mezhebsiz hattâ
zındık olacağını bildiriyorlar. Bununla berâber, Kardâvînin sakal hakkındaki
yazısı, hanefî mezhebinin reyini açıkladığı için, vesîka olarak alınması uygun
görüldü. Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri, (Eşi’at-ül-leme’ât)ın
üçüncü cildinde diyor ki: (İslâm âlimleri, saç, sakal boyamakda, bulundukları
yerin âdetine uymuşlardır. Çünki, [câiz olan, mubâh olan işlerde], bulunduğu
yerin âdetine uymamak, şöhrete sebeb olur. Bu ise, mekrûhdur). Muhammed Hâdimî
“rahime-hullahü teâlâ” (Berîka) kitâbında
diyor ki, (Hadîs-i şerîfde, (Bıyığı kısa, sakalı uzun yapınız!) buyuruldu.
Bunun için, sakalı kazımak, kesmek ve sünnet mikdârından kısa yapmak men’
olundu. Sakalı bir kabza, bir tutam uzatmak sünnetdir. Sakalı bir kabzadan kısa
yapmak câiz değildir. Bir kabzadan fazlasını kesmek de sünnetdir). Bir kabza,
dudak kenârından, dört parmak eni kadar uzun olmak demekdir. Sünnet olan, hattâ
mubâh olan şeyi sultân emr edince, bunu yapmak vâcib olur. Sultânın ve bütün
müslimânların yapması, emr demekdir. Böyle yerlerde sakalı bir tutam uzatmak
vâcib olur. Bir tutamdan kısa yapmak veyâ kazımak, vâcibi terk etmek olur.
Tahrîmen mekrûh olur. Bunun, câmi’de imâm olması câiz olmaz. Fekat,
Dâr-ül-harbde bulunan veyâ zulm görmemek, nafakadan olmamak yâhud emr-i ma’rûf
yapabilmek, müslimânlara ve islâmiyyete hizmet edebilmek, dînini, nâmûsunu
koruyabilmek için sakalını kazımak câiz hattâ lâzım olur. Özrsüz olarak
kısaltmak ve kazımak mekrûh olur. Bir tutamdan kısa sakal bırakarak, böylece
sünneti yapdığına inanmak, bid’at olur. Sünneti değişdirmek olur. Böyle bid’at
işlemek, adam öldürmekden dahâ büyük günâh olur.]
Bir kız ile bir oğlan,
âkıl ve bâliğ olsalar ve onları nikâh etseler ve onlara, îmânın sıfatlarını
sorduklarında, bilmeseler, onlar müslimân değildir. Onlara îmân edilecek
şeyleri öğretip, sonra nikâhlarını yeniden kıyarlar ise, nikâhları sahîh olur.
Ellidört farz bölümüne bakınız!
Bir kimse bıyıklarını
kırkdıkda, yanındaki, bir şeye yaramadı dese, o diyenin küfründen korkulur.
Zîrâ, bıyıkları kısaltmak sünnetdir. Sünneti hafîf görmüş olur.
Bir kimse, -başdan ayağa-
harîr giyinse, başka birisi bu hâline, mubârek olsun dese, küfründen korkulur.
Bir kimse, kıbleye karşı
ayağını uzatıp yatmak veyâ tükürmek veyâ kıbleye karşı bevl etmek gibi bir
mekrûhu işlese, o kimse-
ye bu yapdıkların mekrûhdur, işleme deseler, o
âdem, ona, her günâhımız bu kadar olsa dese, küfründen korkulur. Ya’nî, mekrûhu
önemsiz bir şey saydığı için.
Ve dahî, bir kimsenin
hizmetkârı, kapıdan içeriye girse, efendisine selâm verse, efendisinin yanında
bir kimse olsa da, sus edebsiz, efendisine selâm vermek olur mu? dese, o diyen
kimse, kâfir olur. Ammâ murâdı, müâşeret âdâbını öğretmek ise ve selâmı kalben
vermek gerekdi, demek ise, küfr olmaması zâhirdir.
Bir kimse, birinin
gıyâbında bir şey söylese, yanındaki de, gîbet etme dese, buna karşı o kimse
de, bu bir şey midir dese, kâfir olur demişler. Bu hareketiyle, harâmı istihsân
etdiği, kötülemediği için.
Bir kimse, Allahü teâlâ,
bana Cennet verirse sensiz Cennete girmem dese, yâhud filân ile Cennete girmeğe
emr olunsam, girmem, yâhud Allahü teâlâ bana, Cennet verse, istemem, lâkin
didârını görmek dilerim dese, bu sözler, küfrdür demişler. Bir kimse, îmân
artar ve eksilir dese, küfrdür, demişler. Birgivî buyuruyor ki: (Mü’menün bih) i’tibâriyle, artar ve eksilir
dese, küfrdür. Ammâ, yakîn ve kuvvet-i sıdk i’tibâriyle olursa, küfr değildir.
Zîrâ müctehidlerden bir çok kimseler, îmânın ziyâde ve noksanına kâillerdir.
Bir kimse, kıble ikidir,
biri Kâ’be ve biri Kudüsdür, dese, küfrdür, demişler. Birgivî buyurur ki:
Şimdiki hâlde ikidir dese küfrdür. Ammâ Beyt-i mukaddes kıble idi. Sonra, kıble
Kâ’be oldu dese, küfr değildir.
Bir kimse, bir âlime buğz
etse veyâ söğse, bu yapdığı sebebsiz ise, o kimsenin küfründen korkulur.
Bir kimse, kâfirlerin
ibâdetleri, islâmiyyete uymıyan işleri güzeldir dese ve böyle i’tikâd etse
küfrdür.
Bir kimse, ta’âm yirken
konuşmamak mecûsîlerin iyi âdetlerindendir dese, yâhud âdetli ve lohusa
hâlinde, avretle yatmamak, mecûsîlerin iyi şeylerindendir, dese, o kişi kâfir
olur, demişler.
Bir kimse, bir kişiye,
sen mü’min misin? dese, o dahî, inşâallah dese ve te’vîle kâdir olmasa,
küfrdür.
Bir kimse, evlâdı ölen
kimseye, Allahü teâlâya senin oğlun gerek idi, dese, kâfir olur, demişler.
Bir avret, beline bir
kara ip bağlasa, bu nedir? deseler, zünnârdır dese, kâfir olur, erine harâm
olur.
Bir kişi, harâm ta’âm
yidikde, Bismillah dese, kâfir olur demişler. Birgivî hazretleri buyurur ki:
(Bu fakîrin anladığı, harâm liaynihî olursa [hamr gibi, murdâr, ölmüş hayvân
eti gibi ve o hay-
vânın yağı gibi] kâfir olur. Ammâ harâm li-aynihî
olduğunu bilmek gerekdir. Böylece, ismullahı hafîfletmiş olur. Zîrâ, bunların
kendileri harâmdır. İmâmlarımızdan mervîdir ki, bir kimse, ta’âm gasbedip
yirken; Bismillah dese, kâfir olmaz. Çünki, ta’âmın kendisi harâm değildir.
Gasb harâmdır). Bir kişi, bir gayriye, beddüâ ederek, Allahü teâlâ, senin
canını küfrle alsın dese, kâfir olmasında ulemâ ihtilâf etdiler. Aslı budur ki,
kendinin küfrüne râzı olmak, -ittifakla- küfrdür. Ammâ, gayrin küfrüne rızâ,
ba’zıları indinde, o dahî küfr ise de, ba’zılar indinde, -istihsânen rızâ ise-
küfrdür. Ammâ, zulm ve fıskdan ötürü, -azâbı dâim ve şedîd olsun- diye, rızâ
ise, küfr değildir. Birgivî “rahime-hullahü teâlâ” buyurur ki: (Bu kavli esah
anlarız. Zîrâ, Kur’ân-ı azîmde, hazret-i Mûsâ “aleyhisselâm”ın kıssasında, buna
delîl vardır).
Bir kimse, -Allahü teâlâ
bilir- filân işi işlemedim dese, hâlbuki, o işi işlediğini bilse, kâfir olur.
Hak teâlâ hazretlerine cehl-i mürekkeb isnâd etmiş olur.
Bir kimse, bir avreti
[şâhidsiz] nikâh etse, o er ile avret, Allahü teâlâ ve Peygamber şâhidimizdir
deseler, her ikisi kâfir olur. Zîrâ, Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” diri iken gaybı bilmezdi. Gaybı bilir demek, küfr olur.
Ben çalınanları ve gayb
olanları bilirim dese, söyleyen ve inanan kâfir olur. Bana cin haber veriyor
dese, yine kâfir olur. Peygamberler ve cinnîler dahî gaybı bilmezler. Gaybı,
ancak Allahü teâlâ bilir ve Onun bildirdikleri bilir.
Bir kimse, Allahü teâlâya
and içmek dilese, bir âhar kimse dahî, ben senin, Allahü teâlâya and içdiğini
istemem. Talâka ve itâka veyâ şerefe, nâmûsa and etmeni dilerim dese, kâfir
olur, demişlerdir.
Bir kimse, bir kişiye,
senin dîdârın bana can alıcı gibidir dese, kâfir olur demişler. Zîrâ, can
alıcı, bir ulu melekdir.
Bir kimse, nemâz kılmamak
hoş işdir dese, kâfir olur. Bir kimse, bir kişiye gel nemâz kıl dese, o dahî
bana nemâz kılmak zor işdir dese, kâfir olur demişler.
Allahü teâlâ, gökde benim
şâhidimdir dese, kâfir olur. Zîrâ Allahü teâlâya, mekân isnâd etmiş olur. Allahü
teâlâ, mekândan berîdir. [Allah baba diyen de kâfir olur.]
Bir kimse; Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yemek yidikden sonra mubârek parmağını
yalardı dese, bir başkası, bu iş terbiyesizlikdir dese, kâfir olur.
Rızk Allahdandır. Lâkin
kuldan da hareket gerekdir dese, bu söz şirkdir. Zîrâ kulun hareketi de
Allahdandır.
Nasrânî olmak, yehûdî
olmakdan, [Amerikan kâfiri olmak, komünist olmakdan] hayrlıdır dese, kâfir
olur. Yehûdî, nasrânîden [komünist] hıristiyandan şerlidir, dahâ fenâdır
demelidir.
Kâfir olmak, hıyânet
etmekden yeğdir dese, kâfir olur.
Harâmdan sadaka verse ve
sevâb umsa, alan fakîr dahî, harâmdan olduğunu bilerek, Allah kabûl etsin dese
ve veren dahî, âmîn dese, ikisi de kâfir olur.
İlm meclisinde ne işim
var, yâhud âlimlerin dediğini işlemeğe kim kâdir olur dese veyâ fetvâyı, yere
atsa ve din adamlarının sözü neye yarar dese, kâfir olur.
Hasmına şer’a gidelim
dese, polis götürmeyince gitmem yâhud islâmiyyeti ben ne bileyim dese, kâfir
olur.
Bir kimse, küfr söylese,
bir kişi dahî gülse, gülen dahî kâfir olur. Gülmesi, zarûrî olursa, küfr
değildir.
Bir kimse Allahdan hâli
[boş] yer yok dese veyâ Allahü teâlâ gökdedir dese, kâfir olur demişler.
Bir kimse, meşâyıhin
ervâhı hep hâzırdır, bilirler dese kâfir olur. Hâzır olur dese, küfr olmaz.
İslâmiyyeti bilmem veyâ
istemem dese, kâfir olur.
Bir kimse, Âdem
“aleyhisselâm” buğday yimese idi, biz şakî olmazdık dese, kâfir olur. Ammâ biz
dünyâda olmazdık dese, küfründe ihtilâf etmişlerdir.
Âdem “aleyhisselâm” bez
dokurdu dese, birisi dahî, öyle ise, biz, çulhacı oğlanları imişiz dese, kâfir
olur.
Bir kişi, küçük günâh
işlese, birisi ona tevbe et dese, o dahî, ne işledim ki tevbe edeyim dese,
kâfir olur.
Biri diğerine, gel islâm
âlimine gidelim veyâ fıkh, ilmi-hâl kitâbını okuyup öğrenelim dese, o dahî, ben
ilmi ne yapayım dese, kâfir olur. Zîrâ, ilmi istihfâfdır. Tefsîr ve fıkh
kitâblarına hakâret eden, bunları beğenmiyen, kötüliyen kimse kâfir olur. Dört
mezhebden birinin âlimlerinin yazmış oldukları bu kıymetli kitâblara saldıran
azgın kâfirlere (fen yobazı) ve (zındık) denir.
Bir kimseye, kimin
zürriyyetindensin? Kimin milletindensin? İ’tikâdda mezhebinin imâmı kimdir?
Amelde mezhebinin imâmı kimdir diye süâl etseler, bilmese, kâfir olur.
Bir harâm-ı kat’iyye
-hamr, hınzır eti gibi- halâldir dese veyâ halâl-i kat’iyye, harâmdır dese,
kâfir olur demişler. [Tütüne harâm demek tehlükelidir.]
Cemî’ edyânda harâm olan,
halâl edilmesi hikmete muhâlif olan birşeyin halâl olmasını arzû etmek küfrdür.
Zinâ ve livâta ve
karnı doydukdan sonra ta’âm yimek ve fâiz almak
veyâ fâiz vermek gibi. Şerâbın halâl olmasını temennî küfr değildir. Çünki
şerâb her dinde harâm değildi. Kur’ân-ı azîm-üş-şânı, lâf ve latîfe arasında
isti’mâl etmek küfrdür. Yahyâ adlı kimseye, (Yâ
Yahyâ! huz-il-kitâbe) dese kâfir olur. Kur’ân-ı kerîmle alay etmiş
olur. Çalgı, oyun, şarkı arasında Kur’ân okumak da böyledir.
Şimdi geldim Bismillâhi
dese, âfâtdır. Birşeyi çok görse (Mâ halakallah) dese,
ma’nâsını bilmese kâfir olur.
Bir kimse, şimdi sana sövmem,
sövmenin adını günâh koymuşlar, dese, âfâtdır.
Bir kimse, Cebrâîl
buzağısı gibi çırılçıplak olmuşsun dese, âfâtdır. Melekle alay etmek olur.
Bir kimse, Allahü
tebâreke ve teâlâdan gayri eşyâya yemîn etse, harâmdır. Harâmı işliyen, mürted
ve kâfir olmaz. Meğer (Mansûsun aleyh) olan harâma halâl dese, kâfir olur.
Ve dahî, oğlunun başı
için veyâ başım için kelimelerine, yemîn billahi atf etse, meselâ, vallahî
oğlumun başı için dese, küfr olmasından korkulur.