Bu ilâvede, insanın
mahlûklar içinde, en üstünleri ve en şereflileri olduğu bildirilecekdir:
Bütün cismler madde
olmaları bakımından birbirlerinden farksızdır. Hepsinin ağırlığı ve hacmi
vardır. İnsan ve hayvân da, bu bakımdan, cansızlarla müsâvîdir. Fekat cismler,
özel hâssaları ile birbirinden ayrılır.
[Her cism (Atom)dan yapılmışdır. Bir toz, milyonlarla atom
kümesidir. Az ve mu’ayyen mikdârda atom, birbiri ile birleşince bir (Molekül) meydâna gelir. Cismler başlıca ikiye
ayrılır: Saf cism ve karışım. Mu’ayyen özellikleri bulunan cisme (Saf cism) denir. Meselâ, bakır elektrik teli ve
yağmur suyu safdır. Çünki dünyânın her yerinde her zemân aynı hâssaları
taşırlar. Kaynama, ergime sıcaklık dereceleri bellidir ve hiç değişmez.
Mu’ayyen hâssaları bulunmıyan cismlere (Karışım) denir.
Süt, tahta, benzin, deniz suyu gibi. Çünki, bunlar muhtelif sıfatlarda
bulunurlar. Belli bir kaynama, ergime sıcaklık dereceleri yokdur. İnek sütü
başkadır. Koyun sütü başkadır. Karadenizin suyu az tuzludur. Akdenizin suyu çok
tuzludur.
Saf cismler de iki
kısmdır. Başka evsâfdaki parçalara ayrılamazsa (Basit
cism) veyâ (Element) denir.
Altın, kükürt, iyod ve oksijen gazı birer elementdir. Bugün yüzbeş element
tanıyoruz. Başka başka evsâf taşıyan parçalara ayrılabilen saf cismlere (Mürekkeb) veyâ (Bileşik
cism) denir. Meselâ şeker, yağmur suyu, alkol, bileşik cismdir.
Çünki, şeker ateşe konursa karbon ve suya ve başka parçalara ayrılır. Su ise,
elektrik enerjisi yardımı ile oksijen ve hidrojen denen iki muhtelif gaza
ayrılır. Bugün milyonlarca bileşik cism tanıyoruz. Bileşik cism, iki veyâ dahâ
fazla elementin atomlarının birbiri ile birleşmesinden hâsıl olur.
Aynı bir cism, katı, sıvı
ve yâhud gaz hâlinde bulunabilir. Meselâ su, buz hâlinde iken katıdır, su
hâlinde iken mâyi’dir, ya’nî sıvıdır. Buhar hâlinde iken gazdır. Gaz demek,
hava gibi, uçan demekdir. Belli bir hacmi ve şekli yokdur.
Basît cism, ya’nî element
üçe ayrılır:
1 - Hakîkî ma’den. Buna
metal de denir.
2 - Ma’den olmıyanlar.
Bunlara ametal de denir.
3 - Yarı ma’denlerdir.
Hakîkî ma’denler 78
adeddir. 77 adedi normal şartlarda katıdır. Yalnız cıva sıvıdır. 357,3 derecede
kaynar. -39,4 derecede donar. Katı ma’denler çekiçle döğülünce, levha olur.
Dağılıp toz olmaz. Metal atomu, başka atomla birleşdiği zemân, artı [+]
elektrik taşır. Eksi elektrik taşıyamaz. O hâlde iki metal, birbiri ile
birleşemez. Çünki, artı elektrik yüklü iki atom birbirini çekmez, iter.
Ametaller on yedi
dânedir. Biri sıvı, beşi katı, onbir dânesi gaz hâlindedir. Katı olanlar
havanda döğülünce, toz olur. Levha hâline gelmez. Saf odun kömürü ametaldir.
Buna kimyâ dilinde karbon denir. Ametal atomları bileşik hâle geçince, artı da
olur, eksi de olabilir. O hâlde, birkaç ametal atomu birbiri ile birleşerek bir
molekül meydâna getirirler.
Bileşik cismler ikiye
ayrılır. İçinde Karbon ve Hidrojen atomu birlikde bulunan bileşiklere (Organik) veyâ (Uzvî)
cism denir. Bunlar yanabilir ve canlılarda hâsıl olurlar. Şimdi
fabrikalarda da ba’zılarının sentezleri yapılmakdadır. Yağ, şeker, aseton,
kinin organik cismdir. Bileşiminde hem Karbon, hem de Hidrojen atomu birlikde
bulunmıyan bileşik cismlere (Anorganik) veyâ
(Uzvî olmıyan) cismler denir. Bunlar,
yer kabuğunda ve erimiş olarak denizlerde bulunur. Yemek tuzu, su, kireç taşı,
şap, kum böyledir.
Bütün bu cansız cismler
uygun bir şeklde birleşerek ve karışarak canlı mahlûkların yapı taşı olan (Hücre) meydâna gelir. Hücre canlıdır. Nebât
hücresi, hayvân hücresine benzemez. İnsan hücresi, hayvân hücresine benzer.
Hücreler, birbirleri ile karışarak, (Nesc) veyâ
doku meydâna gelir. Çeşidli cinsden nescler karışınca, Uzvlar (organlar) olur. Organların bir araya gelmesinden
(Cihâz)lar, ya’nî (sistemler) olur. Hücre, nesc, organ ve sistem
topluluğu da bir bitki (nebât) veyâ (hayvân) veyâ (insan)
meydâna getirmekdedir.]
Bütün mevcûdât, cansızlar, nebâtât ve hayvânât
olmak üzere üç cinse ayrılır. Hayvân cinsinin en kıymetlisi, en
şereflisi insan nev’idir. Her cinsin nev’leri arasında üstünlük sırası vardır.
Ya’nî, bir nev’, başka nev’den dahâ üstündür. Bir cinsin en üstün nev’i, dahâ
üstün olan cinsin en aşağı nev’ine yakın özellikler gösterir. Hattâ, birçok
sıfatları müşterek olur. Meselâ mercan, cansızlardan taşa benzer. Fekat,
canlılar gibi ürer, büyür. Hurma ağacı ve sinek kapan otu, hayvân gibi his ve
hareket etmekdedir. Hurma ağaçlarından bir kısmı erkek, bir kısmı dişidir.
Erkek ağac, dişi tarafına eğilmekdedir. Erkek ağacdan, bir madde dişiye
gelmeyince, dişide meyve hâsıl olmaz. Gerçi bütün nebâtlarda bu iki organ
vardır ve fekondasion [Telkîh] olmakdadır. Fekat, hurma ağacında, hay-
vânlar gibi görünmekdedir. Hattâ, hurma ağacının
başında beyâz birşey vardır. Hayvânların yüreği gibi iş görür. Bu şey
yaralanırsa veyâ suda kalırsa, ağac kurur. Hadîs-i
şerîfde, (Halanız olan hurmaağacına saygı
gösteriniz! Çünki, ilk hurma ağacı, Âdem aleyhisselâmın çamuru artıklarından
yaratıldı) buyuruldu. Belki, bu ağacın, bitkilerin en üstünü
olduğuna işâret buyurulmuş olabilir.
Hayvân cinsinin en aşağı
nev’i süngerlerdir. Beyâzdırlar. Denizlerde yaşarlar. İrâdeli, istekli
hareketleri vardır. Sularda yaşıyan binlerle ibtidâî hayvân vardır. Her nev’den
dahâ olgun, dahâ üstün başka bir nev’ yaratılmışdır. Tabî’iyye kitâblarında
üstünlük sıraları bildirilmekdedir. Her sınıfda, başka başka tegaddî ve müdâfea
uzvları vardır. Kimisine ok, kimisine diş, kimisine pençe, kimisine boynuz,
kimisine kanat, kimisine sür’at, tilki gibi olanlara da hiyle verilmişdir. Her
sınıfın şahsının ve nev’inin korunması sağlanmışdır. Yaşamaları için, insan
aklını şaşırtan şeyler ilhâm olunmuşdur. Bal arısı mühendis gibi, altı köşe
petek yapar. Silindir yapsaydı aralarında boşluk kalırdı. Altıgen prismalar
arasında yer ziyân olmuyor. Dörtgen olsaydı, hacmları dahâ az olurdu. Bunu
insanlar okumakla, öğrenmekle anlar. Öğrenmiyen anlamaz. Arıya bunu bildiren
kimdir? Allahü teâlâ (ilhâm) etmekdedir.
İlhâma şimdi (iç güdü) deniyor.
Hayvânların derece derece
üstünleri düşünülürse, en üstünleri, insana en yakın olanları at, maymûn, fil
ve kuşlardan tûtî ya’nî papağandır. Maymûnun ve filin zekâsı, çok insandan
aşağı değildir. Darwin adındaki bir doktor, hayvânların üstünlük sırasını
yazmış, en üstünü maymûn olduğunu bildirmiş. Bunu okuyan islâm düşmanları,
kendilerine ilerici diyen, kalın kafalı birkaç fen yobazı, Darwinin,
(hayvânların birbirine döndüğünü, yüksele yüksele, sonunda insan olduğunu)
yazıyor diyorlar. Bunu ileri sürerek, Âdem aleyhisselâmın toprakdan
yaratıldığını inkâr ediyor ve müslimân çocuklarını aldatıyorlar. Hâlbuki
Darwin, kitâbında, hayvânlar birbirine döner demiyor. (Yaratılışlarında bir
tekâmül, bir üstünlük sırası vardır) diyor. Aşağı derecedekilerin üstündekilere
gıdâ, yem olduklarını yazıyor. Bu hâli islâm âlimleri dahâ önce görmüşler,
anlamışlar ve yazmış, bildirmişlerdir. Nitekim, Darwin 1224 [m. 1809] senesinde
tevellüd, 1299 [m. 1882] da vefât etdi. Hayvânların üstünlük sırasını ve en
üstünlerini, yukarıda yazdığımız şeklde bildiren Alî bin Emrullah
“rahime-hullahü teâlâ”, bundan çok önce, ya’nî 916 da tevellüd ve 979 [m. 1570]
da vefât etmişdir. Darwinin, bu yazılarını islâm kitâblarından aldığı
anlaşılmakdadır.
Hayvânların üstünde,
insan nev’inin en aşağısı gelir. Çöllerde,
ormanlarda, kutublarda yaşıyanlar böyledir.
İnsanların en üstünü, orta iklimlerde, ya’nî 23 derece ile 66 derece arz
dâireleri arasında, şehrlerde yaşıyanlardır.
Yaratılış bakımından olan
bu üstünlük farklarından başka, insanlar arasında, çalışarak maddede ve ahlâkda
yükselmek farkları da vardır. Ba’zı insanlar, zekâları ile çalışarak birçok âlet
yapmış, ba’zıları ise, bununla birlikde, akl ilmlerinde, fende, teknikde
ilerlemişlerdir. En üstünlerine gelince, bunlar teknikde, ilmde, fende
yükselmekle birlikde, ahlâkda da ilerlemiş, vilâyet ve Allahü teâlâya yakınlık
denen, insanlığın en yüksek derecesine varmışlardır. Bunlar, aşağılarındaki
insanları irşâd ederek yükseltirler. Bunların en yükseği Peygamberlerdir
“aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Bunlar, Cebrâîl aleyhisselâm denilen bir melek
ile, Allahü teâlâdan emr ve haber almakla şereflenmişlerdir. Bu meleğin
getirdiği emr ve haberlere (Vahy) denir.
Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, kendilerine gelen Vahyleri
insanlara bildirmişler, insanlara yükselme yolunu göstermişlerdir.
Peygamberlerin gösterdiği bu yükselme ve ilerleme yoluna (Din) denir. İnsanların yükselerek vardıkları
dereceler, meleklerin derecesinden dahâ yukarıdır. Peygamberlik makâmı da, dört
derecedir. Birincisi Nebîler, ikincisi Resûller, üçüncüsü Ülül’azm
Peygamberlerdir. Âdem, Nûh, İbrâhîm,
Mûsâ, Îsâ ve Muhammed “aleyhimüsselâm”
bu derecededirler. Dördüncü derece hâtem-ül enbiyâ olmak, ya’nî son olarak
gelmek derecesidir. Bu en yüksek derece, Muhammed aleyhisselâma mahsûsdur. (Sen olmasaydın, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım!) iltifâtı
ile, insanların, meleklerden dahâ üstün olduğuna vesîka olmuşdur.
İnsanların dereceleri,
bütün mahlûkların tam ortasındadır. İslâmiyyete uyanlar, yükselirler,
meleklerden üstün olurlar. Nefslerine ve kötü arkadaşlara uyarak, islâmiyyetden
uzaklaşanlar, alçalırlar. Çünki, rûhun mücerred olduğunu, bedenin ise,
özellikleri birbirlerine benzemiyen maddelerin yığını olduğunu bildirmişdik.
İnsan, rûhu tarafından meleklere, bedenin yapısı bakımından hayvânlara
benzemekdedir. Rûh tarafını kuvvetlendiren kimse, meleklerden de üstün olur. Çünki
beden, insanı meleklikden uzaklaşdırmakda, hayvânlara yaklaşdırmakda iken, bu
alçalmağa karşı koymuş ve yükselmişdir. Melekde, hayvânlaşdırıcı bir beden
yokdur. İyilikleri, meleklik ile birlikde yaratılmışdır.
Bir kimse, bedeni
kayırır, nefsi kuvvetlendirirse, hayvânlardan aşağı olur. Allahü teâlâ, A’râf
sûresinin yüzyetmişsekizinci âyetinde ve Fürkan sûresinin
kırkdördüncü âyetinde, (Hattâ onlar, hayvânlardan
dahâ aşağıdırlar) buyurarak, böyle
kimselerin kö-
tülüklerini bildirmekdedir. Çünki, hayvânda akl
yokdur. Meleklere benziyen rûhları da yokdur. Şehvetlerine uymaları suç olmaz.
İnsanlara akl ışığı verilmiş olduğundan, nefslerine uymaları, doğru yoldan
sapmaları çok çirkin olur.
Karışımdır,
Âdem oğlu,
meleklikle hayvânlıkdan.
Kim ki,
meleğine uydu,
üstün oldu, hem de ondan.
Kim ki
olur hayvân huylu,
kötü
olur her mahlûkdan!
Hayvânların
yaşayabilmeleri için, kendilerine lâzım olan teneffüs edecek hava, yiyecek,
içecek, giyecek, barınacak, eş olacak şeylerin hepsi hâzır olarak
yaratılmışdır.
[Bunlar arasında,
yaşamaları için, ençok lâzım olanı havadır. Havasızlığa birkaç dakîkadan fazla
dayanamazlar. Hemen ölürler. Hava, aramakla, bulmakla, zahmet çekmekle ele
geçecek birşey olsaydı, bunu arayacak kadar zemân bile yaşıyamazlardı. Bu
derece acele lâzım olan, bu çok lüzûmlu maddeyi, Allahü teâlâ, her yerde
bulunacak ve mahlûklarının ciğerlerine kadar, kendiliğinden, kolayca girecek
şeklde yaratmışdır. Yaşıyabilmek için su, bu kadar acele lâzım değildir. İnsan
ve hayvânlar, suyu arayıp bulacak zemân kadar yaşıyabilirler. Bunun için, suyu
bulmak îcâb etmekdedir. Hayvânlarda akl bulunmadığı ve birbirlerine yardımcı
olmadıkları için, yiyeceklerini ve giyeceklerini hâzırlıyamazlar. Bundan
dolayı, yiyeceklerini pişirmeleri, hâzırlamaları lâzım değildir. Ot, leş
yirler. Tüy, yün, kıl ile ısınırlar. Korunma âletleri, kendilerinde
yaratılmışdır. Birbirlerine muhtâc değildirler.
İnsanlar ise, bütün
bunları hâzırlamağa, düşünmeğe mecbûrdur. Ekip biçmedikçe, ekmek yapmadıkça
doyamazlar. İplik ve dokuma ve dikicilik yapmadıkca giyinemezler. Korunmaları
için de, akllarını, zekâlarını işletmeleri, fen bilgisi öğrenmeleri, sanâyı’
kurmaları lâzımdır. Her hayvânda bulunan bir çeşid üstünlük, insanda bir araya
getirilmişdir. İnsanın, kendisinde yaratılan bu üstünlükleri meydâna çıkarması
için, aklını kullanması, fikrini yorması, çalışması lâzımdır. Se’âdet ve
felâket kapılarının anahtarı, insanın eline verilmişdir. Yükselmesi veyâ
alçalması, kuvvetini sarf etmesine ve çalışmasına bırakılmışdır. Aklını,
fikrini işleterek, se’âdet yolunu görüp, bu yolda yürümeğe çalışırsa, içinde
yaratılmış olan yükseklikler, kıymetler eline geçer. Ufkdan ufka yükselerek,
meleklere karışır. Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine
kavuşur. Yok eğer, nefsin zararlı arzûlarına
uyarak, yaratıldığı gibi, hayvânlık derecesinde kalırsa, işi tersine dönerek,
alçala alçala, esfel-üs-sâfilîne düşer. Felâketden felâkete, Cehenneme kadar
sürüklenir.
İnsan, yaratılışda iki
taraflıdır. Ona hidâyet, üstünlük tarafını tanıtabilmek ve bunu kuvvetlendirmeğe
çalışmasını sağlamak için, bir mu’allim, bir üstâd lâzımdır. Ba’zı çocuklar,
nasîhatla, yumuşak sözle ve mükâfât verilerek yola gelir. Ba’zısı ise, sert ve
acı sözle ve cezâ vererek terbiye kabûl eder. Üstâd mâhir olup çocuğun
yaratılışının nasıl olduğunu anlamalı, onu şefkat ile, tatlı veyâ acı te’sîr
ederek terbiye etmeli, ya’nî yetişdirmelidir. Böyle mâhir ve müşfik bir rehber
olmadıkca, çocuk ilm ve ahlâk edinemez, yükselemez. Rehber, ya’nî ilm ve ahlâk
sunan zât, çocuğu felâketden kurtarıp, se’âdete kavuşdurur.]
Hak
teâlâ, ilmi çok yerde övdü, Kur’ânda,
Resûlün, ilmi emr eden sözleri, meydânda.
İslâmın
en büyük düşmanıdır, bil, cehâlet,
çünki, cehl mikrobunun hastalığı: Felâket!
Cehâlet
olan yerden, din gider dedi, Nebî.
Dîni seven, o hâlde ilmi, fenni sevmeli!
Cennet,
kılınc gölgesinde, demedi mi hadîs,
atom gücü, jet uçuşuna bu emr, pek vecîz!
İslâmın
zilletine cehldir, bütün illet!
ey derd-i cehâlet, sana düşmekle, bu millet!
Bir hâle
getirdin ki, ne din kaldı, ne nâmûs,
ey sîne-i islâma çöken, kapkara kâbus.
Ey hâin
düşman, seni öldürmeli evvel,
sensin, bize kâfirleri, üstün çıkaran el!
Ey
millet, uyan, cehline kurban gidiyorsun!
İslâm gerilikdir, diye bir damga yiyorsun!
Allahdan
utan, bâri bırak, dîni elinden,
gir, leş gibi, topraklara kendin, gireceksen!
Lâkin bu
sözüm de, te’sîr etmez ki câhile,
Allahdan
utanmak da, olur elbet, ilm ile.[1]
---------------------------------
[1] Sadr-ı
a’zam Mustafâ Reşîd pâşa mason idi. İngilizlerden aldığı emr ile, mekteblerden
fen derslerini kaldırdı. Fen adamı yetişmez oldu. Modern harb silâhları
yapılamadı. Sonraki harblerde hep maglûb olduk. İngilizlerin islâma yapdıkları
en büyük düşmanlık bu oldu.