TEVBE ETMEMEK

40 - Tevbe, harâm işledikden sonra, pişmân olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir dahâ yapmamağa azm etmek, karâr vermekdir. Dünyâda zarar hâsıl olmasından korkarak pişmân olmak, tevbe olmaz. Çeşidli günâh işliyenin bunlardan ba’zısında ısrâr ederken, ba’zısına tevbe etmesi, sahîh olur. Tevbeden sonra, günâhı tekrâr işliyenin, tekrâr tevbe etmesi sahîh olur. Böylece, çok kerre tevbe etmesi, sahîh olur. Büyük günâhın afv olması için, tevbe etmek şartdır. Beş vakt nemâz ve Cum’a nemâzı, Ramezân-ı şerîf orucu, hac etmek, istigfâr etmek, büyük günâh işlemekden sakınmak gibi ibâdetler, küçük günâhların afv edilmesine sebeb olur. Şartlarına uygun olarak tevbe edince, küfr ve günâhlar muhakkak afv olunur. Şartlarına uygun olarak ve ihlâs ile yapılan hacca, (Hacc-ı mebrûr) denir. Hacc-ı mebrûr, kazâya kalmış olan farzlardan ve kul haklarından başka günâhların afvına sebeb olur. Bu ikisinin afv olması için, kazâların ve kul haklarının ödenmesi de lâzımdır. Hac ile, farzı yapmamanın günâhı afv edilmez ise de, vaktinde yapmamanın, vaktinden sonraya bırakmanın günâhı afv edilir. Hacdan sonra, farzları kazâ etmeğe hemen başlamazsa, gecikdirme günâhı tekrâr başlar ve zemânla katkat artar. Gecikdirmek, büyük günâhdır. Bunu iyi anlamak lâzımdır. (Hacc-ı mebrûr yapanın günâhları afv olur. Dünyâya yeni gelmiş gibi olur) hadîs-i şerîfi, kazâ ve kul hakkından başka günâhların afv olacağını göstermekdedir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” arefe gecesinde ve Müzdelifede, hâcıların günâhlarının afv edilmesi için yapdığı düâların da, böyle olduğu bildirilmişdir. Kazâ ve kul haklarının da, afva dâhil olduğunu bildiren âlimler var ise de, bunlar, tevbe edip de kazâdan ve ödemekden âciz olanlar içindir. Hûd sûresinin yüzonbeşinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Hasenât, günâhları yok eder) buyuruldu. Bu âyet-i kerîmeye, kazâsı yapılınca, afv olurlar ma’nâsı verilmişdir. Gîbet olunan kimsenin işitmesinden sonra üzülmesi de, bu gîbeti yapan için, ayrıca büyük günâh olur. Bu günâhın afvına sebeb olacak hasene, onunla halâllaşmakdır.

Günâhdan sonra hemen tevbe etmek farzdır. Tevbeyi gecikdirmek de, bu günâhı işlemekden dahâ büyük günâhdır. Bu günâh, her gün bir misli artar. Bunun için de ayrıca tevbe etmek lâzımdır. Bir günâhın tevbesi yapılınca, bunun tevbesini gecikdirme günâhlarının hepsi afv olur. Farzı yapmamanın tevbesi, ancak kazâ etmekle sahîh olur. Her günâhın afvı için, kalb ile tevbe etmek ve dil ile istigfâr etmek ve beden ile kazâ etmek lâzımdır. Yüz kerre tesbîh etmek, ya’nî (Sübhânallahi ve bi-hamdihi sübhânallahil’azîm) demek ve sadaka vermek ve bir gün oruc tutmak, çok iyi olur.

-115-

Nûr sûresinin otuzbirinci âyetinde meâlen, (Ey mü’minler! Allaha tevbe ediniz!) buyuruldu. Tahrîm sûresinde, sekizinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Allaha tevbe-i nasûh yapınız!) buyuruldu. Nasûh kelimesine yirmiüç ma’nâ verilmişdir. Bunlardan en meşhûru, pişmân olup, dili ile istigfâr etmek ve bir dahâ işlememeğe karâr vermekdir. Bekara sûresinde ikiyüzyirmiikinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, tevbe edenleri sever) buyuruldu.

Hadîs-i şerîfde, (En iyiniz, günâhdan sonra hemen tevbe edeninizdir) buyuruldu. Günâhların en büyüğü, küfrdür ve münâfıklıkdır ve irtidâddır.

[Müslimân olmamış ve olmıyan kimseye, (Kâfir) denir. Müslimânları aldatmak için müslimân görünen kâfire, (Münâfık) ve (Zındık) denir. Müslimân iken kâfir olan kimseye, irtidâd etdi denir. İrtidâd edene (Mürted) denir. Bu üçü, kalbinden inanarak hâlis îmân ederse, muhakkak müslimân olur.

(Berîka) ve (Hadîka)da, dil âfetlerinde ve (Mecma’ul-enhür)de diyor ki, (Erkek veyâ kadın, bir müslimân, âlimlerin sözbirliği ile küfre sebeb olacağını bildirdikleri bir sözün veyâ işin küfre sebeb olduğunu bilerek, amden [ya’nî tehdîd edilmeden, istekle] veyâ başkalarını güldürmek için söyler, yaparsa, ma’nâsını düşünmese dahî, îmânı gider. (Mürted) olur. Buna (Küfr-i inâdî) denir. Eğer bunun küfre sebeb olduğunu bilmeyip, amden söyler, yaparsa, yine mürted olur. Buna (Küfr-i cehlî) denir. Çünki, her müslimânın, bilmesi lâzım olan şeyleri öğrenmesi farzdır. Bilmemesi özr değil, büyük günâhdır. Küfr-i inâdî ve küfr-i cehlî ile mürted olanın, nikâhı bozulur. Zevcesinden vekâlet alarak, iki şâhid yanında veyâ câmi’de cemâ’at ile (Tecdîd-i nikâh) yapması lâzım olur. İkiden fazla tecdîd için (Hulle) lâzım olmaz. Küfre sebeb olan sözü, hatâ ederek [ya’nî amden olmayıp, yanılarak] veyâ te’vîlli olarak veyâ ikrâh [tehdîd] edilerek söylerse, mürted olmaz ve nikâhı bozulmaz. Küfre sebeb olması, âlimler arasında ihtilâflı olan bir sözü amden söyleyen mürted olmaz ise de, bunun tevbe ve istigfâr etmesi ve tecdîd-i nikâh yapması ihtiyâtlı olur.) Câmi’lere giden müslimânın, küfr-i inâdî ve küfr-i cehlî ile mürted olması düşünülemez. Yalnız bu son şeklde, mürted olması düşünülebileceğinden, imâm efendiler cemâ’ate, (Tecdîd-i îmân) düâsını, ya’nî (Allahümme innî ürîdü en üceddidel-îmâne vennikâha tecdîden bi-kavli lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah) okutarak tevbe ve tecdîd-i nikâh yapılıyor. Böylece, (Lâ ilâhe illallah diyerek, tecdîd-i îmân yapınız!) hadîs-i şerîfindeki emr yapılmış olmakdadır. [Her zemân, her zevce, zevcine “aramızdaki nikâhı tecdîd etmek için seni vekîl etdim”

-116-

demeli, zevci de “bu vekâleti kabûl etdim” demeli. İmâm efendi, her Cum’a nemâzında, düâdan sonra, tecdîd-i îmân düâsını okumalı, cemâ’at de berâber söylemelidir. Hepsinin îmânları ve nikâhları tâzelenmiş olur.]

Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” sözbirliği ile olmıyan bildirdiklerine uymayan inanışa (Bid’at) ve (Dalâlet) denir. Küfrden sonra en büyük günâh bid’at sâhibi olmakdır. Bunlardan, bid’atini yaymak için, müslimânlara bulaşdırmak için çalışan zındıkların günâhı katkat dahâ çokdur. Hükûmetin bunları ağır cezâya çarpdırması, âlimlerin sözle ve yazı ile nasîhat vermeleri, câhillerin de, bunlarla görüşmemeleri, kitâblarını ve mecmû’alarını okumamaları lâzımdır. Bunların yalanlarına, iftirâlarına, heyecânlı ve ateşli sözlerine aldanmamak için çok uyanık olmalıdır. Şimdi mezhebsizler, Mevdûdîciler, Seyyid Kutbcular ve (Cemâ’at-i teblîgıyye) denilen câhiller ve Vehhâbîler, Şî’îler, Nusayrîler ve çeşidli ismler altında ortaya çıkmakda olan sahte tarîkatcılar, yalancı şeyhler, bozuk i’tikâdlarını, sapık inanışlarını yaymak için, her dürlü vâsıtaya başvuruyorlar. Müslimânları aldatmak ve ehl-i sünneti ezmek, yok etmek için, nefslerinin ve şeytânın ve ingilizlerin yardımı ile akla ve hayâle gelmiyecek tuzaklar, oyunlar hâzırlıyorlar. Mâllarını, milyonlarını sarf ederek, ehl-i sünnete karşı soğuk harblerini sürdürüyorlar. Gençlerin, islâm dînini, hak yolunu, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından okuyup öğrenmeleri lâzımdır. Öğrenmiyen, küfr, bid’at ve dalâlet sellerine yakalanıp boğulur. Dünyâ ve âhıret felâketlerine sürüklenir. [Hakîkat Kitâbevi, yalnız Ehl-i sünnet kitâblarını neşr etmekdedir. Bu kitâbları alıp okuyanlara müjdeler olsun!] Bid’at sâhiblerinin liderleri, Kur’ân-ı kerîme yanlış, bozuk ma’nâlar veriyorlar. Bu ma’nâları ileri sürerek, sapık düşüncelerini âyet ile, hadîs ile isbât etdiklerini ileri sürüyorlar. Ancak, ehl-i sünnet kitâblarını okuyarak, hakkı anlıyanlar, bunlara aldanmakdan kurtulur. Hakkı bilmiyenlerin, bunların dalâlet girdâblarına, tuzaklarına düşmemeleri imkânsız gibidir. Bunların sapık inanışları, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmiş olan ve müctehid imâmların sözbirliği ile bildirdikleri ve müslimânlar arasına yayılmış îmân bilgilerine uygun olmazsa, kâfir olurlar. Küfrün bu dürlüsüne (İlhâd) ve kendilerine (Mülhid) denir. Mülhidlerin müşrik oldukları, ya’nî kitâbsız kâfir sayıldıkları akâid kitâblarında yazılıdır.]

Bid’at sâhiblerinin, mürtedlerin de, tevbeleri kabûl olur. Bunların tevbe etmeleri için, Ehl-i sünnet i’tikâdını kısaca öğrenip inanmaları, sapık i’tikâdlarına pişmân olmaları lâzımdır.

Farzlara ehemmiyyet verip, tembellikle yapmıyan kimse, mürted olmaz. Îmânı gitmez. Fekat, bir farzı yapmıyan müslimân,

-117-

iki büyük günâha girer. Birincisi, o farzın vaktini ibâdetsiz geçirmek ya’nî farzı gecikdirmek günâhıdır. Bunun afv olması için (tevbe etmek), ya’nî pişmân olmak, üzülmek, bir dahâ gecikdirmiyeceğine karâr vermek ile olur. İkincisi, bu farzı terk etmek, yapmamak günâhıdır. Bu büyük günâhın afv olması için, bu farzı hemen kazâ etmek, ya’nî vaktinden sonra hemen yapmak lâzımdır. Kazâyı gecikdirmek de, ayrıca büyük günâh olur.

[Büyük islâm âlimi, ondördüncü asrın müceddidi, zâhirî ve bâtınî ilmlerin mütehassısı, medreset-ül-mütehassısîn müderrislerinden, tesavvuf kürsîsi profesörü Seyyid Abdülhakîm Efendi “rahime-hullahü teâlâ”, derslerinde, câmi’lerde va’zlarında ve sohbetlerinde sık sık buyururdu ki, (Bir farzı, özrsüz olarak vaktinde yapmamak büyük günâhdır). Vaktinden sonra hemen kazâ etmemenin de, dahâ büyük günâh olduğu, kitâblarda yazılıdır. (Farzın vakti geçdikden sonra, bu farzı yapacak kadar zemân içinde bu farz özrsüz olarak kazâ edilmezse, gecikdirme günâhı [6 dakîkada] bir misli artar. Bundan sonra, yine bu kadar zemân içinde kazâ etmezse, bir misli dahâ artar. Böylece, farzı yapacak kadar zemânların herbiri [ya’nî 6 dakîka] geçdikçe, günâhlar, katkat artarak, sayılamıyacak ve düşünülemiyecek kadar çoğalır.) Bir farzın kazâsı özrsüz olarak yapılmayınca, günâhı böyle artıyor. Beş vakt nemâzın herbiri, hergün farz olduğu için, her kazânın günâhı hergün yeniden başlıyor. Beş vakt nemâz için, bir günde, yukarıda bir farz için bildirilenin beş misli çoğalıyor. Aylarca, senelerce kılınmıyan nemâzların günâhlarının ne kadar çok olacağı, buradan anlaşılabilir. Bu müdhiş, bu korkunç günâhların altından kurtulabilmek için, her çâreye başvurmak lâzımdır. Îmânı olan ve aklı başında olan kimsenin, gece gündüz kazâ nemâzı kılarak, Cehennemdeki nemâz kılmamak azâbından kurtulması için çalışması lâzımdır. Çünki, özrsüz olarak, tembellikle, üşenerek kılınmıyan bir nemâz için, yetmişbin sene, Cehennemde azâb çekileceği bildirildi. Yukarda açıklanan sayısız nemâz günâhları için Cehennemde ne kadar çok azâb çekileceğini düşünen bir müslimânın uykusu kaçar, yemekden içmekden kesilir. Dünyâsı zindân olur. Evet, nemâza ehemmiyyet vermiyen, vazîfe kabûl etmiyen kâfir olur, mürted olur. Mürted, Cehennemde sonsuz azâb çekecekdir. O, zâten Cehenneme de, azâba da, nemâzın ehemmiyyetine de inanmamakdadır. Dünyâda, hayvân gibi yaşamakda, zevkınden ve zevkıne vâsıta olan parayı, mâlı toplamakdan başka birşey düşünmemekdedir. (Her ne olursa olsun, her kime ne zarar, ziyân olursa olsun, yalnız bana gelsin), onun prensibidir. Onun zevk ve safâsı için herşeyin, herkesin fedâ olması, umûru bile değildir. Îmânı ve aklı yokdur. Böyle kimsede, merhamet olmaz. Canavardan, en korkunç hayvândan dahâ zararlı olur. Onun insanlıkdan, merhametden,

-118-

iyilikden söylemesi, havaya yazı yazmak gibidir. Kendi menfe’ati, hayvânî, şehvânî arzûlarına kavuşması için birer tuzakdır.

Senelerce kılınmamış nemâzları kaza etmek, imkânsız gibi olmuşdur. İnsanlar, islâmiyyeti terk etdikleri için, ya’nî Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına uymadıkları için ve islâm dîninin gösterdiği râhat ve huzûr yolundan ayrıldıkları için, dünyâda bereket kalmadı. Rızklar azaldı. Tâhâ sûresinde yüzyirmidördüncü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Beni unutursanız rızklarınızı kısarım) buyuruldu. Bunun için, îmân rızkı, sıhhat rızkı, gıda rızkı, insanlık ve merhamet rızkı ve dahâ nice rızklar azaldı. (Hâşâ, zulm etmez kuluna hüdâsı, herkesin çekdiği kendi cezâsı) sözü Nahl sûresinin otuzüçüncü âyetinden alınmışdır. Bugünkü küfr karanlıkları ve Allahü teâlâyı, Peygamberi “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, islâmiyyeti unutmanın bereketsizlikleri ve sıkıntıları içinde, insan gece gündüz, kadınlı erkekli çalışıp, bir âilenin nafakasını, râhat yaşamasını te’mîn edemez hâle gelmişdir. Allahü teâlâya inanmadıkca, Onun bildirdiği islâm dînine uymadıkca, Onun Peygamberinin güzel ahlâkı ile bezenilmedikce, beş vakt nemâzı vaktinde kılmadıkca, dalâlet, felâket akıntısını durdurmak imkânsızdır.

Nemâzların kazâlarını ödeyebilmek için, hergün, sabâh nemâzından başka, dört vakt nemâzın sünnetlerini kılarken, ilk kazâya kalmış nemâzı kazâ etmeği de niyyet etmelidir. Böylece hergün, bir günlük nemâz kazâsı ödenmiş olur. Hem de, sünnet kılınmış olur. 412.ci sahîfeye bakınız! Kazâların bu niyyet ile nasıl kılınacağı ve kılınması lâzım olduğu, (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında uzun bildirilmişdir. Günâhlara bir kerre tevbe etmekle, bunların hepsinin afv olacağı bildirilmişdir. Nemâz tevbesinin sahîh olması için, terk edilmiş olan her nemâzın kazâ edilmeleri lâzımdır. Kazâlarını kılarak, tevbe etmeğe başlıyan, ömür boyunca, ya’nî kazâları bitirinceye kadar, kazâlarını kılmağa niyyet etmiş demekdir. Allahü teâlâ bu meyyitin, bu niyyetine göre, bütün kazâlarını afv etmekdedir. Bunun gibi, istigfâr okumağa devâm edenin bütün günâhları ve kâfirler îmâna gelince, bütün geçmiş günâhları afv olacak ve îmân etmiyenlere, Cehennemde ebedî azâb yapılacakdır.

Bundan yüzlerce sene önce, fıkh kitâblarının yazıldıkları zemânlarda, müslimânların îmânlarının kuvveti ve Allahü teâlâdan ve Cehennem azâbından korkuları çokdu. Nemâzı özrsüz terk etmek, hâtıra gelmezdi. Nemâzı terk edenin bulunabileceği düşünülemezdi. O zemânlar, özr ile ve pek az sayıda nemâz, (Fevt) edilir, kaçırılırdı. Bu da, bir müslimân için, büyük mâtem, üzüntü olurdu. Nemâzın kazâya kalması için özr, uykuya dalmak, unut-

-119-

mak, muhârebede ve yolculukda, oturarak da kılmağa imkân bulamamakdır. Bu özrlerden birisinden dolayı nemâzın fevt edilmesi, günâh olmaz. Fekat, özr bitince, bu nemâzı kazâ etmek hemen farz olur. Özr ile fevt edilen nemâzların kazâlarını, çoluk çocuğunun ihtiyâcını kazanacak kadar, gecikdirmek câiz olur. Özr ile kaçırılan nemâzların kazâlarını, müekked sünnetler yerine kılmak lâzım olmaz. Fıkh kitâblarının (müekked sünnetler yerine kılmamak dahâ iyi olur) demesi, özr ile kılınamıyan nemâzlar içindir. Özrsüz terk edilen farzları, hemen kazâ etmek farzdır. Bunları, sünnet yerine de kılmak lâzımdır. İmâm-ı Rabbânî 123. cü mektûbda buyuruyor ki, (Nâfile ibâdet, bir farzı terk etmeğe sebeb olursa, ibâdet olmaz. Mâlâ-ya’nî, zararlı olur.)]

[Büyük âlim, İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki, (Câmiye girince, iki rek’at nemâz kılmak sünnetdir. Buna (Tehıyyetül-mescid) denir. Câmiye girince, farz, sünnet, kazâ gibi herhangi bir nemâz kılmak, tehıyyetül-mescid yerine geçer. Bunlara, ayrıca tehıyyetül-mescid diye niyyet etmek lâzım değildir. Hâlbuki, bir vaktin farzı ve sünneti diye iki niyyet edilen bir nemâz böyle değildir. Burada yalnız farz nemâz sahîh olur. Bir mescide girince, herhangi bir nemâz kılarken, ayrıca niyyet etmeden, bunlarla tehıyyetül-mescid nemâzı da kılınmış olur. Fekat, sevâb hâsıl olması için, buna da niyyet edilir. Çünki, niyyet edilmiyen ibâdete sevâb verilmez). Abdülhakîm efendi “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, (Sünnet nemâz demek, farzdan başka kılınan nemâz demekdir. Farzdan evvel veyâ sonra olan sünnet yerine kazâ kılan, bu kazâ nemâzı ile, sünnet nemâzın ta’rîfine uyduğu için, sünneti de kılmış olmakdadır.) Görülüyor ki, sünnet yerine kazâ kılınca, sünnet terk edilmiş olmuyor. Hem kazâ, hem de sünnet niyyet edilince, sünnetin sevâbı da hâsıl olmakdadır.]

Kazâları, yukarıda bildirilen şeklde ödemeğe niyyet eden ve başlıyan kimse, ağır hasta olursa, öldükden sonra nemâz keffâreti yapılması için (vasıyyet) etmesi, Velîsinin de bu vasıyyeti yerine getirmesi lâzımdır. Velî, vasıyyet olunan kimse veyâ vârislerden birisi demekdir. Nemâz kılarken, vâciblerinden biri terk edilmiş veyâ mekrûh işlenmiş ise, vaktinin içinde i’âde edilmesi vâcib olur. Nâfile nemâzı dahî kılarken, fâsid olursa, ya’nî bozulacak bir şey olursa, i’âde etmesi vâcib olur. Zekâtı, sadaka-i fıtrı, nezri ve kurbanı da, her zemân kazâ etmek lâzım olur. Sonradan fakîr olanın, (Hîle-i şer’ıyye) denilen kolaylıkla, bunları kazâ etmeleri lâzımdır. Fakîr olmazlarsa, hîle-i şer’ıyye yapmaları mekrûh olur.

Allahü teâlâ ile kul arasında olan, ya’nî kul hakkı bulunmıyan günâhların afv olması için, gizlice tevbe etmek kâfîdir. Başkala-

-120-

rına haber vermek, imâm efendiye bildirmek lâzım değildir. Para vererek, papasa günâh afv etdirmek, hıristiyanlıkda yapılıyor. İslâmiyyetde böyle şey yokdur. Cünüb iken Kur’ân-ı kerîm okumak ve câmi’de oturmak ve câmi’de dünyâ işlerini konuşmak, yimek, içmek ve uyumak ve Kur’ân-ı kerîmi abdestsiz tutmak, çalgı çalmak, şerâb içmek, zinâ etmek, kadınların başları, kolları, baldırları, saçları açık sokağa çıkmaları, kul hakkı bulunmıyan günâhlardır. Hayvân hakkı bulunan günâhları afv etdirmek, çok güçdür. Hayvânı haksız olarak öldürmek, dövmek, yüzüne vurmak, tâkatından fazla yürütmek, ağır yük vurmak, otunu, suyunu zemânında vermemek, günâhdır. Bu günâha hem tevbe etmek, hem de, istigfâr ederek yalvarmak lâzımdır.

Kul hakkı beş dürlüdür: Mâlî, nefsî, ırzî, mahremî ve dînî. Sirkat, gasb, aldatmak ile ve yalan söylemekle mâl satmak, kalp akça vermek, başkasının mâlına ziyân vermek, yalancı şâhidlikle veyâ zâlime haber vermekle veyâ rüşvet vermekle, mâlına zarar vermek, mâlî olan kul haklarıdır. Bir kuruş, bir habbe mâl için tevbe etmek ve sâhibi ile halâllaşmak lâzımdır. Mâlî haklar için, çocukların da halâllaşması, ödemeleri lâzımdır. Dünyâda halâllaşmazsa, âhıretde sevâbları ona verilerek halâllaşdırılacakdır. Mâl sâhibi ölmüş ise, vârisine ödenir. Vârisi yoksa veyâ mâl sâhibi bilinmiyorsa, fakîre hediyye olarak verilip, sevâbı sâhibine gönderilir. Sâlih olan müslimân fakîr yoksa, islâmiyyete ve müslimânlara hizmet eden hayr cem’ıyyetlerine, vakflara verilir. Kendi sâlih akrabâsına, fakîr olan analarına, babalarına, çocuklarına hediyye olarak vermesi de, câiz olur. Fakîre, hediyye diyerek verilen şey, sadaka olur. Sadaka sevâbı hâsıl olur. Bunları yapmak imkânını bulamazsa, mâl sâhibinin ve kendisinin afv olunmaları için düâ eder. Kâfirin hakkı için de, onunla halâllaşmak lâzımdır. Gönlü alınmazsa, âhıretde afv olunması, çok güç olacakdır.

Nefsî, ya’nî hayâtî günâh, adam öldürmek, bir uzvunu telef etmekdir. Önce tevbe etmek, sonra kendini onun Velîsine teslîm etmek lâzımdır. Velîsi isterse afv eder. İsterse mâl karşılığı sulh yapar. İsterse, mahkemeye verip, hâkimden cezâlandırılmasını ister. Kendisinin karşılık yapması, câiz değildir. [İslâmiyyetde kan da’vâsı yokdur.] Irza dokunan kul hakkı, gîbet, iftirâ, alay, sövmek gibi şeylerdir. Tevbe etmek ve halâllaşmak lâzımdır. Bunlarda vârisle halâllaşmak olmaz.

Mahremî olan hak, başkasının zevcesine, çocuğuna, hıyânet etmekdir. Tevbe ve istigfâr eder. Fitne çıkmak ihtimâli yoksa, sâhibi ile halâllaşır. İhtimâli varsa halâllaşmak yerine, ona düâ eder ve onun için sadaka verir. Dînî hak, akrabâsına ve emri altında

-121-

olanlara din bilgisi vermeği terk etmekdir. Bunların ve bütün insanların din bilgisi öğrenmelerine ve ibâdet yapmalarına mâni’ olmakdır ve başkasına kâfir, fâsık demekdir. Halâllaşırken günâhı bildirmeyip, bendeki haklarını afv et demek, câizdir.

Fakîr olan borçluyu afv etmek çok sevâbdır.

Hadîs-i şerîfde, (Tevbe eden, günâh işlememiş gibi olur) ve (Günâhına pişmân olmayıp, dili ile istigfâr eden, günâhında devâm edicidir. Rabbi ile alay etmekdedir) buyuruldu. İstigfâr etmek, (estagfirullah) demekdir. Bunun ma’nâsı, (Beni afv et Allahım) demekdir. Muhammed Osmân Hindî “kuddise sirruh”[1] (Fevâid-i Osmâniyye) kitâbında, fârisî olarak diyor ki, (Şifâ için okunacak düâ yazmamı istiyorsunuz. Şifâ için, [Tevbe ediniz ve] istigfâr düâsını çok okuyunuz.) [Ya’nî, Estagfirullâhel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv el hayyel kayyûme ve etûbü ileyh deyiniz!] Ölümden başkabütün derdlere, hastalıklara karşı fâidelidir. Ölüm hastasının ağrılarını, sancılarını yok eder, râhat ölmesini sağlar. Bu düâ, (Hak Sözün Vesîkaları) kitâbında sahîfe 344 de uzun yazılıdır. Hûd sûresinde elliikinci âyetinde meâlen, (İstigfâr okuyunuz! İmdâdınıza yetişirim) buyuruldu. Hadîs-i şerîfde (İstigfâra devâm edeni Allahü teâlâ derdlerden kurtarır) buyuruldu. Her zemân ve her yerde ve nemâzlardan sonra ve yatarken, ma’nâlarını düşünerek, çok (Estagfirullah min külli mâ kerihallah) veyâ kısaca (Estagfirullah) demelidir. Allahü teâlâ, şifâ ve halâs ve dileklerini ihsân eder. Muhammed Ma’sûm hazretlerinin 6.cild, 121.ci mektûbundaki hadîs-i şerîfde, (Kalbim üzerinde perde hâsıl oluyor. Hergün yetmiş kerre istigfâr ediyorum!) buyuruldu. Hâlid bin Zeyd câmi’inin müezzinleri her nemâzdan sonra şu düâyı okurlardı: (Rabbenâ amennâ bi mâ enzelte vetteba’ nerresûle fektübnâ ma’aşşâhidîn).

Her erkek, her zemân şu magfiret düâsını okumalıdır: (Allahümmagfir lî ve li-âbâî ve ümmehâtî ve li-ebnâî ve benâtî ve li-ihvetî ve ehavâtî ve li-ecdâdî ve ceddâtî ve li-a’mâmî ve ammâtî ve liahvâlî ve hâlâtî ve li-zevcetî ve ebeveyhâ ve li-esâtizetî ve lil-mü’minîne vel-mü’minât vel hamdü-lillâhi Rabbil’âlemîn!). Kadın okursa, zevcetî yerine zevcî ve ebeveyhâ yerine, ebeveyhi demelidir.

Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, günâh işleyip sonra pişmân olan kulunu, istigfâr etmeden önce afv eder) ve (Günâhınız çok olup göklere kadar ulaşsa, tevbe edince, Allahü teâlâ, tevbenizi kabûl eder) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfler, kul hakkı bulunmıyan günâhlar içindir. Hadîs-i şerîfde, (Günâh, üç dürlüdür: Kıyâmetde magfiret olunmıyan, terk edilmiyen ve Allahü teâlâ dilerse afv edeceği günâh). Kıyâmet günü muhakkak afv olunmıyacak günâh,

---------------------------------

[1] Muhammed Osmân 1314 [m. 1896] da vefât etdi.

-122-

şirkdir. Şirk, burada her dürlü küfr demekdir. Tevbesiz, ya’nî halâllaşmadan afv edilmiyecek olan günâh, kul hakkı bulunan günâhdır ve nemâz borcudur. Allahü teâlânın dilerse afv edeceği günâh, kul hakkı bulunmıyan günâhlardır.

ÇOK MÜHİM TENBÎH

Erkek olsun, kadın olsun, her müslimânın, her sözünde, her işinde, Allahü teâlânın emrlerine, ya’nî farzlara ve yasak etdiklerine [harâmlara] uyması lâzımdır. Bir farzın yapılmasına, bir harâmdan sakınmağa ehemmiyyet vermiyenin îmânı gider, kâfir [Allahın düşmanı] olur. Kâfir olarak ölen kimse, kabrde azâb çeker. Âhıretde Cehenneme gider. Cehennemde sonsuz yanar. Afv edilmesine, Cehennemden çıkmasına imkân ve ihtimâl yokdur. Kâfir olmak çok kolaydır. Her sözde, her işde kâfir olmak ihtimâli çokdur. Küfrden kurtulmak da çok kolaydır. Küfrün sebebi bilinmese dahî, hergün bir kerre, (Yâ Rabbî! Bilerek veyâ bilmiyerek küfre sebeb olan bir söz söyledim veyâ bir iş yapdım ise, nâdim oldum, pişmân oldum. Beni afv et) diyerek tevbe etse, Allahü teâlâya yalvarsa, muhakkak afv olur. Cehenneme gitmekden kurtulur. Cehennemde sonsuz yanmamak için, hergün muhakkak tevbe etmelidir. Bu tevbeden dahâ mühim bir vazîfe yokdur. Tekrâr bildirelim ki, kul hakkı bulunan günâhlara tevbe ederken, bu hakları ödemek ve terk edilmiş nemâzlar için tevbe ederken, bunları kazâ etmek lâzımdır. (Se’âdet-i Ebediyye) 276 dan 287 ortasına kadar okuyunuz!