TESVÎF

26 - Tesvîf, hayrlı iş yapmağı sonraya bırakmakdır. İbâdetleri ve hayrlı işleri yapmakda acele etmek, (Musâre’at) olur. Hadîs-i şerîfde, (Ölmeden evvel tevbe ediniz. Hayrlı işleri yapmağa mâni’ çıkmadan önce acele ediniz. Allahü teâlâyı çok hâtırlayınız. Zekât ve sadaka vermekde acele ediniz. Böylece Rabbinizin rızklarına ve yardımına kavuşunuz!) ve (Beş şey gelmeden evvel beş şeyin kıymetini biliniz: Ölmeden önce hayâtın kıymetini, hastalıkdan önce sıhhatin kıymetini, dünyâda âhıreti kazanmanın kıymetini, ihtiyârlamadan gençliğin kıymetini, fakîrlikden evvel zenginliğin kıymetini) buyuruldu. Zekâtını vermiyen ve mâlını âhıret yolunda sarf etmiyen kimse, fakîr olunca, çok pişmân olur. Hadîs-i şerîfde, (Tesvîf eden helâk olur) buyuruldu.

[İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, halâya girdikden bir müddet sonra, kapıyı vurarak hizmetcisini çağırır. Hizmetçi, tahâret suyunu veyâ bezini hâzırlamadığını sanıp, koşarak gelir. Kapı arasından gömleğini uzatarak, (Al, bunu, falanca fakîre hediyye olarak götür) deyince, efendim, bunu halâdan çıkınca emr etseydiniz olmaz mı idi? Kendinize niçin böyle sıkıntı verdiniz? der. Gömleğimi o fakîre hediyye etmek, halâda hâtırıma geldi. Dışarı çıkıncaya kadar tesvîf etseydim, şeytânın vesvese ederek, bu hayrlı işi yapmakdan beni vazgeçirmesinden korkdum, dedi.]

FÂSIKLARI SEVMEK

27 - Harâm işliyen kimseye (fâsık) [kötü kimse] denir. Fıskın en kötüsü, zulm yapmakdır. Çünki, açıkca yapılmakda ve kul hakkı da karışmakdadır. Âl-i İmrân sûresi, elliyedinci ve yüzkırkıncı âyetlerinde meâlen, (Allahü teâlâ, zâlimleri sevmez) buyuruldu. Hadîs-i şerîfde, (Zâlimin çok yaşamasına düâ etmek, Allahü teâlâya isyân olunmasını istemekdir) buyuruldu. Süfyân-ı Sevrîye “rahime-hullahü teâlâ”, (Çölde bir zâlim susuzlukdan helâk oluyor. Ona su verelim mi?) denildikde, hayır vermeyin, buyurdu. Zâlim, oturduğu evi gasb yolu ile almış ise, o eve girmek harâm olur. Fâsık kimseye tevâdu’ edenin dîninin üçde ikisi gider. Zâlime tevâdu’ edenin hâlinin nasıl olacağını buradan anlamalıdır. Zâlimin elini öpmek, karşısında eğilmek, günâhdır. Âdilin ise, câiz olur. Ebû Ubeyde bin Cerrah, Hazret-i Ömerin elini öpmüşdür “radıyallahü anhümâ”. Kazancının çoğu harâmdan olan kimsenin evine gidip oturmak, câiz değildir. Onu, söz ile veyâ bir hareket ile medh etmek, harâmdır. Ancak, kendini veyâ başkasını, onun zulmünden kurtarmak için, yanına gitmek câiz olur. Ya-

-97-

nında iken, yalan söylememek ve kendisini medh ve senâ etmemek lâzımdır. Kabûl etmesi zan olunursa, nasîhat verilir. Zâlim, sana gelirse kalkmak, ayakda karşılamak câiz olur. Dînin izzetini ve zulmün kötülüğünü bildirmek için kalkmamak iyi olur. Mümkin ise, nasîhat yapılır. Zâlimden her zemân uzak kalmak dahâ iyidir. Hadîs-i şerîfde, (Münâfık ile konuşurken, efendim, demeyiniz!) buyuruldu. Zâlime, kâfire hurmet etmek, saygı ile selâm vermek, üstâdım demek, küfr olur.

Allahü teâlâya isyân edene (Fâsık) [kötü kimse] denir. Başkalarının isyan etmesine, fıskın yayılmasına sebeb olana (Fâcir) denir. Harâm işlediği bilinen fâsık sevilmez. Bid’ati, ya’nî bozuk inanışları yayanları ve dîni öğrenmeğe mâni’ olanları sevmek, günâhdır. Hadîs-i şerîfde, (Fâsıkın fıskına mâni’ olmağa kudret varken, kimse mâni’ olmazsa, Allahü teâlâ, bunların hepsine, dünyâda ve âhıretde azâb yapar) buyuruldu. Ömer bin Abdül’azîz “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki, (Allahü teâlâ, bir kimse günâh işlediği için, başkalarına da azâb yapmaz ise de, açıkca günâh işliyenler görülüp de, görebilenler mâni’ olmadığı zemân, hepsine azâb yapar). Allahü teâlâ, Yûşa’ Peygambere “aleyhissalâtü vesselâm” vahy eyledi ki, (Kavminden kırkbin sâlih kimseye ve altmış bin fâsık kimseye azâb yapacağım!). Yâ Rabbî! Fâsıklar, azâbı hak etmişdir. Sâlihlere azâb yapmanın sebebi nedir? dedikde, (Benim gadab etdiklerime, onlar gadab etmedi. Birlikde yidiler, içdiler) buyurdu. Mâlına, canına, evlâdına ve müslimânlara zarar geleceği, ya’nî fitneye sebeb olacağı zemân, bid’at sâhiblerine ve zâlimlere emr-i ma’rûf yapmak lâzım olmaz. Açıkca günâh işliyen fâsıkları, yalnız kalb ile sevmemek kâfîdir. Tatlı ve yumuşak sözlerle nasîhat vermek lâzım olur.

Bir kimse, hem ibâdet yapar, hem de fısk yaparsa, dahâ çok yapdığının ismi verilir. İkisi müsâvî ise, ibâdeti bakımından sevilir. Fıskı bakımından sevilmez. Başkalarının da fıskına sebeb olan kimse, hükûmet memûrları tarafından men’ edilir.

[Allahü teâlânın sevgisini kazanmak için, islâmiyyete uyana ve bir mürşidi sevene (Sâlih) [iyi insan] denir. Bu sevgiyi kazanmış olana (Velî) denir. Başkalarının da kazanmaları için çalışan Velîye (Mürşid) denir. (İslâmiyyetin aslı, temeli üçdür: İlm, amel, ihlâs.) İslâm ilmleri ikiye ayrılır. Din bilgileri, fen bilgileri. Dinde reformcular, din bilgilerine (Skolastik bilgiler), fen bilgilerine (Rasyonel bilgiler) diyorlar. Din bilgileri, ağaçdan armud düşer gibi, insanın kafasına bir yerden gelmez. Bir hakîkî mürşidin sözlerinden ve hâllerinden, hareketlerinden ve Ehl-i sünnet âlimlerinin (ilm-i hâl) kitâblarından öğrenilir. Kıyâmet yaklaşınca, hiçbir yerde hakîkî mürşid görülmiyecek, câhil, yalancı, fâsık din adamları çoğalacakdır. Bun-

-98-

lar Allahü teâlânın sevgisini kazanmak için değil, para, mevkı’ ve şöhret kazanmak için çalışacaklar. Zenginlere, makam sâhiblerine yanaşacaklardır. Bu din hırsızlarına aldanmamak, se’âdete kavuşmak için, meşhûr Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okumalıdır. Zemânımızda ve her zemân günâhların en zararlısı, din bilgilerini öğrenmeğe mâni’ olmakdır. Zararlı oyunları seyr etmek, din kitâbı okumağa mâni’ oluyor. Gençler, din kitâbı okumayınca, din câhili oluyorlar. Dinsiz ve îmânsız yetişiyorlar. Müslimân ana-babaların, evlâdlarını bu felâketden kurtarmaları lâzımdır. Bunun için, Hakîkat Kitâbevinin neşr etdiği kitâbları evine getirip, evlâdlarına okutmaları lâzımdır. Ana-babalar, bu vazîfelerini yapmazlarsa, evlâdları kâfir olur, Cehenneme gider.]