24 - Günâhının afv
olunmıyacağını zan etmek, Allahü teâlâya sû-i zan olur. Mü’minleri harâm
işleyici, ya’nî fâsık zan etmek, sû-i zan olur. Sû-i zan harâmdır. Harâm
işlediğini öğrenerek, bilerek onu sevmemek, sû-i zan olmaz. Buğd-ı fillah olur,
sevâb olur. Din kardeşinin aybını görünce, ona hüsn-i zan etmeli, te’vîline
çalışmalıdır. Onu ıslâh etmelidir. Kalbe gelen hâtıra, düşünce, sû-i zan olmaz.
Zan etmek, ya’nî kalbin o tarafa kayması, sû-i zan olur. Hucurât sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (Ey îmân edenler! Sû-i zan
etmekden kendinizi koruyunuz! Zan etmenin ba’zısı günâhdır) buyuruldu. Hadîs-i
şerîfde, (Sû-i zan etmeyiniz. Sû-i zan,
yanlış karâr vermeğe sebeb olur. İnsanların gizli şeylerini araşdırmayınız,
kusûrlarını görmeyiniz, münâkaşa etmeyiniz, hased etmeyiniz, birbirinize
düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekişdirmeyiniz, kardeş gibi sevişiniz.
Müslimân müslimânın kardeşidir. Ona zulm etmez, yardım eder. Onu, kendinden
aşağı görmez) buyuruldu. Müslimânın müslimânı öldürmesi harâmdır.
Bir hadîs-i şerîfde, (Müslimân müslimânın cânına, mâlına ve ırzına saldırmaz. Allahü teâlâ,
bedenlerinizin kuvvetine, güzelliğine bakmaz. Amellerinize de bakmaz.
Kalblerinize bakar) buyuruldu. Allahü teâlâ kalblerde olan ihlâsa ve
Allah korkusuna bakar. Amellerin, ibâdetlerin kabûl edilmesi için, ya’nî sevâb
verilmesi için, hem şartlarına uygun olması, hem de ihlâs ile niyyet edilmesi
lâzımdır. (İbâdet, sahîh olursa, kabûl edilir. Niyyete bakılmaz) demek, ilhâd
olur, zındıklık olur. Allah rızâsı için yapılmıyan hayrât ve hasenât ve
ibâdetler, kabûl edilmez. (Allahü teâlâ, kalbe bakar. İyi niyyetle yapılan
herşeyi kabul eder) demek de, câhil şeyhlerin, tarîkatcıların sözleridir.
[Kalbimiz temizdir
diyerek harâmları, çirkin ve kötü şeyleri yapıyorlar. İyi niyyet ile yapılan
her şey hasenât ve ibâdet olur diyorlar. Böyle açıkca günâh işliyenleri ve
müslimânları aldatarak kendilerine mürîd toplayanları sevmemek, bunlara uymamak
lâzımdır. Bunların fâsık olduklarını söylemek, sû-i zan olmaz.]
Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâya
hüsn-i zan ediniz) buyuruldu. Zümer sûresi,
elliüçüncü âyetinde meâlen, (Ey günâhı çok olan kullarım! Allahın rahmetinden ümmîdinizi
kesmeyiniz. Allah, günâhların hepsini afv eder. O, sonsuz magfiret ve
nihâyetsiz merhamet sâhibidir) buyuruldu.
Şartlarına uygun tevbe yapılınca, her dürlü küfrü ve her dürlü günâhı muhakkak
afv eder. Dilerse, küfrden başka günâhları tevbesiz de, afv eder. Hadîs-i kudsîde, (Kulum
beni nasıl zan ederse, ona zan etdiği gibi mu’âmele ede-
rim) buyuruldu. Kabûl edeceğini zan ederek tevbe edeni afv eder.
[Allahü teâlânın,
Peygamberlerine “salevâtullahi teâlâ ve teslîmâtühu aleyhim ecma’în” haber
vermesine, bildirmesine (Vahy) denir.
Vahy, iki dürlüdür: Cebrâîl ismindeki bir melek, Allahü teâlâdan aldığı
haberleri getirerek Peygambere okur. Buna, (Vahy-i
metlû’) denir. Bu vahyin kelimeleri de, ma’nâları da Allahdan
gelmişdir. Kur’ân-ı kerîm, vahy-i metlû’dür. Vahyin ikinci kısmı, (Vahy-i gayr-i metlû’)dür. Bu vahy, Allahü teâlâ
tarafından Peygamberin “aleyhissalâtü vesselâm” kalbine bildirilir. Peygamber,
bu vahyi, kendi bulduğu kelimelerle yanındakilere söyler. Bu sözlere, (Hadîs-i kudsî) denir. Hadîs-i kudsînin
kelimeleri, Peygamberdendir. Peygamberin “aleyhissalâtü vesselâm” kelimeleri
de, ma’nâları da kendinden olan sözlerine, (Hadîs-i
şerîf) denir.]
Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâya hüsn-i
zan etmek, ibâdetdir) ve (Kendisinden
başka ilâh olmıyan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Allahü teâlâ kendisine
hüsn-i zan ederek yapılan düâyı, elbette kabûl eder) ve (Kıyâmet günü, Allahü teâlâ bir kulunun Cehenneme atılmasını
emr eder. Cehenneme götürülürken arkasına dönerek, yâ Rabbî! Dünyâda sana hep
hüsn-i zan etdim deyince, onu Cehenneme götürmeyiniz! Kulumu, bana olan zannı
gibi karşılarım buyurur) buyuruldu.
Sâlih veyâ fâsık olduğu
bilinmiyen mü’mine hüsn-i zan etmelidir. Fâsık ve sâlih olmasının ihtimâli
müsâvi ise (Şek), şübhe denir. Müsâvî
değilse fazla olana (Zan), az olana (Vehm) denir.
Bu yaşa erişdin ne
amel kıldın?
Ömrün gelip geçdi,
pişmân mı oldun?
Şimdi huzûruma ne
yüzle geldin,
derse Allah, sen ne cevâb verirsin?
İki yol gösterdim,
hem akıl verdim,
bir yolu seçmekde
serbest bırakdım.
İslâmiyyeti terk
edip, nefsine uydun,
derse Allah, sen ne cevâb verirsin?
Soğuk, sıcak dedin
abdest almadın,
dünyâya daldın,
nemâz kılmadın.
Cenâbet gezip, gusl
etmedin,
derse Allah, sen ne
cevâb verirsin?