21 - Gadabı meydâna
getiren sebeblerden birisi de (Gadr), ya’nî
ahdinde ve mîsâkında durmamakdır. Bir tarafın söz vermesine (Va’d) denir. İki kimsenin sözleşmelerine (Ahd) denir. Yemîn ile kuvvetlendirilen va’de (Mîsâk) denir. Karşılıklı sözleşilene, önceden
haber vermeden sözünü bozmak gadr olur. Devlet reîsi, kâfirlerle yapmış olduğu
mu’âhedeyi bozmak lâzım geldiğini anlarsa, onlara haber vermesi vâcibdir. Haber
vermeden evvel bozması câiz değildir. Hadîs-i şerîfde,
(Gadr eden kimse, kıyâmet günü kötü şeklde cezâsını
görecekdir) buyuruldu. Gadr etmek, harâmdır. Kâfirlere verilen ahdi
dahî korumak vâcibdir.
Hadîs-i şerîfde, (Emîn olmıyan kimsede îmân yokdur. Ahdini bozan kimsede din yokdur) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf emânete hıyânet edenin îmânı kâmil olmaz, buna ehemmiyyet vermezse, îmânı kalmaz, demekdir.
---------------------------------
Allahümme
inneke Afüvvün, Kerîmün tühıbbül afve fa’fü annî!
22 - Kalb hastalıklarının
yirmiikincisi, hıyânetdir. Hıyânet etmek de, gadaba sebeb olur. Hıyânet de
harâmdır. Münâfıklık alâmetidir. Hıyânetin zıddı emânetdir, emîn olmakdır.
Hıyânet, birine kendini emîn tanıtdıkdan sonra, o emniyyeti bozacak iş yapmak
demekdir. Mü’min, herkesin mâlını, cânını emniyyet etdiği kimsedir. Emânet ve
hıyânet, mâlda olduğu gibi, sözde de olur. Hadîs-i şerîfde, (Meşveret edilen kimse emîndir) buyuruldu. Ya’nî
onun doğruyu söyliyeceğine ve sorulanı başkalarından gizliyeceğine emânet
olunur, güvenilir. Onun, doğru söylemesi vâcibdir. İnsan, mâlını, emniyyet
etdiği kimseye bırakdığı gibi, doğru söyliyeceğine emîn olduğu kimse ile
istişâre eder, danışır. Âl-i İmrân sûresi,
yüzellidokuzuncu âyetinde meâlen, (Yapacağın işi önce meşveret et)
buyuruldu. Meşveret, ya’nî danışmak, insanı pişmân olmakdan koruyan
bir kal’a gibidir. Meşveret olunacak kimsenin, insanların hâlini, zemânın ve
memleketin şartlarını bilmesi lâzımdır. Buna siyâset bilgisi denir. Bundan
başka, aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören, hattâ sıhhati yerinde olması,
lâzımdır. Meşveret olunan kimsenin, bilmediğini veyâ bildiğinin aksini
söylemesi günâhdır. Hatâ ile söylemesi günâh olmaz. Yukardaki şartları
taşımıyan biri ile meşveret edilirse, her iki tarafa günâh olur. Din ve dünyâ işlerinde
bilmiyerek fetvâ verene, melekler la’net eder. Bir kimse zararlı olduğunu
bilerek bir emr verse, hıyânet etmiş olur.
[(Hadîka)da diyor ki, Abdüllah bin Mes’ûd
“radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, (Dîninizden ilk olarak, ayrılacağınız,
elinizden kaçıracağınız şey, emânet olacakdır. Son olarak elinizden kaçacak şey
nemâzdır. Dîni olmadığı hâlde, nemâz kılan kimseler olacakdır). Hadîs-i şerîfde, (Arkadaşlık
etdiği kimseyi öldüren benim ümmetimden değildir. Öldürülen kâfir de olsa, yine
böyledir) buyuruldu.]
23 - Va’dinde durmamak
da, gadaba sebeb olur. Bir tarafdan verilen söze (Va’d),
iki tarafdan yapılan sözleşmeğe (Ahd) denildiği
yukarıda bildirilmişdi. Zarar, azâb yapacağını söz vermeğe (Va’îd) denir. Va’îdinde durmamak (kerem) olur, ihsân olur. Yalan olarak va’d etmek
harâmdır. Böyle va’di bozmak da ayrıca günâh olur. Yerine getirmek ise,
yalancılık günâhını yok eder. Fâsid bey’ de böyledir. Bu bey’i fesh etmeleri,
bu satışdan vazgeçmeleri, vâcib olur. Fesh edip, tevbe yapınca, günâhları
kalmaz. Bu satışı fesh etmezlerse, günâh iki kat olur. Va’di incâz etmek, ya’nî
va’dine vefâ etmek, yerine getirmek lâzımdır.
Hadîs-i şerîfde, (Münâfıklık alâmeti
üçdür: Yalan söylemek, va’dini îfâ etmemek, emânete hıyânet etmek) buyuruldu.
Va’dinde durmağa gücü yetmezse, münâfıklık alâmeti olmaz. Kendisine mâl veyâ
söz yâhud sır emânet olunan kimsenin bunlara hıyânet etmesi, münâfıklık olur.
Buhârîde yazılı, Amr ibni
Âsın “radıyallahü teâlâ anh” oğlunun bildirdiği hadîs-i
şerîfde, (Dört şey münâfıklık alâmetidir:
Emânet olunana hıyânet etmek, yalan söylemek, va’dini bozmak ve ahdine gadr
etmek ve mahkemede doğruyu söylememek) buyuruldu. İbni Hacer buyurdu
ki, nifâk ya’nî münâfıklık, zâhirin bâtına uymaması demekdir. Sözü, özüne
uymaz. İ’tikâd edilecek şeylerde münâfıklık yapmak, küfrdür. İşlerinde ve
sözlerinde münâfıklık yapmak, harâm olur. İ’tikâdda, îmânda münâfıklık,
diğerküfrlerden dahâ fenâdır. Îfâ etmek, yerine getirmek niyyeti ile va’d
yapmak câizdir, hattâ sevâbdır. Böyle va’di ifâ etmek vâcib değildir,
müstehabdır. İfâ etmemek tenzîhen mekrûh olur. Hadîs-i
şerîfde, (Bir kimse, yapmak niyyeti ile
verdiği sözü tutamazsa günâh olmaz) buyuruldu. Hanefî ve Şâfi’î
mezheblerinde, ahdi bozmak da, özrsüz mekrûh, özrlü câizdir. Fekat bozacağını
önceden haber vermek vâcibdir. Hanbelî mezhebinde va’de vefâ vâcibdir. Yerine
getirmemek harâm olur. Yapması dört mezhebde de sahîh olan bir şeyi yapmak
takvâ olur.
Her müslimânın, dört
mezhebde olanların hepsini sevmesi, hepsine hayr düâ etmesi, mezhebde te’assub
etmemesi vâcibdir. Dört mezhebi (Telfîk) etmesi,
söz birliği ile câiz değildir. Telfîk, bir işi, bir ibâdeti yaparken, dört
mezhebin ruhsatlarını, kolaylıklarını seçip toplamak demekdir. Yapılan bu iş,
dört mezhebin hiç birinde sahîh olmamakdadır. Bir mezhebin ruhsatlarını
toplıyarak amel etmek, câizdir.
[Bir ibâdeti, bir işi
yapmak için, dört mezhebden birini taklîd etmeğe niyyet etmek, o mezhebe uyarak
yapmak lâzımdır. Dört mezhebin her birinde, bir işin yapılması için, bir kolay
yol, bir de güç yol vardır. Birinci yola (Ruhsat), ikincisine
(Azîmet) yolu denir. Kuvvetli, hâli
elverişli olanın, azîmet ile amel etmesi efdaldir. Güç olan işi yapmak, nefse
dahâ ağır gelir. Nefsi dahâ çok ezer, za’îfletir. İbâdetler, nefsi za’îfletmek
için, kırmak için emr olundu. Çünki nefs, insanın da, Allahın da düşmanıdır.
Onu za’îfleterek azmasını önlemek lâzımdır. Fekat, büsbütün öldürülmez. Çünki,
bedenin hizmetcisidir. Ahmak ve câhil hizmetcidir. Za’îf, hasta, sıkışık hâlde
olan kimsenin, ibâdetlerinde, işlerinde azîmet yolunu terk etmesi, ruhsat yolu
ile yapması lâzımdır. Kendi mezhebinin ruhsat yolu ile yapması da güç olursa,
diğer üç mezhebden birini taklîd ederek yapması câiz olur.]