13 - Tevâdu’un aşırı mikdârına
(Tezellül), bayağılık, kendini aşağı
tutmak denir. Tezellül harâmdır. Başka harâmlarda olduğu gibi, bu da zarûret
ile câiz olur. Dînini, cânını, mâlını, ırzını korumak, zâlimden kurtulmak, (Zarûret)dir. Meşakkat, harâc bulununca, kolaylık
aramak, câiz olur.
Tezellül, kötü huylardan
biridir. Bir âlimin yanına bir kunduracı geldiği zemân, âlimin ayağa kalkıp,
yerine bunu oturtması ve gideceği zemân kapıya kadar yanında yürümesi ve
kunduralarını önüne koyması tezellüle bir misâldir. Yalnız ayağa kalkıp otursaydı,
ona yer gösterseydi ve işini, hâlini ve niçin geldiğini sorsaydı ve süâllerine
güler yüzle cevâb verseydi ve da’vetini kabûl etseydi ve sıkıntısını giderecek
şey yapsaydı, tevâdu’ göstermiş olurdu. Hadîs-i şerîfde,
(Din kardeşini sıkıntıdan kurtarana [nâ-
---------------------------------
[1]
Sadr-üş-şehîd Hüsâmeddîn Ömer, 536 da Semerkandda şehîd oldu.
file] hac ve umre
sevâbı verilir) buyuruldu. Hazret-i Hasen “radıyallahü teâlâ anh”,
Sâbit Benânîye “rahime-hullahü teâlâ” bir hâcetini yapmasını diledi. Câmi’de
i’tikâf ediyorum, başka zemân yaparım deyince, din kardeşinin ihtiyâcını
gidermek için gitmenin, [nâfile] hac sevâbından dahâ hayrlı olduğunu bilmiyor musun
dedi. Mevkı’ sâhiblerinin, muhtâc olanlara ve hocaların talebelerine, makâmları
ile ve mâlları ile yardım etmelerinin çok sevâb olması, bu hadîs-i şerîfe
dayanmakdadır. Nafakası, ya’nî bir günlük yiyeceği, içeceği olan kimsenin
dilenmesi, tezellül olur, harâm olur. Bunun, bir günlük nafakası olmayan, başka
bir kimse için veyâ borçlu için yardım toplaması tezellül olmaz. Fazla hediyye
almak için, az bir şeyi hediyye vermek de, tezellül olur. Âyet-i kerîme böyle
hediyye vermeyi men’ etmekdedir. Alınan hediyyenin karşılığını bundan fazla
vermek efdaldir. Fekat fazla karşılık için hediyye vermek câiz değildir. Da’vet
olunmadan ziyâfete gitmek de tezellüldür. Hadîs-i
şerîfde, (Da’vet edilen yere gitmemek
günâhdır. Da’vet olunmadığı yere gitmek hırsızlık etmek olur) buyuruldu.
Nikâh sâhibinin da’vet etdiği yerde harâm şeyler yoksa, bu da’vete gitmek vâcib
olur. Başka da’vetlere gitmek sünnetdir. Riyâ ve iftihâr için ya’nî gösteriş ve
övünmek için yapılan da’vetlere gitmek câiz değildir. Bir menfe’ate kavuşmak
düşüncesiyle, devlet adamları ile, hâkimlerle, zenginlerle arkadaşlık yapmak
tezellül olur. Zarûretin müstesnâ olduğu yukarıda bildirilmişdi. Böyle
kimselerle karşılaşınca ve bunlara selâm verirken eğilmek ve secde etmek de
tezellüldür. Büyük günâhdır. İbâdet için eğilmek küfr olur. Yehûdîlerin selâm
vermelerine benzemek olur. [Fakîr, muhtâc demekdir. İslâmiyyetde, havâyıci
asliyyesinden mâ’adâ, kurban nisâbı mikdârı malı olmıyana (Fakîr) denir. Resûlullahın “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” Allahü teâlâdan istediği ve övündüğü fakîrlik, her zemân, her
işde, Allahü teâlâya muhtâc olduğunu bilmekdir. Abdüllah Dehlevî “rahime-hullahü
teâlâ”, (Dürr-ül-me’ârif) kitâbında
buyuruyor ki, (Tesavvufda fakîr, murâdı olmıyan, ya’nî Allahü teâlânın
rızâsından başka dileği olmıyan demekdir). Böyle olan kimse nafaka olmayınca,
sabr ve kanâ’at eder. Allahü teâlânın fi’linden ve irâdesinden râzı olur.
Allahü teâlâ emr etdiği için rızk kazanmağa çalışır. Çalışırken, ibâdetlerini
terk etmez ve harâm işlemez. Kazanırken de, kazandığını sarf ederken de,
islâmiyyete uyar. Böyle kimseye zenginlik de, fakîrlik de fâideli olur. Dünyâ
ve âhıret se’âdetine kavuşmasına sebeb olur. Fekat, nefsine uyarak, sabr ve
kanâ’at etmiyen kimse, Allahü teâlânın kazâ ve kaderine râzı olmaz. Fakîr
olunca, az verdin diye, i’tirâz eder. Zengin olur-
sa, doymaz, dahâ ister. Kazandığını harâmlara sarf
eder. Zenginliği de, fakîrliği de, dünyâda ve âhıretde felâketine sebeb olur.]
Her san’atı ve ticâreti
yapmak, ma’âş, ücret karşılığında mubâh olan işleri yapmak, meselâ çobanlık,
bağcevanlık yapmak, inşâatda ve hafriyâtda çalışmak ve sırtında yük taşımak
tezellül değildir. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve Velîler
“rahime-hümullahü teâlâ” bunları yapmışlardır. Kendinin ve çoluk çocuğunun
nafakasını te’mîn için çalışmak farzdır. Başkalarına yardım için her dürlü
kazanç yolunda çalışarak dahâ fazla kazanmak mubâhdır. İdrîs aleyhisselâm
terzilik yapardı. Dâvüd aleyhisselâm demircilik yapardı. İbrâhîm aleyhisselâm
zirâ’at ve kumaş ticâreti yapardı. İlk olarak kumaş dokuyan Âdem
aleyhisselâmdır. [Din düşmanları, ilk insanların ot ile örtündüklerini, mağarada
yaşadıklarını yazıyorlar. Bu yazılarının hiçbir vesîkası yokdur.] Îsâ
aleyhisselâm kunduracılık yapardı. Nûh aleyhisselâm marangozluk, Sâlih
aleyhisselâm çantacılık yapardı. Peygamberlerin çoğu “aleyhimüssalevâtü
vetteslîmât” çobanlık yapmışdır. Hadîs-i şerîfde,
(Evinin ihtiyâclarını alıp getirmek kibrsizlik
alâmetidir) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” mal satmış ve satın almışdır. Satın alması dahâ çok olmuşdur. Ücret ile
çalışmış ve çalışdırmışdır. Mudârebe şirketi ve ortaklık yapmışdır. Başkasına
vekîl olmuş ve vekîl yapmışdır. Hediyye vermiş ve almışdır. Ödünç ve âriyyet
mâl almışdır. Vakf yapmışdır. Dünyâ işi için kimseye kızmamış, incitecek şey
kimseye söylememişdir. Yemîn etmiş ve etdirmişdir. Yemîn etdiği şeyleri yapmış,
yapmayıp keffâret verdiği de olmuşdur. Latîfe yapmış ve söylemiş, latîfeleri
hep hak üzere ve fâideli olmuşdur. Yukarıda sayılanları yapmakdan çekinmek,
utanmak, kibr olur. Çok kimseler burada yanılırlar. Tevâdu’ ile tezellülü
birbiri ile karışdırırlar. Nefs, burada çok kimseleri aldatır.
Gel ey
gurbet diyârında, esîr olup kalan insan.
Gel, ey dünyâ harâbında, yatıp, gâfil olan insan!
Gözün
aç, etrâfa bir bak, nice beğler gelip geçdi.
Ne mecnûndur bu fânîye, gönül verip, duran insan!
Kafesde
bülbüle şeker verirler, fekat hiç durmaz.
Aceb niçin karâr eder, bu zindâna giren insan!
Aklını
başına topla, elinde var iken fırsat.
Sonsuz
azâb çekecekdir, (Adam sen de) diyen insan!