4 - Kalb hastalıklarının
dördüncüsü, insanların kötülemelerine, çekişdirmelerine, ayblamalarına
üzülmekdir. Küfr-i cühûdîye sebeb olan şeylerin üçüncüsü, insanlardan utanmak
ve başkalarının kötülemelerinden, ayblamalarından korkmakdır. Ebû Tâlibin kâfir
olmasının sebebi budur. Ebû Tâlib, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh”
babasıdır. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” amcasıdır. Resûlullahın
Peygamber olduğunu biliyordu. İnsanların kötüliyeceklerinden korkarak ve
ayblıyacaklarını düşünerek, îmân etmedi. Ebû Tâlib ölüm döşeğinde iken, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” onun
yanına gelerek, (Ey amcam! Sana şefâ’at
edebilmekliğim için, lâ ilâhe illallah söyle!) buyurdu. Cevâbında,
(Ey kardeşimin oğlu, doğru söylediğini biliyorum. Lâkin ölüm korkusu ile îmâna
geldi denilmesini istemem) dedi. Beydâvî tefsîrinde, Kasas sûresinin (Sevdiklerini hidâyete getirmek senin elinde değildir) meâlindeki,
ellialtıncı âyet-i kerîmesinin bu zemân indiği bildirilmişdir. Bir rivâyete
göre, Kureyş kâfirlerinin ileri gelenleri, Ebû Tâlibin yanına geldiler. Sen,
bizim emîrimizsin, sözlerin başımızın üzerindedir. Fekat, senden sonra,
Muhammed ile “aleyhissalâtü vesselâm” aramızda düşmanlığın devâm edeceğinden
korkuyoruz. Ona söyle! Dînimizi kötülemesin, dediler. Ebû Tâlib, Resûlullahı
“sallallahü aleyhi ve sellem” yanına çağırdı. İşitdiklerini söyledi.
Resûlullahın, onlar ile sulh yapmıyacağını anlayınca, müslimân olacağı
anlaşılacak ba’zı şeyler söyledi. Bunları işitince, amcasının îmân etmesini
istedi. (İşitenler bana dil uzatacaklarından korkmasaydım, îmân ederdim. Seni
sevindirirdim) dedi. Öleceği zemân, bir şeyler söyledi. Bunları işitebilmek
için, Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” yanına yaklaşdı. Îmân
etdiğini bildiriyor dedi. Ebû Tâlibin îmân etdiği şübhelidir. Ehl-i sünnet
âlimlerine göre, îmân etmedi. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahime-hullahü teâlâ”, Ebû
Tâlib kâfir olarak öldü demişdir. Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, Resûlullaha gelerek “sallallahü aleyhi ve sellem”,
dalâletde olan amcan öldü dedikde, (Yıka, kefen
içine sar ve defn et! Men’ olununcaya kadar onun için düâ ederiz) buyurdu.
Birkaç gün evinden çıkmıyarak, onun için çok düâ etdi. Eshâb-ı kirâmdan
ba’zıları bunu işitince, onlar da, kâfir olarak ölmüş olan akrabâları için düâ
etmeğe başladılar. Bunun üzerine, Tevbe sûresinin,
(Peygamber ve îmân
edenler, akrabâları olsalar da, müşrikler için istigfâr etmemelidirler) meâlindeki yüzondördüncü
âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Kıyâmet günü, kâfirlerden azâbı en hafif olanı, Ebû
Tâlibdir. Ayaklarında
ateşden na’lın olacak, bunların
sıcaklığından dimâğı kaynayacakdır) buyuruldu.
İnsanların kötülemelerinden ve ayblamalarından korkmağa karşı ilâc olarak şöyle düşünmelidir: Kötülemeleri doğru ise, ayblarımı bana bildirmiş oluyorlar. Bunları yapmamağa karâr verdim demeli, böyle kötülemelerden ferahlık duymalıdır. Onlara teşekkür etmelidir. Hasen-i Basrîye “rahime-hullahü teâlâ”, birisinin kendisini gîbet etdiğini haber verdiler. Ona bir tabak helva gönderip, (Sevâblarını bana hediyye etdiğini işitdim. Karşılık olarak bu tatlıyı gönderiyorum) dedi. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfeye “rahimehullahü teâlâ”, birisinin kendisini gîbet etdiğini söylediler. Ona bir kese altın gönderip, (Bize verdiği sevâbları artdırırsa, biz de karşılığını artdırırız) dedi. Yapılan kötüleme yalan ise, iftirâ ise, zararı söyliyene olur. Onun sevâbları bana verilir. Benim günâhlarım, ona yüklenir demelidir. İftirâ etmek, nemmâmlık yapmak, gîbet etmekden dahâ fenâdırlar. Nemîme, müslimânlar arasında söz taşımakdır. [(Mektûbât-ı Ma’sûmiyye) ikinci cild, 123. cü mektûbuna bakınız!]