KÜFR

1 - Kötülüklerin en kötüsü, Allahü teâlâya inanmamak, ateist olmakdır. Muhammed aleyhisselâma inanmamak (küfr) [Allaha düşmanlık] olur. Meleklerin, insanların ve cinnin îmân etmeleri, inanmaları emr olundu. Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlâdan getirip bildirdiği şeylerin hepsine kalb ile inanıp, dil ile de ikrâr etmeğe, söylemeğe (Îmân) denir. Îmânın yeri (Kalb)dir. Kalb, yürek dediğimiz et parçasında bulunan bir kuvvetdir. Bu kuvvete (gönül) de denir. Îmânı söylemeğe mâni’ bulunduğu zemân, söylememek afv olur. Meselâ korkutulduğu, hasta, dilsiz olduğu, söyleyecek vakt bulamadan öldüğü zemân, söylemek îcâb etmez. Anlamadan, taklîd ederek inanmak da, îmân olur. Allahü teâlânın var olduğunu anlamamak, düşünmemek günâh olur. Bildirilenlerden birine inanmamak, hepsine inanmamak olur. Herbirini bilmeden, hepsine inandım demek de, îmân olur. Îmân hâsıl olmak için, islâmiyyetin küfr alâmeti dediği şeylerden sakınmak da lâzımdır. İslâmiyyetin ahkâmından ya’nî emr ve yasaklarından birini hafîf görmek, Kur’ân-ı kerîm ile, melek ile, Peygamberlerden biri ile “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” alay etmek, küfr alâmetlerindendir. İnkâr etmek, ya’nî işitdikden sonra inanmamak, tasdîk etmemek demekdir. Şübhe etmek de, inkâr olur.

Küfr üç nev’dir: Cehlî, cühûdî [inâdî] ve hükmî.

1-) Küfr olduğunu herkesin bildiği bir şeyi, işitmediği, düşünmediği için kâfir olanların küfrü (Küfr-i cehlî)dir. Cehl de iki dürlüdür: Birincisi basîtdir. Böyle kimse, câhil olduğunu bilir. Bunlarda, yanlış i’tikâd olmaz. Hayvân gibidirler. Çünki, insanı hayvândan ayıran, ilm ve idrâkdir. Bunlar, hayvândan da aşağıdırlar.

-18-

Çünki hayvânlar, yaratıldıkları şeyde ileridedirler. Kendilerine fâideli şeyleri anlar ve onlara yaklaşırlar. Zararlı olanları da anlayıp, onlardan uzaklaşırlar. Hâlbuki bunlar, bilmez olduklarını bildikleri hâlde, bu çirkin hâlden uzaklaşmaz, ilme yaklaşmazlar.

[İmâm-ı Rabbânî “rahime-hullahü teâlâ”, (Mektûbât) kitâbının birinci cildinin ikiyüzellidokuzuncu mektûbunda buyuruyor ki, (Bu fakîre göre, dağda yetişip, hiçbir din duymayıp, puta tapan müşrikler, ne Cennete, ne de Cehenneme girmiyeceklerdir. Âhıretde dirildikden sonra, hesâba çekilip, zulmleri, kabâhatleri kadar, mahşer yerinde azâb çekeceklerdir. Herkesin hakkı verildikden sonra, bütün hayvânlar gibi, bunlar da, yok edileceklerdir. Bir yerde sonsuz kalmıyacaklardır. Herkesin aklı, dünyâ işlerinde bile, şaşırıp yanılırken, Allahü teâlânın, aklları ile bulamadıkları için, kullarını ateşde sonsuz olarak yakacağını söylemek, bu fakîre çok ağır gelmekdedir. Küçük iken ölen kâfir çocukları da, böyle yok olacaklardır.

Bir Peygamberin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” vefâtından sonra, çok vakt geçip, zâlimler tarafından din bozularak, unutulduğu yerlerde yaşayıp, Peygamberlerden ve islâmiyyetden haberi olmıyan insanlar da, Cennete ve Cehenneme sokulmıyacak, böyle tekrâr yok edileceklerdir). Kâfir memleketlerinde yaşayıp, islâmiyyeti işitmeyenler de böyledir.]

Îmân edilecek şeyleri ve farzlardan, harâmlardan meşhûr olanları, lüzûmu kadar öğrenmek farzdır. Bunları öğrenmemek harâmdır. İşitip de, öğrenmeğe ehemmiyyet vermemek küfr olur. Cehlin ilâcı, çalışıp öğrenmekdir. Cehlin ikincisi, (Cehl-i mürekkeb)dir. Yanlış, sapık i’tikâd etmekdir. Yunan felsefecilerinden ve müslimânlardan yetmişiki bid’at fırkasından îmânı gidenler böyledir. Bu cehâlet, birincisinden dahâ fenâdır. İlâcı bilinemiyen bir hastalıkdır. Îsâ aleyhisselâm, (Sağırı, dilsizi tedâvî etdim. Ölüyü diriltdim. Fekat, cehl-i mürekkebin ilâcını bulamadım) demişdir. Çünki, böyle kimse, cehlini ilm ve kemâl sanmakdadır. Câhil ve rûh hastası olduğunu bilmez ki, ilâcını arasın! Ancak, Allahü teâlânın hidâyeti ile hastalığını anlıyan, bu derdden kurtulabilir.

2-) (Küfr-i cühûdî)ye, küfr-i inâdî de denir. Küfr olduğunu bilerek, inâd ederek, kâfir olmakdır. Kibr sebebi ile ve mâla, zevke ve mevkı’ sâhibi olmayı sevmekden veyâ ayblanmakdan korkmak sebebi ile hâsıl olur. Fir’avnın ve yoldaşlarının küfrleri böyle idi. Mûsâ aleyhisselâmın mu’cizelerini gördükleri hâlde, îmân etmediler. Bizim gibi bir insana inanmayız dediler. Kendileri gibi bir insanın Peygamber olacağını kabûl etmediler. Peygamber

-19-

melekden olur sandılar. Hâlbuki, kendileri gibi insan olan Fir’avna ilâh dediler. Ona tapındılar. Rum İmperatörü Herakliyüs da, tahtından, saltanatından ayrılmak korkusu ile îmân etmedi. Rum pâdişâhlarına Kayser denir. Acem pâdişâhlarına Kisrâ, Habeş krallarına Necâşî ve Türk sultânlarına Hâkan, Kıbtî pâdişâhlarına Fir’avn, Mısr sultânlarına Azîz, Himyer sultânlarına Tübba’ denirdi. Eshâb-ı kirâmdan Dıhye “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” islâma da’vet eden mektûbunu Medîneden Şâma, Herakliyüsa getirdi. Herakliyüs, bir gün evvel, Mekkeden Şâma gelmiş olan Kureyş kâfirlerinin ticâret kervanının reîsi, Ebû Süfyânı serâyına çağırıp:

Medînede birisinin peygamberlik iddi’â etdiğini işitdim. Kendisi, tanınmış kimselerden midir? Yoksa, aşağı tabakadan mıdır? Ondan evvel, başkası da böyle iddi’âda bulundu mu? Dedeleri arasında, melik ve emîr olanlar var mıdır. Kendisine tâbi’ olanlar zengin midir, fakîr ve âciz kimseler midir? Çalışmaları ilerliyor mu, geriliyor mu? Dînine girip de, sonra ayrılanlar oluyor mu? Sözünde durmadığı, yalan söylediği görüldü mü? Harblerinde gâlib midir, mağlûb mudur? Ebû Süfyân bunların cevâblarını bildirince, bu sözlerinin hepsi, Onun peygamber olduğunu gösteriyor dedi. Ebû Süfyân [o zemân henüz îmân etmediği için], küfründen ve hasedinden dolayı, yalan söylediği de oldu. Bir gece içinde, Mekkeden, Kudüsdeki Mescid-i aksâya götürüldüğünü söyledi, dedi. Herakliyüsün yanında olup, bunu işitenlerden biri lâfa karışıp:

Ben, o gece Mescid-i aksâda idim dedi. O gece gördüklerini anlatdı. Ertesi gün, Herakliyüs, mektûbu okutdu. Mektûba inandığını, Muhammed aleyhisselâma îmân etdiğini Dıhyeye bildirdi. Fekat, îmân etdiğimi millete bildirmekden korkuyorum. Bu mektûbu falanca râhibe götür. O, çok şey bilir. Onun da îmân edeceğini sanıyorum dedi. Râhib, Resûlullahdan gelen mektûbu okuyunca, hemen îmân etdi. Oradakilere de îmân etmelerini söyledi. Kendisini öldürdüler. Dıhye, Herakliyüsa gelip, olanları bildirdi. Böyle yapılacağını bildiğim için, îmân etdiğimi kimseye söylemedim dedi. Resûlullaha mektûb gönderip îmân etdiğini bildirdi. Başşehri olan Humsa gitdi. Orada kendisine, bir adamından gelen mektûbda, Muhammed aleyhisselâmın peygamberliği ve muvaffakiyyetleri bildirildi. İleri gelenleri toplayıp, mektûbu okutarak, kendisinin îmân etdiğini açıkladı. Hepsi karşı çıkdılar. Îmân etmiyeceklerini ve red etdiklerini anlayınca, onlardan özr diledi. Maksadım, dînimize olan bağlılığınızın kuvvetini anlamak idi dedi. Bu sözü işitince, hepsi kendisine secde etdiler, râzı olduklarını bildirdiler. Saltanatını kaçırmamak için, küfrü îmâ-

-20-

na tercîh etdi. Müslimânlarla harb etmek için, Mûte denilen yere ordu gönderdi. Burada çok müslimân şehîd edildi. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” Herakliyüsün mektûbu gelince, (Yalan söyliyor. Nasrânî dîninden ayrılmadı!) buyurdu. Herakliyüsa gönderilen mektûb-i nebevînin sûreti, (Buhârî)de ve (Mevâhib) ve (Berîka)da yazılıdır.

3-) Küfrün üçüncü nev’i, (Küfr-i hükmî)dir. İslâmiyyetin îmânsızlık alâmeti dediği sözleri söyliyen ve işleri yapan, kalbinde tasdîk olsa ve inandığını söylese de, kâfir olur. İslâmiyyetin ta’zîmini emr etdiği şeyi tahkîr etmek, kötülemek böyledir. Bunun için, Allahü teâlâya lâyık olmıyan şey söyliyen kâfir olur. Meselâ, Allah, Arşdan veyâ gökden bize bakıyor demek, sen bana zulm etdiğin gibi, Allah da sana zulm ediyor demek, filân müslimân benim gözümde yehûdî gibidir demek, yalan bir söze, Allah biliyor ki, doğrudur demek ve melekleri küçültücü şeyler söylemek ve Kur’ân-ı kerîmi, hattâ bir harfini küçültücü söz söylemek, bir harfine bile inanmamak, çalgı çalarak Kur’ân okumak, hakîkî olan Tevrâta ve İncîle inanmamak, bunları kötülemek, Kur’ân-ı kerîmi şâz olan harflerle okuyup Kur’ân budur demek, küfr olur. Peygamberleri küçültücü şeyler söylemek, Kur’ânı kerîmde ismleri bildirilen yirmibeş Peygamberden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” birine inanmamak, meşhûr sünnetlerden birini beğenmemek, çok iyilik yapan birisi için, Peygamberden dahâ iyidir demek küfrdür. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” muhtâc idi demek küfr olur. Çünki, onların fakîrlikleri kendi istekleri ile idi. Birisi, peygamber olduğunu söylese, buna inananlar da kâfir olur. (Kabrim ile minberim arası, Cennet bağçelerinden bir bağçedir) hadîs-i şerîfini işitince, ben minber, hasır ve kabrden başka birşey görmiyorum demek küfr olur. Âhıretde olacak şeylerle alay etmek küfrdür. Kabrdeki ve kıyâmetdeki azâblara [akla, fenne uygun değildir diyerek] inanmamak, Cennetde Allahü teâlâyı görmeğe inanmamak, ben Cenneti istemem, Allahı görmeği isterim demek küfr olur. İslâmiyyete inanmamak alâmeti olan sözler, fen bilgileri, din bilgilerinden dahâ hayrlıdır demek, nemâz kılsam da, kılmasam da, berâberdir demek, zekât vermem demek, fâiz halâl olsaydı, zulm etmek halâl olsaydı demek, harâmdan olan mâlı fakîre verip sevâb beklemek, fakîr, verilen paranın harâm olduğunu bilerek, verene hayr düâ etmek, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin “rahime-hullahü teâlâ” kıyâsı hak değildir demek küfrdür. (A’râf) sûresinin ellialtıncı âyet-i kerîmesinde meâlen, (Allahü teâlâ, rüzgârı, rahmeti olan yağmurdan önce, müjdeci gönderir. Rüzgârlar, ağır olan bulutları sürükler. Bulutlardan ölü olan toprağa su yağdırırız. O yağmurla

-21-

yerden meyvalar çıkarırız. Ölüleri de mezârlarından böyle çıkaracağız) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, kıyâsın hak olduğunu isbât etmekdedir. Bu âyet-i kerîmede, ihtilâflı olan bir şeyi, sözbirliği ile anlaşılmış olana benzetmek bildirilmekdedir. Çünki, Allahü teâlânın yağmur yağdırdığını ve yerden ot çıkardığını, hepsi biliyordu. Öldükden sonra dirilmenin hak olduğunu, yer yüzünün kurudukdan sonra tekrâr yeşillenmesine benzeterek isbât etmekdedir.

İslâm bilgilerine inanmamak, bunları ve din âlimlerini aşağılamak da, küfr-i cühûdî olur.

Kâfir olmağı isteyen kimse, buna niyyet etdiği anda kâfir olur. Başkasının kâfir olmasını istiyen kimse, küfrü beğendiği için istiyorsa, kâfir olur. Kötü, zâlim olduğundan, zulmünün cezâsını Cehennem ateşinde çekmesi için istiyorsa, kâfir olmaz. Küfre sebeb olduklarını bilerek ve arzûsu ile küfr kelimelerini söyliyen kâfir olur. Bilmiyerek söyliyorsa, âlimlerin çoğuna göre yine kâfir olur. Küfre sebeb olmıyan kelime söylemek isterken, şaşırarak, küfre sebeb olanı söylerse kâfir olmaz.

Küfre sebeb olan bir işi, bilerek yapmak küfr olur. Bilmiyerek yapınca da küfr olur diyen âlimler çokdur. Beline, zünnar denilen papas kuşağını bağlamak ve küfre mahsûs şey giymek de böyledir. [100.cü sahîfeye bakınız! (Nuhbe) 100.cü sahîfesinde diyor ki, (Küfr alâmeti bir şey yapan, meselâ puta secde eden kâfir olur)]. Bunları harbde düşmana karşı, sulhda zâlime karşı, hîle olarak kullanmak küfr olmaz. Tüccârın dâr-ül-harbde de kullanması küfr olur. Bunları mizâh için, başkalarını güldürmek için, şaka için kullanmak da küfre sebeb olur. İ’tikâdının doğru olması fâide vermez.[1] Kâfirlerin bayram günlerinde, o güne mahsûs şeylerini, onlar gibi kullanmak, bunları kâfire hediyye etmek küfr olur. Müslimân olmak için, nefsin de îmân etmesi lâzım değildir. Nefsinden kalbine küfre sebeb olan şeyler gelen kimse, bunları söylemese, îmânının kuvvetine alâmet olur. Küfre sebeb olan şeyi kullanan kimseye kâfir dememelidir. Bir müslimânın bir işinde veyâ sözünde doksandokuz küfr ihtimâli olsa, bir îmân ihtimâli olsa, bu kimseye kâfir denilmez. Müslimâna hüsn-i zan etmek lâzımdır.

Akllı, bilgili, edebiyyâtcı olduğunu göstermek için veyâ yanındakileri hayrete düşürmek, güldürmek, sevindirmek veyâ alay etmek için söylenen sözlerde (küfr-i hükmî)den korkulur. Gadab, kızgınlık ve hırs ile söylenen sözler de böyledir. Bunun için insan, sözünün ve işlerinin neye varacağını düşünmelidir. Herşey-

---------------------------------

[1] İbni Hacerin (El-i’lâm bi-kavâti’il-islâm) kitâbı 363.cü sahîfeye bakınız!

-22-

de dînini kayırmalıdır. Hiçbir günâhı, küçük görmemelidir. Bir kimse, küçük günâh işlese, buna tevbe et denildikde, tevbe edecek bir şey yapmadım ki dese, yâhud niçin tevbe edeyim dese, küfr olur. Çocuk iken nikâh edilmiş olan kız, âkıl ve bâlig olduğu zemân, îmânı, islâmı bilmese ve sorulunca anlatamasa, zevcinden boş olur. Çünki, nikâhın sahîh olması için ve devâm etmesi için îmânlı olmak lâzımdır. Küçük iken, anasına babasına tâbi’ olarak îmânı var idi. Bâlig olunca, onlara tâbi’ olması devâm etmez. Erkek çocuk da, böyledir. Bir mü’mini öldüren veyâ öldürülmesini emr eden kimseye, iyi yapdın diyen kâfir olur. Katli vâcib olmıyan kimse için, öldürülmesi lâzımdır demek küfr olur. Bir kimseyi haksız olarak döven veyâ öldüren zâlime, iyi yapdın, bunu hak etmişdi demek küfr olur. Yalan olarak, Allah biliyor ki, seni çocuğumdan çok seviyorum demek küfr olur. Mevkı’ sâhibi bir müslimân aksırınca, buna (yerhamükallah) diyen kimseye, büyüklere karşı böyle söylenmez demek küfr olur. Vazîfe olduğuna inanmıyarak, ehemmiyyet vermiyerek, hafîf görerek nemâz kılmamak, oruc tutmamak, zekât vermemek, küfr olur. Allahın rahmetinden ümmîdini kesmek küfrdür. Kendisi harâm olmayıp, sonradan hâsıl olan bir sebebden dolayı harâm olan mâla, paraya, (harâm-ı ligayrihi) denir. Çalınan ve harâm yollardan gelen mâl böyledir. Bunlara halâl demek küfr olmaz. Leş, domuz, şerâb gibi, kendileri harâm olan şeylere (harâm-ı li-aynihi) denir. Bunlara halâl demek küfr olur. Kat’î olarak bilinen harâmlardan birine halâl demek de, küfr olur. Ezân, câmi’, fıkh kitâbları gibi islâmiyyetin kıymet verdiği şeyleri aşağılamak, küfr olur. Radyodan, ho-parlörden işitilen ezân, hakîkî ezân değildir. Ezânın benzeridir. Bir şeyin benzeri kendisi değildir. Abdestsiz olduğunu veyâ nemâz vaktinin gelmediğini bildiği hâlde, nemâz kılmak, bildiği hâlde kıbleden başka tarafa dönerek kılmak küfr olur. Bir müslimânı kötülemek için, kâfir demek küfr olmaz. Kâfir olmasını isteyerek söylemenin küfr olacağı yukarıda bildirilmişdi. Allahü teâlânın emrlerine (Farz) denir. Yasak etdiği şeylere (Harâm) denir. Farzlara ve harâmlara (İslâmiyyet) ve (Ahkâm-ı islâmiyye) denir. İslâmiyyete uymıyan şeyi yapmağa (Günâh işlemek) denir. Günâh işlemek küfr olmaz. Günâh olduğuna ehemmiyyet verilmezse, küfr olur. İbâdet yapmanın lâzım olduğuna ve günâhdan sakınmak lâzım olduğuna inanmamak küfr olur. Toplanan vergiler sultânın mülkü olduğuna inanmak küfr olur. Bir Velînin, aynı gün ve aynı sâatde, çeşidli memleketlerde görüldüğünü söylemenin câiz olduğunu Sadr-ül-islâm bildirmişdir. Şarkda bulunan bir kadınla garbda bulunan bir erkeğin çocukları olabileceği fıkh kitâblarında yazılıdır. Büyük âlim Ömer Nese-

-23-

fî “rahime-hullahü teâlâ”, (Allahü teâlânın, Evliyâsına, âdetini, kanûnlarını bozarak (kerâmet) vermesi câizdir) demişdir. Bu söz doğrudur. Câhile (Îmân nedir, İslâm nedir?) gibi sorulmamalı. Bunların cevâbları söylenip, böyle midir, demelidir. Nikâh yapılacak erkeğe ve kıza önceden böyle sorarak, müslimân olduklarını anlamak lâzımdır. Küfre sebeb olan sözler ve hareketler görülünce, kâfir dememeli, küfrü irâde etdiği, ahkâm-ı islâmiyyeye ehemmiyyet vermediği anlaşılmadıkca, sû-i zan etmemelidir.

Müslimân, îmânın yok olmasına sebeb olacağı sözbirliği ile bildirilmiş olan şeyleri amden [istekle] söyler veyâ yaparsa, kâfir olur. Buna (Mürted) denir. Mürtedin, mürted olmadan önceki ibâdetleri ve sevâbları yok olur. Tekrâr îmâna gelirse, zengin ise, yeniden hac etmesi lâzım olur. Nemâzlarını, oruclarını, zekâtlarını kazâ etmesi lâzım olmaz. Mürted olmadan önce, kazâya bırakmış olduklarını kazâ etmesi lâzımdır. Çünki, mürted olunca, önceki günâhlar yok olmaz. Mürted olanın nikâhı fesh olur, gider. Îmâna gelerek, tecdîd-i nikâh etmeden önceki çocukları veled-i zinâ [piç] olur. Kesdiği, leş olur, yinmez. Îmânının gitmesine sebeb olan şeyden tevbe etmedikçe, yalnız (Kelime-i şehâdet) söylemekle veyâ nemâz kılmakla, müslimân olmaz. Mürted olacak şeyi yapdığını inkâr etmesi de tevbe olur. Tevbe etmeden ölürse, Cehennem ateşinde ebedî olarak azâb görür. Bunun için, küfrden çok korkmalı, az konuşmalıdır. Hadîs-i şerîfde, (Hep hayrlı, fâideli konuşunuz. Yâhud susunuz!) buyuruldu. Ciddî olmalı, latîfeci, oyuncu olmamalıdır. Dîne, kanûnlara, akla, insanlığa uygun olmıyan şeyler yapmamalıdır. Kendisini küfrden muhâfaza etmesi için, Allahü teâlâya çok düâ etmelidir. Hadîs-i şerîfde, (Şirkden sakınınız. Şirk, karıncanın ayak sesinden dahâ gizlidir) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfdeki şirk, küfr demekdir. Bu kadar gizli olan şeyden korunmak nasıl olur denildikde, (Allahümme innâ ne’ûzü bike en-nüşrike-bike şey’en na’lemühu ve nes-tagfirüke limâ lâ-na’lemühu düâsını okuyunuz!) buyuruldu. Bu düâyı sabâh ve akşam çok okumalıdır. Kâfirlerin, Cehennem ateşinde sonsuz azâb görecekleri, Cennete hiç girmiyecekleri söz birliği ile bildirilmişdir. Kâfir, dünyâda sonsuz yaşasaydı, sonsuz kâfir kalmak niyyetinde olduğu için, cezâsı da sonsuz azâbdır. Allahü teâlâ, herşeyin hâlikı, sâhibidir. Mülkünde dilediğini yapması hakkıdır. Ona, niçin böyle yapdın demeğe kimsenin hakkı yokdur. Bir şeyin sâhibinin, o şeyi dilediği gibi kullanmasına zulm denmez. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, zâlim olmadığını, hiçbir mahlûkuna zulm yapmadığını bildirmekdedir.

[Allahü teâlânın (Esmâ-i hüsnâ)sı vardır. Bu ismleri de, kendi varlığı gibi ezelîdir. Herşeyin yokdan var olduğunu, bütün varlık-

-24-

ların yok olduğunu görüyoruz. Bu hâl sonsuzdan böyle gelmiş olamaz. Herşeyi yokdan var eden ve hiç yok olmıyan bir yaratıcı yaratmışdır. Bu yaratıcı, varlığını bildirmek için, Peygamberler ve kitâblar göndermişdir. Peygamberler ve kitâblar, meşhûrdur. İsmleri, dünyânın her yerindeki kütübhânelerde yazılıdır. Meydânda olan şey, inkâr olunamaz. Allahü teâlânın, varlığına inanmamak, meydânda olan şeyi inkâr etmek olur. Allahü teâlânın varlığına ve birliğine inanmamak, günlük hâdiseleri, kitâbda okuyup, inanmamak gibidir. Bu da, akllı bir kimsenin yapacağı birşey değildir. Bu doksandokuz isminin arasında bulunan (Müntekim) ve (Şedîd-ül-ikâb) gibi ismlerinden dolayı yedi Cehennemi yaratdı. (Rahman) ve (Rahîm) ve (Gaffâr) ve (Latîf) ve (Raûf) gibi ismlerinden dolayı, sekiz Cenneti yaratdı. Cehenneme ve Cennete gitmeğe sebeb olacak şeyleri ezelde ayırd etdi. Çok merhametli olduğu için, bunları kullarına bildirdi. (Cehenneme girmeğe sebeb olan şeyleri yapmayınız! Onun ateşi çok şiddetlidir. Dayanamazsınız!) diyerek, kullarına tekrâr tekrâr haber verdi. Sonsuz olan Cennet ni’metlerine kavuşduracak şeyleri yaparak, [ahkâm-ı islâmiyyeye uyarak] dünyâda ve âhıretde râhat ve mes’ûd yaşamağa da’vet etdi. Bu da’veti beğenip seçmeleri için, insanlara akl ve irâde, ihtiyâr ni’metlerini de verdi. Allahü teâlâ, hiçbir kimsenin Cehenneme girmesini, Cehenneme götürecek şeyleri yapmasını ezelde emr etmedi, dilemedi. Fekat dünyâda, kimlerin Cennet yolunu, kimlerin de Cehennem yolunu tutacaklarını ezelde biliyordu. (Kazâ) ve (kader)i, ya’nî, ilmi de ezelîdir. Ebû Lehebin Cehenneme gideceğini haber vermesi, onun Cehenneme gitmesini ezelde, istediği için değildir. Cehennem yolunu dileyeceğini, bildiği içindir.

Îmâna gelmek çok kolaydır. Mahlûklardaki hesâblı nizâma, düzene bakmak ve bunlardaki incelikleri düşünmek, herkese vâcibdir. Atomdan güneşe kadar bütün varlıklardaki düzen, birbirlerine bağlılıkları, bunların kendiliklerinden tesâdüfen var olmadıklarını, bilgili, hikmetli ve sonsuz kuvvetli bir varlık tarafından yaratıldıklarını açıkça göstermekdedir. Aklı başında olan bir kimse, liselerde ve üniversitede, astronomi, fen, biyoloji ve tıb bilgilerini öğrenince, bu varlıkların bir yaratıcısı olduğunu ve her dürlü aybdan uzak olduğunu ve Muhammed aleyhisselâmın Onun Peygamberi olduğunu ve bildirdiklerinin hepsinin Ondan gelmiş olduğunu hemen anlar. Bu yaratana hemen inanır. Kâfirlerin, ya’nî kâfir olarak ölenlerin sonsuz Cehennemde kalacaklarını, mü’minlerin de sonsuz olarak Cennet ni’metleri içinde yaşıyacaklarını öğrenince, seve seve müslimân olur. Erzurûmlu İbrâhîm Hakkı hazretleri, 1195 [m. 1781] de Si’ridde vefât etmişdir. (Ma’rifetnâme) kitâbının

-25-

9.cu faslında, türkçe buyuruyor ki, (Fen ve astronomi bilgileri ve makineler, fabrikalar, akl ile, tecribe ile hâsıl oldukları için, zemânla yenileri bulunmuş, birçok eski bilgilerin yanlış olduğu anlaşılmışdır. Eski ve yeni, yanlış ve doğru bütün fen bilgileri, bu âlemin yokdan var edildiğini, sonsuz ilm ve kudret sâhibi bir yaratıcının varlığına inanmak lâzım olduğunu göstermekdedir.) Muhammed aleyhisselâmın güzel ahlâkını ve mu’cizelerini okuyan da, Onun peygamber olduğunu anlar. Birinci cild, 46.cı mektûbu okuyunuz!]

Hergün bir kerre nemâz kılmak kolaydır. Hergün beş kerre nemâz kılmak güçdür ve çok kimselere usanc verir. Merhameti sonsuz bol olan Allahın kolay şeyi emr etmeyip, zor şeyi emr etmesi akla uygun mudur? [Müslimân olmuş bir ingiliz kadının bu süâle verdiği çok güzel cevâb, (Herkese Lâzım Olan Îmân) kitâbımızın 210.cu sahîfesinin son satırında yazılıdır.]