Besmeleyle
başlıyalım kitâba!
Allah adı, en iyi
bir sığnakdır.
Ni’metleri sığmaz
ölçü, hisâba,
Çok acıyan, afvı
seven bir Rabdır!
Allahü teâlâ, dünyâda
bütün insanlara acıyor. Muhtâc oldukları ni’metleri yaratıp, herkese
gönderiyor. Dünyâda ve âhıretde se’âdete kavuşmak için, bu ni’metlerin nasıl
kullanılacağını da bildiriyor. İslâmiyyeti hiç işitmemiş olan kâfirlerin
Cehenneme sokulmıyacaklarını, bunların hesâbdan sonra, hayvânlar gibi yok
olacaklarını, İmâm-ı Rabbânî, 259.cu mektûbunda bildirmekdedir. İşitdikden
sonra, düşünüp îmân edenleri Cennete sokacakdır. Düşünmek için ömür boyu zemân
vermişdir. Nefslerine, kötü arkadaşlara, zararlı kitâblara ve yabancı radyolara
aldanarak küfr ve dalâlet yoluna sapanlardan îmâna gelenleri afv ediyor.
Bunları ebedî felâketden kurtarıyor. Azgın, zâlim olanlara hidâyetini ihsân
etmiyor. Onları, beğendikleri, istedikleri, içine düşdükleri inkâr bataklığında
bırakıyor. Âhıretde, Cehenneme gitmesi gereken mü’minlerden, dilediklerini,
Cehennemde, günâhları bitinciye kadar yakdıkdan sonra Cennete kavuşduracakdır.
Her canlıyı yaratan, her vârı, her ân varlıkda durduran, hepsini korku ve
dehşetden koruyan yalnız Odur.
Herhangi bir kimse,
herhangi bir zemânda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir
şeyden dolayı, herhangi bir sûretle hamd ve şükr ederse, bu medh-ü senâların ve
teşekkürlerin hepsi, Allahü teâlâya mahsûsdur. Çünki, her ni’meti [iyiliği]
yaratan, gönderen, hep Odur. O hâtırlatmazsa ve kuvvet ve kolaylık vermezse,
kimse kimseye iyilik ve kötülük yapamaz. Hep Onun dilediği olur. Onun
dilemediğini kimse yapamaz. [Hadîs-i kudsîde, (İnsanları, beni tanımakla şereflenmeleri için yaratdım) buyuruldu.
Bunu işitince, (kâfirler, dünyâda Allahü teâlâya inanmıyorlar. Bu hadîs-i şerîf
hâsıl olmuyor) demek doğru değildir. Çünki, âlimler, velîler, belli bir
dereceye yükselince, belli bir yaşa gelince, Allahü teâlâyı tanımağa
başlıyorlar. Kâfirler de, âhırete gidince tanıyacaklardır. Tanımıyan
kalmıyacakdır.]
Hamd, bütün ni’metleri
Allahü teâlânın yaratdığına ve gönderdiğine inanmak ve söylemek demekdir. Şükr,
bütün ni’metleri ahkâm-ı islâmiyyeye uygun kullanmak demekdir. Ni’met, fâideli
şey demekdir. Ni’metler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarında yazılıdır. Ehl-i
sünnet âlimleri, meşhûr dört mezhebin âlimleridir.
Onun sevgili Peygamberi,
insanların her bakımdan en güzeli, en üstünü olan Muhammed aleyhisselâma ve
Onun iyi ahlâk ve ilm saçan, Âline, ya’nî akrabâsına ve Eshâbının hepsine
“rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bizden düâlar ve selâmlar olsun!
Müslimânların öğrenmeleri
lâzım olan bilgilere (İslâm ilmleri) denir.
İslâm ilmleri ikiye ayrılır: (Din bilgileri) ve
(Fen bilgileri). Fen bilgilerine (Hikmet) denir. Dinde reformcular, fen
bilgilerine (Rasyonel bilgiler), din
bilgilerine (Skolastik bilgiler) diyor. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Hikmet, müslimânın gayb olmuş malı gibidir. Onu nerede
bulursa alsın!) buyurdu. Bu hadîs-i şerîf, fen bilgilerini öğrenmeği
emr etmekdedir. Din bilgilerinin esâsı yirmi ilmdir. Bunlardan sekizi, yüksek
ilmler, onikisi de, yardımcı ilmlerdir. Yüksek ilmlerden birisi, (Ahlâk ilmleri)dir.
[Güzel ahlâk sâhibi olan
ve zemânının fen bilgilerinde yükselmiş olan müslimâna (Medenî), ya’nî ilerici denir. Fende ilerlemiş
ağır sanâyı’ kurmuş, fekat ahlâkı bozuk olan kimseye (Zâlim), ya’nî (gerici),
eşkiyâ ve diktatör denir. Fen ve san’atda geri ve ahlâkı bozuk olanlara (Vahşî), ya’nî âdî denir. (Medeniyyet), ta’mîr-i bilâd ve terfîh-i ibâddır.
Ya’nî, şehrler yapmak ve insanlara hizmetdir. Bu da, fen ve san’at ve güzel
ahlâk ile olur. Kısacası, fen ve san’atin güzel ahlâk ile birlikde olmasına (Medeniyyet) denir. Medenî insan, fen ve san’ati,
insanların hizmetinde kullanır. Zâlimler ise, insanlara işkence yapmakda
kullanır. Görülüyor ki, hakîkî müslimân, ilerici bir insandır. Hıristiyan,
yehûdî ve komünist [ya’nî dinsiz], gerici, şakî ve zevallı bir kimsedir.
Görülüyor ki, medeniyyet, şehrler, binâlar yapmakdır. Bu da, fen ve san’at ile
olur. Tekmîl-i sınâ’at, telâhuk-ı efkâr iledir. İnsanların refâh içinde
yaşamaları da, islâm ahlâkı ile olur.]
Her müslimânın islâm
bilgilerini lüzûmu kadar öğrenmesi farzdır. Bunun için, islâm âlimleri, birçok
kitâb yazmışlardır. Ahlâk kitâblarından Nasîrüddîn-i Muhammed Tûsînin yazdığı (Ahlâk-ı nâsırî) ve Celâlüddîn-i Muhammed
Devânînin yazdığı (Ahlâk-ı Celâlî) ve Hiratlı
Hüseyn Vâız-ı Kâşifînin yazdığı (Ahlâk-ı muhsinî) kitâbları
meşhûrdur. Kitâbımızın birinci kısmı, Muhammed Hâdimînin “rahimehullahü teâlâ” (Berîka) kitâbından terceme edilmişdir. Bu
kısmda, islâmiyyetin beğenmediği ahlâkı ve bunlardan korunma ve kurtulma
çârelerini bildireceğiz. Bu kötü ahlâk, kalbin hastalıklarıdır. Kalbi ve rûhu
ebedî ölüme sürüklerler. Başka kitâblardan alarak yapılan ilâveler, köşeli
parantez [ ] içine yazılmışdır. Kitâbımızın ikinci kısmında, 979 [m. 1572]
senesinde Edirnede vefât etmiş olan, Alî bin Emrullahın “rahime-hullahü teâlâ”
yazmış olduğu, türkçe (Ahlâk-ı alâî) kitâbının
baş kısmını yazarak, ahlâkın ta’rîfini ve çeşidlerini açıklıyacağız.
Bu kitâbımızı okuyan
temiz gençler, dedelerinin, sağlam bedenli, iyi ahlâklı, çalışkan, medenî,
ilerici olduklarını anlıyacak, islâm düşmanlarının yalanlarına, iftirâlarına
aldanmakdan kurtulacakdır.
Nasîrüddîn-i Tûsînin ismi
Muhammed bin Fahreddîndir. Hicrî 597
senesinde Tûsda ya’nî Meşhed şehrinde tevellüd, 672
[m. 1273] de Bağdâdda vefât etdi. Şî’î idi. Hülâgünün Bağdâdı yakıp yıkmasına,
yüzbinlerle müslimânı öldürmesine sebeb olanlardan biridir. Hülâgünün vezîri
oldu. Dörtyüzbin kitâb bulunan bir kütübhâne ve Rasadhâne, bir akademi yapdı.
Çok kitâb yazdı. (Fâideli Bilgiler) kitâbının
95.ci sahîfesine bakınız!
Muhammed Celâlüddîn-i
Devânî “rahime-hullahü teâlâ” 829 senesinde tevellüd, 908 [m. 1503] de, Şîrâzda
vefât etdi. İslâm âlimlerinin en büyüklerindendir. Çok kitâb yazdı. (Ahlâk-ı Celâlî) kitâbı fârisî olup, 1304 [m.
1882] senesinde Hindistânda sekizinci baskısı yapılmışdır. İngilizceye de
terceme edilmişdir.
Hüseyn bin Alî
Vâız-i Kâşifî “rahime-hullahü teâlâ”, Hiratda vâız idi. Hicrî 910 [m. 1505]
senesinde orada vefât etdi.
Ey temiz gençler! Ey,
ömrlerini islâm dîninin güzel ahlâkını öğrenmekde ve yaymakda tüketen ve
canlarını Allahın dînini insanlara yaymakda fedâ eden şehîdlerin asîl ve
kıymetli çocukları! Şerefli ecdâdımızın sizlere tam ve doğru olarak getirdiği
ve emânet bırakdığı, mubârek islâm dînini ve bunun bildirdiği güzel ahlâkı iyi
öğreniniz! Güzel yurdumuza göz diken, can, mal, din ve ahlâk düşmanlarının
saldırılarına karşı, bu mukaddes emâneti bütün gücünüzle savununuz! Her yere
yayarak, insanları se’âdete kavuşdurmağa çalışınız! Biliniz ki, dînimiz, güzel
huylu olmamızı, sevişmemizi, büyüklere hurmet, küçüklere şefkat etmeği, dinli
dinsiz, herkese iyilik etmeği emr etmekdedir. Herkesin hakkını, ücretini
veriniz! Kanûnlara, hükûmetin emrlerine karşı gelmeyiniz! Vergilerinizi
vaktinde ödeyiniz! Allahın, doğruların yardımcısı olduğunu hiç unutmayınız!
Sevişelim, yardımlaşalım ki, Allahü teâlâ yardımcımız olsun!
İslâm âlimleri
buyuruyorlar ki, (Allahü teâlâ insanda üç şey yaratdı: Akl, kalb ve nefs.
Bunların hiçbiri görülmez. Varlıklarını eserleri ile, yapdıkları işlerle ve
dînimizin bildirmesi ile anlıyoruz. Akl ve nefs dimâgımızda, kalb göğsümüzün
sol tarafındaki yüreğimizdedir. Bunlar, madde değildir. Yer kaplamazlar.
Buralarda bulunmaları, elektriğin ampulde, miknâtisin endüksiyon bobininde
bulunması gibidir. Akl, fen bilgilerini anlamağa çalışır. Bunları anlar.
İslâmiyyete uygun olanlarını, fenâlarından, zararlı olanlarından ayırır.
İyileri, fenâları, islâmiyyet ayırmakdadır. İslâmiyyeti bilen ve uymak istiyen
akla (Akl-ı selîm) denir. Aklı az olan,
hep şaşıran kimseye (Ahmak), aklı hiç
olmıyana (Mecnûn) denir. Selîm olan akl,
islâmiyyetin bildirdiği iyi şeyleri kalbe bildirir. Kalb de, bunları yapmağı
irâde ederek, dimâgdan çıkan hareket sinirleri vâsıtası ile, a’zâlara,
organlara yapdırır. İyi veyâ fenâ şeyleri yapmak arzûsunun kalbe yerleşmesine (Ahlâk), (Huy) denir. Nefs, bedene tatlı gelen
şeylere düşkündür. Bunların iyi, fenâ, fâideli, zararlı olduklarını düşünmez.
Arzûları, islâmiyyetin emrlerine uygun olmaz. İslâmiyyetin yasak etdiği şeyleri
yapmak, nefsi kuvvetlendirir. Dahâ beterini yapdırmak ister. Fenâ, zararlı
şeyleri, iyi gösterip, kalbi aldatır. Kalbe bunları
yapdırarak, zevklerine kavuşmak için çalışır. Kalbin nefse aldanarak, fenâ
huylu olmaması için, ahkâm-ı islâmiyyeye uyarak kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi
za’îfletmek lâzımdır. Aklı kuvvetlendirmek, islâm bilgilerini okuyup,
öğrenmekle olduğu gibi, kalbin kuvvetlenmesi, ya’nî temizlenmesi de, ahkâm-ı
islâmiyyeye uymakla olur. İslâmiyyete uymak için, ihlâs lâzımdır. (İhlâs), işleri, ibâdetleri, Allahü teâlâ emr
etdiği için yapmak, başka hiçbir menfe’at düşünmemekdir. Kalbde ihlâs hâsıl
olması, kalbin zikr etmesi ile, ya’nî Allah ismini çok söylemesi ile olur.
Zikrin ehemmiyyeti, (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbı
284.cü sahîfesinden başlıyarak, uzun bildirilmekdedir. Zikrin nasıl
yapılacağını, Mürşid-i kâmilden öğrenmek ve aklda bulunan ve his organlarından
gelen dünyâ düşüncelerini kalbden çıkarmak şartdır. Dünyâ düşüncesi hiç
kalmazsa, kalb kendiliğinden zikr etmeğe başlar. Zikrin nasıl yapılacağı (Tam İlmihâl)in 921.ci sahîfesinde yazılıdır.
Şişedeki su boşalınca, havânın şişeye kendiliğinden, hemen girmesi gibidir.
Kalbi dünyâ düşüncelerinden korumak, kalbin Mürşid-i kâmilin kalbinden feyz
[Nûr] alması ile olur. Kalbden kalbe (feyz),
muhabbet yolu ile akar. Mürşidin başka memleketde bulunması veyâ vefât etmiş
olması, feyz gelmesine mâni’ olmaz. (Mürşid),
islâm bilgilerini iyi bilen ve islâmiyyete tâm uyan, ihlâs sâhibi, Ehl-i sünnet
âlimidir. İslâmiyyete uymak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi, nefsi za’îfletir. Bu
sebeb ile (nefs), kalbin islâmiyyete
uymasını, Mürşid-i kâmilin sohbetinde bulunmağı, kitâblarını okumağı istemez.
Dinsiz, îmânsız olmasını ister. Akllarına uymayıp, nefslerine uyan kimseler,
bunun için, dinsiz olmakdadır. Nefs ölmez. Fekat, gücü kuvveti kalmayınca,
kalbi aldatamaz.)
Bugün, yer yüzünde
bulunan müslimânlar üç fırkaya ayrılmışdır. Birinci fırka, Eshâb-ı kirâmın
yolunda olan, hakîkî müslimânlardır. Bunlara (Ehl-i
sünnet) ve (Sünnî) ve (Fırka-i nâciyye), Cehennemden kurtulan fırka denir.
İkinci fırka, Eshâb-ı kirâma düşman olanlardır. Bunlara (Şî’î) veyâ (Fırka-i
dâlle) sapık fırka denir. Üçüncüsü, sünnîlere ve şî’îlere düşman
olanlardır. Bunlara (Vehhâbî) ve (Necdî) denir. Çünki bunlar, ilk olarak
Arabistânın Necd şehrinde meydâna çıkmışdır. Bunlara (Fırka-i mel’ûne) de denir. Çünki, bunların müslimânlara
müşrik dedikleri (Kıyâmet ve Âhıret) ve (Se’âdet-i Ebediyye) kitâblarımızda yazılıdır.
Müslimânlara kâfir diyene Peygamberimiz la’net etmişdir. Şî’î fırkasını
yehûdîler, vehhâbî fırkasını ingilizler kurdu. Ehl-i sünnet fırkasını türkler
korudu.
Hangi fırkadan olursa
olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan, Cehenneme gidecekdir. Her mü’min,
nefsini tezkiye için, her zemân çok (Lâ ilâhe
illallah) ve kalbini tasfiye için (Estagfirullah)
okumalıdır. Ahkâm-ı islâmiyyeye uyanın düâsı muhakkak kabûl olur.
Nemâz kılmıyanın, açık kadınlara bakanın ve harâm yiyip içenin, ahkâm-ı
islâmiyyeye uymadığı anlaşılır. Bunların düâları kabûl olmaz.
Mîlâdî sene
Hicrî şemsî Hicrî kamerî
2001 1380 1422